Gündem

 Deniz Feneri Balyoz Harekat Planı
 Demokratik Açılım İrtica Eylem Planı
 Siyasi Gündem Ergenekon
 Ekonomik Gündem 

 Gündem > Ekonomik Gündem > TÜSİAD/Yılmaz: Hukukun üstünlüğüne riayet edilmeyen ülkeye yabancı yatırımcı gelmez

TÜSİAD/Yılmaz: Hukukun üstünlüğüne riayet edilmeyen ülkeye yabancı yatırımcı gelmez
TÜSİAD/Yılmaz,"Hukukun üstünlüğüne riayet edilmeyen, yargı mekanizması AB normlarında çalışmayanbir ülkeye yabancı sermayenin gelmesi mümkün değildir" dedi

Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) Yönetim Kurulu Başkanı Muharrem Yılmaz, ekonomik ve stratejik olarak dünyanın yeni çerçevesinin çizildiği bir ortamda Türkiye'nin kendisini tüketen, şiddetli, yıkıcı ve kazanımı olmayacak bir kavga ile enerjisini harcadığını belirtti.

Yılmaz, TÜSİAD'ın 44. Olağan Genel Kurul Toplantısı'nda yaptığı konuşmada, çözüm süreci ile ilgili tartışmaları, bölgesel sarsıntıları, Gezi olaylarını, yeni anayasa çalışmalarının sonuçsuz kalmasını, hala süren yolsuzluk ve hukuksuzluk iddialarıyla çerçevelenmiş siyasi depremi düşündüklerinde 2013'ün ağır bir dönemi ve yüklü miktarda sorunu yeni yıla devrettiğini kaydetti.

2014 yılında gerçekleşecek yerel seçimler ve cumhurbaşkanlığı seçimleri ile 2015 yılındaki genel seçimlerin Türkiye'yi sürekli bir siyasi kampanya ikliminde tutacak olmasının, bu dönemi belirleyecek dikkat edilmesi gereken en önemli husus olduğunu aktaran Yılmaz, bütün seçimlerin Cumhuriyet'in 100. yılına doğru, AB üyeliği, çözüm süreci ve yeni anayasa gibi konuları sonuçlandıracak Türkiye'nin geleceğine şekil verecek siyasi kadroları belirleyeceğinin unutulmaması gerektiğini dile getirdi.

Türkiye'nin dünyadaki gelişmelerden en fazla etkilenen devletlerden birisi olduğunu söyleyen Yılmaz, bu nedenle Türkiye'yi dünyadan bağımsız değerlendirmenin mümkün olmadığını ifade etti.

Krizin beşinci yılı biterken dünya dengelerinin yeniden kurulduğuna dikkati çeken Yılmaz, hem ekonomik hem de strarejik olarak yeni düzenin ve güç ilişkilerinin artık daha net görüldüğünün ve seçildiğinin altını çizdi.

ABD'nin, yeni düzenin merkezinde yer alırken artık daha sınırlı imkanlar ve daha sınırlı ihtiraslar çerçevesinde hareket ettiğinin görüldüğünü belirten Yılmaz, sözlerine şöyle devam etti:

"Geçmişe göre dünyanın Asya dışındaki tüm bölgelerine mesafeli yaklaşırken kolay kolay askeri maceralara girmeyeceğini de sürekli vurguluyor. Diğer yandan Rusya kendi yakın çevresindeki gelişmelere müdahil olurken pek çok bölgesel devrim de denklemin içerisine kendisini ortak olarak kabul ettirmeyi başardı. Asya'da ise Çin'in, Japonya ve diğer komşuları ile arasındaki gerginlik unsurlarının sayısı artmakta. AB, sorunları nedeniyle çok içe kapanık da olsa dünya siyasetinde gerek kendi kurumsal kimliği gerekse önemli üyeleri aracılığı ile İran nükleer programı meselesinde yaptığı gibi çözümü kolaylaştıran bir unsur olabiliyor.

Uluslararası sistem var olan kurumları yeniden tanımlayarak kendisini yapılandırmayı, kurallarını yerleştirmeyi amaçlıyor. BM'nin işlevselliği ve etkinliği sorgulanıyor. IMF ve Dünya Bankası geçirdikleri sarsıntılardan sonra kurum olarak kendilerini yeniliyorlar. Ekonomik krizden sorumlu görülen finans sektörü 5 yıl önceye kadar her yerde, 5 yıl önceye göre daha fazla denetim ve gözetim altında tutuluyorlar. Küreselleşme sürerken hem ekonomik hem de siyasal stratejik anlamlar taşıyan bölgesel ticaret ve yatırım alanları şekillenmeye başlıyor. Raporlarda eğitim sistemlerinin yeni dönemin teknolojisi ile uyumlu olması gereğinin altı her yerde çiziliyor."

- "Meseleye sistemi, kurumları altüst ederek çözüm bulmaya çalışmanın doğru olmadığını düşünüyoruz"-

Yılmaz, ekonomik ve stratejik olarak dünyanın yeni çerçevesinin çizildiği bir ortamda Türkiye'nin kendisini tüketen, şiddetli, yıkıcı ve kazanımı olmayacak bir kavga ile enerjisini harcadığını söyledi.

"Gözleri kör eden söz konusu kavganın temelinde hukuk devleti, güçler ayrımı, temiz siyaset gibi vazgeçilmez demokratik kavramlar konusundaki zaafların yattığının açık olduğunu" iddia eden Yılmaz, meseleye sistemi, kurumları altüst ederek çözüm bulmaya çalışmanın doğru olmadığını düşündüklerini vurguladı. Yılmaz, "Diğer yandan devletin güvenlikle ilgili kurumlarında yaşananlardan sonra bu kurumların daha önce nasıl işlediğini, bundan böyle nasıl işleyeceğini sorgulamadan da edemiyoruz" dedi.

Emniyet güçleri ve yargı içerisinde varlığı ortaya çıkan gruplaşmaları ve bu gruplaşmaların örgütlü niteliğini devletin kurumsallığı açısından kabul edilemez bulduklarına işaret eden Yılmaz, siyaset dışı örgütlenmelerin, devlet kurumları aracılığıyla siyaseti etkilemeye çalışmasının herkesi tedirgin ettiğini dile getirdi.

Birbiri ardına hazırlanan bir takım kanunların kendilerini tereddüte düşürdüğünü aktaran Yılmaz, "İnternette özgürlük sınırlarını düzenleyen kanun tasarısının iletişim özgürlüğü üzerine kara bir bulut gibi çökeceği görüşü hayli yaygın" ifadelerini de kullandı.

Türk Sanayici ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) Yönetim Kurulu Başkanı Muharrem Yılmaz, "Hukukun üstünlüğüne riayet edilmeyen, yargı mekanizması AB normlarında çalışmayan, düzenleyici kurumlarının bağımsızlığına gölge düşen, vergi cezaları veya başka türlü cezalarla şirketlerinin üzerinde baskı kurulan, ihale yasası onlarca kez değiştirilen böyle bir ülkeye yabancı sermayenin gelmesi mümkün değildir" dedi.

Yılmaz, TÜSİAD'ın 44. Olağan Genel Kurul Toplantısı'nda yaptığı konuşmada, Torba Tasarı'nın internette sansür uygulamalarını artıracak nitelikte bir düzenlemeye doğru yöneldiğini kaydetti.

Bilgi toplumu olma hedefiyle hoşa gitmeyen her alanı ani yasaklarla kısıtlama anlayışının birlikte var olamayacağını aktaran Yılmaz, düzenleme hazırlığının Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin tanımladığı ifade özgürlüğü kriterlerini içeren AB standartlarında bir yapı ile değiştirilmesi gerektiğine kuvvetle inandıklarını dile getirdi.

Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nu (HSYK) düzenleyen yeni kanun teklifinden büyük rahatsızlık duyduklarını vurgulayan Yılmaz, "Hem 1982 Anayasası'na ilişkin, hem de 2010 Anayasa değişikliğinde sakıncalarına işaret ettiğimiz, HSYK modelini bugün bir kez daha değiştiren gündemdeki kanun teklifi, son günlerde izlediğimiz çatışmayı, yürütmenin yargı üzerindeki etkisini biraz daha artırarak aşmaya çalışmaktadır" ifadelerini kullandı.

Kanun teklifinin bağımsızlığı tartışmalı olan HSYK yapısına yeni sorunlar ilave edeceğini bildiren Yılmaz, çözümün yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığını sağlayacak ve Kopenhag kriterlerine uygun bir anayasal reformda yapmak olduğunun altını çizdi.

TÜSİAD Başkanı Yılmaz, şunları kaydetti:

Bu iki örnek tek başına yeterli olabilecekken, bunların üzerine bir de, ülkenin Başbakanı dahil tüm vatandaşlarının mahremiyetlerinin kolayca ihlal edilebildiğini, insanların keyfi suçlamalara maruz kalabilecekleri, adil yargılanma hakkından kolayca mahrum edilebilecekleri inancının yerleşik hale geldiğini, Türkiye'nin ağır yolsuzluk iddialarının üstesinden hukuk yoluyla gelemeyen bir ülke olarak anılmaya başlandığını ekleyiniz, düşününüz. Böyle bir algının, böyle bir tablonun, dostlarımızın ve Türkiye ile ilgilenen yatırımcıların zihninde, "Türkiye hangi dünyaya ait" tarzında bir soru oluşturmasını sizler kabul edebilir misiniz? Bu algıyla birlikte, Türkiye'nin kalkınması, dünya sisteminde prestijli bir ülke olması için sarf ettiğimiz tüm gayretler boşa çıkmış olmayacak mı? Bugün aslında, demokrasi ve hukuk devleti yolundaki eksik adımlarımızın sıkıntısını yaşıyoruz. Sıkıntı, erkler arasında önemli bir çatışma ve çekişmeye dönüşmüş durumda. Bu çekişmeyi erklerin birbirleri üzerindeki etkilerini artırarak çözemeyiz.

Böyle bir anlayış, bizi yeni sorunlara götürecektir. Gerçek bir hukuk devleti yolunda çözümün, konjonktürel ve tepkisel adımlarda değil, çağdaş, evrensel kabul görmüş normlarda, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığını, gerçekten sağlayacak bir anayasal reformda olduğu çağrısını tekrarlamak istiyorum. Hukukun üstünlüğüne riayet edilmeyen, yargı mekanizması AB normlarında çalışmayan, düzenleyici kurumlarının bağımsızlığına gölge düşen, vergi cezaları veya başka tür cezalarla şirketler üzerinde baskı kurulan, ihale yasası onlarca kez değiştirilen. Böyle bir ülkeye yabancı sermayenin gelmesi mümkün değildir. Son yıllarda artan refahımızı, yurt dışından kaynak aktararak tasarruf açığımızı kapatabilmemize, yatırım sermayesi çekebilmemize borçluyduk. Bu cazibemizi yitirdiğimizde, refah düzeyimizin gerilemesi riskiyle karşı karşıya kalacağız."

- "Dış politikanın duygusallıktan uzak, dünya gerçeklerini dikkate alan bir zemine oturması gerektiğini düşünüyor"-

Muharrem Yılmaz, farklı ton ve dozlarda da olsa, yaşanmakta olan siyasal, toplumsal ve kültürel kutuplaşmaların, giderek herkesin aklını ve gönlünü esir alacağını ve toplumdaki 'biz' duygusunun zedelenip parçalanacağını söyledi.

Toplumsal sorunları aşabilmemizin yolunun, kısa dönemde siyasi mutabakattan, orta ve uzun dönemde ise toplumsal zihniyet değişimiyle birlikte, yeni bir toplumsal mutabakat tesis etmekten geçtiğini belirten Yılmaz, "Biz TÜSİAD olarak, Cumhuriyet'in kuruluş harcında bulunan değerleri, bugünün şartlarında hayata geçirmek, yani Batı uygarlığı içinde yer alarak, ülkemizin refahını artırmak, hak ve özgürlükleri hukuk devletince koruma altına alınmış eşit vatandaşlardan oluşan, huzurlu ve bütünleşmiş bir toplum olmak arzusundayız" dedi.

Türkiye'nin "amasız" "şerhsiz", "istisnasız" işleyen ve batı standartlarını esas alan, demokratik kurallara göre yönetilmesini istediklerini ve beklediklerini aktaran Yılmaz, ekonominin, eşitlikçi ve kapsayıcı biçimde, bölgesel kalkınmışlık farklarını azaltacak şekilde, nitelikli işler ve yatırımlarla büyümesini, bu sürecin eğitim kalitesi ve artan inovasyon kapasitesi ile desteklenmesini, bağımsız düzenleyici kurumların denetlediği piyasalarda, hukuk güvenliğinin ve şeffaflık ilkelerinin gözetilmesini istediklerini kaydetti.

Yılmaz, dış politikanın duygusallıktan uzak, dünya gerçeklerini dikkate alan bir zemine oturması gerektiğini vurgulayan Yılmaz, şunları söyledi:

"Geçenlerde yaptığı bir konuşmada, Sayın Başbakanın da Cumhuriyet'in kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'e atıfta bulunarak çizdiği tablonun geçerliliğine yürekten inanıyoruz. Sayın Başbakanın kendi ifadesiyle, 'Devletlerin ilişkileri, intikam, nefret, öfke hissiyle yürümez. İşte bunu en iyi bilenlerden bir tanesi de, Gazi Mustafa Kemal'di'. Batılı devletleri en iyi tanıyan Mustafa Kemal, 29 Ekim 1923'te Cumhuriyet'i ilan ettikten sonra, işte bütün bu devletlerle, barışa, dostluğa ve işbirliğine dayalı bir süreci başlattı. Onlara kin tutmadı. İntikam hissiyle yaklaşmadı'. İki büyük savaştan çıktıktan sonra Atatürk, komşularına ve batı dünyasına bu şekilde bakabiliyorsa, bugün bizler bu anlayış ve tutuma çok daha yakın olmalıyız.

Çağın gereklerine, günün şartlarına göre yeniden şekillendirilse bile, burada temel ilkenin çatışma zemininden uzak, komşularla barışık, batı dünyası ile bütünleşmiş, dengeli bir dış politika benimsemek olduğunu vurgulamak istiyoruz. Toplumumuzda bu doğrultularda düşünenlerin, çoğunlukta olduğunu da görüyoruz, buna inanıyoruz. Ancak bu temel hedefler, gündelik politikanın diline çatışmacı ve ayrıştırıcı bir biçimde tercüme edilince, gerçekte var olan güçlü mutabakat noktalarımız gözden kaçıyor. Oysa başka türlüsü de mümkün. Toplumun önüne yeni bir mutabakatın ilkelerini, yeni bir 'biz' tahayyülünün ipuçlarını koymak; insanların kalbine geleceğe güven duygusunu yerleştirmek de mümkün. Bunun için sadece siyaset sahnesinin değil, tüm toplumun demokratikleşmesi, sisteme ve adalete güveni tesis edecek adımların atılması, hoşgörünün genişletilmesi, gündelik hayata ve dile sinmiş nefret söylemlerinin reddedilmesi, kadının gündelik hayattaki rolünün genişletilmesi gerekiyor. Bu ilkelerin üzerinde yükselen bir toplumsal dönüşümü başlatmak mecburiyetindeyiz. Siyaseti, hukuku ve eğitimi yeniden yapılandırarak bir zihniyet değişimine kapı açmalı ve bu kapıyı sürekli açık tutacak yeni bir anayasa hazırlamalıyız."

- "Endişelerimizi destekleyecek ne kadar olgu varsa, umudumuzu muhafaza edebilmek için de bir o kadar gerekçemiz var"-

Yılmaz, endişelerini destekleyecek ne kadar olgu varsa, umutlarını muhafaza edebilmek için de bir o kadar gerekçeleri olduğunu söyledi.

Geleceğin Türkiye'sini dünyaya açık, demokratik ve özgürlükçü değerleri benimsemiş, katılımcı demokrasiyi özümsemiş bireylerin kuracağına inandıklarını belirten Yılmaz, yeni nesillerin bu değerleri büyük ölçüde benimsediğini, başta Gezi Parkı süreci olmak üzere birçok vesile ile görme fırsatını elde ettiklerini kaydetti.

Yapılan eleştirilerin ortaya konan talepler, bu gelişim çizgisinin görmezden gelinerek veya yasaklanarak, durdurulamayacağını kendilerine kuvvetle gösterdiklerini aktaran Yılmaz, Türkiye'nin AB üyeliği hedefini paylaşan herkesin de bu bakış açısını teyit edeceği kanaatinde olduklarını dile getirdi.

Tüm sorunlara, Türkiye'ye gösterilen tüm samimiyetsiz yaklaşımlara, hükümetin süreci uzun sure boşlamasına rağmen, AB üyeliğine verilen yüksek düzeydeki desteğin kendilerine çok net bir mesaj verdiği kanısında olduğunu vurgulayan Yılmaz, "Türkiye'de AB üyeliğine olumsuz bakanların oranı, hemen her koşulda yüzde 28-30 civarını geçemiyor. Bu seviyeyi aşamıyor. Buna karşılık AB üyeliğini destekleyenlerin oranı ise yüzde 48 ile 70 arasında. Bu güçlü destek, toplumumuzun özlemleri, hedefleri ve kendisine uygun gördüğü gelecek hakkında, aklımızda hiç bir tereddüde yer bırakmıyor" şeklinde konuştu.

Türkiye ekonomisinin artık 850 milyar dolarlık dışa açık bir büyük piyasa ekonomisi olduğuna dikkati çeken Yılmaz, şunları kaydetti:

"Sektörel ve bölgesel yapısıyla, yatırım gücüyle, yarattığı istihdamla, yaptığı ihracatla, mali piyasalarının kazandığı derinlikle güçlü bir ekonomidir. Ve Türkiye ekonomisine hakim olan 'rasyonel iktisadi davranışlar' ülkeyi her zaman, uzun dönem değerlerine taşıma gücüne sahiptir. Aynı şekilde ülkemizin NATO sistemi içinde olmayı seçmiş olması da, ulusal güvenlik ve dış politika açısından yaşanan kısa dönemli çalkantıları dengeleme sistemi dengeye getirme açısından, önemli bir işlev üstlenmektedir. Son olarak Türkiye'de her gün biraz daha gelişen sivil toplumun ve kamu vicdanının önemli bir denge unsuru olduğuna inandığımızı da belirtmek istiyorum."

- TÜSİAD'dan 10. öncelikli alan-

Yılmaz, konuşmasında Türkiye'nin gündeminde olması gereken, 10 öncelikli alanı ve bu alandaki beklentilerini şöyle sıraladı:

"Mevcut Siyasi dalgalanmanın ve 2014 yılında gerçekleştirilecek seçimlerin muhtemel ekonomik etkilerini bertaraf ederek yeniden yüksek büyüme patikasına dönülmesi; yargı bağımsızlığı tartışmasının Kopenhag siyasi kriterleri çerçevesinde çözülmesi; Türkiye'yi terör ve şiddet ortamından kalıcı bir şekilde arındıracak olan 'Çözüm Sürecinde' şeffaf, kararlı ve somut adımlar atılması; AB müzakere fasıllarında, başta yargı ve adalet sistemi ile ilgili olan 23. ve 24. başlıklar olmak üzere, en az 3-4 yeni başlık açılması; seçim sisteminin 2015 yılı genel seçimlerinde uygulanmak üzere, çağdaş normlar çerçevesinde gözden geçirilmesi ve özellikle yüzde 10 barajının indirilmesi.

Merkez Bankası'nın yüzde 5 olan sene sonu enflasyon hedefini yakalaması; rekabet gücünün teknoloji ve inovasyon temelli olarak yükselmeye odaklanılması ve bu yönde destekleyici mevzuatın geliştirilmesi. 21. yüzyıl becerilerini kazandıracak çağdaş normlar ile şekillendirilmiş uzun erimli eğitim politikalarının yürürlüğe konması. İnternet düzenlemeleri başta olmak üzere ifade, toplantı ve gösteri yürüyüşü gibi temel hak ve özgürlüklerin alabildiğince genişletilmesi. İtibarı, sürdürülebilirliği ve refahı gözeten bir dış politika anlayışının benimsenmesi."

bloomberght.com, 23.01.2014

Siyasi ve ekonomik gerginlik TÜSİAD'a da yansıdı

TÜSİAD bugün 44'üncü Genel Kurulu'nu yaptı. Ancak bu genel kurul TÜSİAD için son yılların en gergin genel kurulu oldu. Toplantıda söz alan Alarko Holding ALARK.IS -1.01%Yönetim Kurulu Başkanı İshak Alaton'un TUSİAD'ı eski demokratikleşme raporu ve 28 Şubat'taki tavrı nedeniyle eleştirmesi toplantıda gergin anları da beraberinde getirdi. Alaton'dan sonra Mehmet Şuhubi, kürsüye çıkarak, Alaton'a, "TÜSİAD'ı küçültücü sözler söyleyemezsin. Ben seni severim ama bu uslübu da kabul edemem" diye tepki gösterdi.

Aslında İshak Alaton'un konuşmasının başlangıcı da içeriği kadar olaylıydı. Kürsüye çıkmak için üyelerin görüşlerini bildirmeleri için ayrılan zamanı beklemeyen İshak Alaton, Genel Kuruldaki "Türkiye'nin Demokratikleşme Evreleri" oturumunun ardından kürsütye çıktı. Bu nedenle de Divan Başkanı Hüsnü Özyeğin'in tepkisiyle karşılaştı. Özyeğin'in henüz üyelerin görüş belirttiği bölümün başlamadığı uyarısıyla konuşturmak istemediği Alaton Divan Başkanı Özyeğin'e dönerek "Bana konuşma hakkı vermediğiniz için hepinizden utanıyorum" dedi.

Alaton'un konuşmaması üzerine salonda alkışlar yükseldi. Topluluk Alaton'a konuşması gerektiği yönünde destek veriyordu. Bu alkışın ardından Özyeğin salonda oylama yaptı. Oylamanın sonucunda İshak Alaton'un kürsüden inmeden konuşması kararı çıktı.

Alaton'un konuşmaya başlaması ile birlikte konu 12 Eylül darbesine geldi. "TÜSİAD 12 Eylül darbesine destek verdi mi, vermedi mi?" diye sordu. Ardından sözü 1997 yılında hazırlanan Demokratikleşme Raporuna getirdi. "O günden beri TÜSİAD'a gelmedim, ama üyeliğim sürdü, aidatımı da ödedim. TÜSİAD 2010 yılında 2 hocaya rapor hazırlattı, 3 gün sonra da o raporun arkasında durmadı. "İki hocanın görüşüdür, bizi bağlamaz" dedi, bıraktı" şeklinde konuştu.

Genelkurmay darbe kararı alırken, TÜSİAD'ın bu darbeye katkısı ne kadardır acaba?

İshak Alaton

Kemal Alemdaroğlu ve Emin Çölaşan'a 'karanlık adamlar' göndermesi yapan İshak Alaton, bunun üzerine yine Özyeğin'den "Burada olmayanlar hakkında bu gibi şeyler söyleyemezsiniz" uyarısı aldı. Ancak devam etti: ve TÜSİAD'a 28 Şubat'taki tavrından ötürü de yüklendi. "Raporun hemen arkasından 28 Şubat darbesi geldi. Genelkurmay darbe kararı alırken, TÜSİAD'ın bu darbeye katkısı ne kadardır acaba?" diye sordu. Alaton konuşmasını, "Bugün TÜSİAD uyandı, TÜSİAD'a demokrasi geldi" diye bitirdi.

Alaton'dan sonra Mehmet Şuhubi, kürsüye çıkarak, Alaton'a, "TÜSİAD'ı küçültücü sözler söyleyemezsin. Ben seni severim ama bu uslübu da kabul edemem" diye tepki gösterdi.

Alaton gerginliğinin ardından toplantıya ara veren Hüsnü Özyeğin'in" Bundan sonraki oturum basına kapalı yapılacaktır" sözleri yeni bir gerilim yarattı. Çünkü Yüksek İstişare Kurulu toplantılarında basına kapalı bölümü olan TÜSİAD, Genel kurullarında basına kapalı bir oturum gerçekleştirmez. Ara sırasında TÜSİAD yetkilileri Özyeğin'in kuralları bilmediği için ve ilk divan başkanlığı olduğu için toplantıyı basına kapattığını söyledi ve basın tekrar içeri davet edildi. Toplantı sonrasında ise TUSİAD yetkilileri Hüsnü Özyeğin'in önündeki notları gösterek "Sorun tamamen maddi bir hatadan kaynaklandı" açıklaması yaptılar. "Toplantıyı kapatma kararını tek başıma almadım" diyen Özyeğin'in önündeki notta genel kurulun basına açık olduğu yazıyordu.

Üyelerin aralarda sürekli kur ve kriz beklentilerini konuştuğu toplantıda Başkan Muharrem Yılmaz da oldukça sert bir konuşma yaptı. Türkiye kendisini tüketen, şiddetli, yıkıcı ve kazananı olmayacak bir kavgayla, enerjisini harcamakta olduğunu belirten Yılmaz "Gözleri kör eden bu kavganın temelinde, hukuk devleti, güçler ayrımı, temiz siyaset gibi vazgeçilmez demokratik kavramlar konusundaki zaaflarımızın yattığı açıkken, bu meseleye sistemi, kurumları alt üst ederek çözüm bulmaya çalışmanın doğru olmadığını düşünüyoruz" dedi.

Emniyet güçleri ve yargı içerisinde varlığı ortaya çıkan gruplaşmaları ve bu gruplaşmaların örgütlü niteliğini, devletin kurumsallığı açısından kabul edilemez bulduklarını iade eden yılmaz şöyle devam etti: "Siyaset dışı örgütlenmelerin, devlet kurumları aracılığıyla siyaseti etkilemeye çalışması, hepimizi tedirgin ediyor. Birbiri ardına hazırlanan bir takım kanunlar, bizi tereddüte düşürüyor. İnternette özgürlük sınırlarını düzenleyen kanun tasarısının, iletişim özgürlüğü üzerine, kara bir bulut gibi çökeceği görüşü hayli yaygın. Torba Tasarı, internette sansür uygulamalarını artıracak nitelikte bir düzenlemeye doğru yöneliyor. Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu'nu düzenleyen yeni kanun teklifinden de, büyük rahatsızlık duyuyoruz."

Sıkıntının, erkler arasında önemli bir çatışma ve çekişmeye dönüşmüş durumda olduğunu vurgulayan Yılmaz "Bu çekişmeyi erklerin birbirleri üzerindeki etkilerini artırarak çözemeyiz. Hukukun üstünlüğüne riayet edilmeyen, yargı mekanizması AB normlarında çalışmayan, düzenleyici kurumlarının bağımsızlığına gölge düşen, vergi cezaları veya başka tür cezalarla şirketler üzerinde baskı kurulan, ihale yasası onlarca kez değiştirilen… Böyle bir ülkeye yabancı sermayenin gelmesi mümkün değildir" diye konuştu.

1997 yılında Demokratikleşme raporuyla ilgili ne yaşanmıştı?

TUSİAD'ın bugün yine gündeme gelen Demokratikleşme Raporu 1997 yılında Prof. Bülent Tanör tarafından hazırlanmıştı. Ancak o kadar çok tartışılmıştı ki rapor TUSIAD'ın 1996 yılı faaliyetlerinden bile çıkartılmıştı. Asım Kocabıyık, raporun TÜSİAD üyelerine mal edilemeyeceğini belirtirken Sakıp Sabancı, ve Cem Boyner raporu savunmuştu. TÜSİAD, 1997 tarihli "Türkiye'de Demokratikleşme Perspektifleri" raporunu 2007 yılında güncelledi. Demokratikleşme Raporu'ndaki alt başlıklardan biri olan Kürt sorunu o dönem ciddi tartışma yarattı. Rapora 'Kürt raporu' diyenler çıktı. Kürt sorununa 8 sayfa ayrılan raporda Kürtçe isim yasağının kalkması, yer adlarının iade edilmesi, anadilde eğitim hakkı, Kürtçe TV yayını gibi devletin bugün ancak yapmak için harekete geçtiği öneriler yer almıştı.

Tüm bu tartışmalar yaşanırken 2013 yılında TUSİAD'ın bütçesinin 334 bin TL açık verdiği göze çarptı. Yani patronlar kulübü 2013 yılında zarar etmişti. Zararın kurdan kaynaklandığı belirtildi. Divan Başkanı duayen bankacı Özyeğin üyelere bütçe için espriyle karışık şu öneride bulundu "Kazancınız TL. Giderleriniz içinde farklı kurlar var. Bunu azaltmanız gerekiyor. Yaptığınız uçuşları yüzde 20 azaltırsanız bir sonraki yıl açık vermezsiniz." Bu arada TUSİAD'ın aidatı da bu yıl %10 artarak 28 bin TL'ye yükseldi.

Böyle bir ülkeye yabancı sermayenin gelmesi mümkün değildir

Muharrem Yılmaz

wsj.com.tr, 23.01.2014

"TÜSİAD'la barışmaya geldim"
Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) 'nin 44'üncü Olağan Genel Kurulu Swissotel'de gerçekleştirildi. Toplantıya İshak Alaton'un konuşması ve yaşanan gerginlik damgasını vurdu.

Yapılan ilk konuşmaların ardından söz alan İshak Alaton kürsüye çıkarak bir konuşma yaptı. Ancak Divan Başkanı Hüsnü Özyeğin, Alaton'un sözünü keserek, kendisine soru sormak için söz verdiğini ancak onun konuşma yaptığını söyledi. Konuşması yarıda kesilen Alaton, TÜSİAD üyeleri arasında oylama yapılması sonucu tekrar kürsüye davet edilerek konuşmasını tamamladı. 

Prof. Dr. Bülent Tanör'ü anma kararı alan TÜSİAD yönetimini kutladığını ve Genel Kurul'a davet edildiğinde büyük mutluluk duyduğunu ifade eden Alaton, "Nihayet TÜSİAD epey geç de olsa uyanmaya başladı diye düşündüm. 17 yıl boyunca TÜSİAD'dan uzak durdum, toplantılarına gitmedim, bugün boykotumu noktalamaya karar verdim. TÜSİAD'la barışmaya geldim" dedi.

Alaton, 17 yıl boyunca TÜSİAD'la ilgili içinde yaşadığı fırtınaları aktarmak istediğini dile getiren Alaton, "Tesadüf ki, tam 17 yıl önce, 23 Ocak 1997 günü yine bu salonda Prof. Dr. Bülent Tanör'ün Demokratikleşme Perspektifleri başlık raporunun hazır olduğu bilgi olarak kürsüden verildi. Rapor da nüsha olarak toplantı sonunda üyelere dağıtılmak üzere dışarıda bekletiliyordu. Ben heyecan içindeyim. Çünkü 6 ay boyunca bu raporu hazırladık" diye konuştu.

"RAPORA İTİRAZ EDENLERİN HİÇBİRİ RAPORU OKUMAMIŞTI"

İshak Alaton, 1997 yılında söz konusu raporun TÜSİAD tarafından reddedildiğini söyleyerek, "TÜSİAD tarihinde ilk defa yönetim kurulunun ibra edilmediği utancını yaşadım. Şöyle oldu 1997'deki sahne; önce bir iki müspet katkı oldu rapor ilan edilince. Sedat Aloğlu ve Cüneyt Zapsu'yu hatırlıyorum. Hatta Sakıp Sabancı da müspet konuştu. Sonra birden hava değişti. Çoğunlukla yaşlı kuşak arka arkaya rapor aleyhinde konuştu. Eleştiri dozu her yeni söz alanda gittikçe yükseldi ve son söz alanlar raporu sipariş eden yönetim kurulunu düpedüz suçladı. 'Bizim demokrasi arayışıyla işimiz yok' dediler, 'Bizim işimiz para kazanmak' demeye getirdiler. Yönetim kurulu iyice bunaldı, ağır toplar iyice bastırdı. 'Rapor dağıtılmadan reddedilsin' teklifi geldi, teklif kabul edildi ve rapor dağıtılmadan arşive kaldırıldı. Rapora itiraz edenlerin hiçbiri raporu okumamıştı. Sadece başlığına bakarak reddedilmesini istediler ve başardılar. TÜSİAD tarihinde ilk ve tek defa ibra edilmeme utancını o gün yaşadık ve bugün bu utancı yaşamaya devam ediyorum" dedi.

"UMUDUMU YİTİRMEDİM, SABIRLA BEKLEDİM"

Söz konusu olayın 23 Ocak 1997 günü yaşandığını, olaydan sonraki gün gazetelerde "TÜSİAD demokrasi istemiyor" haberinin yer aldığını anlatan Alaton, "Aradan sadece 36 gün geçtikten sonra 28 Şubat 1997'de askerin darbesi geldi. Şimdi sizlere soruyorum; Genelkurmay bu darbe adımını kaleme alırken TÜSİAD'ın bir ay önce yaktığı yeşil ışığın bu darbeye katkısı ne kadardır? Bu soru hep aklımda" diye konuştu. Alaton, o günden sonra TÜSİAD'ın umutsuz bir vaka olduğuna inandığını belirterek, "Toplumdan kopmuş, fildişi kulede yaşayan bu insanlarla ben bir arada olamam dedim ve TÜSİAD toplantılarına katılmaktan vazgeçip boykot ettim. Ancak üyelikten istifa etmedim, umudumu yitirmedim, sabırla bekledim. 'Er ya da geç bir gün TÜSİAD uyanacak ve ben o gün mutluluğumu TÜSİAD'da dile getireceğim' diye düşündüm. İşte o gün bugün, TÜSİAD uyandı, demokrasi TÜSİAD'a geldi" diye konuştu.

Alaton, 2010 yılında anayasa değişikliği referandumunda zamanın TÜSİAD yönetiminin iki profesöre anayasa değişikliğinin demokrasiye katkılarını özetleyen bir rapor hazırlattığını aktararak, "Bu raporu genel kuruldaki üyelere detaylarıyla anlattılar. Üyelerden Cem Boyner söz istedi. Yönetim kurulunun gözlerinin içine bakarak 'Bu raporun arkasında duracak mısınız?' diye sordu. Yani daha önceki utancı hatırlattı bizlere. 'Hocalara rapor hazırlatıp demokrasi yanlısı görünmek mi, yoksa samimi olarak demokrasiyi savunmak mı?', bunu sordu Cem Boyner. Şüphe içeren sorusunda haklı olduğu ne yazık ki, 3 gün sonra anlaşıldı. Çünkü 3 gün sonra TÜSİAD Yönetim Kurulu bir basın bülteni yayımlayarak, 'Bu rapor bizleri bağlamaz, raporu yazan iki profesörün şahsi görüşlerini yansıtıyor' dediler. Raporun kabında TÜSİAD logosu varken raporu sahiplenmediler" dedi.

"DEĞİŞMEYEN TEK ŞEY DEĞİŞİMİN KENDİSİDİR"

Alaton, konuşmasını tamamlayarak, kürsüden inince TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Muharrem Yılmaz, Alaton'a sarıldı ve söz almak için kürsüye yöneldi. Yılmaz, kürsüye yöneldiği sırada Alaton'a "Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir" diyerek gülümsedi. Yılmaz, kürsüde şunları söyledi: "Genel Kurul konuşmamın içerisinde bu rapor, bu konu vardı. Bir yanlış yapmamak amacıyla inceleme ihtiyacı hissetmiştim. Kurumdan bu raporun kabulüyle ilgili bir sıkıntı olup olmadığını araştırdım. 1997 yılında tüm tartışmalara rağmen bu rapor kabul edilmiştir; kayıtlarda var olan, bana intikal eden bilgi budur. Ayrıca o günden beri, hatta daha geçmişinden beri demokratikleşme meselesi çalışılmaktadır. Aslına bakılırsa, 43 yıl önce TÜSİAD kurulurken ekonomik faaliyetin sürdürülebilirliğinin, çağdaş bir dünyanın üyesi olabilmenin demokratikleşmeye bağlı olduğunu zaten kurucular, o günden beri emek verenler görmüşler ve söylemişlerdi. Onların hazırladığı ortamda da 20 yıldır bu konu çalışıyor. Ayrıca bu raporu daha sonra güncelleyen Sayın Zafer Üskül Hoca da aramızda. Rapor kabul edilmiştir. TÜSİAD rapora her zaman sahip çıkmıştır. Gerekli güncellemeyi de Sayın Hocamız yapmıştır."

"TÜSİAD'I KÜÇÜLTECEK SÖZLER SÖYLEYEMEZSİN"

Muharrem Yılmaz'dan sonra söz alan Mehmet Şuhubi de Alaton'a cevaben, "Bu hadiselerin bizatihi içinde olan bir insan olarak bazı hakikatleri anlatmak isterim. Bülent Tanör ve arkadaşlarına bir anayasa taslağı hazırlanması için bir vazife verildikten sonra hadise Genel Kurul'a geldi. Genel Kurul'da Divan Başkanı Aydın Bolak, ben de onun başkan yardımcısıydım. Aydın Bolak 'Ben bu çalışmayı katiyen ibra etmem' dedi. Bunun üzerine ben de 'Siz başkan olarak bunu bu şekilde söyleyemezsiniz' dedim. Bana çok kızdı. Neden ibra edilmemesi gerektiğini uzun uzun anlattı. Ben söz aldım ve görüşlerimi arz ettim. 'Bu çalışma emek sarf edilmiş bir çalışmadır. Hepimizin ayrı düşünceleri olduğu kabul edilebilir. Benim de farklı görüşlerim olmasına rağmen bu hazırlığı sonuna kadar destekliyorum' dedim. O sırada, merhum olan bir arkadaş 'Bu kabul edilirse ben istifa ederim' dedi. Toplantıdan sonra yönetim kurulunda bir karar alındı; bu anayasa hazırlığının doğru olup olmadığının birkaç profesörle tartışılması istendi. O gün orada bazı tartışmalar devam ederken ortaya ciddi tenkiti mucip bir şey çıkmadı. Ondan sonra da bunun kendiliğinden bir kabul haline geldiği görüşüldü. TÜSİAD, kolay kolay küsülüp vazgeçilecek, oyuncak gibi kullanılacak bir kurum değildir. TÜSİAD'ı küçültecek sözler söyleyemezsin. Ben seni severim ama bu husustaki konuşmalarını da kabul etmem" dedi.
 

Hürriyet, 23.01.2014


Bu bölümdeki diğer içerikler için tıklayınız.