Biliyorduk, 1923’te kurulan Cumhuriyet dönemini kapatmak üzere yönetime taşınmışlardı. Verilmiş görevlerini en iyi biçimde yapıyorlar. Anayasa değişikliğiyle, askerin de ortam yaratması ve olanak tanımasıyla “ılımlı İslam”cı 2. Cumhuriyet dönemine girişin son adımlarından biri daha atılmış olacak.
Henüz son kullanma tarihleri bitmedi. Çünkü, sağda demokrat eğilimli bir parti bu geçişi istenildiği gibi gerçekleştiremez. Doğası gereği, bugünküler kadar “sopa” olamaz, halkına bu kadar dayak atamaz, muhaliflerini zindanlara atamaz, yargıyla bu denli uğraşamaz; sakınmadan, çekinmeden diktatörlüğe bu denli yeltenemez. Geçmişlerindeki kinli birikimdir, bugünküleri gözü kara ve atak kılan. 1923 Cumhuriyetinin ilkeleri kökten çürütülüne, kurumları dönüştürülüp tümüyle “ılımlı”laştırılana, bir anlamda 1. Cumhuriyetin sonu getirilene değin başımızdakiler araç olarak kullanılacaklar.
En az bir dönemleri daha var...
Bu saptamaları, kötü gidişe kendimizi kaptırıp sürüklenelim diye yapmıyoruz. Geleceği algılayalım, bilelim, görelim, alacağımız tavrı ona göre belirleyelim...
Bitmeyen Sevda
Bizim gözümüzde, 12 Eylül öncesi ve hemen sonrası süreçte insanlığını yeterince kanıtlamıştı hukukçu Mehdi Bektaş...
Ulus’taki adliyede, Mamak’taki sıkıyönetim mahkemelerindeki duruşmalarda birlikte görev yapmıştık. Bektaş avukat olarak, biz gazeteci olarak tarihin o ağır küf kokulu, çığlıklarla dolu bodrumunda birlikte olmuştuk.
Mehdi Bektaş, çevremizdeki tüm hoyratlıklara, bıçkınlıklara ve de boşvermişliklere karşı sakin, ama boyun eğmez yürüyüşünü sürdürüyor. En son, “Devrim, Bitmeyen Sevda”yı kitaplaştırdı. Sorduk, “Bitmeyen sevdanın neresindeyiz? Kalbimiz çok mu kırıldı?” diye, “Onarabilir miyiz?” diye... “Bizimkisi sevda değil, karasevda” dedi:
“Bu sevda, ya insanı divane eder ya da kahrından öldürür. Yokluk, yoksulluk içinde yaşayan, kör inancın tutsağı olmuş Anadolu insanını ayağa kaldıran, Anadolu ihtilalini gerçekleştiren, aydınlanmanın kesintisiz sürdürülmesi için her koşulda çaba gösteren, savaşan devrimcilere ve ideallerine karşı yapılan saldırıları, zulümleri görüp de divane olmamak; geçmişte adam sanılan onca sapkını, döneği görüp de kahrından ölmemek kolay değil…
Bu ortam ve koşullar altında bizler, sevdanın tam ortasında duran, ayakta kalan yanındayız!
Yalnızca kalbimizin kırılmasıyla kalsa iyi, belki sineye çeker, sorun yapmayız; ancak, insanlarımızın tarihine, geleceğine ve de onuruna saldırı var… Bunun sineye çekilmesi, yok sayılması, unutulması asla düşünülmez; gün gelir, yapanlar yaptıkları hukuksuzluğun hesabını verirler.
Karamsarlığa hiç gerek yok. ‘Her gecenin bir sabahı vardır’ derler; umutsuz yaşam olmayacağı açık; bize düşen çalışıp çabalayıp, zalimin karşısına mazlumlar topluluğunu dikmek, yani halkı örgütlemektir.”
Devrim dediğin, keçiyoludur. Kararlılık ve direnç ister.
İşadamından 1 Mayıs
Bir zamanlar yanında çalıştırdığı işçileri ev sahibi yapabilmiş, kendisini “sosyal demokrat” olarak tanımlayan bir işadamı dostumuzun 1 Mayıs izlenimleri:
“Umutla 1 Mayıs’ı izledim televizyonlardan. Aklımdan geçse de kendim gitmedim. Fabrikamdan ertesi gün Taksim’e gidecek birkaç işçiyi bir gün önceden uğurlayıp kendilerine dikkat etmelerini söylerken onlara göz kırpıyordum içimden. Galiba ülkenin kötü ekonomi yönetimine 1 Mayıs alanında bir eleştiride bulunurlar umuduyla... Ekonominin krizden kurtulması için işçisinin sokakta bağırmasından medet uman bir patron! Ne günlere kaldık...
İsterdim ki emekçiler, son derece bilinçli olup ekmek paralarını kazanmaktaki zorlukları aşmanın, her şeyden önce işsiz kalmamanın, sonra daha yüksek yaşam standartlarına erişebilmenin ve başlarını sokacak bir ev sahibi olabilmenin ancak iyi yönetilen bir ekonomiyle olabileceğini bilebilseler.
Dünyanın en yüksek faiz veren ülkesi Türkiye’nin uluslararası sıcak paracılar tarafından sömürülmesi ve buna karşı Merkez Bankası ve hükümetin gerekli önlemleri almaması, hâlâ 8 sene önceki döviz kurlarıyla ayakta kalma savaşı veren, bu ülkenin üretim ve ihracat yapan fabrikalarından batmayıp ayakta kalabilenlerin bunu daha ne kadar sürdürebileceklerini bilmeksizin çabalamaları çok acıklı bir tablodur.
Türkiye’de üretimin artması, buna bağlı olarak işsizliğin azalması, emekçi kesimin daha insanca şartlarda onurlu bir yaşam sürebilmesinin birinci çözümü gerçekçi döviz kurlarına geri dönülüp ülkede üretim patlaması yapılmasından geçmektedir. Gerisi palavradır.”
Tarih
Türk-İş Başkanı Mustafa Kumlu, 1 Mayıs’ta işçilerce konuşturulmayan sendika lideri olarak tarihe geçti.
Hiç üzülmesin. Şimdilerde önemli olan popüler olmak. Nasıl olursan ol!
Pıtrak
Dizginlenemeyen bir bilinçaltı patlaması, çocuk yaşta belleğe itilmiş öfkelerin birdenbire parlaması sanki: İsmet İnönü’yü Hitler’e benzetme, CHP’nin geçmişini faşistlikle suçlama...
Köy Enstitüleri kapandıktan sonra pıtrak veren imam-hatip okulları ne işe mi yaramış?
Birebir yaşayıp görüyoruz.
Işık Kansu, Cumhuriyet
08.05.2010