Medyada 2. Cumhuriyet > "Savulun, İkinci Cumhuriyet Geliyor!"

"Savulun, İkinci Cumhuriyet Geliyor!"

 

Efendim ne imiş? Cumhuriyet, şu kadar yıl önce ilan edilmiş, ama o, asla ve kata, bir demokrasi değilmiş ve olmamış... O, otoritaryanizmlerin at oynattığı bir dünya konjonktürünün gereği ve kopyası, bir tür diktatorya imiş hala. Onun için, tarihte kalmalı imiş. Ve şimdi, bireyi-serbest girişimi-sermayeyi-Sevr'le bütünleşen bir federasyonculuğu öne çıkaran bir yeni Cumhuriyet (ikinci cumhuriyet) kurulmalı imiş!... Zaten ve aslında, cumhuriyet ile demokrasi, birbiriyle uzvi bağı olmayan iki kavram imiş!... Birincisine "Cumhuriyettir" diyerek, onunla demokrasileşme kapısının iyice açılmış olduğu sanısına kapılmamalı imiş! Bu seferkini demokratik kılmalı imiş: Devleti, küçülterek-bireyi, öne alarak ülkeyi, Sevr bölücülüğü içinde federasyonculaştırarak sermaye girişimciliğini de en öne alarak...

Şimdi, gerçeğe bir bakalım.

O zaman, ilk önce şunu saptamak zorunda kalırız:

Batılı Demokrasi, Atina'dan-Rönesanstan-Aydınlıklar Çağından- 1776, 1789, 1830, 1848'lerden gelen bir süreç içindeki bir gelişimdir. Felsefesel özü, usun (rationun) laik egemenliğidir. Hukuksal içeriği, bireyin-ailenin-mesleğin-sosyal katmanın-ulusun özgürlüğü, eşitliği, mülkiyeti, güvencesi, zulme direnmesi ilkeleridir. Siyasal çatısı, Kıralı bertaraf eden Cumhuriyet ya da etkisiz kılan meşrutiyettir. Bu çatı altındaki siyasal yapısı da Temsili Hükümet-Kuvvetler Ayrımı (erklerin bir kurumda, daha doğrusu bu kuruma egemen bir "Tek"in elinde olmaması) bu ilkeler altında bir ulusal devlet; bu devlet içinde de, yasama-yürütme erklerinin dengesi temelinde parlemantarizmdir. Sosyal dayanağı ise, çoğulcu bir toplum (bütün bireyler ve gruplar mozayiği üniter bir parlamentarizm içinde merkezi kimliklerine kavuşturan bir plüralizm)dir. Yöntemi de, kararı konsensüsten çıkarmadır (Üniter parlemantarizm mozayiğinde, çoğunluğun, tartışmaya, katılan bütün eğilimleri özümseyerek ulaştığı birleşik rıza oluşturma yöntemidir.


Sonra, ikinci olarak şunu da saptamak gerekir: Almanya'nın Hitler döneminde, cumhuriyet ile demokrasi arasında tıpkılık yoktur. Hitler, sözde "Halk Ruhu"nun tek temsilcisidir. O nitelemi ile, "halkın kendini kendi seçtiği temsilciler eliyle yönetmesi demek olan cumhuriyetin ve onun meclisinin üstündedir.

İşte bizim cumhuriyetimiz, böle bir konjonktürün ürünü olarak, bir diktatorya özünde değildir. Bizim saltanatı-Hilafeti mülga ve merfu kılan (kaldıran); kavmiyetten ulus tekliğine geçen cumhuriyetimiz, hemen yukarıdaki satırlarda özetlenen demokrasi ilkeleriyle, bir üniter parlemantarizm, demokrasisine, yani temelde, ulusun kendini, kendi seçtiği temsilciler eliyle yönetmesi sistemine bir açılımdır.

Üçüncü olarak saptamak zorunda olduğumuz gerçek de şudur: Türkiye'nin siyasal rejimi (ve cumhuriyeti), Hakan, Halife, Sultan otoritaryanizmlerinden demokrasiye yöneliş (o tek ve ebedi cumhuriyete, her aşamada onu, demokrasiyle tıpkılaştırmaya yöneliş)tir. Bir göksel erkten, bu Sevr tutsaklığından, laik usun, insanı ve halkı her türlü bağ ve bağnazlıktan özgürlüğe doğru götürdüğü bir oluşumdur.

Bu nedenle, bizim siyasal rejimimizin özünde halkın, kendi kendisine yönettiği demokrasiyi reddeden, yadsıyan, ondan cayan bir ilke yoktur. Kurulan ve geliştirilmek istenen demokraside, "Erbab-ı sai"den oluşan bir halk vardır. Onun oluşturduğunu ulus bütününde kişi, zümre ayrıcalığı yoktur. Türkiye, aklaşık iki yüz yıldır, Orta Asya hakan, kağan otoritaryanizminden, Ortadoğu Tanrısal hukuk sultancılığından, demokratik dinamikler dengesi demek olan bu rejime doğru gelişmektedir.

Çağdaşlaşma, aşamaları gösterir

Aslında bu otoritaryanizm ve sultacılık çok köklü bir gelenektir. Onun için, sürecin demokrasi-cumhuriyet evresinde bile, demokrasileşmede büyük güçlükler yaratmıştır, yaratmaktadır da...

Fakat, bütün duraksamalara, sapmalara, kimi gerilemelere karşın siyasal gücün, önce yeryüzüne inişi; insan haklarıyla sınırlanışı, halkla ortaklığa uğraması; bu ortaklıkta Halife-Sultanın arıtlanışı, böylece, halkın kendi kendini yönetme istencinin bir mecliste kıvamlanışı, siyasal örgütün, parlemantarizm biçimine yönelişi; onun içinde de bir konsensüs demokrasisi karakterinin aranışı, çizgisi yitmemiştir. Bu çizgi hep, toplumu, bir "asri Heyet-i İçtimaiye" kılma yönünde aşamalar göstermiştir.

Evet efendim, bir başka deyimle söylemek istersek, şu gerçeği vurgulamak gerekir ki: Bizim cumhuriyetimiz totaliter cumhuriyetlerden ayrı olarak, demokrasinin, şu ezeli ve de sürekli olan ilkeleri üzerindedir:

Ulusun yazgısını, gene ancak, ulusun azim ve kararı kurtarır, diyerek;

Kuvay-ı Milliyeyi amil yapıcı irade-i milliyeyi hakim kılmak, esastır diyerek;

Egemenlik, kayıtsız şartsız ulusundur diyerek;

Bu egemenliğin ve erklerin Meclis'te belirlendiğini vurgulayarak;

Ve Ankara'daki bu meclisin, ulusun ve tüm ülkenin gerçek temsilcisi olduğunu vurgulayarak;

Ve de Meclis'in üstünde, başka hiçbir makam ve siyasal kuruluş yoktur diyerek;

Ve en sonunda, bu meclisi (parlamentoyu) bile, demokrasinin en öndeki kurallarından olan 'hukuk'a ram ederek (hukuka bağlayarak, meclisi hukukun buyruğu altına sokarak)...

Sonuç

Böylece, Türkiye'de de cumhuriyet ile Aydınlıklar çağının, demokrasi devrimlerinin evrensel ilkeleri, rejimin temeline, özüne yerleştirilmiştir: Acemiliklere, zikzaklara-durağanlıklara karşın... Tarihten gelen, tarihe giden cumhuriyetin "dünü"ne eleştirileriniz olabilir: "bugünü"nden hoşçul olmayabilirsiniz; "yarını"ındaki sorunlarından korkabilirsiniz... Fakat, eğer tarihi okuyabilirseniz, yukarıda, ancak başlıklarını koyabildiğim ilkelerin ışığında, demokrasi ile bütünleşmiş cumhuriyetimizin nasıl bir laik-üniter yapı içinde "bir" ve "bütün" olarak süregenlik kazandığını da algılarsınız.

Siz, Fransa'daki cumhuriyetlerin numaralanmalarına bakmayın. Onları, orada gene kendi tarihleri yaratmıştır. Bu tarihin özeti şudur: 1789'lardan beri, cumhuriyeti (cumhuriyetleri) otoritaryanizmler kesmiştir. En sonuncusunda da, parlemantarizmden, bir tür başkanlık rejimine doğru bir denemenin getirdiği bir kesinti vardır. Bu kesinti (rupture) ve denemelerin içindeki cumhuriyetleri anlatmak için numaracılığa gidilmiştir. Numarayı demokrasinin uğradığı kesintiler verir.

Bize gelince: Cumhuriyetimizde "tam gelişememe duraklamaları" olmuştur. Olmaktadır da... Ama, özde ve temelde ilkesel red ve yansımalara dayalı kesin kesilmeler (Rupture categorique)ler sürekliliği yoktur.

Prof. Bahri Savcı
Cumhuriyet - 31.08.1992

 

Konu ile ilgili sayfalar...
7/3/2017 - 15 Temmuz’un ilk entelektüel sonucu ...
9/20/2016 - Garip ilişkiler...
8/16/2016 - Mehmet Altan: Türkiye, 'İkinci Cumhuriyet' kavramına mecburen geri dönecek...
8/12/2016 - Batı’nın “Yeni Türkiye” kuşkusu ...
4/25/2016 - Siyasal İslam ve İkinci Cumhuriyet ...
Bütün başlıklar için tıklayınız