Gündem

 Deniz Feneri Balyoz Harekat Planı
 Demokratik Açılım İrtica Eylem Planı
 Siyasi Gündem Ergenekon
 Ekonomik Gündem 

 Gündem > Siyasi Gündem > Selahattin Demirtaş: Demokrasi olmadan PKK dağdan inmez

Selahattin Demirtaş: Demokrasi olmadan PKK dağdan inmez

“PKK dağda bekleyecek. Demokratikleşme olmazsa, özgürlükler garantiye alınmazsa, PKK’yi dağdan kimse indiremez. Barış, silahın susması değildir. Barış, silahın konuşma ihtimalinin kalmamasıdır.”

“Kadın haklarında AKP ile uzlaşamayız. Biz özgürlükçüyüz. Anayasada, cinsiyet ve cinsel yönelim farkı olmaksızın herkesin eşit ve özgür olmasını öneriyoruz ve bu AKP’yi çıldırtıyor.”

“Sekiz bakanlıktan daha fazla bütçe alan ve sadece Sünnilere hizmet eden Diyanet İşleri Başkanlığı anayasal kurum olamaz. Din hizmetini devlet değil, cemaatler yürütsün. Bunun için çok direteceğiz biz.”

***

NEDEN SELAHATTİN DEMİRTAŞ

Medyada dürüst insanların susturulduğu, birçok medya mensubunun gazetecilikten vazgeçip çeşitli hesaplarla hükümet dalkavukluğunu seçtiği bir dönemde tarihî bir barış yapmaya hazırlanıyoruz. Asıl soru, böyle bir ortamda bu barış nasıl kalıcı olacak? AK Parti’nin “tek adam” düzeni öneren anayasa teklifleri kabul edilirse, bu ülke demokrasiden biraz daha uzaklaşacak. Demokrasiden uzaklaşarak barışı kalıcı kılmak mümkün mü? PKK’nın sınır dışına çıkması kalıcı barış için yeterli mi? BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş, barışı “tek adam” sisteminin maskesi hâline getirmek isteyenlerin maskesini indiren çok dürüst ve net açıklamalar yaptı. Demokrasi ve barış arasındaki kuvvetli ilişkiyi en çıplak hâliyle ortaya koydu. Selahattin Demirtaş’ın bu açıklamaları, bu toplumun uğruna büyük bedeller ödediği ve hasretini çektiği gerçek ve kalıcı bir barış için umutları çok arttırıyor.

***


-2-


BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’la yaptığımız ve dün birinci bölümünü yayımladığımız konuşmayı ufak bir hatırlatmayla sürdürüyoruz. Dünkü bölüm, Demirtaş’ın şu sözleriyle bitmişti. “
BDP eşbaşkanı olarak açık söyleyeyim. Anayasada özerk Kürdistan deseler, Kürtçe anadilde eğitim serbesttir diye açıkça yazsalar ve bunun karşılığında da anayasanın bir maddesinde baskıcı-otoriter bir başkanlık sistemi yazsalar, biz o anayasaya evet demeyiz... Tek adamın yönettiği bir ülkeye barış gelmez... Barışı sağlayacak olan yetkileri tek adamda toplamak değil, aksine yetkileri merkezden yerele doğru yaymaktır. Barış ancak böyle gelir. Barış, demokratikleşmeyle gelir!” Kaldığımız bu yerden devam ediyoruz.

***


NEŞE DÜZEL: Peki, Öcalan, başkanlık sistemini destekleyeceğinizi neden söyledi o zaman?

SELAHATTİN DEMİRTAŞ: Sayın Öcalan, “Destekleyeceğiz” demiyor. O, başkanlık sisteminin demokratik bir model olarak tartışılabileceğini söylüyor. “Baskıcı, otoriter bir başkanlık sistemini asla kabul etmeyiz. Ama denge ve denetim sistemini içeren bir Amerikan modeli olabilir” diyor. Zaten yargının ve yürütmenin bağımsız olduğu, kuvvetler ayrılığının sağlandığı bir başkanlık sistemine biz niye hayır diyelim ki? Biz, şu anki yönetim sisteminden de hiç memnun değiliz.


Demokrasi ve hukuk isteyen hiç kimse bugünkü parlamenter sistemden memnun değil. Çünkü Türkiye’de parlamenter sistem daima otoriter oldu, hiç demokratik olarak işlemedi. Öyle değil mi?

Çok doğru. Size basit bir örnek vereyim. Başbakan yurtdışından grup başkanvekiline telefon ediyor ve “Meclis, cuma günü de çalışsın” talimatını verebiliyor. Koskoca parlamento başbakanın bir telefonuyla cuma günü de çalışmak zorunda kalıyor. Ya da başbakan parlamentonun o gün çalışmasını istemiyorsa, “bugün çalışmanıza gerek yok” diyor ve sanki bir şirket müdürü gibi parlamentoyu tatil ediyor. Bunun adı parlamenter sistem olabilir mi? Alakası yok. Ama AKP’nin önerdiği başkanlık sistemi bugünkü parlamenter sistemden de daha kötü olur. Düşünün. Başkanın bir de parlamentoyu fesih yetkisi olacak. Ayrıca yüksek yargının üyelerini de başkan belirleyecek.


Bu süreçte başkanlık pazarlık konularından biri mi?

Başkanlık pazarlık konusu değil. AKP tipi başkanlık modeli bizim pazarlık konumuz olmayacak.


Başbakan Erdoğan Ege’de örgütüyle yaptığı basına kapalı toplantıda, anayasa için referanduma gidileceğini ve AK Parti’nin anayasayı referanduma götürmek için beş altı milletvekilinin oyuna ihtiyacı olduğu söylemiş. Sizce böyle bir şey mümkün mü?

Öyle bir şansları olamaz. AKP tek başına anayasa yapıp referanduma götüremez. Ama şunu da söyleyeyim. Bizim AKP’nin anayasa teklifine yaptığımız eleştirilerin alternatifi CHP ve MHP zihniyeti değil. Onlar AKP’den gerideler.


Yeni anayasada AKP’yle uzlaşamayacağınız konular sadece başkanlık sistemiyle mi ilgili?

Hayır. Kadın hakları konusunda da uzlaşamayız. Biz, kadın haklarında çok özgürlükçü bir yaklaşıma sahibiz. Kadının eşit yurttaş siyasi, sosyal, ekonomik, kültürel bütün alanlarda eşit olduğunu savunuyoruz biz. Hiçbir cinsiyet ve hatta cinsel yönelim farkı olmaksızın herkesin eşit temsil hakkını ve özgür olmasını savunan bir teklif sunuyoruz ve bu AKP’yi çıldırtıyor. Bir de bizim anayasa teklifimizde, her başlığın altında kadınlarla ilgili bir bölüm var.


Bu ne anlama geliyor?

Böylece her başlıkta, kadınların yıllardır birikmiş olan ezilmişliğini telafi edecek önermelerde bulunuyoruz. Ayrıca ifade özgürlüğü, gösteri ve örgütlenme hakkı, siyasi partiler kanunu, çevre ve sendikal haklar konularında da AKP ile bizim aramızda ciddi farklar var.


Anayasada asla olamaz dediğiniz maddeler neler?

“Türkçe dışında anadilde eğitim yapılamaz” diyen bir anayasayı asla kabul etmeyiz. Herkesi Türk olarak kabul eden bir maddeyi de kabul edemeyiz. Böyle bir şeyi kabul edersek onursuzluk yapmış oluruz. Herkesin Türk olmadığını Türkiye’de artık herkes biliyor. Yalan üzerine kurulu bir maddeyi evet oyuyla kabul etmemiz mümkün değil. Etnisiteyi, inancı ve kimliği teke indiren ve devleti bütün bunların üzerinde bir güç olarak tanımlayan bir zihniyeti, bir yaklaşımı ise hiçbir maddede kabul etmeyiz. Mesela...


Evet...

Mesela biz İslam’ın sadece Sünni hizmetine hizmet eden ve şu anda sekiz bakanlıktan daha fazla bütçe alan Diyanet İşleri Başkanlığı’nı anayasal bir kurum olarak kabul etmiyoruz.


Diyanet’in anayasadan çıkarılması sizin için olmazsa olmaz bir şart mı?

Bu bizim için çok hassas bir konu. Diyanet İşleri, kiliseden cemevine, bütün dinlere ve inançlara eşit hizmet eden bir koordinatör kurum olarak anayasada yer alabilir ancak. Artık bu ülkede dinî hizmetleri cemaatler kendileri yürütmeli. Diyanet, Türkiye’de çok önemli bir mesele.


Diyanet nasıl bir sorun sizce?

Bu ülkede etnik kimlik tartışması Kürt kimliğinin yarattığı görünürlükle çok öne çıkıyor ama bu toplumda aynı zamanda muazzam bir inanç gerilimi de var. Bu gerilimin en hassas noktası da Diyanet İşleri Başkanlığı! Biz bu konuda çok dayatacağız. Din hizmetlerinin devlet eliyle değil, toplumsal ve kültürel ağlar, cemaatler eliyle yürütülmesi için çok direteceğiz. Herkes kendi inancını kendisi örgütlesin. Devlet camiye niye imam atıyor ki? Cuma günü okunacak hutbeyi niye Diyanet belirliyor ki? Alevilik din midir, cemevi ibadethane midir, bunu belirlemek Diyanet İşleri Başkanı’nın görevi değildir.


Öcalan’ın Newroz mesajında Alevilerden hiç bahsetmeden bir bir “İslam birliği” vurgusu yaptı. Bu, Alevileri çok rahatsız etti. Öcalan’ın yaklaşımını nasıl açıklıyorsunuz?

Öcalan, “gelin İslam bayrağı altında birleşip, geleceğimizi bunun üzerinden planlayalım, yeni vizyonumuz bu olsun” demiyor ki! “Bin yıldır İslam bayrağı ve hukuku altında yaşadık. O hukukta katliam yoktur. İslam, katliamcı bir din değildir. İslam’da zorla asimilasyon yoktur. Ama siz İslam hukukuna uymadınız, o hukuku çiğnediniz ve bütün bunları yaptınız. Eğer bin yıllık kardeşliği yeniden kuracaksak, gelin bu defa, bütün mağdur etmiş olduğumuz kesimleri, büyük felaketi yaşamış kesimleri, burada Ermenileri kastediyor , kültürel soykırıma uğramış olan kesimleri, Alevileri kastediyor , bütün bunları da yanımıza alarak birlikte bir kardeşlik hukuku kuralım” diyor. Öcalan “geçmişte ne güzel yaptık, gelecekte de aynısını yapalım” demiyor ki.


Peki, sizin anayasanın hazırlanmasında genelde başka ne tür katkılarınız olacak?

Biz şu an parlamentoda, Türkiye tarihinin en ilerici anayasa teklifini sunan partiyiz. Çünkü bizim taslağı BDP tek başına hazırlamadı.


Kiminle hazırladı?

Bizim anayasa teklifimizdeki her konu başlığı ilgili çevrelerin doğrudan önerileriyle yapıldı. Örneğin engellilerle ilgili maddeyi engelliler derneği, kadınlarla ilgili maddeyi kadın örgütleri kendileri yazdılar. Dolayısıyla BDP’nin anayasa teklifi Türkiye’deki birçok çevrenin ortak teklifi oldu. Bir uzlaşma sağlanacaksa ana metin AKP’nin değil BDP’nin teklifidir. BDP’nin teklifini tartışmaya değer bulan bir yaklaşım görürsek AKP’yle uzlaşmaya çalışırız. Ama AKP’nin bugünkü zihniyetiyle tümden yeni bir anayasanın bu aşamada yapılması imkânsız tabii.


Anayasada tek adam rejimine karşı çıkmanız hâlinde, AKP barıştan vazgeçeceğini söylerse ne yapacaksınız?

Kendileri bilir. Biz mücadelemize devam ederiz.


Barıştan sonra Kürdistan’da nasıl bir yönetim olacak? Güçlendirilmiş yerel yönetim mi, özerklik mi, federasyon mu?

Bir defa bütün yetkilerin Ankara’da toplandığı katı bir merkezî yönetim, Türkiye’nin hiçbir yerinde olmamalı. AKP, yerel yönetimlerin yetkilerini arttırmak zorunda. Eğer Türkiye’de toplum ikna edilirse, ileride özerklik ve federasyona benzer modeller hayata geçirilebilir. Ama şu anda müzakere sürecinin bir pazarlık konusu değil bu.


AK Parti ile bir geçiş anayasası yapabileceğinizi söylediniz. Bu anayasada ne önereceksiniz?

Bütün Türkiye için bölgesel yönetimleri önereceğiz. Bir tür özerklik bu... Seçimle işbaşına gelen ve yetkileri merkezle paylaşan bölge meclisleri bu... Bu bölge meclislerinin içinden de bir tür bölge hükümeti olan bölge yürütmesi çıkıyor. Valinin yerini de seçimle gelen bölge başkanı alıyor. Biz, parlamentoya anayasa teklifimizi bu şekilde sunduk. Ulusal güvenlik, genel adalet ve savunma, genel bütçe planlama gibi hizmetlerin dışındaki eğitim, sağlık, kültür, turizm bütün hizmet ve yetkiler bu bölge meclislerine ait oluyor. Biz bu modeli barış sonrası için değil, barış için öneriyoruz.


Anlamadım...

Biz bu modeli, Türkiye’ye kalıcı bir barışın gelebilmesi için öneriyoruz. Çünkü barış, PKK’nin çekilmesi değildir. PKK, dağda bekleyecek. Barış, silahların susmuş olması hâli değildir. Barış, silahların bir daha konuşma ihtimalinin ortadan kalkmış olması hâlidir.


Bu nasıl sağlanabilir?

Bu ancak demokratikleşmeyle olur. PKK’nin tümüyle dağdan inmesiyle olur. Barış sürecinin içinin demokrasiyle doldurulmasıyla olur. Türkiye’de özgürlükler garanti altına alınmazsa, demokratikleşme sağlanmazsa, hiç kimse PKK’yi dağdan indiremez. Bunun bilinmesi lazım.


Şu andaki görüşmelerde neler konuşulduğunu Öcalan, Erdoğan ve Hakan Fidan’dan başka kimler biliyor?

Hükümet cephesinde kimler biliyor bilmiyorum ama Sayın Öcalan bize nelerin konuşulduğunu anlatıyor. Bunları tabii Kandil de biliyor.


PKK yöneticileri Türkiye’ye dönecek mi?

Dönmek isteyenler dönebilirler sürecin sonunda bence.


Karayılan hemen dönecekmiş gibi konuştu. Bunun için bir süreç konuşuldu mu?

Hayır. Onlar da hemen dönülebileceği şeklinde bir düşünce içinde değiller. Sürecin zorluklarının, bunun uzun ve meşakkatli bir yol olduğunun farkındalar.


Hasan Cemal’in bile susturulduğu bir baskı döneminden geçiyoruz. Bu baskıdan Kürtlerin etkilenmeyeceğine emin misiniz peki?

Hayır. Baskının, Hasan Cemal’e, Ahmet’e, Mehmet’e, Kürd’e, Türk’e yapılması arasında hiçbir fark yok. Baskı varsa bundan en fazla zararı gene Kürtler görür. Bu, her zaman böyledir. Hasan Cemal’e baskı varsa, Kürtlere de baskı olacaktır. Kabaca, ironik olarak formüle edersem... Hasan Cemal gibi bir isim baskı altındaysa, Türkiye’de Kürtler de özgür değildir. Şöyle yanlış formül var bu süreçte.


Nedir o yanlış?

Barışı desteklemekle AKP’yi desteklemeyi karıştıranlar var. En çok kafa karıştıranlar da bunlar. Mesela biz, AKP ile ittifak içinde bu barış sürecini yürütmüyoruz. Biz bu barış sürecini büyük bir mücadeleyle yürütüyoruz. Bizim CHP’den farkımız var.


Farkınız nedir?

CHP demokrasiye inanmıyor. Barışın nasıl geleceğini bilmiyor. Hem AKP’ye karşı mücadele edip hem de AKP ile barış sürecinin nasıl yürütüleceğini bilmiyor CHP, barış sürecinin içine girerse politikasız kalacağını düşünüyor. O yüzden de AKP karşıtı en ucuz politikaları yürütüyor CHP.
 

Neşe Düzel, Taraf

23.04.2013

Selahattin Demirtaş: PKK’nin çekilmesi barış değildir

Kamuoyu hükümete, demokrasi için acilen baskı yapmalı. Çekilme ile demokratikleşme eş zamanlı yürümeli. PKK geri çekilirken, bir yandan da demokratik reformlar yapılmalı.”

 


Kandil kaygılı. ‘Hükümetin barıştan anladığı, sadece bizim geri çekilmemiz ise, ciddi kriz çıkar. Barış, Kürt sorununun çözülmesidir. Türkiye’nin demokratikleşmesidir’ diyorlar.”

 


Barış sürecinin birinci aşamasının hazırlığı bu daha. Sonra ikinci aşama olan Türkiye’nin demokratikleşmesi var. Ancak ondan sonra üçüncü aşamada PKK silahı ve dağı bırakacak.”

 

***


NEDEN SELAHATTİN DEMİRTAŞ


Medyada dürüst insanların susturulduğu, birçok medya mensubunun gazetecilikten vazgeçip çeşitli hesaplarla hükümet dalkavukluğunu seçtiği bir dönemde tarihî bir barış yapmaya hazırlanıyoruz. Asıl soru, böyle bir ortamda bu barış nasıl kalıcı olacak? AK Parti’nin “tek adam” düzeni öneren anayasa teklifleri kabul edilirse, bu ülke demokrasiden biraz daha uzaklaşacak. Demokrasiden uzaklaşarak barışı kalıcı kılmak mümkün mü? PKK’nın sınır dışına çıkması kalıcı barış için yeterli mi? BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş, barışı “tek adam” sisteminin maskesi hâline getirmek isteyenlerin maskesini indiren çok dürüst ve net açıklamalar yaptı. Demokrasi ve barış arasındaki kuvvetli ilişkiyi en çıplak hâliyle ortaya koydu. Selahattin Demirtaş’ın bu açıklamaları, bu toplumun uğruna büyük bedeller ödediği ve hasretini çektiği gerçek ve kalıcı bir barış için umutları çok arttırıyor.

***


NEŞE DÜZEL: Galiba bu sefer barış yapmayı başaracağız. Çok umutlu bir beklenti var toplumda. Artık buradan geri dönüş olmaz duygusu hâkim. Siz barışın sürecinin üç aşaması olduğunu söylediniz. İlk aşama PKK’nın geri çekilmesi. Kandil bu konuda bir açıklama yapacak. Bu açıklamanın ne zaman yapılacağını tahmin ediyorsunuz?

SELAHATTİN DEMİRTAŞ: Çekilme kararını KCK yetkilileri alacaklar ve bugünlerde açıklayacaklar. Eğer çekilmeye karar vermişlerse, bu kararı, çekilme takvimiyle birlikte duyuracaklar. PKK’nin çekilmeyi ne zaman başlatacağını ve ne zaman tam çekilmiş olacağını biz açıklamayla birlikte öğreneceğiz. Böylece barış sürecinin birinci aşaması başlamış olacak.


Üç aşamadan oluşan barış sürecinin birinci aşaması başlamadı mı daha?

Hayır başlamadı. PKK sadece ateşkes ilan etti. PKK; “Ben geri çekilme kararı verdim ve başlattım” cümlesini henüz kurmadı. Birinci aşamanın başlaması için PKK’nin geri çekilmesinin başlaması gerekiyor. Şu anda birinci aşamanın hazırlıkları sürüyor. Bizim İmralı ve Kandil ziyaretlerimiz, iletilen mektuplar, Meclis’te kurulan komisyonlar, âkil adam heyetleri hep birinci aşamanın hazırlıklarıydı.


PKK çekilmeye hazır mı peki?

Kandil’e gidişlerimizde gördük ki pek çok kaygıları var. Çünkü 1999’da ateşkes ilan edilmiş olmasına rağmen 500’den fazla PKK gerillası geri çekilme sırasında öldürülmüş. Ayrıca güvensizlikleri de var.


Kandil hangi konuda güvensiz?

“1999’da biz çekildikten sonra Türkiye’de Kürt sorunu tartışılmaz hâle geldi. Konuyu kapattılar. Terörü bitirdik, dediler. Oysa o beş yıllık dönemde Kürt sorununun demokrasiyle çözülmesi fırsatı doğmuştu. O beş yılın hükümetleri, demokrasi için adım atsalardı, PKK Türkiye’ye tekrar dönmek zorunda kalmazdı. Bu dönem de öyle olabilir. AK Parti, ‘tamam geri çekildiler, Kürt sorunu çözüldü’ derse, bu çok daha büyük bir savaşa yol açar. Sonunda süreç 1999’daki gibi gene heba edilir” diyorlar.


Peki, ne istiyorlar?

Çekilmişken sorun demokrasiyle çözülsün istiyorlar. Çok daha büyük bir savaş yapmak istemiyorlar. Kısacası Kandil, bu sürecin içi demokrasiyle doldurulmaz diye kaygılı. “Bizim geri çekilmemizin adı barış değil” diyorlar.


Kandil’e göre “barış” nedir?

Kandil şunu söylüyor. “Barış, PKK’nin geri çekilmesi değildir. Barış, Kürt sorunun çözülmesidir. Yani Türkiye’nin demokratikleşmesidir. Biz, buna barış diyoruz, Eğer hükümetin barıştan anladığı, sadece bizim geri çekilmemiz ise bu ciddi bir kriz yaratacak ” diyorlar. Kısacası...


Evet...

Kısacası, AKP’nin bu süreci heba edeceği ve demokratik siyaset kanallarını açmayacağı konusunda kaygıları var Kandil’in. “Eğer üzerimizde bir baskı oluşursa biz yeniden Türkiye’ye silahlı bir şekilde dönmek zorunda kalabiliriz. Durumu daha da kötüleştirebilir bu” diyorlar.


PKK’nın silahlı mı silahsız mı çekileceği önemli bir mesele hâline geldi. Bu nasıl çözümlenecek?

Bu bir mesele değil. Zaten bu tartışma, Sayın Başbakan’ın bir televizyon programında hiç hesapta olmayan bir cümleyi kurmasıyla başladı. “Silahları gömün, mağaralara bırakın ve öyle gidin” dedi. Oysa bunu bilmek teknik olarak mümkün değil ki! Şu anda devlet PKK’lilerin nerede olduğunu ve geçiş yollarını bilmiyor. Bilselerdi zaten bugüne dek hepsini öldürürlerdi. Nerede olduğunu bilmediğiniz ve çıkarken de göremeyeceğiniz ve bulamayacağınız kişilerin silahlarını bırakıp bırakmadıklarını nereden bileceksiniz devlet olarak? Ama asıl mesele şu.


Silah konusunda asıl mesele nedir?

PKK’nin silah bırakması, barış sürecinin “silahsızlanma ve normalleşme” denilen son aşamasında olacak. Düşünün ki... Biz barış sürecinin daha birinci aşamasının hazırlığındayız. Birinci aşamadan sonra, Türkiye’nin demokratikleşmesi denilen ikinci aşama var. Bu aşamada yasal reformlar ve anayasal değişiklikler yapılacak. Ancak ondan sonra PKK, silahını bırakacak ve dağdan inecek.


Her aşamanın kendi içinde sorunları olduğu anlaşılıyor. Bu sorunlar her seferinde Öcalan’la mı çözülecek yoksa bazı konularda Kandil’le de doğrudan görüşmeler yapılacak mı?

Öyle gözüküyor ki her seferinde Öcalan’la görüşülecek. Devlet ile Kandil arasında doğrudan temasın olacağını sanmıyorum. Nitekim şu anda devlet, Kandil’le doğrudan görüşmüyor. Kandil de devletle doğrudan görüşmeyi kabul etmiyor. Kandil, kendileriyle görüşmek isteyen devlet heyetine daha önce de şunu söyledi zaten. “Siz Öcalan’la görüşüyorsunuz. Görüşmeye devam edin. Onun görüşmeleri bizi bağlar” dedi.


Mektuplaşma sürecek demek mi bu?

Bu iş hep mektupla gitmeyecek. Mektup, işi yavaşlatıyor, ağırlaştırıyor. Kandil ile İmralı arasında doğrudan temasların olması lazım. Madem bu insanları dağdan indireceksiniz... Madem bu insanlar geri çekilmişler ve silahlarını bırakacaklar... O zaman Kandil’den bir heyet gelecek ve önderleriyle İmralı’da görüşecek. Devlet de bunu sağlayacak. Örgüt yöneticilerinin Öcalan’la doğrudan toplantı yaparak karar almaları çok önemlidir.


Siz Kandil’e gittiniz. Kandil’de hava nasıl? Kamuoyundaki memnuniyeti Kandil’de de gördünüz mü?

Kandil’e ilk gidişimizde kaygılar daha fazlaydı. Zaman içinde hem Öcalan’ın yazdığı mektuplar, hem bizim Ada’ya gidiş gelişlerimiz, hem de kamuoyunun süreci sahiplenme düzeyi, Kandil’de bazı kaygıların giderilmesini sağladı. Türkiye’nin batısında sürece desteğin artmış olmasını bugün Kandil’dekiler de görüyorlar ve bu destek onları cesaretlendiriyor.


Bugüne kadar çok barış girişimi oldu ama hiçbiri bugünkü kadar etkili olmadı. Daha önce çeşitli aksaklıklarla karşılaştık. Bu kez Öcalan daha etkili bir şekilde çıktı sahneye. Bu sefer Öcalan’ı bu kadar güçlü kılan neydi?

Biliyor musunuz? Aslında bu dokuzuncu çözüm denemesi. Daha önce sekiz defa ateşkes ilan edildi. İşte bu sekiz başarısız deneme, dokuzuncu çözüm denemesinin daha hazırlıklı olmasına ve aynı hataların yapılmayarak sürecin başlamasına vesile oldu. Ayrıca bölgedeki gelişmeler de bu dokuzuncu denemenin güçlü başlamasında etkili oldu. Kabul etmek gerekir ki Suriye’deki savaş, Türkiye toplumunu derinden kaygılandırıyor.


Sizi yanlış mı anladım? Suriye’deki iç savaş, bir bakıma Türkiye’ye iç barış mı getiriyor?

Suriye’deki Türkiye’deki süreci etkiliyor. Türkiye’de insanlar, “Kürt sorunu çözülmez ve savaş durmaz ve daha da tırmanırsa Türkiye Suriye’ye dönebilir” diye, Türkiye’nin Suriyeleşmesinden kaygı duyuyorlar. Çünkü çokkültürlülük açısından Türkiye’nin içi de Suriye’nin içine çok benziyor. Etnik ve dinî kimlikler açısından orada ne varsa, burada da aynısı var. Biliyorsunuz, bugün Suriye’de muazzam bir karmaşa ve iç savaş var. Savaş, bu kadar yakın bir tehlike olarak önümüzde duruyorken, tabii ki Türkiye’de toplum barış sürecini ve Öcalan’ın çağrısını güçlü bir şekilde sahiplendi. Ayrıca Sayın Öcalan çok doğru bir zamanlama yaptı.


Doğru zamanlama nedir?

Barış çağrısını PKK’nin ateşkese ihtiyacı olduğu zayıf bir dönemde değil, tam da eylemlere başlayacağı baharda yaptı. Böylece barış konusunda ne kadar samimi ve ciddi olduğunu gösterdi.


Bu aşamada artık bir Silvan olayıyla karşılaşmayacağımıza herkes emin. Daha önce olmayan bu güven duygusu nasıl gerçekleşti peki?

Geçmiştekinden farklı olarak işin açık yürütülmesi, süreci geri dönülemez bir yola soktu. Çünkü süreç kamuoyuna mal oldu. Şu anda artık haklı ve meşru gerekçesi olmadan süreci bozan taraf, tarihî vebal altında kalır. Kısacası şimdi iki taraf da demokratik bir basınç altında! Toplumun çözüm isteğinin yarattığı bir basınç bu! Birbirlerine güvenmeseler bile, iki taraf da halkın çözüme desteği nedeniyle çok dikkatli davranacak.


Barışın bugün en büyük iki aktörü Başbakan Tayyip Erdoğan ve Abdullah Öcalan. Öcalan barışı sağladıktan sonra gene hapiste mi kalacak?

Öcalan’ın hapiste tutulmasının nedeni Kürt sorununun çözülmemiş olması ve savaşın devam ediyor olmasıydı. Bu koşullar ortadan kalktığında belki cezaevi anlamsızlaşır. Öcalan’ı orada niye tutsunlar ki? Yeterince hapis yatmadı mı? On beş yıl yattı.


Öcalan’ın ne zaman serbest bırakılacağını düşünüyorsunuz?

Bu konu, günü geldiğinde size ve bize bağlı olmaksızın kamuoyunun gündemine taşınır. Bugünün konusu değil bunlar.


Siz yıllarca devletten üç istekte bulundunuz. Öcalan’ın tecridinin kalkması ve serbest bırakılması, anadilde eğitim ve özerklik. Öcalan’ın serbest bırakılması o günün konusu muydu?

Müzakere sürecinin bu aşamasının konusu değil bu. Onu kastediyorum. Şüphesiz ki bu isteklerimizden vazgeçmiş değiliz. Bugün çıkarılacağını bilsek elimizden geleni yaparız. Sürecin karakteri belirleyecek bunu.


Öcalan hapiste kalsa da barış sürer mi peki?

Öcalan, yüz yüze görüştüğümüzde bizim heyete, “bu hafta İmralı’nın kapılarını açsalar ve bana git deseler çıkmam buradan. Çünkü beni buraya Kürt sorunu nedeniyle koydular. Ben bir dava adamıyım. Siyasi nedenle buradayım. Siyasi davam çözülmeden benim buradan çıkmamın imkânı da, gereği de yok. Benim özgürlüğüm üzerinden kurgulanmış bir süreci tehlikeli bulurum. Cezaevi, bu sorun çözülürse anlamsızlaşır ve belki bir gün çıkarım buradan. Ama onun ötesinde benim özgürlüğümün öne çıkarılmasını ve özellikle tartışılmasını doğru bulmuyorum” dedi. Şu anda Öcalan’ın da bizim de tartıştığımız şey, Öcalan’ın geleceği değil.


Öcalan’la neyi tartışıyorsunuz?

Öcalan’la tartıştığımız şey, Kürtlerin ve Türkiye’deki demokrasinin geleceği. Önceliğimiz demokrasi! Demokrasi dışındaki hiçbir başlık bizim önceliğimiz değil. Şimdi sadece bunu tartışıyoruz.


Öcalan’ın durumu barış anlaşmasının bir parçası mı peki?

PKK militanlarının sınır dışında olması ve silahların susması, eğer Türkiye’de “barış” olarak algılanıyorsa... Öcalan’ın serbest bırakılması şartına bağlı değil bu. Yani, PKK’nin geri çekilme meselesi, Öcalan’ın serbest bırakılması şartına bağlı değil. Bakın, tekrar söyleyeyim. Geri çekilme, çatışmaların durması hâlidir. Biz, geri çekilmeyi barış olarak algılamıyoruz.


Sizce barış nedir?

Bizim barış dediğimiz, çatışma potansiyelinin tümden ortadan kalkması hâlidir. O da PKK’nin tümden silahları bıraktığı hâldir. Bunun için de sürecin demokratikleşme yolunda ilerlemesi gerekir. Hükümet, demokratikleşme konusunda adım atmak zorunda. Eğer PKK’ye, “sen geri çekil ve bana fırsat ver. Ben Türkiye’de demokratikleşme yapacağım” diyorsa... Ve, PKK de buna uyuyorsa... Şimdi adım atma sırası hükümettedir! Sürecin içini demokratikleşmeyle doldurmadığı takdirde, barışı tehlikeye atan hükümetin kendisi olacaktır. Demokratikleşme çoktan başlamalıydı ama hükümet ciddi bir adım atmıyor.


Hükümet niye adım atmıyor sizce?

Demokratikleşmenin başlaması için, sürecin ilk aşamasının bitmesini beklemeye gerek yok ki. Aksine, geri çekilme ile demokratikleşme eş zamanlı yürümeli ve bir yandan çekilme olurken bir yandan da reformlar yapılmalı. Çünkü özgürlüklerin genişletilmesi için vakit yok! Seçimler yaklaşıyor. Kamuoyu geri çekilme konusunda PKK üzerinde nasıl baskı ve basınç oluşturuyorsa, aynı basıncı ve baskıyı demokratikleşmede adım atması için hükümete de yöneltmeli. Yoksa barış zora girer.


Çekilme ne zaman tamamlanır?

Tahminime göre sonbahar başına kadar tamamlanır. Martta yerel seçimler var. Dolayısıyla demokratikleşme için çok az zaman kalıyor.


Ne olacak peki?

Bir buçuk yıldır çalışan Anayasa Komisyonu’ndan bir sonuç çıkacağını düşünmüyorum. Tümden yeni bir anayasa yapmak ve AKP ile yeni bir anayasada uzlaşmak da bizim açımızdan kolay görünmüyor. Aslında AKP’nin B, C planları yok. Tek bir planı var, o da bizimle anlaşmak. Ortada başka bir seçenek yok. Çünkü CHP ve MHP ile anayasa konusunda uzlaşma şansı yok AKP’nin.


Siz, anayasa konusunda AKP ile hangi konularda anlaşabilirsiniz?

AKP’nin ve bizim anayasa tekliflerimizin tümüyle ortak bir uzlaşmaya çevrilmesi zor. Ama belki demokratikleşmenin önünü açabilecek bir “geçiş anayasası”nda uzlaşabiliriz. Mesela geçiş anayasasında, “vatandaşlık, anadilde eğitim, farklı kimlik ve kültürlerin tanınması” gibi maddelerde uzlaşabiliriz. Tümüyle yeni bir anayasayı gerçekleştirme şansı azaldı.


Niye?

Bu şans, hem süre hem de meşruiyet açısından artık çok azaldı. Bu yüzden geçiş anayasasını öneriyoruz biz. Bizim siyasi etiğimize göre, sadece iki parti tarafından yapılan “yeni anayasa”, Türkiye toplumuna haksızlık olur. Bu anayasanın siyasi meşruiyeti de güçlü olmaz.


AK Parti ile hangi şartlarda anayasa yapmayı kabul edersiniz?

Bir kere, AKP ile bütün maddelerde uzlaşıp, Türkiye’nin diğer kesimlerinin beklentilerini dikkate almayan bir anayasayı yapmayı doğru bulmayız biz. Eğer AKP, diğer kesimlerin de beklentilerini dikkate alan bir anayasa yapmayı kabul ederse ve onunla birlikte herkesi rahatlatan bir ortak anayasa yapabilirsek ve bu anayasaya da dışarıdan büyük destek alırsak sorun olmaz ama... AKP’nin dayatmasıyla ve BDP’nin de yedeklemesiyle yapılacak demokratik olmayan bir anayasaya biz payanda olmayız.


Anayasayla ilgili ne tür dayatmalar olabilir?

Başkanlık sistemi gibi... AKP’nin yeni anayasada yargıyla ilgili, başkanlık sistemiyle ilgili kendi önerileri var. Meclisi feshetme yetkisinin bir kişiye verildiği, yüksek yargıyı atama yetkisinin başkana tanındığı bir başkanlık sistemine biz demokratik bir yönetim diyemeyiz. Biz AKP usulü başkanlık sistemini asla kabul etmeyiz.


Niye?

Çünkü AKP, Amerika’daki gibi ya da dünyada diğer demokratik ülkelerdeki gibi bir başkanlık sistemi önermiyor. O, başkan sistemi öneriyor. Eğer barış sürecinin ilerlemesinin bir şartı olarak BDP’nin önüne bunlar dayatma olarak çıkarsa, biz bu tür tavizleri vermeyiz. Bunun adı “barış” olmaz zaten.


AK Parti, anayasada başkanlık sistemini getirmek istiyor ama Öcalan da bu başkanlığı destekleyeceğinizi söyledi. Barışla başkanlık arasında nasıl bir bağ var?

Hiçbir şekilde bir bağ yok. Barışın şartı başkanlık değildir ve böyle bir şey olamaz. BDP eşbaşkanı olarak açık söyleyeyim. Anayasada özerk Kürdistan deseler, Kürtçe anadilde eğitim serbesttir diye açıkça yazsalar ve bunun karşılığında da anayasanın bir maddesinde baskıcı-otoriter bir başkanlık sistemi yazsalar, biz o anayasaya evet demeyiz. Daha nasıl açık söyleyeyim ki! Tek adamın yönettiği bir ülkeye barış gelmez. Dünyada tek adam sisteminin olduğu hangi ülkeye barış gelmiş ki? Esad’ın bir sürü yetkisi var. Ülkesinde barışı sağlayabiliyor mu? Barışı sağlayacak olan yetkileri tek adamda toplamak değil, aksine yetkileri merkezden yerele doğru yaymaktır. Barış ancak böyle gelir. Barış, demokratikleşmeyle gelir.

 

YARIN:


» Öcalan başkanlık sistemini destekliyor mu?

» Başkanlık, pazarlık konusu mu?

» BDP, hangi konularda AK Parti ile uzlaşmayacak?

» Kürdistan’da nasıl bir yönetim olacak?

Neşe Düzel, Taraf

22.04.2013


Bu bölümdeki diğer içerikler için tıklayınız.