Gümrük Birliği > 8.yılında Gümrük birliği (II)

8.yılında Gümrük birliği (II)

Gümrük Birliği konusuna devam ediyorum.
Aslında gümrük birliği süreci 1 Ocak 1996'da başlayan bir süreç değil, ilk olarak bu gerçeğin iyi algılanması gerekiyor.
Katma protokolun uygulamaya girmesi sonrasında, 1973 sonrası, Türk imalat sanayi ürünlerinin çok büyük bir bölümü Avrupa pazarlarına sıfır gümrük ile girer iken (tekstil ürünleri hariç) Avrupa çıkışlı imalat sanayi ürünleri ülkemize yüksek gümrük ile girmeyi sürdürdüler.
Türkiye'nin katma protokol gereği gerçekleştirmesi gereken yıllık yüzde beşlik indirimler de 1970'li ve 80'li yıllarda çeşitli nedenlerden (bugünden geriye bakıldığında çok da anlamlı gözükmeyen nedenler) askıya alınarak ilişkilere set çekilmiş idi.
1973'den 1996'ya dek Türk imalat sanayi, temel birikim rejimini değiştirmek istemediğinden, kendisi için adeta sonsuz bir esneklik ile piyasalarını açan Avrupa'yı görmemeyi tercih etti.
Ve bu temel tercihin sonucu olarak da ciddi ölçek sorunları ile başbaşa kaldı.
6 Mart 1995 Gümrük Birliği kararı 1963 Ankara Antlaşmasının bir devamı niteliğinde oldu.
Mart 1995 öncesi özellikle Aralık 1994'de ülkemizde Cumhuriyet'in kuruluşundan bu yana bir türlü gerçekleştirilemeyen iki dönüşüm, rekabet hukuku ve tüketici hakları yasal düzeyde gündeme geldi ve TBMM'den geçti.
Bu iki önemli dönüşümün temel mantığının gümrük birliği sürecine hazırlık olduğu unutulmamalı.
Türkiye'nin Avrupa Birliği üyesi ülkeler ile gerçekleştirdiği dış ticaret 1950'li yıllardan 1996'ya dek hep açık vererek sürüyor ve söz konusu açığın dış ticaret hacmine ve milli gelire oranı, 1996 sonrası oluşmaya devam eden dış ticaret açığının (AB üyesi ülkeler ile) yine dış ticaret hacmi ve milli gelire oranı açısından çok farklı değil.
Ortaya çıkan küçük bir artış ise tümü ile Türk lirasının dolara ve diğer AB üyesi ülkelerin paralarına karşı değer kazanmasından kaynaklanıyor.
Unutulmaması gereken temel nokta Türkiye'nin gümrük birliği sürecinin dünya iktisat tarihinin harp dönemleri dışında gördüğü en büyük bütçe açıkları ile birlikte gittiği gerçeğidir.
Büyük bütçe açıklarının (1980-2000 ortalaması yaklaşık milli gelirin yüzde onu) reel faiz oranlarını yukarı çektiğini ve yüksek reeel faiz oranlarının da kısa vadeli sermaye hareketlerini ülkemize yönlendirdiği ve bir iktisatçımızın söylediği gibi "kulaklarımızdan dolarların fışkırdığı" unutulmamalı.
Bu koşullarda yani yüksek reel faiz, kısa vadeli sermaye girişleri ortamında ulusal paranın değerlenmemesi olanaksız ve bu değerlenmenin sonucunda ise ithalatın kolaylaştığını ve ihracatın zorlaştığını unutmamalı.
Söz konusu sürecin 1989 tarihli 32 sayılı karar ile de desteklendiği hatırlanmalı.
32 sayılı kararın ekonomi politiğinin tartışılması ise bu yazının işi değil.
Bu konuya önümüzdeki Pazartesi de (26 Ocak 2004) devam etmek istiyorum.
 

Eser Karakaş, Finansal Forum
23.01.2004

Konu ile ilgili sayfalar...
1/22/2009 - Gümrükler AB'ye uyumlulaştırılıyor...
1/16/2009 - 'Bu, nasıl Gümrük Birliği'...
1/27/2004 - ATO anketi ve Gümrük Birliği...
1/26/2004 - 8.yılında Gümrük birliği (Son)...
1/22/2004 - 8.yılında Gümrük birliği...
Bütün başlıklar için tıklayınız