Medyada 2. Cumhuriyet > Birbirimizi itham etmeyelim mi?

Birbirimizi itham etmeyelim mi?

Kürt açılımı sözünü ortaya attıktan sonra iktidar, birbirimizi itham etmeden konuları tartışalım demeye, hatta vatanseverlikten dem vurmaya başladı. Bakınız, ortaya attığınız meselenin adını siz koydunuz: Kürt Açılımı.
Ben şimdi hiç kimseyi itham etmiyorum. 1986 yılındaki Sovyetler Birliği’ni hatırlatıyorum. Başta Gorbaçov var. İki kavram ortaya attı: Glasnost, Perestroyka. Birincisi Açıklık, ikincisi Yeniden Yapılanma diye Türkçe’ye çevrildi. Açıklık, Açılım’a ne kadar benziyor değil mi? İkinci kavramla ilgili bir terim bizde henüz yok. Ancak Yeniden Yapılanmayı çağrıştıran birçok teklif ve teşebbüs var. Başta Anayasa değişikliği. Yerel yönetimlere daha fazla özerklik vererek Türkiye’nin yapısını değiştirmek. Yahut da Açılım politikasını tartışmak üzere Polis Akademisi’ne çağrılan yandaş yazarların ifadesiyle İkinci Cumhuriyet.
Yukarıdaki iki kavram Sovyetler Birliği’ni beş yılda dağıttı; Sovyetler tam 20 bağımsız devlete dönüştü. İtham etmiyorum; sadece aradaki benzerliği gösteriyorum.
Şimdi... Muhalefet sizi itham ediyor değil mi? Ne diyor? Açılımdan ne kastettiğinizi söyleyin, diyor. Söylüyor musunuz? Hayır. Ama bir şeyler söyleyenlerle birlikte hareket ediyorsunuz. O zaman muhalefet ne yapacak?  “Oh, oh, ne güzel yapıyorsunuz”  mu diyecek?
Şimdi... İktidarın başı, PKK’yı terörist ilan etmedikçe DTP ile görüşmem, demedi mi? Hayır, demedi, diyebilir misiniz? Diyemezsiniz. Bu sözlerine rağmen görüştü değil mi? Yoksa görüşmedi mi? Son sorum biraz tuhaf değil mi? Ama öyle bir tavır takınıyorsunuz ki vallahi,  “hayır, Erdoğan DTP ile görüşmedi”  diyebileceğinizden bile şüphelenir oldum. Nitekim, buna yakın bir şey de söylüyorsunuz. Başbakan olarak değil de AKP Genel Başkanı olarak görüşmüş. Peki, görüşmede hazır bulunan Beşir Atalay hangi sıfatla orada imiş? İçişleri Bakanı olarak değil mi? Üstelik bu açılım konusundaki koordinasyonu da ona havale etmişsiniz.
Şimdi... Muhalefet,  “PKK’yı terörist ilan etmeyen, tam tersine iki de bir muhatap Apo’dur diyen DTP ile görüşmek yanlıştır.”  demesin mi?  “Bu, PKK ile görüşmek anlamına gelir”  demesin mi?  “Birbirimizi itham etmeyelim”  de ne yapalım? Ne yani, muhalefet,  “oh oh ne âla! Başbakan sözünden döndü; bak, gitti, Apo’nun temsilcisi gibi konuşanlarla görüştü”  mü desin?
Şimdi... İktidarın başı görüşmeden çıktıktan sonra  “kısa, orta, uzun vadede sorunu çözeceğimize inanıyorum”  demedi mi? Vallahi,  “demedi”  derseniz şaşırmayacağım. Yani şu anda ben de yazı yazmıyorum zaten, bulmaca çözüyorum. Her neyse, ben nasıl şu anda yazı yazıyorsam iktidarın başı da yukarıdaki sözü söyledi. Peki nedir kardeşim bu kısa, orta, uzun vadede yapılacaklar? Muhalefet, bu soruyu sormasın mı? Açıklayamadıklarına göre kendileri bile korkuyorlar, diye düşünenler haksız mı? Kamuoyundan neyi, neleri saklıyorsunuz ve sonra da bütün kesimlerden destek bekliyorsunuz. Kamuoyuna açıklamaktan korktuğunuz açılımlar için bütün kesimlerden destek istiyorsunuz. Eh, bütün kesimler de aptal yani... Bana kalırsa en büyük ithamı siz yapıyorsunuz; bütün kesimleri aptal olarak düşünüyorsunuz.
Bir de... Bir de ne vardı?  “Başkaları bu işe karışmadan bu sorunu kendimiz çözmeliyiz.”  İktidar sözcüleri sık sık bunu söylüyorlar. Ne o bir endişeniz mi var? Türkiye bağımsız değil mi? Diyelim ki bir sorun var ve Türkiye bunu çözmüyor. O zaman başkaları bizim işimize müdahale mi edecek? Bu sözlerinizle,  “biz çözmezsek, başkalarının müdahale etme hakkı doğar”  demiş olmuyor musunuz? Kendi ağzınızla yabancıya müdahale hakkı tanımış olmuyor musunuz? E, bunu sormayacak mıyız? Sorarsak, masumiyet abidesi iktidarı itham mı etmiş olacağız?
Ha, sahi!... Başbakanla, pardon AKP, pardon Ak Parti Genel Başkanıyla görüştükten sonra DTP’liler kiminle kebap yedi? ABD’nin Türkiye Büyükelçisiyle. Hani şu  “başkaları işe karışmadan”  söylemi var ya, bunlar, sakın o  “başkaları”  olmasın? Yoksa ABD  “başkaları” ndan değil de  “bizden”  mi sayılıyor? Öyle ya,  “başkaları işimize karışmadan”  diyenler, bir süre önce de aynı sorun için ABD yetkilileriyle görüşmüştü galiba. Eh, bunu da hatırlatınca masumlar iyice üzülecek... Üzmeyelim şu masumları. Haydi hep bir ağızdan, muhalefetiyle, sivil toplum örgütleriyle hep bir ağızdan haykıralım:  “Oh ne âla, ne âla! Açıl susam açıl!”  Hani, masallarda taştan kapı açılır da mücevherler saçılır ya, açılımdan sonra bütün zenginliklerimiz ortaya çıkacakmış. Üzülmesin masumlar: Açıl susam açıl!

Ahmet B. Ercilasun, Yeniçağ

12.08.09

Konu ile ilgili sayfalar...
7/3/2017 - 15 Temmuz’un ilk entelektüel sonucu ...
9/20/2016 - Garip ilişkiler...
8/16/2016 - Mehmet Altan: Türkiye, 'İkinci Cumhuriyet' kavramına mecburen geri dönecek...
8/12/2016 - Batı’nın “Yeni Türkiye” kuşkusu ...
4/25/2016 - Siyasal İslam ve İkinci Cumhuriyet ...
Bütün başlıklar için tıklayınız