Basından > Nusaybin: Tavuklar için kuruttuğumuz ekmekleri yiyoruz

 Nusaybin: Tavuklar için kuruttuğumuz ekmekleri yiyoruz
Nusaybin'de kaymakamlık tarafından 13 Kasım'da ilan edilen sokağa çıkma yasağı 11. gününde. Cumartesi günü bir kaç saatliğine kaldırılan sokağa çıkma yasağı akşam yeniden uygulanmaya başlandı.

BBC Türkçe sokağa çıkma yasağını, yaşayanların kaleminden aktarıyor. Yatalak babasıyla ilçede mahsur kalan bir ev hanımı haftasonu yaşadıklarını şöyle anlattı:

21 Kasım gecesi-22 Kasım gündüzü

''Sürekli bombalar, silahlar patlıyor. Haftasonu hafta içinden farklı geçmedi. Bir şey yapamadık, korkudan çıkamadık da zaten.
Bizim bulunduğumuz mahallede sokağa çıkma yasağı kaldırılmadı. Dükkanlar kapalı, gidip ihtiyaçlarımızı da gideremedik.
Bazıları beyaz bayraklarla sokağa çıkıp kenti terkedebildi.
Ekmek yok, tavuklar için kuruttuğumuz ekmeklerle idare etmeye çalışıyoruz.
Düne kadar 16 kişiydik, Suriyeli mülteci komşular vardı, dil, yol bilmezler diye yanımıza almıştık, çoluk çocuklarla bizde misafir ettik. Hafta sonu Batman'a gönderebildik.
Ben kaldım, 105 yaşında babam yatalak. 'Ölürsek birlikte ölelim' dedik. Babamın ilaçları var, idare etmeye çalışıyoruz. Zorunlu olmadıkça, ağrıları olmadıkça ilaç vermiyoruz.''

20 Kasım gecesi ve 21 Kasım gündüzü

Eşi 8.5 aylık hamile olan ve çatışmaların olduğu yerdeki evlerinden bir tanıdıklarının yanına taşınan, Nusaybin otobüs garajı esnafından Dilgeş Aktoğ anlatıyor:
"Dün gayet sakindi. Patlamalardan dolayı bir sıkıntı yoktu. Şu an da sakin. Sabah sekizden akşam 16'ya kadar sokağa çıkma yasağını kaldırdılar. Hepsine değil. Bazı mahallelere. Bizim mahalle de dahil.
Dört mahalle hala abluka altında, kuşatma altında. Panzerler, askerler polisler hala duruyor.
Çok sıkıntı çektik. Su yoktu, elektrik yoktu. İlaç yoktu. Benim eşim 8 aylık hamile. İki tane çocuğum var. Bombalardan, seslerden yatamıyorduk. Psikolojimiz bozulmuştu. İnsanların sosyal hayatları gitti, paraları gitti. Evlerin çoğu harap durumda. Mahalleler öyle, okullar öyle.
Umuyoruz ki bundan sonra bu olaylar olmasın. İnsanlar biraz nefes alsın. Bu dünya hepimize yeter. Bu topraklar hepimize yeter. Herkese sesleniyoruz. Avrupa'ya sesleniyoruz. Amerika'ya sesleniyoruz. Artık bir çare bulsunlar. Türklerle Kürtlerin burada birbirini boğazlaması onların hesabına mı geliyor?"

19 Kasım gecesi ve 20 Kasım gündüzü

"Hala Nusaybin'deyim. İlçede hala elektrik su yok. Firmalar olarak durumu düzeltmek için uğraşıyoruz. Geçen gün Kaymakam'la bir toplantı oldu. Onaracaklarını söylediler. İnşallah en kısa zamanda çözerler bu işi.
Hayat durmuş vaziyette. Hatlar çalışmıyor. Cep telefonları çekmiyor. Biz de evden dışarıya çıkamıyoruz. İşler durmuş vaziyette.
Çatışma var mı yok mu ben bilmiyorum. Bazen gece silah sesleri geliyor ama çatışma mıdır başka şey midir bilmiyorum. Evden çıkamıyoruz ki ne olduğunu anlayalım.
Bu işin bir an önce bitmesini istiyoruz. Gençlerin, çocukların hayatları, gelecekleri söz konusu. Okula gidemiyorlar.
Şeker hastaları var, ameliyat olmuş olanlar var. Hastaneye gitmesi gerekenler var ama bir yere gidemiyorlar.
Temel ihtiyaçlar bile karşılanamıyor. Aileler bebeklerine mama bile alamıyor. Evdeki yiyecekler desen bozuluyor.
İnşallah bir an önce biter bu. Kimsenin gencecik çocukların geleceğiyle oynamaya hakkı yok."

18 Kasım günü, Nusaybin'de görev yapan bir öğretmen
Aktaracağımız üçüncü yazı, tayini Nusaybin'e çıkan 30 yaşındaki bir kadın öğretmenden. Mardin'e ilk kez görevi dolayısıyla gelmiş ve memur olduğu için 'şahsi fikirlerimizi kamuya açık yerlerde beyan etmeözgürlüğümüz yok' diyor.
"26 Eylül'den beri Nusaybin'deyim. Ortam karmakarışık. Hiç kapanmayan yaraların, hiç bitmeyen dertlerin olduğu topraklardayım. 7 Haziran'dan bu yana her gün onlarca kişi öldü. Ne için öldükleri belirsiz…
Etki kuvvetli olunca tepki de o nispette oluyor, malum. Yine öyle oldu. Sıcağı bol, insanı daima teyakkuzda olan bu topraklarda bir çekişmedir gidiyor. Polis ve askerler öldü. Müdahaleler yapıldı.
Bazı yerlerde taş üstünde taş bırakılmadı dense yeri. Mesela Cizre… Muazzam bir kutuplaşma ve nefret argümanı oluştu. Romanı yazılsa yeri…
İstanbul'daydım. Beni uzaktan yakından tanıyan herkes buraya gelmem konusunda endişeliydi. O günlerde cep telefonumun not defterine kaydettiklerim şöyle:
"Son günlerde başta ailem olmak üzere, çevremdeki dost ve yakınlarımdan sıklıkla duyduğum bir cümle var: 'Nusaybin'e gitmesen olmaz mı?'"
Bu satırları okuyanlar buradan sonra söyleyeceklerimi ahmaklık, aptallık ya da şovenizm olarak değerlendirebilirler.
Nusaybin'e gitmesem olmaz çünkü beni orada bekleyen yüzlerce öğrencim var. Çünkü ben orada olunca, çocuklarımın yanında ve onlarla birlikte olunca bir şeylerin daha iyiye gideceğini düşünüyorum. Çünkü ben ekmeğimi oradan yiyorum ve ekmeğimin peşinden gitmek bana zor gelmiyor.
Tüm bu duygu ve düşüncelerle geldim. Geldiğimin beşinci günü sokağa çıkma yasağı ilan edildi. İlk yasakta ne olacağını tam kestiremediğim için Nusaybin'den çıkmış ve sonra da çıktığıma pişman olmuştum. Çünkü insan geri döndüğünde ne olup bittiğini tam olarak anlayamıyor.


'Yasak belirsizliği ortadan kaldırıyordu'

Bu nedenle bir daha yasak olursa evimde oturmaya karar vermiştim, öyle de yaptım.
Sokağa çıkma yasağı olmasını kötü bulmuyordum artık.
Çünkü yasak çıkıncaya kadar insanların yaşadığı gerilim o kadar yüksek ki yasak çıktığında insanlar, hiç değilse biraz olsun durumun netleşmesiyle huzura eriyorlar.
Evet, yasak mutluluk olmasa bile birkaç günlüğüne de olsa belirsizliği ortadan kaldırdığı için sükûnet telkin etmiş oluyor insanlara. İnsanın evden çıkıp işe gittiği bir günün akşamında evine dönüp dönemeyeceğini düşünmesi ya da çok basit birkaç günlük plan yaparken "Acaba yasak olur mu?" diye düşünmesi yaşanmadan anlaşılabilecek türden duygu ve düşünce halleri değilmiş, bunu gördük.
Sokağım bütün tatilcilerin evlerine döndüğü yazlık beldeler gibiydi. Kendimi herkesin gidişine tanık olmuş ve evini en son kapatan yazlıkçı gibi hissettim. Normalde sabah 7'de açılan market ve manavlar kapalıydı ve sabah 6.30'dan itibaren duymaya alışık olduğum sesler yoktu.
İnsanın böyle bir sessizliğe uyanması sokakları sürekli sesli, hareketli ve insanlı bir yer olan Nusaybin için çok yadırgatıcı.
Daha yadırgatıcı hatta tüyler ürpertici olan sokakta olması gereken çocuk ve insan seslerinin yerini patlama seslerinin almış olması… Bu kısımda ayrıntı vermek istemiyorum çünkü hatırlamak isteyeceğim türden sesler değil.
Çocuklar… Çocuklar her zaman, her yerde en cesur ve mutlu olabilenler… İlk başta birkaç meraklı bakışın balkonlardan veya pencerelerden dışarıyı gözetlediğini gördüm, sonra aileden alınan izinlerle apartmanlarının bahçesinden dışarı çıkmayanları. Derken sayı, ilerleyen saatlerle birlikte artmaya başladı.
Patlama seslerine rağmen dünyanın en korkusuz insanlarıymışçasına sokağa çıkıp oyun oynadıkları için de hepsini tutup tek tek öpmek istedim.
Ben bu düşüncelerimi not ettikten sonra durum değişmeye başladı. Sokakta çocuk gören güvenlik güçleri onları evlerine kovalamak için beş metre arayla çocukların sokaklarına gaz bombaları attılar.
Elektrikler ve sular kesildi. Cep telefonlarının interneti kesildi ve sinyali azaltıldı.
Sinirler gerilmeye başladı. İlk gün yasağa tepki olarak az katılımlı ve kısa süreli gerçekleştirilen gürültü eylemi daha geniş bir katılımla, günde birkaç defa gerçekleştirilmeye başlandı.
Güvenlik güçleri, bu sefer bu eylemleri sonlandırmamız için sokaklarımıza gaz bombaları attı.
Buzdolabımızın dondurucu kısmındaki yiyeceklerin buzu çözüldü. Elektrik yine gelmedi. Telefonlarımızın ve ışıldaklarımızın şarjı bitti. Ailelerimizle görüşemez olduk. İlçede olup bitenleri anlamanın tek yolu ise patlama seslerini dinlemekti. Elektrik yine gelmedi.
İnsan bu ortama ne kadar dayanabileceğini ister istemez düşünmeye başlıyor ve durum daha kötüye gittiği için neler yapabileceğini hesaplıyor. Ben de öyle yaptım. Dört gündür yanlarına uğramadığım komşularımla iletişime geçtim.


'Terk edilmiş sokaklar'

İlçeyi terk etme düşüncesinde olan komşumla ilçeden çıkma kararı aldım. Kalsam, ihtiyaçlarımı karşılama noktasında insanlara yük olacağımı fark etmiştim.
Benden haber alamayan ailem ve arkadaşlarımı da en azından fiziksel olarak iyi olduğuma dair de bilgilendirmem gerekiyordu.
Ve ilçeden ayrıldım.
Daha önce ilçeden çıkmak için aracımızın plakasını vererek izin istediğimiz güvenlik güçlerini, aracımızı çalıştırmadan önce tekrar arayıp bilgilendirdik.
Buna rağmen apartmanımızdan iki yüz metre sonra karşımıza çıkan ilk güvenlik noktasında durdurulduk. İzinli olarak yola çıktığımızı belirtmemize rağmen aracın içindekiler gözden geçirildi ve bagaj araması yapıldı.
Sokaklar filmlerde gördüğümüz terk edilmiş şehirler gibiydi. İlçe çıkışına kadarki iki buçuk kilometrelik yolda en az on tane zırhlı araca denk geldik. Bu araçlardakiler bizi görsünler diye aracımızın dört camı da açık vaziyette yol aldık.
İlçe çıkışında tekrar durdurulduk. Nereye gittiğimiz soruldu ve bagajımız tekrar arandı. Bu sırada yasağın ne kadar devam edebileceğini sorduğumuzda görevlilerden biri "Bize göre bir yıl sürsün" cevabını verdi.
Daha fazla soru sormaya ihtiyaç duymadık. Aracımızda yer olmadığı için aracımıza alamadığımız ve ardımızdan öylece bakakalan komşularımız vardı. Ciddi bir utanç ve hüzünle ilçeden çıktık.
Şu an Mardin merkezdeyim. İlçede kalan arkadaşlarımın bir kısmından haber alamıyorum çünkü ya internetleri yok ya da elektrik hâlâ gelmediği için telefonlarının şarjları bitmiş vaziyette.
Sürecin sonuna kadar dayanabileceğimi kuvvetle hissetmeme rağmen yasağın beşinci gününde ilçeden ayrılmış biri olarak mutsuzum. Aklımda ise yasağı idrak ettiğim ilk andan beri şu dizeler var:
"Hani bir dışarda olsam
Hep yürürüm durmam
Benimle beraber yürür gökyüzü, toprak
Özgürlük benimle beraber
Gökyüzü, toprak ve özgürlük ne güzel şeyler
Hani bir dışarda olsam
Belki günlerce uyumam"
Bunlarla birlikte öğretmen arkadaşlarımla ortak kaygımız eğitim-öğretime nasıl devam edeceğimiz değil, geri döndüğümüzde çocuklarımızı nasıl bulacağımız."


17 Kasım günü ve 18 Kasım gündüzü

Ramazan Kaya, doktor, 47 yaşında (Mardin Tabip Odası Yönetim Kurulu üyesi)
"7 yıldır Nusaybin'deyim. Dahiliye uzmanıyım. 22 yıllık hekimim. Nusaybin Devlet Hastanesi'nde çalışıyorum.
Cuma gününden beri hastanedeyim. Normalde burada bizi icap edince çağırırlar. Bu kez sokağa çıkma yasağı olunca, icap edilince gelemem diye hastanede kaldım.
Dün sokağa çıkma yasağının dördüncü günüydü. Normalde köylerle birlikte nüfus 130 bin Nusaybin'de. Merkezde de kronik hastalar var. Böbrek hastaları var. Bunların sürekli tedavi olması gerek. Dün hastaneye gelenler oldu. Üç-dört gün bunlar ilaçsız kalmış. Stres ve sıkıntıdan, çatışma sesleri malum, içeride havasız kalmaktan, susuzluktan ve elektrik olmamasından sıkıntılar olmuş. Hastaların yakınları 112'ye başvurdular çoğu kez. Bu hastalar hastaneye geldiler. Dün burada bir yığılma oldu.
Biri geldi. Kalp krizi geçirmişti. Ona müdahale ettik. Buraya gelmeleri zor oluyor. Nusaybin'de dört beş büyük mahallede hendekler var. Ambulanslar oraya yakın yere kadar girebiliyorlar. Hasta yakınları ambulansın girebildiği yere kadar gidiyor. Ambulansa teslim ediyor hastayı.
Dün biri aradı. Yakını beyin kanaması geçiriyormuş. Ambulansa söyledim. Ambulans oraya kadar gelemiyor dediler. Hastayı, ambulansın oraya gidebileceği en yakın noktaya götürmesini istediler. Yaşlı bir hastaydı. Buraya getirdiler, biz de sevk ettik.
İnsanların rahatsızlıklarını top ve silah sesleri bile tetikliyor.
Hastanede elektrik var. Su da var. Hastanede malzeme ihtiyacı yok. Ama eczaneler kapalı olduğu için ilaç alınamıyor.
Bir guatr hastası geldi. Yenice ameliyat olmuştu. Bundan dolayı bir rahatsızlığı vardı. Vücudu kaskatı kesilmiş halde, nöbet geçirirken geldi hastaneye. İlk müdahale hastanede yapıldı. Sürekli ilaç alması gerekiyordu aslında ama eczaneler kapalı olduğu için alamadı. Diyarbakır'dan ilaç sipariş edildi. Şu an Diyarbakır'dan ilaç bekliyor.


"Sessiz ölümler"
Dün 6-7 yaralı geldi. Çoğu kurşun veya şarapnel parçalarıyla yaralanmış. En kötü olay, genç bir çocuk getirildi gece 10'da. 18 yaşında daha. Boynundan kurşun yemiş çocuk. Arkadaşlar röntgenini çekti. Kurşun boğazda duruyordu. Atardamarı patlamıştı. Anestezi uzmanı, herkes canla başla çalıştı. Ama hastanın kanaması durdurulamadı. Damar cerrahı olmadığı için ameliyatını burada yapamadık. Mardin'e sevk ettik. Yanılmıyorsam vefat etti.
Nusaybin merkezinde büyük su sıkıntısı var. Elektrik ve gıda sıkıntısı var. İlaç alınması lazım. Şu an böbrek, tansiyon, şeker hastası bu ilaçları almazsa büyük bir sıkıntı yaşanacak. Biz bunlara sessiz ölüm diyoruz. Kimsenin haberi olmayacak ve evlerinde ölecekler.
Çocuklar için de durum aynı. Dün bir yakınım aradı, çocuğun ateşi düşsün diye buzdolabına koyuyorum dedi. Durum budur.
Daha önce böylesini hiç görmedim. 12 Eylül'de sokağa çıkma yasağı vardı ama 1 veya 2 gün olurdu ve çatışma yoktu. Fırınlar açık olurdu. Burada günde 10-12 saat çatışma var.


Yaşlılar ve çocuklar için durum çok zor."
(Dr. Ramazan Kaya, 18 Kasım'da akşam saatlerinde yeniden arayarak, 'Az önce 35 yaşında bir kişi patlama sonucu öldü' dedi.)
15 Kasım gecesi- 16 Kasım gündüzü, Zeynep, üniversite öğrencisi
İlk yazı bir üniversite öğrencisinden. İşletme okuyor. Nusaybin'e iki haftalık bir tatil için ailesinin yanına dönmüştü. Tatilinin birinci haftasında sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Gerçek adını vermek istemeyen Zeynep 25 yaşında ve Nusaybinli. İnterneti kesik olduğu için kağıda yazdığı yazıyı telefonda bize okudu. Etrafında neler olduğunu, sokağı anlatmasını istediğimizde dışarı bakmaya korktuğunu söyledi. Aynen aktarıyoruz.
"Evdeyiz annem, babam ve ben ve liseye giden küçük kardeşim.
İlk gün telefon şebekesi kesildiğinden yakınlarımızdan haber alamadık. Bunun üstüne elektrikler gidip gelmeye başladı. Gidip geldiği için sobayı yakıp ısınamadık. Normalde kaloriferli bir apartman burası. Ama kapıcı korkudan gelemiyor. Elektrik olmadığı için ne klima ne sobayı kullanabiliyoruz.
Dün gece dışarıdan gelen silah ve patlama sesleriyle uyuyamaz olduk.
Dışarıya bakamıyoruz korkudan. Patlama seslerinden uyuyamıyoruz. Uyuyunca da irkilerek uyanıyoruz.
Dün akşam yoğun bir şekilde silah sesleri vardı. O sırada bir de sular kesildi. Bu sefer de su ihtiyacımızı karşılayamaz olduk. Elektrik geldi ama internete bağlanamıyoruz. Telefon şebekeleri de gidip geliyor.
Erzakın önemli bir kısmı balkonda. Ama korkudan balkona çıkıp alamıyoruz. Çünkü bir önceki sokağa çıkma yasağında balkondan mermi girmişti. Pencerelerimizi bile aralayamaz hale geldik. Ekmeğimiz bittiği için annem akşamları bulgur pilavı yapıyor.
Su hâlâ yok. Annemin daha önceden koyduğu suyu kullanıyoruz. Dün akşamdan beri suyumuz olmadığı için ne bulaşık yıkayabiliyoruz ne yıkanabiliyoruz ne elbise yıkayabiliyoruz ne abdest alabiliyoruz. Hiçbirini yapamıyoruz. Bütün bu yaşananlar beni ve ailemi psikolojik olarak çok kötü etkiledi.
Bazen bomba sesi geliyor. Çok yakındaymış gibi duyuluyor. Silah sesleri hep var. Nerden geldiğini göremiyoruz.
Artık elektrik var. Ama gidip geliyor. Dün su kesildi, elektrik geldi. Ama silah sesleri hep var."

BBCTurkish.com, 23.11.2015

Konu ile ilgili sayfalar...
7/14/2017 - Yeni KHK ile 7 binden fazla ihraç: Emniyet'ten 2303, Adalet Bakanlığı'ndan 418, YÖK'ten 302, Diyanet'ten 551...
7/4/2017 - Utanç bilançosu: Yılın ilk altı ayında en az 906 işçi hayatını kaybetti...
6/23/2017 - Altan kardeşler ve Ilıcak'ın görüşleri nedeniyle 'darbecilik'le suçlandığı davada tahliye yok!...
6/23/2017 - Article 19 bilirkişi raporu: Altanlar'a yönelik suçlamalar asılsız, müebbet istemi orantısız...
6/21/2017 - Gülen yapılanmasına yönelik soruşturma kapsamında yargılanan gazeteci yazar Mehmet Altan: Darbeden haberdar değildim ...
Bütün başlıklar için tıklayınız