Yazı DizileriYazı Dizileri > ERGENEKON KUYULARINDA KAYBOLAN HAYATLAR > Ergenekon kuyularında kaybolan hayatlar - 1Ergenekon kuyularında kaybolan hayatlarToday's Zaman'dan Ayşe Karabat Güneydoğu Anadolu'da faili meçhul cinayetlere kurban gidenlerin aileleriyle görüştü. Yakınlarının Ergenekon tarafından kaybedildiğine inanan aileler, soruşturmanın genişletilmesini ve sonuna kadar gidilmesini istiyorlar. Onlara göre, önemli olan ölüm emirleri kimin verdiği. Davaya müdahil olmak isteyen aileler adaletin yerinin bulmasını istiyorlar ve vurguluyorlar. İşte 4 gün yayınlanan tüyler ürperten röportajın tüm metni: YAZI DİZİSİ: ERGENEKON KUYULARINDA KAYBOLAN HAYATLAR Bölüm 1 "Su veremedim 13 yaşındaki oğluma, oy!" "İşkence askısındaydı oğlum. Beni gördü. 'Ana su ver' diye yalvardı." Hayat Altınkaynak, 13 yaşındaki oğlu Davut'u en son nerede, nasıl gördüğünü anlatırken kıpkırmızı gözlerinden yaşlar süzülüyor, o saate kadar cılız olan sesi bir çığlık oluyor, koyuveriyor tuttuğu hıçkırıkları, haykırıyor: "Oy...su veremedim, Davut'uma" Annesinin en son 1995 yılının Kasım ayının başında Dargeçit Tabur Komutanlığında gördüğü, 1982 doğumlu Davut Altınkaynak, o günden beri 'kayıp'. Tıpkı kendisiyle birlikte gözaltına alınan diğer beş kişi gibi; Davut ile aynı yaşlardaki Nedim Akyol ve Seyhan Doğan, Lise öğrencileri Abdurrahman Olcay ile Abdurrahman Çoşkun ve 20 yaşındaki Mehmet Aslan. Onlarla birlikte gözaltına alınan 58 yaşındaki Süleyman Seyhan ise kayıp değil, yarı yanmış cesedi gözaltına alınmalarından beş ay sonra bir kuyu dibinde bulunmuş. Davut'un 13 yıllık yaşamını, ara sıra iç çekerek "su veremedim" den başka bir şey söyleyemeyen annesi değil, babası Abdülaziz Altınkaynak anlatıyor: "Keşke görsek, sağ olsa. Ama biliyoruz kemik oldu. Keşke Devlet dese 'sizin kemikleriniz buradadır, alın bir mezarlığa gömün'. O mezarı ara sıra ziyaret ederdik, dua okurduk, derdik ki, 'bu mezar bizim.'" Hayat ve Abdüaziz Altınkaynak evlendiklerinde henüz çocuk yaştaymışlar, berdel usulü evlendirilmişler, önce Çukurdere köyünde yaşamışlar, Davut orada okula başlamış ama yalnızca iki sene devam edebilmiş, önce okul kapanmış, sonra köy boşaltılmış. Ardından akrabalarının olduğu başka bir köye taşınmışlar ama orası da boşaltılınca en büyükleri Davut olan dört çocukları ile birlikte Dargeçit'e taşınmışlar. "Yoktu geçimimiz. Köy boşaltıldıktan sonra kendi hayvanlarımızı yok pahasına sattık. Bir keçi 15 ise 5'e verdik. Ben İstanbul'da inşaatta çalışıyordum. Davut da çobanlık ediyordu." Abdülaziz Altınkaynak eşiyle sık sık kavga ettiklerini anlatıyor: "Huzurumuz kalmadı ki. Çürüttüler bizi. Dargeçit'e gelmeseydik, Davut'u hayvana göndermesiydik, bunlar olmazdı diye. Bileydim olacağını, hiç durur muydum buralarda. Dargeçit'i üstüme yapsalar, Davut'a değişir miydim? Şimdi yedi çocuğumuz var ama hepsinin tatlı lafını toplasan bana Davut'un bir 'baba' deyişine denk gelmiyor." Davut'un kaybolmasına giden yol, Dargeçit'te iki öğretmenin ve bir işadamının kaçırılıp öldürülmesiyle başlamış. "Artık Devlet mi, Ergenekon mu, PKK mi bilmiyoruz. Sonra cesetleri bulundu onların. İlçeye giriş çıkışlar yasaklandı. Zaten girişi de çıkışı da yoktu Dargeçit'in o günlerde. Ben İstanbul'dan bir gün önce gelmiştim ama bir taziyeye ablamın yanına gitmiştim. Davut'un anası evdeydi, 15 gün olmuştu doğum yapalı. Gelmişler sormuşlar 'oğlun nerede'. Demiş anası 'bilmiyorum', onu da götürmüşler." Davut'un babasının anlattıklarına göre onun amcaoğlu ve Hayat Hanım'ın kardeşi 'dağdaymış'. Hayat Hanım da işkence görmüş, soyulmuş, dövülmüş. Annesi, oğlunun korkusundan eve gelmediğini tahmin ettiğini söylemiş. Çünkü ilçede çıkan hengâmede, Davut hayvanlarını kaybetmiş, koyunların bir kısmı kendi kendilerine dönmüş, bir kısmı da başka sürülere karışmış. Annesinin öfkesinden korkan Davut'un, amcasının evine gitmiş olabileceğini söylemiş Hayat Hanım sorgucularına. Onu da alıp, Davut'un amcasının evine gitmişler. Gerçekten de oradaymış Davut. Onu ve Hayat Hanım'ı tekrar tabura getirmişler. Hayat Hanım'a orada oğlunu işkence askısında gösterip sonra da serbest bırakmışlar. Abdülaziz Bey, salonun bir köşesinde bizi dinleyen oğullarından birini gösteriyor: "Bu yeni doğmuştu. Anası gözaltına alınınca, komşular bakmış. Hayvan sütü vermişler. Anası geri döndüğünde bir daha meme de almadı." Bizi bu rezilliğe koymakla ne geçti ellerine? Altınkaynakların evi de bütün kayıp yakınlarının evleri gibi tertemiz çünkü dilleri her ne kadar sevdiklerinin öldüğünü söylese de, içlerinde bir gün geri gelebileceğine dair umut hiç sönmüyor, geri geldiklerinde tertemiz bir ev, ocak üzerinde bir çorba bulsun istiyorlar kayıp yakınları. "Ellerini vicdanlarına koyup söylesinler, bizi bu rezilliğe koymakla ne geçti ellerine?" Babası, "Öyle sessiz, öyle bir uslu çocuktu ki, desen Davut bu taşı bekle, üstüne oturur hiç kalkmazdı oradan ha. Devamlı gülümserdi, bütün köy halkı memnundu ondan. Yolda ona rast gelen ona dua ederdi." Davut'un babası oğlunu bulmak için her yere dilekçeler verdiğini anlatıyor: "Resmini istediler Davut'un. Köy yerinde yok idi fotoğraf makinesi. Hiç yok idi fotoğrafı, bir tek amcalarının arasında koymuşlar bir resim etmişler. Oradan çıkartıp çoğalttım." Abdülaziz Bey'e, önce oğlunu Mardin'e göndereceğiz demişler, sonra da 'bıraktık': "Affedersin, yalan çıktı" Baba Altınkaynak, yıllardır aklını kurcalayan soruları dillendiriyor: "Hadi diyelim dağa gitti. Ama bunlar 7 kişi, biri dağa gitse diğerleri nerede? Birinin bir kuyuda yanmış cesedi bulundu. Onun akrabaları bana gizlice o kuyuda başka cesetlerin de olduğunu söyledi." Dua ediyor sık sık: "Allah kimseyi bizim gibi evlat acısına getirmesin." Abdülaziz Bey sığınacak bir yer olmamasından, 'devlete güvenememekten" de dertli: "Biz devlete sığınacağız ama devlet üzerimize mermi yağdırıyor böyle devlete ne diyeceğiz artık. Bunu yapanlar diyor ki biz devletiz. Adalet olsa, diyelim ki bizim çocukların suçu olsa, otuz yıl ceza versin. Ama bu Ergenekon mudur nedir, 13 yaşındaki çocuğun katledilmesi...", sanki bulamadığı kelimeler oradan çıkıverecekmiş gibi gözünü dikiyor kapıya. Davut'un kaybolmasından beş altı ay sonra Altınkaynak ailesi Nusaybin'e taşınmış: "Artık Dargeçit gözümün önünde karanlıktır orada yaşayamayız. Kaybolanlardan yalnızca birinin ailesi orada, hepsi göç etti. O tarihte bizim çocukları yakaladıktan sonra Dargeçit'in içinde giderken kimse bizimle konuşmak istemiyordu. Selam verip de bizim selamımızı da almak istemiyorlardı." Neredeyse bütün kayıp aileleri bu yalnızlaştırılmadan söz ediyorlar ama yine neredeyse hepsi, kendi köylülerine selamı sabahı kestikleri için kırgın olmadıklarını da ekliyorlar tıpkı Abdülaziz Bey gibi: "Korkuyorlardı. Sanki biz başka bir yerin insanıyız gibi davranıyorlardı. Kimse bizimle merhaba bile diyemiyordu. Onlara kırgın değiliz korucular, özel tim herkesi izliyordu, korktular. Orası Dargeçit" Davut'un babası kendi köyünden gençleri gördükçe içinin sızladığını anlatıyor: "Artık onun yaşıtları 26 yaşındadır şimdi diyoruz ki bizim oğlanı devlet güçleri almasıydı belki düğününü etmiştik. İçimiz sızlıyor sürekli. 200 yaşında da olsam bunu unutacak halde değiliz. Kimsenin anası ağlamasın, bizi de ağlatmasın. Biz dedik ki kemiklerimizi verin, kemiklerimize de razıyız. Ama onları bile vermediler. Artık Ergenekon mu Tansu Çiller mi Mehmet Ağar mı hepsinin parmağı var." Abdülaziz Bey, Davut'un kaybolmasından bir iki sene sonra savcılığa çağrıldığını söylüyor: " En sonunda bize dediler ki, oğlun PKK'li olmuştur. Ben dedim, 'devlet aldı oğlumu, gözümüzle görmüşüz. Dediler şikâyetçi misin, dedim, 'sonuna kadar'. "Keşke oğlum PKK'ye katılsaydı ya bir gün cesedini alırdım ya da bir gün yakalanıp cezaevine konurdu. Bir ümidim olacaktı." Karşılıklı iki duvar boyunca varla yok arası ince yer minderleri dizilmiş salonun tek eşyası, başköşede, üstünde Davut'un fotoğrafının olduğu, plastik sarı çiçeklerle süslenmiş bir sehpa. Davut'tan geriye başka bir şey de kalmamış. "Anası, Davut7un kaybolmasından iki yol sonra yaktı eşyalarını." Abdülaziz Bey, geride kalan çocuklarına 'okuyun' diyormuş, "Okursanız, hakkınızı alırsınız" ama Davut'un iki erkek kardeşi okulu bırakmışlar, birisi Mersin'de bir fırında çalışıyormuş, öbürü de geçen sene Nevruz eylemlerinde yaralandıktan sonra okulu bırakmış. "Dönsen okula, hiç olmazsa dışarıdan bitirsen" denilince, , "yok" diyor, "dönmeyeceğim okula". "Peki ne yapacaksın" sorusuna yanıt vermiyor başını yukarı kaldırıyor, abisinin resmine bakıyor. Uzun uzun susuyoruz sonra hepimiz. Bir tek Hayat Hanım'ın hıçkırıkları bozuyor sessizliğimizi. Neden sonra soruyor Abdülaziz Bey: "Sen bilirsin gazetecisin, bu Ergenekon davası bulur mu oğlumun kemiklerini, onu kemik edenleri, cezalandırır mı?" Ayşe KARABAT; Zaman Bu bölümdeki diğer içerikler için tıklayınız. |