Medyada 2. Cumhuriyet > 'Liberal Anti-Demokrasi' (2)

'Liberal Anti-Demokrasi' (2)

Geçen hafta işlediğim ''liberal anti-demokrasi'' yazısı, bu konuda medyada süren tek yanlı diktacı sansürcü anlayışı ele alıp irdeliyordu. Çoğumuzun çok iyi bildiği bu konu hakkında insanlar o kadar doluymuş ki, büyük destek ve ilgi mailleri geldi okurlardan.

Medyamızın kurduğu sistem belli; en çok konuşan insanları, aynı görüşü paylaşan kalemşorları durmadan konuşturmak, konuşma fırsatı bulamayanları yani özellikle Kemalistleri de hiç konuşturmamak. Bu çok pratik bir yöntem: Böylece sürekli olarak ''Herkes bizim gibi düşünüyor'' yalanının arkasına sığınabilirsiniz. Tabii bu taktikler çok verimli sonuçlar doğurabilir: Mesela 7 Kasım günü Vatan gazetesi, ekinde ''şimdi herkes 2. cumhuriyetçi'' diye başlık atıp (!) hemen bu konuyu savunan ''malum'' takımın belirli köşe yazarlarından bir demeti sunarak tezini ''kanıtlamış'' (!) oluyordu ( Mehmet Altan, Soli Özel, Eser Karakaş gibi). Bu mantıkla yarın da 6 holigandan görüşler alıp, ''Herkes holigancı oldu'' diye de manşet atabilirler. İşte ben ''objektif demokratik yaratıcı gazetecilik'' diye buna derim! Zaten bu yayından 7-8 gün önce de aynı gazete, Gül ve Erdoğan 'ın Avrupa Anayasası'na attıkları ''gözlemci'' imzasının ardından ''2. Cumhuriyet'' diye heyecanla manşeti patlatmışlardı. Bu ''oldubitti'' operasyonlarının ardından Ankara'da bürokratlar anayasımızı kaşla göz arasında medyamıza uyum sağlamak için rötuşladılar mı, bilemem!..

1923 Cumhuriyeti'ne karşı duydukları ilginç ''hırs'' bir türlü dinmek bilmedi. ''Demek Zamanı Gelmiş'' makalesinde, (26 Ekim) İsmet Berkan , Fransız Devrimi'nin tarihi ''Eşitlik, özgürlük, kardeşlik'' sloganında ''kardeşlik'' kavramının neden artık eskimiş olduğunu ve ancak ''ulus devlet'' e yaradığını anlatıyordu. Yani ''kardeşlik'' artık ''zararlı'' ydı(!). Devreden çıkması düşünülebilirdi. Aynı günlerde Okay Gönensin ve Murat Belge de ''Her şey tartışılıp konuşulmalı'' şeklinde makalelerle, anayasanın ''değiştirilmesi teklif dahi edilemez'' maddelerinin de tartışmaya açılmasına çanak tutuyorlardı. Tabii onları okurken şu geldi aklıma: Özür dilerim de, zaten son 17 yılda, bu maddeleri tartışmaktan başka elle tutulur ne yaptık ki!

Çok ilginç bir nokta var; herkes ve her şey ''tartışılsın'' diyen bu kesim, ne kadar ilginçtir ki, belirli yapay şablonlarla saldırdığı Kemalizm ve Cumhuriyet konularında, hiçbir gerçek tartışmaya tahammül göstermeyi aklına dahi getiremiyor. Yani ''2. Cumhuriyetçi'' lerin görüşlerinin yanında, böyle fikirleri ''saçma'' bulan bizlerin görüşünü aktarmak gibi bir dertleri yok. Ya da onlara yolladığımız yanıtları ve düzeltmeleri kullanmak gibi bir büyük ''demokrat'' arzu taşımıyorlar. O yanıtlar fakslardan, mail'lerden çıkıp çöpe gidiyor. Örneğin Meral Tamer Milliyet'te benim Yeşiller konferansında ''AB ile yakınlaşmamıza şiddetle karşı çıktığımı'' yazmıştı (22.10.2004). Nazik bir üslupla, kendisine bir yanıt yollayarak AB ile diyaloğa karşı olmadığımı, ama bunun ne pahasına gerçekleşeceğini, hangi siyasi şantajlara boyun eğmemizin istendiği veya hangi etnik parçalanmalara göz yummamızın talep edildiği sorularının yanıtını almadan bu işe balıklama atlamanın hiçbir akıl ve mantıkla izah edilemeyeceğini ifade etmiştim. Bu yanıt yayımlanmadı. Yine Milliyet'te Hasan Cemal , bu konuların üzerine giderek, kendi aklına göre bugünkü ''Kemalizm''in bir karikatürünü çiziyor ve sonra bizlerin bu görüşleri savunmamızın çarpıklığını (isim vermeden) gündeme getiriyordu. Kendisine ısrarla 2-3 defa e-posta yoluyla ilettiğim aydınlatıcı açıklama da yayımlanmadı, başka bir yanıt da gelmedi.

Günümüzün liberal anti-demokratlarının belirli dar çerçeveleri var: ''Kemalizm'' veya ''Kemalistler'' i belirli bir ''demodelik'' , ''dinozorluk'' gibi tanımlamalara boğmak istiyorlarsa, bu kesimin ''Hayır biz şu değil buyuz, onu demedik şunu dedik'' şeklinde hiçbir düşüncesine geçit verilmemeli! Yani sürekli olarak onların hepsi Kemalizmden söz ediyor, bir tek Kemalist görüşünü ifade edemeden!

Nasıl olduysa, ''Türkiyeli'' lik dayatması furyasında, bazı ''Türk'' lüğü savunan makaleler medyamıza sızabildi. Yani ''dinozorluğu'' henüz tam öldürememişler. Ne tuhaf geliyor bana: Neşe Düzel Hanım, geleneksel âdetleri gereği tabii bu konuda Baskın Oran' a söz veriyor. Manşet hemen hazır: ''Türk üst kimliği ülkeyi bölüyor'' (25.10.2004). Çok ilginç! Kürtlerin dışına taşırmaya çalıştıkları bu etnik parçalanma senaryolarına en büyük tepki ''Türkler'' den değil, sözde ''haklarını'' dile getirip ayrılaştırmaya çabaladıkları diğer kesimlerden geliyor. ''Ne mutlu türküm diyene'' cümlesinin hiçbir ırkçılık ya da etnik kafatasçılık taşımadığı o kadar açık ki, izin verin fazla girmeyeyim bu konuya. Herhalde Moliére de ''Kemalist'' ti, çünkü piyeslerinde, Osmanlılardan değil, hep Türklerden söz ediyordu (!). Keza İtalyanların da asırlar önce ''Anneciğim Türkler geliyor, eyvah'' diye tarihe geçen sözlerinde anlaşılan 1923 Cumhuriyeti'nin dayatması vardı!..

Başbakanlık İnsan Hakları Komisyonu'nun üçte birinin onayıyla bir ''rapor'' gündeme getirilecek. Üstelik orada tüm metin, tek kişiye, verilen bir ''görev'' le yazdırılacak. Ardından da bu rapor, tüm Türkiye'yi bağlayacak! Bravo! İşte liberal anti-demokrasi! AKP'nin 1/4 kayıtlı seçmen oyuyla, parlamentoda tüm ülkenin kaderini elinde tutmasından bile daha etkileyici bir iş bitiricilik...

''Dinozor'' ve ''Türk'' yazarınızdan bugünlük bu kadar. İzninizle bazı ''Fransalı'' ya da ''Alamanyalı'' dostları aramam lazım da...
 

Bedri Baykam, Cumhuriyet
16.11.04

Konu ile ilgili sayfalar...
7/3/2017 - 15 Temmuz’un ilk entelektüel sonucu ...
9/20/2016 - Garip ilişkiler...
8/16/2016 - Mehmet Altan: Türkiye, 'İkinci Cumhuriyet' kavramına mecburen geri dönecek...
8/12/2016 - Batı’nın “Yeni Türkiye” kuşkusu ...
4/25/2016 - Siyasal İslam ve İkinci Cumhuriyet ...
Bütün başlıklar için tıklayınız