Gündem

 Deniz Feneri Balyoz Harekat Planı
 Demokratik Açılım İrtica Eylem Planı
 Siyasi Gündem Ergenekon
 Ekonomik Gündem 

 Gündem > Siyasi Gündem > Kürtler başkanlık sistemini destekler

Kürtler başkanlık sistemini destekler

Kürt aydını Enver Sezgin’e göre, Öcalan razı olursa başkanlığı Kürtler destekleyecek

Öcalan “ben özerklikten vaç geçtim” dedi mi? Demedi. Dediği takdirde “vazgeçti” diyebiliriz. Sadece erteledi. Devletle yaptığı pazarlıkta, bu fikri şimdi öne çıkarmama mutabakatına vardı

BDP’ye oy veren Kürtler arasında, “başkanlık sistemini istemeyelim” diye bir tartışma yok. Tam tersi, başkanlık konuşulabilir görüşü var. Öcalan razı olursa, Kürtler başkanlığı destekler

İki kişi çok büyük risk aldı: Erdoğan ve Öcalan. İkisi de istikbalini bu sürece bağladı. Başarısız olursa Erdoğan’ı Yüce Divan’a bile götürmek isteyecekler. Öcalan’ın ise liderliği tartışılacak



 

NEDEN ENVER SEZGİN

Yakın tarihimizin en ümit verici günlerini yaşıyoruz. Binlerce insanın ölümüne neden olan savaş sonuna gelmiş gözüküyor. Büyük bir sevinç ve heyecan var. Tarihimizde hiç alışık olmadığımız yollar ve yöntemler deniyoruz. Bugüne dek kendi vatandaşına dair her sorunu baskı ve şiddet yoluyla çözmeyi deneyen devlet, ilk kez bir toplumsal sorunu barış masasında siyaset yoluyla çözmeye çalışıyor. Siyasi çözümün yolu, her şeyi açıkça konuşmak, tartışmak ve akla gelen her soruyu özgürce sormaktır. Sorulan sorular ve aranan gerçekler yüzünden baskı görmemektir. Kalıcı bir toplumsal barışa ancak böyle bir özgürlük ortamında ileri demokrasiyle varılabilir. Bakalım barış sürecinin içi demokrasiyle dolacak mı? Yoksa başkanlık sistemi arayışı demokrasiyi ve kalıcı barışı engelleyecek mi? Bu ülkede eksikli demokrasi gene sürecek mi? Bu soruları ve barışa giden yolda karşılaşacaklarımızı önde gelen Kürt aydınlarından ve Yeni Anayasa Platformu’nun kurucularından yazar Enver Sezgin’le konuştuk.



 

Öcalan özerklikten vazgeçmedi


Tarihimizin en olağanüstü günlerinden birini yaşadık Newroz’da... Abdullah Öcalan’ın barış mesajı bir milyon insanın önünde okundu. Bundan sonra barıştan dönülebilir mi?

Dönülemez. Çünkü bu dönemin en büyük özelliği şu: Halkın barış ve çözüm sürecine desteği çok güçlü. Eğer halkın büyük desteği olmasaydı...


Ne olurdu?

Barıştan dönülebilirdi ama bundan sonra barıştan dönülmesini halk engelleyecek. Halk, otuz yıllık savaşın getirdiği tecrübeler sonucunda, “artık barışın zamanıdır; başka çare yok” kararına vardı. Bugün iki halk da artık savaş yorgunu. İki halk da barış istiyor.


Neye dayanarak söylüyorsunuz bunu?

Biz 2010’da Sivil Anayasa Platformu’nu kurduk. Bir buçuk yıl boyunca Türkiye’yi köyler, kasabalar dâhil dolaşıp 23 ilde 32 toplantı yaptık. Her görüşten, dinden ve kökenden on bine yakın vatandaşla günlerce yüz yüze konuştuk. Kürt meselesinin çözümünü ve yeni anayasayı tartıştık. Bütün bu konuşmaları, binlerce talebi kitap hâline getirip Meclis’e ve siyasi partilere sunduk.


On bin çok yüksek bir rakam. Vatandaşla tartışmalardan sonuç olarak ne çıktı?

İnsanlar, Kürt meselesinin barışçı yoldan anayasa ve yasal değişikliklerle eşitlik içinde çözülmesini istedi.


Peki, şimdi başlayan süreçte barışa hangi aşamalardan geçerek ulaşacağız?

Birinci adım, silahların susmasıdır. İkinci adım, PKK güçlerinin sınır dışına çıkmasıdır. Üçüncü adım, silahların bırakılmasıdır. Ama silahların gömülmesi o kadar kolay değil.


Niye kolay değil?

Çünkü PKK dağa savaşmak ve bazı haklar elde etmek için çıktı. Nitekim Karayılan son açıklamasında, “Biz savaşa da, barışa da hazırız. Bundan sonra savaşırsak daha modern yöntemlerle savaşacağız. Çünkü biz örgüt ve taktik olarak bir üst aşamadayız. Ortadoğu’nun şu anki koşulları savaşmamıza elverişli” diyor.


Murat Karayılan ne demek istiyor?

Suriye ve Irak’taki son gelişmelerle PKK’nin manevra alanları arttı. PKK’nin gücü ve taraftarları arttı. On yıl öncesine göre PKK’yi destekleyenlerin sayısı çok daha fazla bugün. PKK’nin tabanını oluşturan Kürtler savaştan yoruldular, PKK ile devletin oturup barış yapmasını istiyorlar ama... Devlet PKK ile barış yapmadığı sürece de PKK’den desteklerini çekmiyorlar. Bu yüzden barış sürecinin bir plana göre yapılması lazım.


Sizce bir barış planı yok mu?

Bilmiyoruz. Eğer bir plan varsa, bu plan nedir kimse bilmiyor. Sadece Öcalan, Başbakan ve etrafındaki birkaç kişi biliyor. Kandil bilmiyor mu barış planını? Karayılan’ın açıklamalarından bilmediği anlaşılıyor. Karayılan sadece şunu söylüyor. “Önderliğe güveniyoruz” diyor. Eğer bir barış planı varsa, bunu sadece tarafların değil halkın da bilmesi gerekir. Marx’ın ünlü bir sözü vardır. “Anlatılan senin hikâyendir” der. Planın aşamaları ve görüşmeler mümkün olduğunca açık olmalı. Kürt meselesinin çözülmesi için hangi adımların atılması gerektiğini toplum tartışmalı. PKK, silahları ne karşılığında bırakıyor, toplum bilmeli. Üstelik Öcalan’ın Newroz mesajından sonra pek çok şeyi gizlemenin de imkânı yok artık.


Niye yok?

Çünkü Öcalan mesajında şunu demeye getiriyor. “Biz çekilme konusunda devletle anlaştık. Mücadeleyi bırakmak değil, yeni bir aşamaya geçmektir bu. Bu yeni aşama da demokratik siyasettir. Bu aşamada birtakım adımlar atılacak.” Nitekim Öcalan, İmralı tutanaklarında da, “Kürt meselesi anayasa meselesidir” diye açıkça söylüyor. Demek ki barışın aşamalarından biri anayasa! Peki, biz bu anayasayı nasıl yapacağız?


Nasıl yapacağız?

İşte bu bilinmiyor. Kürtleri yok sayan, Türkiye’de doğan herkesi Türk varsayan 1982 Anayasasıyla Kürt meselesi çözülmeyeceğine göre, biz yeni anayasayı nasıl yapacağız? Anadilde eğitimin önünü nasıl açacağız? Bakın... Newroz’un sloganı neydi? Kürtlere statüydü! Yeni anayasada Kürtlere statüyü nereye oturtacağız? Türkiye’de idari yapıyı değiştirmeden, ademi merkeziyetçiliği getirmeden, yani yeni bir anayasa yapmadan Kürt meselesi çözülemez ki!


Anayasa konusuna geleceğim. Önce izninizle şunu sorayım. Öcalan’ın barış mesajının okunmasıyla birlikte Türkiye’de birçok şey değişti. Birincisi Öcalan’ın konumu değişti bizzat. Bundan sonra artık Öcalan siyasi bir lider olarak siyaset sahnesinde rol alacak herhalde. Öcalan’ın bu yeni konumu siyaseti nasıl etkileyecek?

Devlet uzun yıllar Öcalan’ı, “bebek katili” olarak ilan etti. Şimdi devlet, ona yeni bir imaj vermek zorunda. Nitekim hükümet, Öcalan’ın “bebek katili” imajını büyük ölçüde değiştirdi. Çünkü “bebek katiliyle” masaya oturamazdı. Zaten Erdoğan da Newroz mesajından sonra Öcalan’a ilk kez İmralı değil de, Öcalan diye hitap etti.


Öcalan’ın bugün yeni imajı nedir?

Yeni imajı, “barış isteyen siyasi bir kişilik”tir. Şimdi hükümet, bu siyasi kişiliği Türk halkına da kabul ettirmek için çaba sarf ediyor. Newroz’da yaptığı konuşma, tam da buna hizmet eden bir konuşmadır. Öcalan “bebek katili” olmaktan çıkıyor ve meydanlara seslenen siyasi bir figür oluyor. Aslında Newroz’da yayınlana o mesajı milyonlarca insan gözlerinin önüne Öcalan’ı getirerek televizyonlardan canlı olarak dinlediler. Bu şu anlama geliyor. Yarın Öcalan aracı olmadan da halka canlı seslenebilir. Çünkü Öcalan artık barış isteyen yasal bir siyasetçi olarak daha da aktifleşecek ve görünür hale gelecek.


Barışın iki büyük aktörü var. Biri Erdoğan, diğeri Öcalan. Bu iki liderden biri başbakan, diğeri mahkûm... Bu şartlarda Öcalan’ın mahkûmiyeti daha fazla sürebilir mi?

Süremez. Hem kendi ellerinizle Öcalan’ı siyaset sahnesine çekiyorsunuz. Onunla masaya oturup büyük bir barış anlaşması yapmak istiyorsunuz hem de ona, “sen ömür boyu cezaevinde kalacaksın” diyorsunuz. Bu ikisi birarada olamaz. Barış olacaksa Öcalan cezaevinde kalamaz. Nitekim İmralı’da BDP heyetine, “Bu süreç başarıyla tamamlanırsa hepimiz özgür olacağız” dedi. Ayrıca şimiden Öcalan, daha hapisteyken barış isteyen çok önemli yasal bir siyasetçi hâline geldi. Yasa dışı bir örgütün lideri olarak mahkûm ama Türkiye’deki yasal siyasetin bir parçası oldu.


Öcalan ev hapsine mi çıkarılacak?

Bu bir ihtimal. Öcalan’ın yeni rolüyle cezaevinde kalması çelişiyor artık. Ev hapsine çıkmasa bile daha görünür hâle gelecek. Siyasi açıklamaları yayınlanacak. Belki gazeteciler gidip onunla röportajlar yapacak. Bunlar belki televizyondan naklen yayınlanacak. Barış süreci kesilmezse, biz Öcalan’ı evlerimizin içinde görebiliriz. Öcalan kendi kitlesi bakımından zaten meşrudu. Şimdi Türk toplumu ve Türkiye siyaseti için de meşru bir lider, meşru bir siyasetçi oldu.


PKK, Öcalan’ın talimatı dışına çıkabilir mi?

Çıkamaz. Nitekim 1999’daki sınır dışına çekilmede de, son ölüm oruçları sırasında da çıkamadı. Şimdi hiç çıkamaz. Bunun farkında oldukları için bugünkü sürece razı ve tabi olurlar. Çünkü örgütü Öcalan kurdu. Örgütün bütün kodlarını bilir. PKK’nin nerede nasıl tepki göstereceğini bilir. İkincisi, Öcalan’ın şehirlerdeki Kürt halkı içinde büyük desteği var. Bu destek onu örgüt karşısında birkaç misli daha güçlü yapıyor. Zaten Newroz kutlamaları da halkın Öcalan’a olan çok büyük desteğini gösterdi. Öcalan’a karşı çıkan, örgütten ve siyasetten silinir.


Öcalan mesajında Kürdistan dedi ama Kürdistan’ın bağımsızlığı fikrinden artık vazgeçildiğini de ima etti. Kürdistan’ın siyasi konumu ne olacak?

Öcalan, epeydir ayrı bir devlet fikrinden vazgeçti. O, Türkiye, İran, Irak ve Suriye’deki Kürtler arasında kültürel, sosyal, ekonomik birliktelikten söz ediyor. Türkiye’de ise demokratik özerkliği savunuyor.


Mesajında özerklik yoktu ama...

Öcalan, demokratik özerklikten vazgeçmedi. Sadece erteledi. Devletle yaptığı pazarlık sonucunda bu fikri bugün için öne çıkarmama mutabakatına vardı. Çünkü Öcalan hiçbir zaman “ben özerklikten vazgeçtim” demedi. Dedi mi? Öcalan “özerklikten vazgeçtim” dediği takdirde vazgeçti diyeceğiz.


Peki, bölgede bir federasyon kurulur mu?

Bu konuda farklı senaryolar var. Mesela Irak parçalanırsa, oradaki Kürdistan federe yapısının Türkiye ile birleşmesi senaryosu var. Irak Kürdistanı birleştiği zaman Türkiye federasyon olur tabii. Aslında federasyon, özerklik, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi hep biçimsel meselelerdir. Asıl mesele şudur. Türkiye’deki ulus-devletin merkeziyetçi idari yapısıyla Kürt meselesi çözülemez. Kürt meselesinin çözülebilmesi için ademi merkeziyetçi bir idari yapının getirilmesi ve insanların karar alma süreçlerine katılarak kendi kendilerini yönetmeleri şart.


Peki, bu süreçte PKK’nın ve liderlerinin siyasi konumu ne olacak? PKK liderleri siyasete katılacak mı?

Katılacak. PKK’nin Irak’a çekilmesi ne anlama geliyor? Türkiye’de bir çatışmanın ve provokasyonun olmaması anlamına geliyor. O zaman toplum rahatlayacak ve biz o süreçte Cemil Bayık’ı da, Karayılan’ı da rahat bir ortamda konuşacağız. Öcalan‘ı serbest bırakacaksak, Karayılan’ı, Bayık’ı neden Türkiye dışında tutalım ki? Onlar da birer siyasetçi hâline gelecekler ve gelmelidirler.


PKK, devlet tarafından resmen kabul edilip muhatap alınarak, kendi açısından büyük bir başarı da sağlamış oldu. Bu başarının siyasi sonuçları ne olacak?

Her şeyden önce Türkiye siyaseti demokratikleşecek. Her şey konuşulur hâle gelecek. Bugüne dek atılmamış adımlar rahatlıkla atılacak. Mesela Kürt siyasetini engelleyen seçim barajı düşürülecek. Ayrıca bu süreçte sertlik ve savaş yanlıları büyük güç kaybedecekler. Siyasetlerini yenilemezlerse yok olacaklar. Bir de bu süreçte sosyal adalet, kadın hakları gibi Türkiye’nin bugüne dek bastırılan diğer sorunları artık öne çıkacak.


Bundan sonraki aşamalarda bir Öcalan- Erdoğan ittifakını mı izleyeceğiz peki?

Evet. Erdoğan’la Öcalan son genel seçimlerde seçim yarışına girmişlerdi. Şimdi ise hem ittifak kurdular hem de yarış içindeler. Önümüzdeki günlerde Başbakan Diyarbakır’a gidecekmiş. Herhalde sadece süreci anlatmak için gitmiyor. Diyarbakır halkıyla da barışmak istiyor. Çünkü milliyetçi söylemlerinden ötürü geçen yıl gerginlikler yaşandı. Bakın... Bu dönemde iki kişi çok büyük risk aldı. Bunlar Erdoğan ve Öcalan. İkisi de siyasi istikballerini bu sürece bağladılar. Başarısız olursa Erdoğan’ı Yüce Divan’a bile götürmek isteyecekler. Öcalan’ın ise liderliği tartışılacak. Bugün bu ikisi barış konusunda müttefikler. Yarın ise siyasette yarışacaklar.


PKK’nın, Öcalan’ın talimatları yönünde sınır dışına çekileceği anlaşıldı. Bu barışı kalıcı kılmak için nasıl bir anayasa yapılacak?

Otuz yıllık savaş, üç kişinin ortak kararıyla barışa dönüşemez. Bu yüzden sadece PKK güçlerinin sınır dışına çekilmesi ve hatta silahların bırakılması barış için çok önemli adımlar ama yeterli değil. Çünkü toplumsal bir barıştan söz ediyoruz. Toplumsal barış için gerçek bir eşitliğin sağlanması gerekiyor. Bu da, yasaların değişmesini ve yeni anayasayı gerektiriyor. Hapishanelerde siyasi düşüncelerinden ötürü kimsenin kalmaması gerekiyor. Bu ülkede Kürt meselesi...


Evet...

Ancak Türkiye demokratikleştikçe çözülür. Barış ancak o zaman kalıcı olur. Ama şu var. Meclis Anayasa Uzlaşma Komisyonu’ndan Kürt sorununu çözecek bir anayasa çıkmaz. Çünkü orada yeni bir anayasa hazırlanmıyor.


Bir buçuk yıldır ne hazırlanıyor peki?

Sadece 1982 Anayasası üzerinde tadilat yapılıyor. 1982 Anayasasının ruhu, başlangıç bölümleri ve değişmez maddeleri kalıyor. Bunlar kaldıkça Türk-Kürt eşit olmaz. Dolayısıyla Kürt meselesi çözülemez. Geçenlerde AK Parti’nin Anayasa Komisyonu üyelerinden biriyle görüştük. “Anayasa’nın ilk üç maddesi bizim kırmızı çizgilerimizdir” diyen CHP ve MHP’li üyelere, AK Partili üyeler, “biz de size katılıyoruz” demişler. Bu, yeni bir anayasa demek değildir.


Peki, ne olacak? Barış süreci kesilecek mi?

Anayasa meselesi çözülmezse Kürt meselesi de çözülmez ve barış süreci yarıda kalır. Barış sürecinin sürmesi, yasalarda ve Anayasa’da vatandaşlık tanımı, anadilde eğitim ve yerinden yönetim gibi temel değişikliklerin yapılmasına bağlı. Erdoğan barış süreciyle büyük risk aldı. Öyle görünüyor ki, süreç derinleştikçe AK Parti ile BDP barışı sağlayacak anayasa konusunda ittifak kuracaklar. Bu temel değişiklikleri birlikte yapıp referanduma sunacaklar. Başka bir yol gözükmüyor. Nitekim Öcalan da, “Anayasa BDP’nin işi” dedi. Öcalan, anayasayla ilgili görüşlerini BDP’ye zaten söylemiştir.


Kürtler yeni Türkiye’nin “kurucu ortağı” mı oluyor?

. Devletin demokratikleştirilmesi, Türkiye’deki herkesin devletin yönetimine katılmasıdır Sadece Türkler ve Kürtler kurucu ortak olarak devletin yönetimine katılırsa ve diğerleri dışarıda kalırsa belki Kürt meselesi çözülür ama Türkiye’nin demokrasi meselesi çözülmez. Bu durumda Kürtler yeni sorunlarla yaşamaya devam ederler.


Demokratikleşme olmadan Kürt meselesi çözülürse ne olur?

Kürtlere sadece statü tanınmış olur ve Kürtlerin bölgesinde yeni bir otorite kurulur. 1924’ten sonra Türkiye’nin yaşadığı sorunları bu kez Kürtler kendi bölgelerinde yaşarlar. Farklı siyasetler ve fikirler özgürce yarışamadığı için bölgede adeta tek partili bir sisteme geçilir.


Öcalan’ın yönetiminde mi?

Evet. Çünkü Kürtlere statü tanımak, demokratikleşme demek değildir. Demokratikleşme olmazsa, iyi veya kötü niyetlerden bağımsız olarak orada otoriter bir yapı oluşur sonuçta. Kısacası, Kürtlere statü vermek, Kürt sorununu tam çözmez. Barış, demokrasi adımları atılmadan kalıcı olmaz.


Barış, demokrasinin yolunu açmaz mı?

Şiddet ortamından çıkılacağı için bu barış tabii ki demokratikleşmeye hizmet eder. Zira Kürt meselesi artık tümüyle siyasetin konusu hâline geliyor. Konuşmalar normalleşecek. Karşı olanlar da savunanlar da artık Kürt meselesini siyaseten tartışacaklar. “Ama askerlerimiz ölüyor” demeyecekler.


Öcalan, Erdoğan’ın başkanlığını destekleyeceklerini söylemişti. Öcalan’ın ve PKK’nın muhatap alınmasının karşılığı Erdoğan’ın başkanlığı mı olacak?

Bu, pazarlıklardan biridir. Öcalan, “Erdoğan’ın başkanlığını destekleyebiliriz” dedi. Kürt meselesinin çözümünü başkanlık sisteminin getirilmesine bağlamak yanlış.


Anayasa hazırlığı ne zaman bitecek?

AK Parti ve BDP’nin ittifakıyla bu yıl sonuna kadar barış sürecinin belli ölçüde ihtiyaçlarını karşılayan bir anayasa çıkar. Bu anayasada büyük ihtimalle başkanlık sistemi de olacak. Ama şu var. Biz 2015’teki genel seçimlerden sonra bu ülkede tekrar anayasa konuşuyor olacağız. Çünkü Türkiye toplumunun bütün renklerinin ihtiyacı olan ve toplumun aktif olarak katıldığı demokratik bir anayasa bu yıl yapılamayacak.


Kürtlere haklarını teslim eden, ama Erdoğan’ı tek adamlığa getiren bir başkanlığı da kabul eden bir anayasa hazırlanırsa, Kürtlerin tavrı ne olur?

Kürtlerin kafasında en çok barış var. Eğer Öcalan razı olursa Kürtler başkanlık sistemini destekler. Şu anda BDP’ye oy veren Kürtler arasında, “başkanlığı istemeyelim” diye bir tartışma yok. Aksine BDP Eşbaşkanı Demirtaş “başkanlık sistemini konuşabiliriz” diyor.


Öcalan ne zaman özgür kalır?

2015 genel seçiminden sonra serbest kalır.


Bu gelişmeler önümüzdeki üç seçimi nasıl etkiler sizce?

Barış, AK Parti’nin oyunu çok arttırır. Kürtlerden kaybettiği oyları geri alır. AK Parti’nin qyu, yüzde 50’nin altına düşmez. BDP’nin oyları da, soldaki Türklerle artar. Bu süreçte sertlik yanlıları ise oy kaybeder.


Öcalan ile Erdoğan barış için yaptıkları işbirliğini demokrasi için de yaparlar mı?

Bu konuda şüphelerim var. Ancak bu ülkede demokrasi isteyen herkes bu süreçte sıkı bir işbirliği içine girmeli. Çünkü hedef, Kürt sorununu çözmüş demokratik bir Türkiye olmalı...

 

Neşe Düzel, Taraf

25.03.2013

Barış, başkanlık olmadan da olur

Anayasa profesörü Özbudun: Barış ve başkanlık sistemi biraraya getirilmemeli 
 

Türkiye’nin hayati sorunu olan Kürt meselesinin çözümünü başkanlık sistemiyle ilgili pazarlığın unsuru haline getirmek etik değil. Bu senaryo iyi değil. Bu tip başkanlığın Kürtlere yararı yok

Başkanlık sistemi olmadan bu ülkede “barış” olamaz mı? Mükemmelen olur. İngiltere, İRA’yı parlamenter sistemle çözdü. Başkanlık ve barış ayrı tutulmalı ve yarı demokrasiye gidilmemeli

Başkanlık sistemi, yasama ve yürütmenin sert ayrılığına dayanır. Sistemin özü, başkanın meclisi feshedememesidir. Başkana fesih yetkisi verirseniz sistemi dejenere edersiniz



 

NEDEN ERGÜN ÖZBUDUN

Otuz yıldır bu ülke, yeni bir anayasa ve barış bekliyor. Nihayet barışın ve yeni bir anayasanın eşiğine geldik. Ama birdenbire karşımıza, “Türk usulü başkanlık” denilen bir “ucube” dikildi. Bütün iktidarı tek adamın elinde toplayan bu sistem, barışı sağlayacak şartlarla birlikte yeni anayasaya konulacak. İktidar partisinin hazırlıklarına bakılırsa, Kürt sorununu çözmek için zorunlu olan anayasa değişiklikleriyle birlikte, “başkanlık sistemini” de benimsemeye zorlanacağız. Daha doğrusu barış için tek adam yönetimini de kabullenmeye zorlanacağız. Peki, böyle bir sistemde kalıcı bir barış olur mu? Başkanlığın Kürtlere bir yararı var mı? Bu tür bir başkanlığa dünyada hangi ülkeler sahip? 2011 referandumunda askeri vesayetten kurtulan yargı şimdi siyasi iktidarın denetimine mi giriyor? Yıllardan beri özlenen barış, niye barışla hiç alakası olmayan bir başkanlık sistemi şartıyla birlikte aynı pakette ele alınmak isteniyor? Bütün bunları Türkiye’nin en önde gelen anayasa hukukçusu Prof. Ergun Özbudun’a sorduk. 2007’de AKP’nin Anayasa Taslağı’nı hazırlayan ekibin başında yer alan Prof. Özbudun’nun son kitabı 1924 Anayasası ismiyle çıktı.



Yeni anayasayı hazırlamak için AK Parti ile BDP’nin yakınlaşması doğrusu çok talihsiz bir noktaya denk geldi. Şimdi iki parti, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Türkiye’de “başkanlık sistemini” kuracağı bir anayasada anlaşacaklar gibi gözüküyor. Başkanlık sisteminin Kürtlere nasıl bir yararı olacak?

Başkanlık sisteminin Kürtlere hiçbir yararı olmayacak.


Zararı olacak mı peki?

Türkiye’de demokrasinin kalitesi başkanlık sistemi yüzünden zarar görebilir. Netice itibarıyla, bu sistem uzun vadede Kürtlerin de zararına neden olur. Çünkü Kürtlerin haklarını en iyi şekilde gerçekleştirecekleri düzen, bütün şartlarıyla demokratik modele uygun bir sistemle olur ancak. Oysa başkanlık sistemi... Özellikle de AK Parti’nin önerdiği tarzda bir başkanlık sistemi böyle bir sistem değil.


Başkanlık sistemi, başta ABD olmak üzere dünyada birçok ülkede uygulanıyor. Başkanlık sistemi demokrasiye uygun bir model değil mi?

Amerika’daki başkanlık sistemi elbette demokrasiye uygun bir modeldir ve bu bir siyasi tercihtir. Zira her ülke, üç demokratik hükümet sisteminden birini seçebilir. Bunlar, parlamenter sistemi, başkanlık sistemi veya yarı başkanlık sistemidir. Her ülke kendi ihtiyaçlarına göre birini tercih edebilir. Bunlardan birinin diğerlerine göre daha demokratik olduğu veya olmadığı peşinen söylenemez. Ancak AK Parti’nin sunduğu teklif, Amerikan prototipine uygun bir başkanlık sistemi değil.


AK Parti’nin önerdiği başkanlık sistemi dünyada hangi ülkenin başkanlık sistemine benziyor peki?

Daha çok bazı Latin Amerika örneklerinde gördüğümüz süper başkanlık sistemi dediğimiz sisteme uygun bir sistem AK Parti’ninki. Mesela ABD’de olmayan fakat AK Parti’nin teklifinde olan başkana tanınan parlamentoyu fesih hakkı! Aslında bu, başkanlık sisteminin ruhuna aykırı bir öneri!


Anlamadım. Niye?

Çünkü başkanlık sistemi, özünde yasama ve yürütme arasında sert ve keskin bir ayrılığa dayanır. Her iki organ da birbirinden bağımsız seçimlerle sabit süreler için seçilir. Bu süre içinde başkanın kongreyi feshedememesi, kongrenin de başkanı düşürememesi başkanlık sisteminin özüdür. Başkana, “kongreyi fesih yetkisi” verdiğiniz takdirde, o sistemin özünden çok ciddi şekilde sapmış olursunuz. AK Parti’nin önerisinde bir sapma daha var.


İkinci sapma nedir?

İkinci sapma şu. AK Parti’nin başkanlık sistemi önerisinde, başkana kanun gücünde kararnamelerle ülkeyi yönetme imkânı veriliyor. Bu, Amerikan örneğinde... Yani başkanlık sisteminin saf şeklinde, tasavvur edilemeyecek bir durumdur. Bir Amerikan başkanının kongreyi bypass ederek kanun niteliğinde emirnameler ve kararnamelerle ülkeyi yönetmesi tasavvur dahi edilemez.


Ama AK Parti sözcüleri Amerikan başkanını zavallı buluyorlar. Bir büyükelçi bile atayamadığını, bir uçak alımına bile tek başına karar veremediğini söylüyorlar.

O zaman tabii insanın aklına şu soru geliyor. Eğer Amerikan başkanı zavallı ise ve Burhan Kuzu dostumuzun dediği gibi şu anda Başbakan Erdoğan Amerikan başkanından daha güçlüyse, Türkiye’de böyle bir sistem değişikliğine niye ihtiyaç duyuldu o zaman?


Sizce niye ihtiyaç duyuldu?

Onu ben de izah edemiyorum...


Başkanlık sisteminin getirilmesiyle tekrar vesayet sistemine geri dönülür mü?

Askerî vesayete geri dönülmez ama bu sefer sivil bir makamın elinde çok fazla bir iktidar toplanması, yoğunlaşması olur. Böyle bir sistem otoriter olmasa da, yüksek kalitede bir demokrasi yaratamaz.


Bu durumda Kürtlere nasıl bir fayda sağlayacak bu başkanlık sistemi?

Başta da söyledim. Böyle sistemin Kürtlere bir yararı olmaz. Ancak yakın dönem için şöyle bir faydası olur. Bir pazarlık yapılır. “Biz size başkanlık sistemini verelim. Anayasa oylanırken parlamentodaki eksikliğinizi tamamlayıp 330 oya ulaşmanızı ve böylece yeni anayasanın referanduma götürülmesini sağlayalım. Siz de Kürtlerin, yerel yönetimlerde özerklik veya kültürel haklar ya da anadilde eğitim hakkı vs. gibi taleplerini karşılayın.” Bu, İngilizcede trade off dediğimiz olaydır. Yani...


Trade off tam olarak nedir?

Yani karşılıklı bir al-ver durumudur bu. Ben bunu çok etik telakki etmiyorum. Elbette Kürt meselesi Türkiye’nin çözülmesi gerekli en hayati sorunlarından biri. Ama bu hayati sorunun çözümünü başkanlık sistemiyle ilgili pazarlığın bir unsuru hâline getirmeyi doğru bulmuyorum. Bu iki konu...


İki konu dediğiniz Kürt sorunun çözümü ve başkanlık sistemi mi?

Evet. Bu iki konu birbirinden tamamen ayrı tutulmalı. Bu iki konuyu birleştirip, birini ötekinin unsuru ve vazgeçilmez şartı gibi görmek iyi bir senaryo değil!


Barış için bu alışverişe razı olunamaz mı sizce?

Bu çok güç bir tercih. Pek çok kişi böyle bir referandum önüne geldiğinde ne yapacağını ciddi olarak düşünüyor. Bir yanda barış için oy kullanma isteği var. Bu çok güçlü bir istek tabii. Ama öbür yanda da özellikle AK Parti’nin önerdiği başkanlık sisteminin bu ülkede eksik bir demokrasiyle yani düşük kalitede bir demokrasiyle sonuçlanacağı endişesi var. Dolayısıyla o tercihi kim, nasıl yapar kestirmek güç.


İçi demokrasiyle dolmayan bir barış kalıcı bir barış olur mu?

Kürtler bakımından en güvenilir çözüm, evrensel standartlara uygun bir demokrasidir. Kalıcı ve uzun vadeli barış böyle olur. Yarın öbür gün herhangi bir şekilde değişmeyecek bir tatmin, evrensel standartlara uygun bir demokrasiyle ortaya çıkar ancak.


BDP sizce neden Erdoğan’ın başkanlık sistemini destekliyor?

Belki de bu alışveriş nedeniyle destekliyor.


Erdoğan nasıl bir başkanlık sistemi istiyor?

Gerçi ben Amerikan tarzı başkanlık sistemini de savunmuyorum ama en azından o demokratik bir tercihtir. Ama AK Parti’nin önerdiği tarzda başkanlık sistemi Amerikan modeline de uygun bir başkanlık sistemi değil. Türk tipi bir başkanlık sistemi öneriliyor! AK Parti, başkanda aşırı bir yetki toplanmasına yol açan, hatta başkana yargının kompozisyonunu belirlemekte de önemli yetkiler veren bir sistem öneriyor. Hâlbuki anayasacılığın temel fikri, devlet iktidarını bölmektir. Hedef, devlet iktidarında karşılıklı dengeler, frenler yaratmaktır.


Başbakan Erdoğan, “kuvvetler ayrılığına” karşı çıkıyor. Kuvvetler ayrılığına karşı çıkarak demokratik bir anayasa yapmak mümkün mü?

Mümkün değil. Çünkü anayasal demokrasinin temel ilkelerinden biri kuvvetler ayrılığıdır. İster başkanlık sisteminde olduğu gibi bu kuvvetler ayrılığı sert olsun, ister parlamenter sistemde olduğu gibi bu kuvvetler ayrılığı yumuşak olsun, her hâlükârda yargının siyasi organlar karşısındaki bağımsızlığı esastır. Yargının bağımsızlığı da hukuk devletinin vazgeçilmez şartıdır! Ama önerilen sistem yargı bakımından da endişe verici unsurlar taşıyor. Üstelik AK Parti sözcüleri, başkanlık sistemini savunurken, birbiriyle çelişen iki iddiaya dayanıyorlar.


Nedir çelişkiler?

Bir yandan, “mevcut parlamenter sistem, yürütmede istikrarsızlık yaratıyor. Zayıf icra organı yaratıyor. İcraya istikrar ve güç kazandırmak lazım” diyorlar. Öte yandan, “bugünkü sistemde yasama, yürütmenin emri ve kontrolü altında. Başkanlık sistemine geçersek yasama daha bağımsız olur. Denetim görevini daha iyi ifa eder” diyorlar. Yani bir yandan güçlü yürütme, öbür yardan da güçlü yasama istiyorlar.


Güçlü hükümet ve güçlü meclis birarada olamazlar mı peki?

Güçlü yürütme ve güçlü yasama birlikte olmaz! Güçlü yürütme derseniz, bu güç, yasamanın zararına olacaktır. Güçlü yasama derseniz de, bu güç yürütmenin zararına olacaktır ve bu, zayıf yürütme demektir. Bu iki iyiliği birden gerçekleştirmek mümkün değil! Açıkça söylemiyor ama, AK Parti’nin kuvvetler ayrılığına karşı çıkarken aslında önerdiği şey “güçlü yürütme, zayıf yasama”dır.


Yürütmeyi, yasamayı ve yargıyı tek bir adama bağladığımızda nasıl bir sonuçla karşılaşırız?

Anayasada bu değişiklik gerçekleşirse, “Türkiye yarın hemen otoriter bir sisteme geçecek” demek abartılıdır. Ama şu var ki, böyle bir durumda Türkiye daha düşük kalitede, bir yarı demokrasi olur. Anayasal açıdan iktidarın bir merkezde çok aşırı bir şekilde yoğunlaşması, hiç arzu edilecek bir şey değil. Çünkü mutlak iktidarın suiistimal edilmesi ihtimali her zaman daha fazladır.


Şu anda önerilen başkanlık sistemi mutlak iktidara doğru bir gidiş midir?

Eğer bu şekilde gerçekleşirse evet. Bu, mutlak bir iktidardır. Çünkü başkan çok önemli yetkileri, hatta yargı organını belirleme yetkisini bile kendinde topluyor. AK Parti’nin Meclis Anayasa Komisyonu’na önerdiği pakette, başkan, Anayasa Mahkemesi’nin ve HSYK’nın (Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun) önemli bir bölümünü seçiyor. Zaten öbür bölümünü de mevcut şartlar altında gene başkanın büyük ölçüde kontrol edeceği parlamento seçiyor. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesi’nin tümü ve HSYK’nın büyük çoğunluğu siyasi organların seçtikleri üyelerden oluşuyor.


Yeni anayasada AK Parti, yargıçların denetimini ve atamalarını tümüyle siyasilerin denetimine vermeyi mi öngörüyor?

Komisyon’a verdikleri teklife göre öyle.


Başkanlık sisteminde yargının bağımsız olması esastır dediniz. Peki, bugünkü sistemde yargı bağımsız mı Türkiye’de?

Bugünkü sistem çok enteresan. 2010’daki referandumda anayasa değişikliklerinin özellikle yargıya ilişkin olanlarını ben destekledim. Yapılan değişiklik sonucunda bugünkü sistemde HSYK’nın üyelerinin çoğunluğu, hâkimler tarafından seçilen hâkimlerden oluşuyor. Bu, Avrupa standartlarına uygundur. 2010 değişikliklerine zaten muhalefet çok itiraz etti. Venedik Komisyonu ve Avrupa Birliği Komisyonu ise bu reformları Avrupa standartlarına uygun gördü. Çünkü HSYK açısından evrensel prensip, üyelerinin çoğunluğunun hâkimler tarafından seçilen hâkimlerden oluşmasıdır. Ama AK Parti, şimdi bundan vazgeçilmesini öneriyor. Bu yapılar siyasilerin denetimine veriliyor. Böyle bir sistemde yargının bağımsız olması sözkonusu olamaz!


Peki... Erdoğan’ın istediğine benzer bir başkanlık sistemi hangi ülkelerde var?

Latin Amerika’nın 20 küsur ülkesi içinde, başkanın meclisi fesih yetkisine bazı şartlar altında yer veren topu topu üç ülke var. Yani beğenmediğimiz Latin Amerika ülkelerinde bile fesih yetkisi yok. Zaman zaman bazı durumlarda orada da başkanlar anayasayı manipüle ederek kanun gücünde kararnamelerle ülkeyi yönetiyorlar ama bu, Latin Amerika’da bile kötü ve başarısız örnek olarak eleştiriliyor. Başkanın fesih yetkisi ve ülkeyi kararnamelerle yönetme yetkisi, başkanlık sisteminin dejenere edilmesi olarak görülüyor. Şimdi bizde başkanlık sistemini dejenere eden bu yetkiler isteniyor.


Böyle bir sitemde iktidar bütün muhaliflerini susturabilir mi?

Eğer arzu ediyorsa susturacak imkânları olabilir. Mühim olan öyle bir imkânının olmamasıdır. İktidara o kapıları açmamaktır.


Bir muhalefet partisi olan BDP, bir gün kendisinin ve Kürtlerin de susturulabileceği bir rejimi desteklemeye mi hazırlanıyor?

Kendisine sağlanacak olan kazanımları Türkiye’nin genel demokrasi kalitesinden daha önemli telakki ediyor belki. Onlar için öncelik bunlar belki. Henüz bu pazarlığın nasıl sonuçlanacağını bilmiyoruz. AK Parti- BDP işbirliği şu anda bir senaryo. Bu kolay bir pazarlık değil. BDP, “hükümet sistemi ne olursa olsun ben bunu destekliyorum” diyecek kadar önemli kazanımlar elde edecek mi, edemeyecek mi? AK Parti’nin vereceği tavizlerin sınırı nedir? Şu anda bilmiyoruz. Bakın... Asıl sorulması gereken soru şu. Başkanlık sistemi olmadan bu ülkede barış olamaz mı?


Olamaz mı?

Mükemmelen olur. Bunlar, birbirinin olmazsa olmaz şartı değil ki! İkisi tamamen ayrı sorunlar. Barış ve başkanlık sistemi birbiriyle bağlantılı hâle getirilmemeli. Bütün mesele, bu ikisini birarada götürmemektir. İngiltere IRA sorununu parlamenter sistemle çözdü. İspanya da öyle çözdü. Türkiye barış yapmaya mecbur. Başkanlık sistemi ile barışı birbirinden ayrılmaz biçimde düşünmek çok hatalı. Bu, demokrasinin zararına olur.


AK Parti-BDP işbirliği gerçekleşirse, barışın bedeli daha otoriter sistemine geçmek mi olacak?

AK Parti’nin önerileri aynen gerçekleşirse, Türkiye klasik tipte bir otoriter sisteme değil ama, daha otoriter ya da daha yarı demokratik bir sisteme geçer. Bu senaryo, bugünkü mevcut demokrasiyi bile daha geriletir.


Kuvvetler ayrılığını ortadan kaldıran, yargıyı siyasi iktidara bağlayan bir başkanlık anayasası, 12 Eylül Anayasası’ndan daha mı ileri yoksa daha mı geri olacak?

Bana hangisi daha kötü diye soruyorsunuz. İkisi de kötü. Kötüler arasında da bir tercih yapmak zorunda kalmayalım. Mühim olan 1982 Anayasası’ndan daha ileri bir noktaya gitmektir. Toplumda çoğunluğun özlemi de budur.


Yeni yapılacak AK Parti anayasasının olumlu yönleri hangileri?

Ben Danıştay’ın kaldırılmasına karşıyım. Niye kaldırılmak istendiğini anlamakta güçlük çekiyorum. Ama Askerî Yüksek İdare Mahkemesi ve Askerî Yargıtay’ın sona erdirilmesi çok olumlu bir öneri. Çünkü bu, askerî vesayetin kalıntısıdır. Mesela vatandaşlık tanımına getirdikleri öneri de CHP’nin çok ilerisinde. AK Parti anadilde eğitime de ilke olarak karşı çıkmayacağını ve bunu Meclis’te müzakere edeceğini beyan etti. Bu demokratik hamleleri, niye bir başkanlık sistemiyle birleştirerek bir paket hâlinde sunuyoruz ki! İleri bir adım atarken, öbür yanda niye bir geri adım atmayı tercih ediyoruz?


Tek tek maddeleri demokratikleştirirken, sistemi başkanlık sistemine dönüştürüp bütün sistemi daha antidemokratik hâle getirmenin sonucu ne olacak? Böyle bir anayasa ile toplumsal barışı sağlamak mümkün olacak mı?

Böyle bir anayasa referanduma sunulup da referandumdan geçse bile çok dar bir çoğunlukla geçecek. Yüzde 50’yi biraz geçkin bir çoğunluk ise Türkiye’nin anayasa meselesini halletmeyecek. Dolayısıyla Türkiye’de anayasa hâlâ tartışılan ve toplumu bölen bir sorun olmaya devam edecek. Buna hiç gerek yok.


Bir anayasanın ileride tartışma yaratmaması için o anayasa yüzde kaç oyla desteklenmiş olmalı?

Yüzde 70-80 arasında bir çoğunluk o anayasaya yeterli bir demokratik meşruluk kazandırır. AK Parti ile BDP’nin destekleyeceği bir anayasa dar bir çoğunlukla geçer. Kaldı ki iki partinin oy toplamından da fire verilecektir. AK Parti tabanının önemli ölçüde Türk milliyetçisi olduğunu unutmayalım. AK Parti, başkanlık sisteminde şu an için ısrarcı ama sonuna kadar ısrarcı olur mu bilmiyorum. Çünkü ciddi bir toplumsal tepki de var.


Gelişmelerden ümitli misiniz?

Şu âna kadar süreç ümit verici tarzda gelişti ama kolay bir süreç değil bu. Çetin bir pazarlık olacak. Bize düşen, sürecin arızasız yürümesini ve tuzaklara düşmemesini sağlayacak şekilde süreci desteklemektir. Ben şahsen barış sürecini bütün kalbimle destekliyorum. Ama bu, başka alanlarda hükümet eleştirilmeyecek demek değildir. Barış sürecinin ateşli bir taraftarı olabilirsiniz ve hükümete bu konuda tam destek verebilirsiniz ama başkanlık sistemi veya başka eleştirilebilecek noktalar olursa da orada fikrinizi beyan edersiniz. Barış ile başkanlık arasındaki alışverişe karşı çıkabilirsiniz. Bu alışverişe karşı çıkmak barışa karşı çıkmak anlamına asla gelmez.

Neşe Düzel, Taraf

18.03.2013


Bu bölümdeki diğer içerikler için tıklayınız.