Gündem

 Deniz Feneri Balyoz Harekat Planı
 Demokratik Açılım İrtica Eylem Planı
 Siyasi Gündem Ergenekon
 Ekonomik Gündem 

 Gündem > Siyasi Gündem > Tarihi uzlaşma yolunda Türkiye 3 - Barışı tek başına Kürtler yapmayacak

Tarihi uzlaşma yolunda Türkiye - Barışı tek başına Kürtler yapmayacak
 
 
Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi’nin (YSGP) davetlisi olarak İzmir’deydik. Toplantıda akil insanlardan Mithat Sancar örnek veriyor: Mandela demişti ki ‘Ben sadece siyahlarla barış yapamam, beyazları da ikna etmem lazım’. Barışı tek başına Kürtler yapmayacak, Türkleri de ikna etmek gerek.

Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi’nin (YSGP) davetlisi olarak İzmir’deyim. Mart sonu olmasına rağmen İzmir’e nerdeyse yaz gelmiş. Üniversite sınavı yapıldığı için bütün gençler sokaklarda. Tam da bu yüzden toplantının çok rağbet görmeyeceğini düşünüyorum ama beklentilerimin tersi çıkıyor, salon neredeyse tamamen dolu. Aklıma “İzmir’in dağlarında çiçekler açar” marşı geliyor. Daha küçücük yaşımızda şehirleri militarist melodilerle toplumsal hafızamıza yerleştirmeye başlamışız. “Kahraman” Maraş ve “Şanlı” Urfa da buna benziyor. Hep bir şan şeref arayışı, hep bir kahramanlığımızın tanınması ihtiyacı. Tam da bu konuyu konuşmak için İzmir’deyim bugün: Tanınma, kimlik, adalet konularını. YSGP Eşsözcüsü Avukat Arif Ali Cangı, avukat Murat Dinçer, BDP Milletvekili Hasip Kaplan ve Ankara Üniversitesi profesörlerinden ve şimdinin akil adamı Mithat Sancar’la kimlik ve tanınma adaleti çerçevesinde barış sürecini ele alacağız.

Homojenleştirme politikası
Sözlerime Voltaire’den bir alıntıyla başlıyorum. “Kimlik aynılıktan başka birşey değildir” der ünlü Fransız filozof Voltaire. Kelimenin Fransızcası “identitÈ”, İngilizcesi “identity”, ikisi de “aynı” anlamını veren “identique /identical” kelimesini doğurmuş. Ulus-devletlerin inşa edildiği dönemde gerekli olan homojenliğin elde edilmesi için “aynı”lık aranan bir özellikti. Ancak 21. yüzyılın çokkültürlü, çokdinli, çokdilli ve çokkimlikli yapısında bu “aynı”lık artık toplumlara dar gelmeye başladı. Bu yüzden de “kimlik” aslında farklılıkların sembolü olarak kullanılır oldu. Talep edilen, ezilen tarafımızı öne çıkaran bir veçhe aldı “kimlik” kelimesi.
Türkiye Cumhuriyeti kurulurken de ulus-devletin bütün bu özelliklerinden faydalanıldı elbet, tek tip ve homojen bir ulus kurgulamak için çeşitli politikalar oluşturuldu. Siyaset bilimi uzmanı ve tarihçi Prof. Samim Akgönül’e göre bu homojenleştirme politikaları üç aşamadan geçmekte: Eksterminasyon, yani yok etme, ortadan kaldırma (gayrimüslimlere uygulanan tehcir ve mübadele politikaları. Bu politikalarla Türkiye’deki gayrimüslim “tehdit” bertaraf edilmiştir), Asimilasyon; yani sindirme ve bastırma (Müslüman olup da Türk olmayan unsurlara uygulanmıştır) ve nihayetinde Folklorizasyon; yani halk kültürünün “sevimli” bir parçası haline getirme. Laz diyince aklımıza Temel fıkralarının, Çerkez diyince tavuğun, Boşnak diyince böreğin gelmesi gibi.

Varlıkları inkâr edildi
Bu üç homojenleştirme politikasına direnen tek bir kimlik oldu Türkiye’de: Kürtler. Müslüman oldukları için ekstermine edilmediler, sayıları çok olduğu ve Anadolu’nun yerli (otokton) halkı oldukları için asimile edilemediler, varlıkları inkâr edildiği için de folklorun bir parçası haline getirilemediler.
Benden sonra söz alan BDP Milletvekili Hasip Kaplan, 21 Martta Nevruz’da Diyarbakır’daki iki milyon kişinin nasıl sessizce Öcalan’dan gelen mesajı dinlediğini, bunun Türkiye için bir dönüm noktası olduğunu anlatıyor. Salonda bulunan birçok Kürt dinleyici bu sözlere büyük destek veriyor. İzmir’de bu kadar çok Kürt olmasına şaşırıyorum. 90’lı yılların terör ortamından Batı’ya kaçan Kürtler bunlar. Hani bize anlatılan o “ulusalcı” İzmir nerede peki? Belki üniversite sınavları yüzünden, belki de anlatacaklarımız ilgilerini çekmediği için bugünkü toplantımıza itibar etmemiş birçoğu. Gelenlerin ağırlıklı olanı Kürt, diğerleri de devrimci kadın ve erkekler. Oysa ne çok isterdim korkuları olan, endişelerini ifade etmesi gereken kesimin bugün burada olmasını. Diyalog kurmayı ve asıl onların kaygılarını dinlemeyi. En büyük kopukluk budur zira; iletişimi koparmak. İki tarafın artık konuşamaz, ya da konuşmaz hale gelmesi.

Ciddi bir dönem
Hasip Kaplan’dan sonra söz alan Mithar Sancar, hem İngiltere, Kuzey İrlanda deneyimlerinden bahsediyor, hem de oradaki halkın sosyal durumunu anlatıyor. Çok önemli bir noktanın altını çiziyor Mithat Sancar: “Kuzey İrlanda’da barış anlaşmasından sonra söylenen bir söz şöyle der: Barış mükemmel bir durum yaratmadı ama çatışma olduğu dönemden çok daha iyiyiz.” Evet, bu önemli bir nokta. Gerçeklerden kopmadan bir demokratik süreç oluşturmak lazım, öncelikle de yeni bir Anayasa. Bunun yetiştirmek kolay olmayacağı için geçici bir Anayasa yapılmasını öneriyor Mithat Sancar. “Barış süreci başarılı olursa Türkiye yeniden kurulacaktır. Çok ciddi değişikliklerin olacağı bir döneme giriyoruz. Bunu 90 yıllık alışkanlıkların belirlediği zihinlere kabul ettirmek kolay değil. Mandela demişti ki ‘Ben sadece siyahlarla barış yapamam, beyazları da ikna etmem lazım’. Barışı tek başına Kürtler yapmayacak, Türkleri de ikna etmek gerek.”

‘Önce silahlar sussun’
“Barış bir toplumsal zihniyet birlikteliğidir” diye devam ediyor Mithat Sancar. Ne kadar doğru bir tanımlama. Öncelikle hep birlikte istemeliyiz barışı. Ancak bu da sorunu halletmeye yetmiyor. Tarafların nasıl bir barış istediği, “barış” dendiğinde ne anladığı da önemli. Barışın iki aşaması var: Birincisi silahların susması. İçinden geçmekte olduğumuz dönem bu. İkinci aşama ise silahlı çatışmaya yol açan sebeplerin ortadan kaldırılması. Bu ikinci aşama işte uzun soluklu bir süreç. Demokratik ve yasal düzenlemeler, eşitlikçi ve özgürlükçü bir yaklaşım gerektiriyor. Bu sürecin sanki Kürtlere bir ayrıcalık veriliyormuş gibi algılanması/sunulması da çok yanlış. Zira bu süreçten yüzümüzün akıyla çıkarsak, bütün Türkiye için demokratik, özgürlükçü ve eşitlikçi yeni bir hayat başlayacak demektir. Hedefimiz bu olmalıdır.

Yarın: Avrupa’daki Türkiyelilerin kaygıları

Milliyet, 23.05.2013


Bu bölümdeki diğer içerikler için tıklayınız.