Gündem

 Deniz Feneri Balyoz Harekat Planı
 Demokratik Açılım İrtica Eylem Planı
 Siyasi Gündem Ergenekon
 Ekonomik Gündem 

 Gündem > Siyasi Gündem > Mehmet Altan:“Seçimler her türlü sürprize açık”

 Mehmet Altan:“Seçimler her türlü sürprize açık”

Gazeteci-Yazar Prof. Dr. Mehmet Altan gündemle ilgili çeşitli konuları Posta212 için değerlendirdi. Cami ile kışla arasına sıkışmanın ve sürekli rövanş alma hareketlerinin sakıncalarını vurguladı.

Türk toplumun yıllardır Kemalist reflekslerle şekillendiği bugün onun yerini de dinin aldığı iddia ediliyor ve siz de bunu ifade ediyorsunuz. 28 Şubat’tan bugüne geçen aslında kısa sürede, bir toplumun böyle iki kutup arasında savrulmasını nasıl açıklayabiliriz?

Tarihsel bir zaaf nedeniyle Türkiye’de sosyal sınıflar oluşmamış. Temel toplumsal çelişki Saray ile tebaa arasında oluşmuş. Cumhuriyet Osmanlı’daki yapıyı tüm çelişkileriyle birlikte olduğu gibi devralmış. Saray’ın bakiyesi devlet eliti askeri kışla safında yer alırken, çaresiz tebaa da camii etrafında mevzilenmiş. Bizde siyaset kışla ile camii üzerinden yapılıyor. AKP ilk başlardaki değişim siyasetinden uzaklaşarak askeri vesayet rejimini ortadan kaldırmak yerine ele geçirmeyi tercih etmiş gözükmekte. 12 Eylül rejimi anayasa ve temel yasalarıyla birlikte olduğu gibi duruyor. Milli Güvenlik Kurulu, YÖK, halka gerçek siyaseti yasaklayan Siyasi Partiler Yasası, seçim yasası… Fazlasını saymaya gerek yok, hepsi yerli yerinde…

Türkiye AB standartlarında bir demokrasiye geçmek yerine “camii ile kışla parantezinde” kalmaya, iki kamp üzerinde amansız rövanş oynamaya devam ettikçe bu mevcut bölünme derinleşmeye devam eder…

AK Partinin üçüncü döneminde ne değişti de bugünlere gelindi? Bu otoriter refleks hep mi vardı? Bu tavır değişikliğinin altında ne yatıyor?

Siyasal iktidar, özellikle başbakan, alınan olumlu mesafedeki dünyanın oynadığı rol ve yardımı zaman içinde inkâr edip, kerameti kendinde aramaya başladı. Duruma tamamen hakim olduğunu, değişim ve demokratik bir anlayışa artık ihtiyacı olmadığını düşünmeye başladı. Ardından da Milli Görüş ve Erbakan çizgisine geri döndü. 76 milyonun kendine benzeyeceği ve siyasal İslam anlayışının öne çıkacağı bir Sünni-İslam çizgisine yaklaştı. Demokratikleşme çoktandır durdu, AB reformları stop etti, “Müslüman” kavramı etrafında bir Sünni anlayış baskısını artırmaya başladı.

Gezi Olaylarının ardından, AK Parti’den çok fazla çatlak ses çıkmamasını, partide bir ayrılık ya da dağılma yaşanmamasını nasıl yorumluyorsunuz?

12 Eylül rejimi siyaset kurumunun demokratikleşmesini ortadan kaldıran bir siyasal sistem kurdu… AKP ve başbakan ve 12 Eylül rejimi ertesindeki tüm siyasetçiler de bu vesayetçi yapıya sahip çıktı, çıkıyor.

12 Eylül rejimi Kenan Evren’in üzerine dikilmiş “tek adam” anlayışına dayalı bir elbisedir. Erdoğan şimdi bundan yararlanıyor.

Ayrıca muhafazakar kesim “biat” anlayışından geliyor, “itiraz kültüründen “ uzak bir anlayış hakim.

Ama gene de AKP’nin güllük gülistanlık olduğunu sanmak yanlış. Seçimler yaklaştıkça Türk siyaseti her türlü şaşırtıcı sürprize açık.

Gallup bu hafta bir araştırma yayınladı. Buna göre Türkiye’de 2011’de taşra ile kentler arasında yönetime ve kurumlara bakış konusunda daha küçük bir fark dikkati çekerken, 2011’den 2013’e taşra ile kentin görüşleri ayrılıyor.

Taşra hükümeti de, orduyu da, adaleti sistemini de yüksek oranlarda onaylamaya devam ederken, kentli kesimin bu üç kuruma karşı güveni çok belirgin bir biçimde düşüyor ve taşra ile kent arasında büyük bir görüş ayrımı ortaya çıkıyor. Siz nasıl yorumlarsınız bu sonuçları?

AKP ve özellikle Başbakan bir kasaba anlayışını hoyrat ve nobran bir üslupla kentlere dayatmaya çalıştıkça gerginlik ve tansiyon yükseliyor. Kent kültürü “yadırgamama” üzerine kuruludur. Ayrıca demokrasi “farklılıkların meşrulaştığı” rejimin adıdır. Siz 76 milyon kişiyi kasaba alışkanlıkları üzerinden kendinize benzetmeye çalıştığınız, demokratik ilke ve kuralları yok saydığınız bir yaklaşım içinde ısrarcı olursanız kentleri patlatırsınız. Başbakan’ın sahiplendiği 12 Eylül vesayet rejimi kasabanın kentler üzerinde baskısını artırmak üzerine kullanıldığı zaman kentler yönetilemez ve kapsanamaz hale gelir. Yaşanan da budur.

Geçtiğimiz günlerde “Devletin hâkimi, savcısı bir karar alıyorsa illa bunun arkasında bir şeyler aramak hiç mantıklı değil” dediniz. Ergenekon sürecini nasıl okuyorsunuz?

Bu cümleyi Türkiye’deki tartışmaların henüz asırlar önceki Montesquieu’nün modern devlet teorisinin çok gerisinde seyrettiğini vurgulamak için kullandım. Modern devlet teorisinde “yasama, yürütme ve yargı” vardır. Siz bu ayrımları bir yana bırakıp, olup biteni siyaset üzerinden değerlendirirseniz, ortaya yabancı dillere çevrildiğinde asla ve kata anlaşılmayacak saçmalıklar çıkar.

Türkiye’de örneğin MİT başkanının savcı tarafından çağrılması “yargı” üzerinden değil, “cemaat” üzerinden okunduğu vakit, bunun doğru veya yanlış olması bir yana, henüz modern devlet algı ve işleyişinden çok uzakta seyrettiğiniz görülür.

Eğer devlet birileri tarafından ele geçiriliyor ise o devlet değildir. Çünkü devlet kimsenin ele geçiremeyeceği hukuksal bir sosyal organizma olmalıdır. Balyoz, Ergenekon, Cumhuriyetin demokratikleşmesi çok önemli ve tarihsel adımlar olarak başlayıp, “camii-kışla” rövanşının kurbanı hale geldi… Bu nedenle de kamplaşmayı kışkırttı, inandırıcılığını zedeledi…

Kürt sorununda çözüm sürecinin gidişatını nasıl yorumluyorsunuz?

Bu sürecin en sevindirici yanı ölümlerin durmuş olması, bu gerçekten insanı çok mutlu eden bir sonuç…

Ancak sürecin kalıcı olması ve bugünkü çok olumlu ortamın misliyle kanlı bir geri dönüşe sürüklenmemesi için cumhuriyetin demokratikleşmesi,12 Eylül rejiminin tasfiye edilmesi lazım…

Böyle bir değişimi bırakın, medyadaki baskının da sergilediği gibi Türkiye sıkı ve karanlık bir baskı dönemi yaşıyor, faşizme doğru koşuyor…

Geçen gün yabancı bir uzman Kürt sorunu için iki ihtimalden söz etti, “ya demokratikleşme, ya Kürdistan’ın PKK’ ya bırakılması”. Birincisi ortada olmadığına göre, sürecin geleceği de net gözükmüyor.

Anayasanın ve darbeci kurumların Türkiye’de değişmesi gerektiğini sık sık dile getiriyorsunuz. Var olan anayasa çalışmalarını nasıl görüyorsunuz? Anayasa değişikliği nasıl yapılmalı. Biz neyi eksik yapıyoruz?

Siyasal Partiler Yasası, seçim yasası, meclis iç tüzüğü 12 Eylül rejiminin yasalarıdır ve gerçek demokratik bir siyaseti halka yasaklar, parti içi demokrasiyi engeller…

AKP, başbakan ve diğer siyasal partiler 12 Eylül darbecilerinin oluşturduğu ve özünde anti-siyaset üreten bu yapıdan huzursuz değiller. Çoğulculuğu yasaklayan darbeci anlayışın şekillendirdiği bir siyaset kurumu bu yapıyı koruyarak, Türkiye’yi demokratikleştirip, demokratik bir anayasa yapabilir mi?

Yaşananlar seçim sathı mailine giren ve sadece ikbal hesabı yapılan bir ortamda oyalama, bir şeyler yapıyormuş gibi görünme çabasıdır. Siyaset seçim sürecinde sadece ve sadece ikbal peşinde ve bunun hesabı dışında hiçbir şey düşünmüyor. Tersi olsa, 12 Eylül yasaları bir günde değişir. Şike yasasının anında değiştiğini unutmayın…

Erdoğan’ın üçüncü kez seçildiği günlerde Orta Doğu’da bir zafer havası hâkimdi. Türkiye Müslüman demokrasilere örnek olarak gösterilirken, İhvan da Mısır’da yükseliyordu. Müslümanlık (ya da din) ve demokrasi bir arada yürümedi mi, ya da yürüyemez mi? Bu gerçekten de tabiatına mı aykırı?

Siyasal iktidar, Suriye ve Mısır’da Sünni bir blok üzerinden hâkimiyet, halifelik rüyaları gördüğü için, anayasal suç noktalarında müdahaleler yaptı ve gerçekleri görme noktasında da büyük körlük yaşamaya başladı. Demokrasinin siyasetini değil, içerde son zamanlarda yeğlediği camii-kışla rövanşını dış politikaya taşıdılar ve duvara tosladılar.

Bir siyasetçi “insan” kavramı yerine “Müslüman” sıfatını kullanıyor ve bundan nemalanıyor ise, orada “demokrasi” olmaz… Ötekileştirme, düşmanlık, karşıtlık ve siyasi kaos olur. Nitekim durum da bundan ibarettir.

Türkiye’de 34 insanımızı paramparça eden Uludere katliamının üzerini örtmek için bu kadar büyük çaba sarf eden birinin başka diyarlarda vicdan ve ilke sahibi olduğuna inanmak mümkün mü?

Türkiye’nin geleceği ile ilgili öngörüleriniz nedir? Bu dönemde kişisel özgürlüklerde ve basın özgürlüğünde kaybedilen alan, ileride nasıl yeniden kazanılabilir? Yani gelecek seçimlerde AK Parti yerine başka bir parti iktidara gelse, ne değişecek?

Mevcut hal devam eder de, camii kışladan rövanş konusunda bugünkü ipin ucunun çoktan kaçtığı durumda ısrarcı olur ise, yarın bir gün de büyük ve muhtemelen çok kanlı bir diğer rövanşa da çanak tutmuş olur.

Kendi gibi olmayan her şeyi düşman gören ve tüm toplumu tek adamın keyfine bırakıp, ona benzetmeye çalışan bu hal çok uzun devam edemez.

Ayrıca, Türkiye’yi sadece Türkiye toplumu üzerinden okumak yetersiz, bir de dünya kamuoyu, dünya toplumu var. Dünya sistemi içerde ve dışarıda çöken, kaotik bir ortamın alt yapısını besleyen, bölgedeki çalkantıları daha da artıracak, Sünni anlayışın egemen olduğu 28 Şubat’ın Erbakancı rövanşına saplanıp kalmış anlayışı ne kadar taşır?

Türkiye ağır fatura ödeyerek ya da akılcı bir refleksle yeniden AB reform çizginse dönmek mecburiyetindedir. Çünkü camii-kışla parantezi sadece kan ve gözyaşı getirir.

Hayat, siyasi katakullilere çok da fazla şans tanımıyor, yanlışı şu veya bu şekilde tashih ediyor. Dilerim Türkiye’de de akıl devreye girer, yol yakınken dönülür…

 

posta212.com, 24.08.2013


Bu bölümdeki diğer içerikler için tıklayınız.