Medyada 2. Cumhuriyet > Görünür köy kılavuz istemez....

Görünür köy kılavuz istemez....

Yakın gelecekte AKP’ye rakip olabilecek bir siyasi parti olması imkânsız. AKP’nin güç konsolidasyonuyla birlikte Türkiye’nin iç dinamikleri onu kendi mediokrasi’nin çıkar ve değerlerinin tahakkümü altında oluşan bir diktatörlüğe götürüyor, demokrasinin kurumlarını kullanarak

Demokrasi pürüzsüz bir ortamda bir ülkenin ortadaki ortalama vatandaşının tercihlerinin ve değerlerinin devlete hâkim olmasıdır.
Türkiye demokratikleştikçe devletin tercihleri ve değerleri ortadaki 36 milyonuncu vatandaşın tercihleri ve değerlerine yaklaşacaktır. Tanım gereği bu böyle. Son altmış yıldır da bu yöne doğru öyle ya da böyle gidilmektedir.
Cumhuriyeti kuran elit devlete ortalama vatandaşının tercihlerini ve değerlerini dönüştürme- (Batılılaştırma, moderleştirme, sekülerleştirme-ne derseniz deyin) görevi vermişti ve devleti böyle örgütledi. Kilidin anahtarını da orduya verdi.
Devlet Harbiye ve Mülkiye’de bu örgütü yönetecek kadrolarını yetiştirmiş, devletin üst bürokrasisini -bir nevi sahiplerini- yaratmıştı. 

DP dönemi
Bu örgüt daha rüştünü ispat edemeden 50’lerdeki Demokrat Parti yönetimi ile, devlet ortalama vatandaşın tercih ve değerlerinin taarruzuna uğramış, siyaset, popülizm ve yolsuzlukla tanışmış ve devletin sahipleri bu dönemin liderini bir askeri darbe ile vatana ihanetten asmıştır.
Kurucu elitin bu ilk ‘demokrasi’ atılımına cevabı son derece özgürlükçü bir anayasa olmuş, kalkınmacı sosyal devlet anlayışı, senatolu bir devlet yapılanması, toplumsal örgütlenme, seçimler, siyasi yarışma ve siyasi partiler yeniden düzenlenmiştir. 61 Anayasası ile devlet artık siyasete (siyasi partilere) ortalama vatandaşın tercihlerini ve değerlerini Batılılaştırma, moderleştirme, sekülerleştirme görevi vermiş ve bu alanda geniş özgürlükler tanımıştır.
Olağan müdahalelerle dolu bir yirmi yıl sonra ise ordu bu böyle olmuyor deyip, 80’de yeni bir askeri müdahale ve anayasa ile siyasetin etrafını bu sefer devletin sahiplerinden oluşan bürokratik kontrol mekanizmaları ile sarmış - bir nevi kendini-devleti korumak üzere siyaseti cendereye almıştır.
Sonraki on yıl, Özal siyaseti ortalama vatandaşın tercihlerini ve değerlerini Batılılaştıran ve modernleştiren bir yönde kullanırken, kurucu elit sekülerleştirme konusunda çok fazla müdahale etmemiş
ve Özal’ın rant çarklarının içinde kendilerine yer bulmayı gitgide benimsemeye başlamıştır. 
90’lar Demirel döneminde, koalisyonlar döneminde, sürdürülemez bir popülizm ve patronaj yarışmasının yol açtığı 2001 krizine kadar, devletin sahiplerinin büyük bölümü rant çarklarının içine artık iyice entegre olmuştur.
80 ve 90’larda devlet çarklarında bulunan her kesim - devletin sahipleri, siyasetçi ve bürokrasi  - rant çarkları etrafında oluşan ortak çıkarlarda işbirliklerini oluşturdu. Hepsi köşe döndü, ve tabii bunun sonucunda vatandaş da devleti artık bir köşe dönme mekanizması olarak kabul etti. 70’lerin idealizmi ve ideolojik ayrımları bitmişti... Ve, 21’nci yüzyılın ilk yılında iflas ettik. Sürpriz!
Türkiye’nin iflas etmesi Batı’nın işine gelmedi ve global sistem iflasa müsaade etmedi. Batı, Türkiye elitinden Batı’ya örnek olmuş bir vatandaşını Hazine’den sorumlu bakan olarak atayarak, Türkiye’yi Batı yörüngesinde tuttu. 

AKP tercihi
Bu arada, ortalama vatandaş 1961-2003 arasında görev yapan tüm siyasi partileri bertaraf etti, ve yeni bir siyasi partiyi -AKP- iktidara taşıdı. AKP ortalama vatandaşını tercihlerini ve değerlerini iktidara neredeyse tamamen yansıtıyor ve artık onları değiştirmeye çalışmıyordu. Cumhuriyet’in ortalama vatandaşının
kültür ve değerlerini batılılaştırma hamlesi durdu. Ortalama vatandaş rahatladı.
Ve bu partiyi rakipsiz olarak iktidarda tutmakta devam etti.
AKP önce bürokraside önceki dönemlerde oluşmuş tüm derebeyliklerini eline geçirdi. Ve bunları parti örgütü/cemaat örgütleri hiyerarşisinde hızla yeniden örgütledi. Rant çarklarını entegre etti, yandaşları ve parti örgütünü engin devlet olanakları ile buluşturdu, ve rant dağılımının verimliliğini gitgide artırdı.  Devlet olanakları AKP’ye biat eden ortalama vatandaşa hizmet olarak bile yansımaya başladı.
Global nakit fazlası bu yeni örgütlenmeyi finanse etti, AKP etrafında örgütlenen ‘yeşil’ sermaye devlet bankaları, Arap, Orta Asya ve Rus sermayeleri ile ortaklıklar kurdu, batı da İstanbul sermayesi ile ortaklıklarını pekiştirdi. Sonuçta ilk defa özel sektörün dış borçlanması kamu sektörüne göre bu kadar yükseldi.
Bu arada devletin sahipleri ve AKP arasında iktidar paylaşımı gitgide sertleşmekteydi. Yasama ve yürütmenin tüm kurumlarının AKP örgütü altında bütünleşmesi ve tek bir güç olarak
hareket edebilmesi, birbiri ile çatışan derebeyliklerini (en azından ideolojik olarak) güdebilme yetkisine sahip olan devlet elitlerini endişelendirdi. Bu gidişle sıra kendilerine gelecek idi. 

Müdahaleler
Cumhurbaşkanlığı seçimlerine müdahale ettiler, tutmadı. Cumhurbaşkanlığı ile AKP kendisini - cendereye alan- devlet bürokrasisini  atama yetkisini ele geçirdi. Ve yakında artık cendere mendere kalmayacak ordu dışındaki tüm yüksek bürokrasi AKPnin elemanı olacak. Devlet ellerinden gitmişti; Cumhuriyet’in kurucu elitleri devleti yitirdiler.
AKP belki de ilk defa devlet gücünü konsolide ediyor. Ettikçe taraftar topluyor. Devlet AKP tezahüründe
ortalama vatandaşın eline geçti. Elde bir asker kaldı ama artık anahtar onda değil, ordu artık devlete müdahale edemez halde. Kendini devletin sahipleri addedenler, son darbelerini örgütlediler, olmadı, foyaları ortaya çıktı. İlk defa savcılar üstlerine gitti. Adı Ergenekon oldu. AKP yerel seçimlerle birlikte gücünü pekiştirdi. AKP’nin önünde kendi gücünü devlet gücü ile konsolide etmekte hiçbir
engel kalmamıştı. Ettikçe taraftarları artmakta, farklı tarafları kendi bünyesi ve değerleri içinde eritmekte ve gitgide taraftarlarının ona sadakat ilişkisiyle bağlı olmasını istiyordu.
Yakın gelecekte AKP’ye rakip olabilecek bir siyasi parti olması imkânsız. AKP’nin güç konsolidasyonu ile birlikte Türkiye’nin iç dinamikleri onu kendi mediokrasinin çıkar ve değerlerinin tahakkümü altında oluşan bir diktatörlüğe götürüyor, demokrasiyi kurumlarını kullanarak.
Türkiyenin yakın çevresi ile olan dış ilişkileri zaten benzer diktatörlükle yönetilen ülkeler. Bunların ‘aman farklı tercihlere saygı gösterin’ diyecek bir hali yok. 

Kriz
Geldik, Batı’ya, ABD ve AB. Kapitalizm krizde, Batının öngörülür gelecekte ki problemi bu. Türkiye Batı’nın kurumlarına dahil bir ülke olarak tabii elde tutulacak, hatta Batı’nın Türkiye’nin yakın
çevresinde olan sorunlar hakkında danışacağı bir ülke olacak. Devlet gücünü konsolide etmiş ve siyasi rakipsiz AKP, Batı’nın bu konularda doğal ortağı. Batı’nın da aman farklı tercihlere saygı gösterin diyecek bir hali yok.
Yani, ‘bizim caminin imamı daha çok bağıracak’, dedi bir arkadaşım. Türkiye’yi öngörülür bir gelecekte AKP yönetecek, diktatoryal bir şekilde. Modern devletin gerektirdiği kuvvetler ayrılığı olmayacak. AKP devlet mekanizması ve parti örgütünü iyiden iyiye entegre edecek. Sosyal, siyasal ve ekonomik alanda 36 milyonuncu vatandaşın zihniyetinin ve değerlerinin (mahalle) baskısı artacak. Böylelikle devlet ve milletin birlik ve bütünlüğü sağlanacak...
İşte ortaya çıkan ikinci cumhuriyet resmi bu... Şimdi ne yapacağız?

 

Şerif Sayın: Araştırmacı yazar

Radikal, yorum, 25/02/2009

 

 

Konu ile ilgili sayfalar...
7/3/2017 - 15 Temmuz’un ilk entelektüel sonucu ...
9/20/2016 - Garip ilişkiler...
8/16/2016 - Mehmet Altan: Türkiye, 'İkinci Cumhuriyet' kavramına mecburen geri dönecek...
8/12/2016 - Batı’nın “Yeni Türkiye” kuşkusu ...
4/25/2016 - Siyasal İslam ve İkinci Cumhuriyet ...
Bütün başlıklar için tıklayınız