Gündem

 Deniz Feneri Balyoz Harekat Planı
 Demokratik Açılım İrtica Eylem Planı
 Siyasi Gündem Ergenekon
 Ekonomik Gündem 

 Gündem > Siyasi Gündem > CHP kendisiyle hesaplaşmalı

CHP kendisiyle hesaplaşmalı

“CHP ve Sosyal Demokrasinin Krizi” yazı dizisinin son gününde Fatmagül Berktay “CHP kendisiyle hesaplaşmalı”, Erol Katırcıoğlu “Milliyetçi çizgi değişmez”, Hüseyin Ergün “CHP köklü değişimi göze almalı”, Ahmet Özer ise “CHP politikasını netleştirmeli” diyor
 

Partinin kendisiyle hesaplaşması gerek

PROF. DR. FATMA GÜL BERKTAY

CHP’deki farklı kanatları görmekteyim. CHP’nin aslında bir yol ayrımında olması gerektiğinin düşünüyorum. Ama CHP’nin ne kadar bunun farkında ve bu yol ayrımını ele alabilecek, bununla başa çıkabilecek bir irade var mı yok mu bu henüz gözükmüyor. Dolayısıyla CHP hiçbir şekilde etkin siyasal özne olmuyor. Etkin bir siyasal özne olmak yerine sadece tepki veren bir parti konumunda. Gerçek anlamda politik müdahalede bulunmuyor. CHP içindeki farklı kanatların birbirleriyle çatışması çözülmüş durumda değil ya da bu yol ayrımından bir şekilde kurtulunmuş değil. Bunun için gerçek bir politik irade gerekir. Ama ne yazık ki bu görülmüyor.

 

Kafası karışık

Türkiye’nin çok önemli bir özgürlük meselesi var. buna sahip çıkacak bir siyasal özne gerek. Maalesef CHP bunu yapmıyor. Çünkü kendi kafası karışık. CHP’nin bu kafa karışıklığını gidermesi için kendi içindeki milliyetçi ve tamamen muhafazakâr, zaman zaman ırkçılığa varan kanatla hesaplaşması gerekiyor. Kendi kendisiyle çok önemli bir hesaplaşma yapması gerekiyor. Eğer bunu yapamazsa gerçek anlamda siyasal özne olması zor. CHP’nin bölünmemek uğruna etkin siyasal özne olmamasını anlayamıyorum.


 

CHP’nin milliyetçi çizgisi bu şartlarda değişmez

YAZAR PROF. DR.EROL KATIRCIOĞLU

Tabii ki Kürt sorununun çözümünde de yeni anayasada da CHP’nin, ana muhalefet partisi olarak varlığı çok önemli. Örneğin anayasa konusunda, AKP ve BDP’nin destekleyerek çıkarabilecekleri bir anayasanın meşruiyet bakımından bir sorun teşkil etmese bile CHP’siz kabul edilmesi “eksik-meşruiyete” yol açar.

CHP’nin siyaset denkleminde yeri bu denli önemli olmasına rağmen bu partinin kadrolarının ideolojik duruşları bu sorunun çözülmesinden çok çözülmemesi yönünde oluşmuş durumda. Bunun da temel nedeni, zaman içinde sola yönelmeye çalışmış olsa da “devleti kurmuş bir parti” olmasının getirdiği ağırlıkla yine eski devletçi, milliyetçi, merkezci, Kemalist ve laik siyasete geri dönmüştür.

Ama doğrusu CHP’nin sorununu irdeleyeceksek bunu bir kurum olarak CHP üzerinden yapmaktan önce belki de CHP’yi destekleyen toplum kesimleriyle ilgili bir değerlendirmeyle başlamak gerekir. Bunun için de öncelikli olarak bu ülkede kendini “Laik ve çağdaş” olarak tanımlayan toplum kesimlerinin analizini yapmakla başlamak lazım. Bir başka deyişle bu kimlik mensuplarının öncelikli olarak kendi kimlikleriyle ilgili bir sorgulamaya girmeleri ve oradan neden örneğin Cumhuriyet okullarında 1915 Ermeni olaylarına hiç değinilmediğini, neden Dersim olayından sözedilmediğini, neden sayıları onu geçmiş Kürt isyanlarının konu olmadığını, neden tek parti döneminin bir tür diktatörlük olduğunu, neden “varlık vergisi” gibi olaylarda devletin rolünü ve daha binlerce konuyu öğrenmeden yetiştiklerini sorgulamaları gerekiyor.

Bence bu sorgulama sonunda gelinecek yer bu kimliğin, Cumhuriyeti kuran elitlerin kurulan devleti yönetmek için ihtiyaç duydukları kendi yanlış tarih ve sosyal düşünceleri çerçevesinde yaratmış oldukları bir kimlik olduğunu görmeleri olacaktır. Daha doğrusu “laik kimlik” böyle bir sorgulamayı yapıp da başlangıçtan beri varolanceberrut devletin asıl “mağdurlarının”, “İslamcıların” ve “Kürtlerin” yanısıra kendileri olduğunu anlamadıkça devletin dışında özgürlükleri ve demokrasiyi savunacak bir siyasi hareket oluşturmaları imkansız. O nedenle de CHP’nin nasıl bir parti olacağı, CHP’yi destekleyen kitlelerin kendi kimlikleriyle bağlarını koparmaları ya da en azından yaşadıkları “mağduriyeti” anlamalarıyla mümkün. O nedenle önümüzdeki günlerin siyasetinde CHP’nin milliyetçi ve devletçi çizgisinin değişmesi pek mümkün değil.


 

Şimdi sosyal demokrasinin tam zamanı

SODEP GENEL BAŞKANI HÜSEYİN ERGÜN

Sosyal Demokrasi’nin “miadını doldurduğu” savı asla doğru değildir. Tam tersine şimdi solun zamanıdır. Çünkü, sosyal demokrasi, geriliğin değil ileriliğin, ileri teknolojinin ve yüksek üretkenliğin bir türevidir. Geniş yığınların özgürlük, eşitlik ve kaliteli yaşam talepleri, ancak ve ancak, dünya gelişmesine ayak uyduran, üretkenliği yüksek ve kalkınan bir ülkede karşılanabilir. Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde, çağdaş sosyal demokrasi onlarca ülkede iktidardır, bir o kadar ülkede de iktidar adayıdır. Ülkemizde sosyal demokrasi, uzun bir süreden beri, iktidar ve hatta iktidar ortağı bile olamamıştır. Geniş yığınların gözünde, mevcut iktidar devamlı iktidar haline gelmiştir. Geniş yığınlar seçeneksiz, demokrasimiz sağlıksızdır. Çağdaş sosyal demokrat bir iktidar seçeneği yaratılması şarttır.

Ancak mevcut CHP bu konuda bir tıkaçtır. CHP’nin bir kısım üst kadroları, fukaracılık, soğuk savaş dönemi solculuğu, ileri dünyaya düşmanlık, kitlelere yukardan bakıcılık, katı laikçilik, biçimsel modernlik, tek tip insan yaratma hevesi, ulusalcılık, siyasi devletçilik ve ekonomik devletçilik gibi çağ gerisi düşüncelere saplanmışlardır. Bu özellikler, Marx ve Engels’in “gerici sosyalizm” tanımına uygun düşmektedir. Bazı CHP üst kadroları bunların ayırdında değildir, çağdaş küresel anasol akım’dan kopuktur. CHP’nin miadını doldurduğu savı da doğru değildir. CHP, MHP ile birlikte, Türkiye’nin kurumlaşmış iki siyasal partisinden biridir. Seçmen desteği yüzde 20 ile 30 arasında gidip gelmektedir. Geniş kitlelerin gözünde CHP solun başlıca temsilcisidir. CHP seçmenlerinin en büyük kısmı, kendilerini sol-sosyal demokrat olarak görmektedirler.

CHP, zor bir meseledir. CHP kadroları, sosyal demokratlık iddiasını sürdürerek iktidar alternatifi olmak istiyorlarsa, köklü bir düşünsel değişimi göze almak zorundadırlar. 1960’lı yılların ikinci yarısında, TİP, bu bakımdan CHP’nin esin kaynaklarından biri olmuştu. O zamanki değişim imajı CHP’yi birinci parti yapmıştı. Şimdi de, SODEP Sosyal Demokrat Parti, ayni işlevi görebilecek düşünsel niteliklere ve hazırlığa sahiptir. Türkiye’nin Ak Parti’ye mahkûm olmaktan kurtulmasının ilacı, sosyal demokrat siyasetin, ilerici bir siyaset haline dönüşmesine ve geniş ittifaklar kurmasına bağlıdır.


 

Toplumda negatif algı var

PROF. DR. AHMET ÖZER

CHP’nin genel başkanı başta ölmak üzere yönetici kadroları bir süredir yaptıkları konuşmalarda “demokrasi ve değişim” kavramaları ile topluma mesaj vermeye çalışıyorlar. Bu iki kavram da hem günümüz hem de gelecek için son derece iki önemli düşünceyi temsil ediyor. “Demokrasi” dışa yönelik bir mesajı içerirken, “değişim” ise CHP’nin içine yönelik mesaj veriyor. Kemal Kılıçdaroğlu’nun yoğunlukla üzerinde durduğu hak ve özgürlük ihlalleri, baskı ve sindirilmeler, AKP iktidarlarının demokrasi karnesinin zayıfladığını sergilemek, Türkiye’nin gerçek bir demokrasiye olan ihtiyacı vurgulamak içindir. O halde soru şu: Peki bu demokrasiyi kim Türkiye’ye getirecek?

Kılıçdaroğlu son kongrede yaptığı konuşmada bunun CHP’nin görevi olduğunu vurguladı ve bu görevi başarmak için ne gerekirse yapacaklarını belirtti. Bunun ardından ikinci kritik soru gündeme geliyor ister istemez: Peki mevcut CHP bunu yapabilir mi? Bu soruya gönül rahatlığıyla evet denmiyorsa, o halde CHP’nin AKP iktidarını değiştirmesi için öncelikle kendisinin değişmesi gerekmez mi? Çünkü toplumun önemli bir kesiminde hala CHP’nin değişime direnen statükocu bir parti olduğu algısı var. Bu algı değişmeden kitleler ile CHP arasındaki buzları eritmek zor. O halde burada en sihirli kavram değişim kavramıdır. Değişim algısının toplumda yaratılması ise sadece “ben değiştim” demekle olmayacağından, gerekleri neyse onun yapılması şart. Yani toplum bu değişime, değişimin samimiyetine inanmalı, değişmekte olan CHP’nin Türkiye’nin sorunlarını değiştireceğine güven duymalı. Çünkü toplumun bir kesiminde, “CHP’nin genel başkanı değişti ama CHP’nin bazı kadroları hala değişime direniyor” algısı hakim. CHP içindeki ulusalcı kanadın söylemleri ve duruşları bu kanaatleri daha pekiştiriyor. Oysa bu alanda gerekli adımlar atıldıktan sonra geniş halk kitleleri, gerçekten değişmiş olan CHP’nin iktidarı değiştirip daha iyisini yapacağına kanaat getirebilir.

İşte genel başkanın “ne gerekiyorsa yapılacaktır” dediği en önemli gerekliklerden biri, değişimin bizatihi kendisidir. Burada soru şudur; kendisi demokrat olmayanın ülkeye demokrasi getirmesi mümkün mü? Demokrasiyi bütün kurum ve kurallarıyla inşa etmek için yeni bir dile yeni bir anlayışa ve yeni bir programa ihtiyaç var. Bunları yapmanın adıdır değişim. O halde burada çağdaş demokrasiyi ve değişimi savunan CHP’ye iş düşüyor. Peki CHP gerçekten değişebilecek mi? Hiç kuşkusuz burada program büyük önem taşıyor. Çünkü asıl değişimin fişeği program kurultayında ateşlenir. Değişimle ilgili niyet dile getirildi, bu iyi bir şey. Niyet yapmanın yarısıdır, ama burada önemli olan değişimin diğer yarısı yani yeni başlayacak olan ve yapılacak olandır.

Bunun için CHP’nin öncelikle stratejisini gözden geçirmesi ve gerekli değişiklikleri biran önce yapması lazım. Yaklaşık 40 yıldır mevcut strateji ile iktidar olunamıyorsa artık bir şeyleri değiştirmek gerekmez mi? CHP yıllardır aynı düşünüş, yol ve yöntemle iktidar olamıyorsa, ya bakış açısını ya da çözmeye çalıştığı problemelerin bağlamını değiştirmek zorunda. Dolayısıyla belirlediği hedefi gerçekleştirmek için Türkiye’nin sorunlarına gerçekçi ve inandırıcı çözümler öneren bir programa (ve projelere) ihtiyacı var. Diğer bir deyişle, neyi, nasıl ve ne zaman yapacağını net biçimde topluma anlatmalıdır.

Tabi önemli bir adım da bütün bunları uygulayacak kadroların değişmesidir. Kadro değişimi illa A’nın gidip B’nin gelmesi değil. A’nın kendini değiştirmesi ve yenilemesidir aynı zamanda. Kadro düzeyindeki insanlar sadece gazete okuyup TV izlemekle fikir ve vizyon oluşturamazlar. Bu kişilerin okuması, kendini sürekli yenilemesi, dünyayı takip etmesi gerekir. Böylece toplum önüne çıktığında ne kadar dolu ve etkin insanlar olduğu anlaşılır ve o taktirde topluma güven veririler. CHP’nin en önemli sorunlarından biri topluma yeterli güveni verememekdir. Halk CHP’nin kadrolarına bakıp AKP’nin mevcut durumuna razı olduğunu söylüyor. Oysa AKP’nin “kendine müslüman” siyaseti, aslında halk tarafından da görülüyor. Fakat kitleler buna rağmen iktidarı değiştirmek için ciddi bir atılım yapmıyorsa bunun iyi düşünülmesi lazım. Bunun en önemli nedeni AKP’ye alternatif olabilecek kadroları göremiyor, ya da öyle sanıyor olmasıdır. Kendince “ehvenişer” davranıp AKP’yi desteklemeye devam ediyor. En azından bugün için algı bu. İşte CHP’nin en önemli hüneri bu algıyı değiştirmek olacaktır. Bu algıyı değiştirmek için sebeplerine ve kaynaklarına bakmak ve bunları doğru tespit etmek gerekir: 1.CHP’nin tarihsel bagajı hem değişmesini engelliyor hem de halkın CHP’nin değiştiğine inanmasına engel oluyor. (Örneğin, hala otuzlu yılların marşlarıyla kurultayın açılması bu algıyı kuvvetlendiriyor.) CHP iyisi ile kötüsü ile tarihi tarihe ve tarihçilere havale etmeli, artık geleceğe bakmalıdır. Ayrıca geçmişin negatif algısı, CHP’nin bugün yaptıklarının pozitif görülmesini engelliyor. Çünkü geçmişin yükleri toplumun zihnin de bariyerler oluşturmuş durumda. Bu zihni bariyerlerin yıkılması lazım, CHP yönetiminin değişim ile ilgili en büyük cesareti, hüneri ve başarısı burada ortaya çıkacaktır.

2.CHP’nin en önemli zaaflarından biri de algı yönetme ya da oluşturmada yaşadığı başarısızlıktır. CHP kadroları toplumda CHP’ye karşı oluşmuş negatif algıları değiştirmelidir. Çünkü bunu başarmadan toplumu değişime inandırması zor. Toplumun kahir ekseriyetinde; “CHP tuzu kuruların partisidir, iktidar olmak istemiyor”, “Dini öteliyor, sürekli şeri at endişesi pompalıyor, sürekli askerle ittifak arıyor”, “Halka rağmen devletçi politika yapıyor” gibi algılar var. Olgu böyle olmasa bile algı böyle ve ne yazıkki bazen algılar olguların yerine geçebiliyor. O yüzden CHP hem olguda hem de algıda değişim yapmaya muhtaç.

3. CHP söylemini değiştirmeli. Söz gelimi yöneticiler televizyonlara çıkıp “İster Kürt sorunu ister terör sorunu deyin” diyor. Bu ikircikli yaklaşımla sözde diğer tarafı ürkütmeyeyim derken hitap ettiğin tarafı kaybediyorsun. Aynı şey müteddeyinler için de geçerli. Oysa CHP’nin toplumun kafasının karışık olduğu konularda daha da kafa karıştırıcı olmak yerine kendi politikasını net bir biçimde ortaya koyması lazım. Kürt sorunu terörle eşleştirdiğiniz taktirde Kürtlerden oy alamazsınız. Artık, “ise” ile, “eğer” ile yapılan muğlak politika halkta karşılık bulmuyor. Benzer bir durum başörtüsü konusunda yaşanıyor.Üniversitelerde başörtüsü sorununun filen çözümüne CHP yol açtığı halde bunu net topluma anlatmıyor, belki de bazı kaygılarla anlatmak istemiyor. Oysa yaptığın şeyi topluma anlatmazsan ondan nasıl oy alacaksın? CHP artık topluma şeriat ve bölünme endişesi aşılamamalı. Negatif politika yapmayı bırakmalı, pozitif politika yapmalıdır.

4. CHP iktidarı sadece eleştirmekle kalmamalı, eleştirdiği hususların yerine ne koyacağını da belirtmelidir. Korku kültürü yerine umut aşılamalı. Şimdiden “Erdoğan sanki kesin Cumhurbaşkanı, AKP 2024 yılına kadar iktidar!” havası pompalanıyor. CHP’nin destekleyeceği bir kişinin cumhurbaşkanı adaylığı demokrasi açısından da önemli. Bu anlamda alternatif yaratmalı umut aşılamalıdır.

5. CHP artık iç çekişmeleri tamamen bir yana bırakmalı. Bu durum 34. Kurultayla son bulmuş gibi görünse de tekrar parti içi iktidar mücadelesinde yeniden nüksedebilir. Buna izin verilmemeli, artık dışa dönük iktidar yürüyüşü başlatılmalı. Sunuç itibariyle gerçekçi ve samimi değişim iktidarın yolunu açacakken, değişmekten ziyade değişmiyormuş gibi yapmak ise AKP’nin iktidarını pekiştirecektir.


 

Siyasal krizi sol iktidar aşabilir

YAZAR DR. ALİ HAYDAR FIRAT

Dünya’da ve Türkiye’de Sosyal demokrasinin kurtuluşu değişimden, yenileşmeden geçmektedir. Bugün Türkiye’nin içinde bulunduğu sorunları ve krizleri aşması noktasında öne çıkan çözüm; çağdaş ve evrensel ilke, değer ve programı benimsemiş bir sosyal demokrat iktidarın kurulmasıdır. Türkiye solu tarihsel ve toplumsal olarak rüştünü ispatlama; yani bu toplumu yönetme, idare etme ve sorunlarına çözüm bulma çabası sergileyememiş; en azından genel bir toplumsal oydaşmayı yaratacak bir tecrübeyi deneyimleme bağlamındaki somut referansı olan tek başına iktidar olma hedefine nail olamamıştır. Bu genel iktidarsızlık halinin hiç kuşkusuz bir taraftan taşıdığı tarihsel yükle; diğer yandan kendisini sürekli yeniden tanımlayacak ideolojik bir birikime ve kadroya sahip olmaması ile ilgili olduğu ileri sürülebilir. Cumhuriyet tarihinde kısa süreli solun yükseliş süreçlerine bakıldığında, solun ciddi bir ideolojik yenilenme içinde olduğu ve toplumun önüne geniş bir ilerleme, kalkınma hayali veyahut sınıfsal bir yer değiştirme imkânı sağladığı dönemlere denk geldiği görülmektedir. Türkiye sosyal demokratları değişim heyecanını bir Bülent Ecevit bir de Kemal Kılıçdaroğlu döneminde yaşadı ve yaşıyor. Kemal Kılıçdaroğlu’nun CHP’nin başına geldikten sonra yaşanan heyecan ve oluşan umut yenilenme sürecine yönelik çok ciddi beklentiden kaynaklanmaktadır. Bu değişim istenci ve umudu hala varlığını sürdürmektedir. Çünkü bu ülkede sağ partiler bütün öncüllerini, vaatlerini, amaç ve hedeflerini tükettiler. Bu yüzden ciddi bir siyasal krizle karşı karşıyayız. Bu krizi aşma noktasındaki alternatif ise CHP ve solun iktidarıdır. CHP iktidarı iki temel üzerine inşa edilebilir: İlk olarak sosyal demokrasinin evrensel ve özgürlükçü politik tasavvur ve tahayyülünün içselleştirilmesi; ikincisi ise, bir taraftan sosyal demokratlardan liberaller ve sosyalistlere, bir taraftan Kürtlere, Alevilere; diğer yandan alt ve orta sınıflara uzanan geniş bir yelpazede büyük bir ittifakın sağlanmasıdır.

Dünya’da ekonomik ve politik düzeyde yaşanan krizlerden elbette ki sosyal demokraside etkilenmekte ve buna ek olarak sosyal demokrasi kendi ideolojik zemininde ciddi bir sarsıntı yaşamaktadır. Dolayısıyla sosyal demokrasinin evrensel düzlemde yaşanan ekonomik ve politik krizlere ve de bu bağlamda kendi içsel sarsıntılara cevap verecek bir büyük değişim ve yenilenme hedefini dünya halklarının önüne koyması gerekmektedir. CHP ve Türkiye’deki sosyal demokratların bu krizler sarmalından çıkışı da aynı doğrultuda çözümler geliştirmesiyle mümkün olacaktır. Kısacası sosyal demokrasinin kurtuluşu; yeni, özgürlükçü, modern bir ideolojik ve politik değişimden geçmektedir.


 

» BİTTİ

Taraf, 24.02.2013

Yenilikçiler dağınık

Ulusalcıların partide daha güçlü olduğunu söyleyen Etyen Mahçupyan: Ulusalcıların karşısında çok dağınık ve ne dediği belli olmayan, sadece iyi niyet beyanında bulunan deneyimsiz bir kadro var
 

CHP değişimi idrak edemiyor

YAZAR ETYEN MAHÇUPYAN

Nasıl bir CHP görüyorsunuz?

CHP’nin tepesine gittikçe ulusalcıların daha fazla güçlü olduğunu görüyoruz. Hem kişi olarak daha fazlalar hem de ideolojik pozisyon olarak. Daha tutarlı bir bakış açıları var. Geleceğe dayalı olarak CHP’ye bir şeyler öneriyorlar. Topluma da bir şey öneriyorlar. Bu öneriye katılmasak bile şunu görmek durumundayız: Ulusalcıların karşısında çok dağınık ve ne dediği de çok belli olmayan, sadece iyi niyet beyanında bulunan epeyce deneyimsiz bir kadro söz konusu. Böyle olunca da ulusalcıların sık sık söylediği gibi esas CHP, belki de onlar. O zaman da çatlak ses, tarihsel olarak baktığımız zaman son dönemdeki yenilikçiler. Buradaki durum ulusalcıların hem CHP’ye sahip çıkma hem de oyların bir şekilde kendilerine ait olduğunu düşünme ve de AK Parti’nin muhtemel bir yanlışının olmasını beklemek. Özellikle Kürt meselesinde beklenmedik bir gelişme olursa olumsuz anlamda, o zaman elleri güçlenecektir. Bunu kullanmak isteyeceklerdir.
 

Yeniden yapılanan bir CHP düşünürsek, burada ulusalcıların rolü nedir?

Kemal Kılıçdaroğlu’nun gelişi ulusalcılara karşı bir hamle değildi. Darbeyi değil ama bir anlamda darbecileri harekete geçiren ideolojiyi savunan ve bunu yumuşak yüzlü bir şekle çeviren bir anlayışın ürünüydü. Dolayısıyla Deniz Baykal’ı gönderen proje, bugün baktığın zaman pek memnun değil durumdan. Kılıçdaroğlu bu anlamda başarılı olamadı. Kılıçdaroğlu kaldığı sürece CHP hep ezik ve ikinci parti olarak kalma durumunda olacak. Dolayısıyla Deniz Baykal’ın çıkışı geldi. Yani mesele, ulusalcılar karşısında sosyal demokratlar meselesi değil. CHP’de mesele daha sert olan ve damardan gelen ulusalcılarla bugünün dünyasına daha fazla hitap etme şansı olan daha genç daha farklı yüzlü farklı ulusalcılığın hangisinin galip geleceği meselesi. CHP’de gerçekten sosyal demokrat olan insanlar vardır ama parti öyle bir parti değil. Onlar sadece partide barınıyorlar. Gerçek sahiplerinin kim olduğu her zaman belliydi.
 

Parti fikri berraklığa nasıl ulaşacak?

CHP’nin kendilerinde bir sorun gördüğünü sanmıyorum. Onlar Türkiye’nin bugün geldiği noktanın bizatihi sorun olduğunu düşünüyorlar. CHP’li anayasa profesörü Süheyl Batum’un da söylediği gibi halkın istekleri, talepleri egemen olur diye bir konsepte sahip değiller. Onlar zaten devraldıkları sistemin bir koruyucusu olarak düşünüyorlar kendilerini. Toplumun da bu sisteme uymasını istiyorlar. Böyle bakıldığı zaman CHP kendini bir mücadele ve savunma partisi olarak tanımlıyor. Türkiye tarihsel bir değişim dalgası yaşıyor. Bu tür dalgalar genel olarak tek partiyle yaşanıyor. Bu dalganın bitmesiyle birlikte CHP’de yeniden siyaset imkanı doğacak diye düşünüyorum. Ama bunun da en az 10 senelik bir ömrü var. 10 seneden önce CHP’den alternatif bir siyaset çıkması çok zor.
 

Bu değişim dalgasına CHP kendini hazırlıyor mu?

Bunu idrak ettiklerini bile sanmıyorum. Onların hâlâ umutları var. Hâlâ Türkiye’nin başarısızlıklarının, AK Parti’nin başarısızlıklarının bu süreci yavaşlatacağını ve durduracağını düşünüyorlar. Eğer arka arkaya gelecek seçimlerden sonra hepsini yine AK Parti alırsa ve hele başkanlık sistemini getirirse o zaman CHP’de gerçek bir tartışmanın ilk ışıklarını görmeye başlayacağız.


 

Kemalist gelenek, sosyal demokrasi olarak sunuldu

YAZAR PROF. DR. HASAN BÜLENT KAHRAMAN

Sosyal demokrasinin bugünkü krizi ile CHP’nin içinde bulunduğu kriz arasında bir bağlantı var mı?

Dünyada bir sol kriz var. Fakat o krizin Türkiye ve CHP ile bir ilgisi yok. CHP’nin onlardan haberi yok. Dolayısıyla o ikisini birbirine bağlamak doğru değil. Türkiye son 20 yıldır CHP eliyle bir sosyal demokrasi aldatmacası yaşıyor. 1992’de CHP yeniden açılırken bir kitap yazdım ve orada partinin sosyal demokratik bir ideolojiye yaslanması gerektiğini öne sürdüm. Korkum partinin Kemalist bir geleneği sosyal demokrasi diye sunmasıydı. Bu korku gerçekleşti. Agresif ama nispeten mahcup bir tavır içinde CHP, kemalizmi ve klasik altı ok kurgusunu sosyal demokrasi diye sundu. Özellikle 28 Şubat’a giden dönemde bu iş kızıştı. Baykal, şimdi artık çok açık bir biçimde anlaşıldığı gibi, partiyi Genelkurmay’ın ve 28 Şubat’ın partisi haline getirdi. Oysa Kemalizmin, entelektüel bir tercih içinde, ilerici bir hareket olarak kabul edilmesi dışında ne solla ne de sosyal demokrasiyle bir ilgisi vardır. Olamaz da.

CHP tarihinin yeni bir sol için başlangıç oluşturacağını düşünmek, söz konusu hareketi doğmadan boğmak olur. Ama, o tabanda kendisini bu tür açılımların dışında sol olarak gören bir kesim var. O birikimden yararlanmak mümkün olabilir. Kabul edelim, CHP büyük bir makine. Ama kendi kendisini dönüştüremez. Ne var ki, bugünkü “toplama” yapısıyla daha fazlası olmaz. Şimdi deniyor ki, o partide, işte Kürt kimliği vs. bağlamında ilerici, demokrat bir kesim var. Ben de diyorum ki, bu bizi aynı dairenin içinde tutar. Onlar önemlidir. Fakat hepsi kültürel yaklaşımlardır. Ak Parti bu bakımdan çok önemli bir örnektir. Çünkü, Türkiye tarihinin gelmiş geçmiş en ideolojik partisidir, bir. Kültürel politikayı, kimlik temelinde, Kürtleri de kapsayacak biçimde, Müslüman ağırlık ve vurgulu olarak da ileri düzeyde yapmaktadır, iki. Aynı zamanda modernleştirici, dönüştürücü bir partidir. Bu bakımdan hem kitlelerin sosyoekonomik yapısını dönüştürmekte hem de devleti değiştirmektedir, üç. CHP burada mıdır, hayır değildir. İşte kriz budur.
 

CHP, Türkiye’de siyaset yeniden şekillenirken, müzakere süreci, yeni anayasa vb. konularda bir türlü ön alamıyor...

CHP’nin bir toplumsal dönüşüm beklentisi yok. Çok açık bir biçimde, eski devletin, önceki ve dar anlamdaki statükonun devamından yana. Bu, onu, teorik planda da muhafazakâr yapıyor. Muhafazakârlık kuramı bunu çok açık biçimde öngörmüştür. Eskiden ilerici olan kurumlar, o model aşındığında ve aşıldığında, kendi doğrularını savunarak muhafazakârlaşır. CHP’nin sorunu budur. Bir ideolojisi var CHP’nin, şimdi Baykal yeniden onu dile getiriyor: Ulusalcı ve yenilikçi! Buradaki yenilikçilik bir retoriktir ve tarihsel ilericiliğe bir göndermedir. Tarihsel ilericilikle güncel ilericilik birbirinden çok farklıdır. CHP tarihsel ilericiliğine atıfta bulunarak ancak muhafazakârlığını ifade edebilir. Güncel ilericilik ise başka referans gruplarının elindedir. Sorun ulusalcı-yenilikçi tartışması değildir. “Yenilikçiler” kavramının da neye tekabül ettiğini ben bilmiyorum. Kılıçdaroğlu, bu kesimi partiye taşıdıktan sonra ve hayatında bir kez olsun sosyal demokrasi demedikten sonra ve bunca şey yaşanırken en küçük bir tepki göstermemişken neyin yenilikçiliği? O bakımdan bu yenilikçilikulusalcılık tartışması bana en fazlasından, o da en fazlasından, 1970’lerdeki Ortanın Solu-Feyzioğlu tartışmasını anımsatıyor.
 

Parti bir çözüme ulaşır mı?

CHP bu tartışmayla büyümez. Bu tartışmayla muhalefet de yapamaz. Tamamen başka bir Türkiye var bugün, karşımızda. Onu görmeyen, anlamayan bir sol olamaz. Bu bakımdan CHP dışındaki solun da daha fazla gidebileceği bir yer yok. Bu bakımdan en doğrusu CHP-İPulusalcılar ittifakıdır. Böyle bir partinin kendisini ulusalcıcumhuriyetçi- kemalist diye tanımlaması gerekir. Gerçek bir sol ondan sonra doğabilir. Ama bu söylediğim asla gerçekleşmeyecektir.


 

Partinin topluma sunulmuş projesi yok

DSP GENEL BAŞKANI MASUM TÜRKER

Sizce CHP’de bir kriz yaşanıyor mu?

CHP şu aşamada yönetim anlayışını belirleme sürecini yaşıyor. Kamuoyunda bütün yaklaşımları Türkiye’de dizayn edilmek istenen iki partili sisteme uyum sağladığı için bir tartışma görülmüş oluyor. Aslında CHP kendi içindeki düşüncelerine göre hareket etse çok daha rahat olacak. Böylece daha geniş bir kitleye hitap eden temsil kabiliyetini kazanmış olur.
 

Sosyal demokrasi, CHP için ne kadar geçerli bir kavram?

Sosyal demokrasi, her şeyden önce mevcut sistemdeki yanlışlıklara karşı olunmasıdır. Devlet artık AKP devletidir. AKP’nin rejimini ve söylemlerini geliştiriyor. Bu söylemlere karşı Türkiye’de bir basın özgürlüğü yok. İfade ve örgütlenme özgürlüğü de yok. Üstü örtülü bir baskı yaşanıyor. İnsanlar konuşmaktan korkuyor. Bu sosyal demokraside özellikle CHP’de fazla öne çıkarılamıyor belki ama Türkiye’de sosyal demokrasinin eşitlik, dayanışma ve özellikle birlikte hareket etme halkçılık ve devrimcilik açısından önemli bir işlevi olduğunu düşünüyorum. CHP kendi içinde bunu çok öne çıkaramıyor ama Türkiye’deki karmaşa, herkes 2000 öncesi rejime muhalefet ediyor. Hâlbuki şu anda muhalefet edilmesi gereken, eleştirilmesi gereken hem sosyal demokrasi açıdan hem de demokratik işleyiş açısından bugünkü AKP hükümetinin uygulamalarıdır.
 

Kuzey Irak ve Suriye’deki siyasal değişimler ortada. Sizce CHP ve sosyal demokrasi bu yeniden şekillenen siyasal gelişmelere karşı ne kadar hazırlıklı?

Biz Türkiye’deki ve bölgedeki değişimlerin çok iyi farkındayız. Biz DSP olarak buna hazırız. AKP hükümetine karşı, bu baskı rejimine ve ekonomiye karşı önlemlerimizi bu konuda hazırlıyoruz. Sosyal demokrasiye bakış açımız Türkiye’de insanların inancı ne olursa olsun birlikte yaşamaya imkân veren ve laiklik anlayışına da inanç meselesini karıştırmadan yaklaşan, halktan yana ve sürekli gelecekte olması beklenen değişimlere önlem alan bir devrimci anlayışıyla yaklaşıyoruz. CHP’nin şu anda üretilmiş, topluma sunulmuş bir projesi yok. Sosyal demokratlarla paylaşabileceği bir projesi yok. Daha çok güncel kutuplaşmanın tuzağına düşmüş durumda. CHP’nin bu tuzaktan sıyrılmasında yarar var.


 

Hem ulusalcı hem açılımcı aynı anda mutlu edilemez

YAZAR AYDIN CINGI

Sosyal demokrasinin bugün yaşadığı kriz hakkında neler söylenebilir?

Sosyal demokrasinin 1945-1975 arası altın çağından şu anda uzak olduğu açıktır. Dünya konjonktürü, ideolojileri çıkış noktalarından ve hedeflerinden başka noktalara sürükleyebilir. Gerçi sosyal demokrat partiler, Batı’da 1970’lerin sonundan bu yana, toplamda azar azar da olsa sürekli oy yitiriyorlar. Ancak bu olgu, onların - bugün Fransa’da olduğu gibiiktidara gelmelerini engellemiyor. Liberal sağ, bizzat neden olduğu 2008 krizinden sonra solun klasik görüşlerini arsızca sahiplenip müdahaleci bir tutum benimseyerek bankaları kamulaştırdı. Sağ düşünce ve uygulamaların yarattığı bunalımdan sonra ekonomiyi sol anlayışların düzlüğe çıkarmasından “sol değil yine sağ” yarar sağladı.
 

Bu çerçeve içinde CHP’yi nereye koyabiliriz?

CHP, sosyal demokrat iddialı bir parti olarak sosyal demokrasiyi Batı’da ve dünyada saran koşullardan soyutlanmış değildir. O anlamda dünya sosyal demokrasisinin bunalımı(!) ile CHP’nin sosyal demokrasi krizi arasında bağlantı bulunabilir. Ancak CHP, sosyal demokrasiyi, Batı’da olduğu gibi bir işçi hareketi üzerinde temellendirmemiştir. CHP sosyal demokrasisi, Cumhuriyet’i kuranların başlattıkları “Anadolu aydınlanması”nın bir tür uzantısıdır. Bu parti, kuruluşunda başat rol oynadığı Cumhuriyet’in “laiklik” ve “bölünmez bütünlük” gibi ilkelerinin üzerine titriyor; bunları koruma refleksi geliştirmiş. Laiklik bir yana, ama bölünmez bütünlük kavramını bir tür milliyetçiliğe dönüştüren kişiler de bu partide yer alıyor. Oysa milliyetçilik, sosyal demokrasiyle asla bağdaşmaz.
 

Varolan yeni süreçte CHP edilgen bir konumda mı?

Hiç kuşkusuz ki, CHP pek çok konuda ön alamıyor. Örneğin Alevi politikasında iktidarın haksızlığını hatta ayıplarını daha sertçe vurgulayabilir; Hükümet’in Suriye’ye ve genelde Ortadoğu’ya ilişkin perişan politikasını yumruğunu masaya vurarak eleştirebilir. Bunları yapamıyor ya da yapmıyor. Hem ulusalcıyı hem de açılımcıyı mutlu edemezsiniz.


 

» YARIN: CHP’DE YAŞANAN KRİZ

Taraf, 22.02.2013

Sosyal demokrat iktidar şart

CHP’nin Genel Başkan Yardımcısı Toprak, partide bir kriz olduğu iddialarını reddetti: Keskin bir ideolojik ya da politik ayrışma söz konusu değildir. Sürece eleştirel bakanlardan rahatsız değiliz

 

Farklı seslerden rahatsız değiliz

CHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI ERDOĞAN TOPRAK

İnsanlık tarihinde bir ideoloji ve yönetim felsefesi olarak sosyal demokrasinin çok değerli bir yer tuttuğu düşüncesini taşımaktayım. Marks ve Engels’in "Günümüze kadar bütün toplumların tarihi, sınıf çatışmaları tarihidir" sözü bir yanıyla tarihi bir hakikate diğer yanıyla tarihin bundan sonraki gelişme dinamiğine işaret ediyordu. Sosyal demokrasinin tarihsel rolü bu çatışmayı farklı bir mecraya çekerek ve bir büyük uzlaşma yaratarak tarihin akışına katkı sunmaktan geçmektedir. Sınıf çatışmasını bitirdiklerini iddia eden sosyalist ve komünist devletlerin uğradığı akıbet aslında sosyal demokrasinin nedenli önemli bir büyük uzlaşmayı ortaya çıkardığının da bir yansıması olarak okunabilir. Kişisel olarak sosyal demokrasiyi; özgürlüğün, eşitliğin, barışın, birlikte yaşamının, farklılıklara saygının bir formu olarak görmekteyim. Bugün dünya üzerinde var olan sistemin ülkeler, halklar ve bireyler arasında yarattığı korkunç eşitsizliğin farkında olan herkes kendisini solda tanımlamalıdır, çünkü bu eşitsizliğe dönük en kapsamlı karşı politika sosyal demokrasi tarafından üretilmektedir. Sosyal demokrasinin eşitsizlikleri ve mağduriyetleri giderme noktasında ortaya koyduğu tavrı birileri sistem içi ya da “revizyonist” olarak konumlandırabilirler ancak ben bunun barışçıl ve hümanist bir tutum olduğunu savunuyorum.

Bu genel değerlendirmeden sonra Türkiye’de sosyal demokrasi ve Cumhuriyet Halk Partisi üzerine bir çözümleme yapmak isterim. Biz de sosyal demokrasi düşüncesi oldukça yenidir. 1965 yılında İsmet İnönü tarafından Ortanın Solu olarak gündemimize girmeye başlayan sosyal demokrasi 1970’lerde ülkemiz solunun yetiştirdiği en önemli liderlerden Bülent Ecevit’in katkısı ile bu topraklara yerleşmeye başlamıştır. Rahmetli Ecevit’in başarısı evrensel sosyal demokrasi ile Cumhuriyet ve Anadolu değerleri ve inançlara saygılı bir laiklik anlayışını sentezlemesidir. Onun demokratik sol olarak tanımladığı düşünce işte bu sentezden ortaya çıkmıştır. Ecevit’ten sonra Cumhuriyet Halk Partisi kendini kararlı bir biçimde sosyal demokrat olarak konumlandırmış ve halkımızda bunu kabullenmiştir. Ecevit’in değişim ekseninde başlattığı hareket iktidar olma şansı yakalamış ancak 12 Eylül darbesi solun ve sosyal demokratların, örgütsel ve ideolojik birikimlerini yok etmiştir. 1989 ve 1991’de Erdal İnönü’nün SHP’si güçlü bir sosyal demokrat çıkış yakalamış, yerelde iktidar genelde ise iktidar ortağı olmuştur.

1990’lar aynı zamanda dünyada kürselleşmenin ve de neo-liberalizmin doruğa çıktığı ve sosyal demokrasiye büyük zarar verdiği yıllardır. Sermayenin bütün sınırları aşarak ve emeği ulusal sınırlara hapsederek yarattığı bikrim aslında çok büyük eşitsizliklerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Üretim ve sermaye alanında yoğunlaşma ve tekelleşme giderek dünyanın bütün gelirlerinin belirli ellerde toplanması çok ciddi eşitsizlikler yaratmış, bütün bu eşitsizlikleri ortadan kaldıracak siyaseti sadece sosyal demokratlar üretebilmiştir.

20. yüzyıldaki liberal ekonomi gelişmekte olan ülkelerde çok ciddi savunmacı bir pozisyonun sahiplenmesine neden olmuştur. Bu yıllara çoğu sosyal demokrat parti daha geleneksel ve yerel siyasetler üretmeye başlamış ve bunun sonucunda giderek milliyetçileşen bir karakter oluşmaya başlamıştır. Liberal ekonominin getirdiği tahribat, insanları yoksullaştırmış, değerlerinden koparmış, insani değerleri merkezden alarak yerine inanç ve etnik temelli bir siyaset inşa etmiştir. İnsanı merkeze alan siyasetler giderek yerini etnik ve mezhepsel bir kimlik siyasetine bırakmıştır.

Liberal ekonomiler gelişmiş ülkelerin ekonomisi için önce fırsat gibi görülse de liberal ekonominin uzun vadede çıkarlarını düşündüğü için yatırımlarını sınır tanımadan ucuz işgücü ve ham madde elde ettiği ülkelere kaydırması; insan haklarının olmadığı, sosyal güvencelerin aranmadığı bölgelere kaldırması, doğduğu ve desteğini gördüğü büyük devletleri dahi yüz üstü bırakarak işsizliğe neden olmuştur. ABD ve AB sanayisinin Uzak Doğu’ya yaptığı yatırımlar bunlara örnektir. Liberal ekonomi; insanı dikkate almayan sadece ve sadece kar maksimizasyonunu düşünen bir sistemdir. 20. y.y. sonunda ve 21. y.y. başlarındaki birçok çelişkinin temelinden bu durum yatmaktadır. Artan terörizm ve diğer yandan büyük yoksul kitleler bu egemen ekonomik sistemin ve onun yarattığı tahribatın bir yansımasıdır. Orta sınıflara dayalı ekonomik modeller tamamen yok olmuştur. Bu süreçleri bu ülkede tahlil eden iki lider; Bülent Ecevit ve Kemal Kılıçdaoğlu’dur. İkisinin de sosyal politika merkezli siyaset üretmeleri bu farkındalığın bir sonucusudur.

Hem Bülent Ecevit’in hem de Kemal Kılıçdaroğlu’nun değişimden, yenilikten ve toplumsal değerle buluşmada gösterdiği cesaret iki liderin ortak özelliğidir. Bugün CHP özelinde bir değişimi, yenileşmeyi ve iktidar olma çabasını tartışıyorsak bunun nedeni Kemal Kılıçdaroğlu’nun ortaya koyduğu politikalardır, söylemlerdir.

Bu noktada soruda dile getirilen CHP’de bir kriz olduğunu varsayımı doğru değildir. İkincisi parti içinde iddia edildiği gibi keskin bir ideolojik ya da politik ayrışma söz konusu değildir. Elbette her parti kendini yenilemek, toplum ihtiyaçları ve beklentileri için yeni politikalar üretmek durumundadır. Bunu yapmadığınız zaman iktidar olamazsınız, bunu yapmadığınız zaman büyüyemezsiniz. Çünkü bu ülkenin sosyal demokrat bir iktidara ihtiyacı var. Milyonlarca güvencesiz, sigortasız, sendikasız işçi için, asgari ücretle çalışan milyonlar için, üretim yapamayan sanayici için ve de bütün toplumsal kesimler için iktidar olma zorunluluğumuz var. İktidar olmak içinde yeni fikirlere, insanlara ve söylemlere ihtiyaç vardır. Partimizde elbette ki bu sürece eleştirel bakanlar vardır. Bu doğaldır. Bundan herhangi bir rahatsızlık duymuyoruz. Ancak Genel Başkanımız Kemal Kılıçdaroğlu’nun söylediği gibi AKP siyasi ömrünü tamamlamıştır. Şimdi bu ülkede herkes CHP’den çok büyük bir beklenti içindedir.

CHP terör ve Kürt Sorunu’nun çözümü konusunda asla bir rant peşinde olmamıştır, olmayacaktır. Süreci son derece dikkatli ve titiz bir biçimde izliyoruz. Bu konuda AKP’ye şartlı destek verdik. Bu şartlarımız partiye bir yarar sağlanması için öne sürülen şartlar değildir, bu ülkenin ve halkımızın geleceği için öne sürdüğümüz şartlardır. Genel Başkanımız açıkladı; Bir, samimi ve dürüst olacaksınız. İki, gizli, kişisel bir ajandanız olmayacak. Üç, millete izah edemeyeceğiniz angajmanlara girmeyeceksiniz. Dört, ana muhalefet partisine veya millete bilgi vereceksiniz. Bunları yapmazsanız bu sorunu çözemezsiniz.

 

Sürecin denetçisiyiz

Biz TBMM zeminin tek meşru zemin olarak görüyoruz. Herkesi bu zemin üzerinde konuşmaya, tartışmaya ve ortak aklı yaratmaya davet ediyoruz. Burada edilgen bir politika izlemiyoruz. Ana Muhalefet olarak en temel görevimiz iktidara koşulsuz destek vermek değil, onu denetlemektir. Ona yanlışları göstermek ve doğru yolda yürümesini sağlamaktır. Özellikle 3 dönemdir büyük çoğunlukla iktidar olan ve bu ülkenin kronik hiçbir sorununu çözemeyen bir partiye karşı dikkatli ve denetleyici bir politika izlemek bizim görevimizdir. Bu noktada CHP’ye çok ciddi haksızlıklar yapıldığını düşünmekteyim. Daha önceki süreçlerde AKP’nin barış umutlarını nasıl heba ettiğini gördük. Bu konuda AKP’nin seçim öncesi manevralarına tanıklık ettik. Temel amacımız insanlarımızın umut ve beklentilerini yeniden boşa çıkarmamak ve AKP’yi bu konuda uyarmaktır.

CHP bu ülkede siyaset alanının en temel aktörüdür. Örgütsel ve fikirsel yapısı, içindeki farlılıkları ve geleceğe bakışı onu 90 yıldır ayakta tutmaktadır. Bu ülkede CHP’li olsun olmasın, oy versin vermesin herkesin CHP’den çok ciddi beklentileri var. Bunu görüyoruz ve bu beklentileri karşılamak için iktidar olmak zorunda olduğumuzun da farkındayız.

Önümüzde üç seçim ve bir referandum olasılığı var. Bu süreç ülkemizin evrensel demokrasi ve medeniyetlerle kurduğu ilişkinin sürüp sürmeyeceğinin göstergesi olacaktır. Çünkü AKP döneminde bu ülke tipik bir Orta Doğu ülkesine dönüşmüştür. Yani içinde etnik ve mezhepsel ayrışmaların yoğunlaştığı, demokratik hak ve özgürlüklerin kısıtlandığı, otoriter bir tek parti yönetiminin kurulmaya başlandığı bir rejim ortaya çıkmıştır. CHP demokrasi, özgürlük ve eşitlik bağlamında çok ciddi bir mücadeleye hazırlanmaktadır. CHP olarak temel hedefimiz bu ülkenin birikimini korumak ve geliştirmektir.


 

Sosyal demokrasiyle çatışmıyoruz

CHP MİLLETVEKİLİ NUR SERTER

Nasıl bir CHP fotoğrafı görüyoruz?

CHP’nin ilke ve hedefleri Parti Programında açıkça belirtilmiştir. Siyasi partileri ülkenin tarihsel, sosyolojik, siyasal gelişim sürecinden ve koşullarından soyutlayarak “dar kalıplar” içinde yorumlamak ve yargılamak ancak gerçekleri karartmak isteyenlerin işi olabilir. CHP halkın büyük çoğunluğunun Müslüman olduğu bir coğrafyada, bir Türkiye Modeli ortaya koymuştur. Bu model, sosyal demokrasinin beşiği olan Batı uygarlığının değer yargıları ile ulusun gücünü, enerjisini, tarihsel birikimini, inanç ve geleneklerini bütünleştirerek sosyal, kültürel, siyasal bir devrimi hayata geçirmiştir. CHP ideolojisinin temel dayanakları arasında yer alan Atatürk’ün modernleşme devrimi ve altı ok ilkeleri ile sosyal demokrasinin evrensel kuralları, birbirini tamamlayan bir sentez ortaya koymaktadır. CHP’nin ilke ve ideolojisi ile sosyal demokrasi arasında bir çatışma yoktur. Bu yapay çatışma iddiası, CHP’nin ilkelerini gerçek amacından saptırma gayreti içinde olanlar tarafından gündeme getirilmektedir.
 

İmralı ve Yeni Anayasa sürecinde nasıl bir CHP var?

Yeni Anayasa sürecinde CHP, sürece ilişkin katkısını kendi ilkeleri doğrultusunda şekillendirmektedir. Bu bağlamda;

*CHP, hiç kuşkusuz ulus devletten yanadır. Tüm bölünme senaryolarına karşıdır.

*Atatürk Milliyetçiliğinden yanadır ve her türlü etnik ayrımcılığı reddetmektedir. CHP’nin milliyetçilik anlayışı ulusal çıkarlara sahip çıkma esasına dayanan, tüm etnik ve kültürel kimliklere saygı duymayı öngören ve tüm vatandaşların bu ülkenin sahibi olduğunu kabul eden bir anlayıştır. Bu bağlamda CHP bireysel ve kültürel kimliklere sahip çıkan, “etnik kimliği” şeref kabul eden birleştirici, bütünleştirici, bilinç ve ideal birlikteliğine dayalı bir millet kavramını savunur.

*CHP anadilde eğitime karşıdır. Anadilin öğretilmesinin hak olduğuna inanır. Anadilde eğitimin ise birbirini anlamayan, birbirine yabancılaşmış, iki ayrı toplum oluşturmasının ulusal bütünlük acısından telafi edilemez sonuçlar doğuracağını kabul eder.

*CHP laikliği inanç özgürlüğü, insan hakları, cinsiyet eşitliği ve çağdaşlaşmanın güvencesi olarak kabul eder. Devletin tüm dinlere eşit mesafede olması gerektiğine inanır ve devletin dinselleşmesine, dinin siyasallaşmasına karşı bir duruş sergiler.

*CHP statükocu değil, devrimcidir. Ülkenin ve toplumun yararına olacak her türlü değişime açıktır.

Yeni Anayasa sürecinin muhatabı İmralı değildir, TBMM’de yer alan siyasi partilerdir. Terör örgütü liderinin duygu ve düşünceleri ile şekillendirilmeye çalışılan bir süreç Türkiye Cumhuriyeti Devleti için ancak bir “teslimiyet” olarak adlandırılabilir. Kendi siyasal projesini hayata geçirmek için acımasız katliam senaryoları sergileyen bir terör örgütüne boyun eğmek ve onu Anayasal sürecin paydaşı yapmak, Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş felsefesini yıkıp geçmek anlamına gelir. Terör örgütünün insan yaşamını tehdit aracı kılarak sergilediği dayatmayı bir hükümet projesi olarak sunanlar, gelecekte sergilenecek yeni dayatmalara karşı nasıl tavır alacaklarının hesabını bugünden yapmak zorundadırlar. Terörün durması için atılacak son adım ne olacaktır? Demokratik özerklik, bölünme ve Kürt Devleti mi? Bu soruları yanıtlaması gereken, bu projenin mimarı olan AKP hükümetidir.


 

CHP’nin eski söylemi yenilenmeyi engelliyor

PROF. DR. FERHAT KENTEL

Kuşkusuz hiçbir organizma değişmeden kalmaz. Siyasal partiler de kalkış noktası ile karşılaştırıldıklarında, bir yandan zaman içinde önemli ya da çok önemli değişimler yaşayabilirler; diğer yandan da başlangıçta inşa edilmiş ve o “eski zamandan beri” süregiden, bir “öz”ü de şu veya bu şekilde yaşayabilirler. CHP, kökenleri İttihat ve Terakki’ye giden, Osmanlı’nın içindeki modernleşme hareketleriyle bağlantılı ve Türkiye Cumhuriyeti devletinin kuruluşunu taşımış olan bir parti. O zamanlar, doğru veya yanlış (sosyolojik olarak çok sorunlu olan, ancak Batı’nın etkisi altındaki bir “zamana uygun”), en azından “iddiası” olan bir partiydi. Parti vasıtasıyla, “yeni” bir millet, “yeni” bir vatandaş, “yeni” bir toplum yaratılacaktı. Yani beraberinde çok sorun getirse de, “yeni” bir şey yapacaktı. “Yeniliği” temsil ediyordu.

 Bugün CHP, bir yandan, hâlâ, artık eskimiş olan bu “yeni”yi temsil ediyor. Toplumu yukarıdan aşağı mühendislik projeleriyle inşa edebileceğini düşünüyor; modernist / beyaz bir kibri temsil ediyor; kendisini hâlâ en akıllı zannediyor. Ama öyle bir şey söz konusu değil; geçen yüzyılın ulus-devletçiliğini savunmak "gericilik"ten başka bir şey değil. Bu açıdan bakıldığında, herhangi bir siyasal ya da sosyal hareketin “özü” denilebilecek bir takım unsurları CHP de taşımaya devam ediyor. Bu yüzden biz, sıradan seçmenler ve insanlar CHP’ye baktığımız zaman şaşırmıyoruz; CHP’nin hâkim çizgisi devamlılığını ispat ediyor; CHP “yerli yerinde” duruyor. Ama bir sosyal / siyasal hareketin başına gelebilecek normal (iyi) bir şey olarak, CHP’de de, CHP’yi taşıyan insanlar arasında da, CHP’nin taşıdığı insanlar arasında da az veya çok değişim kaçınılmazdı ve, ne kadar kırılgan olsa da, henüz kelimeleri ne kadar belirgin olmamışsa da, bu değişim bugün karşımıza çıkıyor.

Bir yanda cılız sesler İmralı’yla görüşmeleri, müzakere sürecini normal buluyor; çünkü artık tek millet ezberinin hiçbir şeye yaramayacağını farkediyor ve bu sürece ilişkin olarak yenilenmenin gereğini dile getiriyor. Ancak eski CHP’nin devamlılık söylemi, bilimsel görünümlü bir jargon (mesela Birgül Ayman Güler), parti içi aparaçikler (Deniz Baykal), iktidar, post ve hizip kavgaları vasıtasıyla yenilenmeyi engelliyor. Son olarak CHP bugün (MHP ile birlikte) değişim karşısında “korku kampını” temsil ediyor. Tabii ki, korkanlar sadece parti örgütleri değil; şimdiye kadar “tekçi” politikalar tarafından ehlileşmiş, beyazlaşmış vatandaşlar da korkuyor. Tarih anlayışımız ve sosyal-kültürel algılarımızın, ezberlerimizin sarsılmasıyla birlikte, giderek azalsa da, eski zihin konforunu kaybeden kesimler bu partilerin şu veya bu şekilde ayakta durmalarını –şimdilik- sağlıyor.


 

Partide kimlik sorunu var

PROF. DR. FUAT KEYMAN

Son dönemde CHP’nin krize girmesinin temel nedeni kendi içinde birbirleriyle uzlaşmayan iki ayrı grubu taşıması. Bunlardan birine yenilikçiler diyoruz, diğerine ulusalcılar diyoruz. Bu gruplar birbirleriyle çok fazla iletişim halinde değiller. Birlikte çalışmıyorlar. Bu yüzden de iki tane CHP varmış gibi gözüküyor. Aynı şekilde CHP’nin oy tabanına baktığımız zamanda da bir tarafta endişeli modernlerin olduğunu görüyoruz. Bir tarafta da daha demokrat, toplumla kucaklaşmak isteyen insanların olduğunu görüyoruz. Bu yüzden de kendini daha bulamamış bir CHP ile karşı karşıyayız.

İkincisi CHP’deki lider sorunu hallolmakla birlikte yani Kemal Kılıçdaroğlu’nun liderliği pekişmekle birlikte, CHP içerisindeki kimlik sorununu çözecek iradeyi gösteremiyor. Bu yüzden Kemal Kılıçdaroğlu’nun ağzından veya bazı milletvekillerinin ağzından Türkiye’nin bugün içinden geçmiş olduğu İmralı süreci veya yeni anayasa gibi yapıcı, olumlu söylemler duyuyoruz. Diğer taraftan da bu söylemlerin tamamıyla aksine CHP içindeki diğer milletvekillerini dinliyoruz. O yüzden de Kemal Kılıçdaroğlu parti içindeki liderliğini sağlasa da partiden belli konularda benzer görüşlerin ortaya çıkmasını sağlayamıyor. Bu yüzden de her kafadan farklı seslerin çıktığını görüyoruz. CHP de liderlik sorunu olmamakla birlikte Kemal Kılıçdaroğlu, CHP’nin ortak hareket etmesini çok fazla sağlayamıyor. Bu da topluma birbirine tezat fikirlerin aynı anda olduğu bir CHP algısı çıkarıyor.

Üçüncüsü de Türkiye’de genel parti dediğimiz bir AK Parti var. Bu partinin etkisi de ekonomi yönetimindeki başarısından geliyor. Hem de uluslar arası ilişkiler açısından Rusya, Çin, Hindistan gibi ilişkiler hem de avrupayla olan ilişkilerde Türkiye’yi temsil eden ilişkilerden geliyor. Bu da dünya da Türkiye eşittir Ak Parti algısı yaratıyor. Böyle olunca da CHP’nin bir sorunu da gerek ekonomik performansı olsun gerek dünya içindeki AK parti politikasına karşı alternatif bir politika, alternatif bir uluslar arası ilişkiler ve küreselleşme algısı yapılmıyor. Son dönemlerde de bazı Sosyalist Enternasyonal gibi örgütlere üye oluyor ama bu algının ben kırılacağını düşünmüyorum. Bu da CHP’nin ne kadar ekonomiden ve uluslar arası ilişkilerden kopuk ne kadar kendi söylem alanında kalırsa Ak Parti’ye bütün yönetim alanını bırakmış oluyor.

Bu sorunlardan da anlaşılacağı üzere CHP’nin uygun bir dile ve dünyada uygun bir kimliğe sahip olması gerekiyor. CHP’den sosyal demokrat olmasını isteyen vekiller bunun böyle olması gerektiğini söylüyor. Ulusalcılık ve milliyetçilik konularda CHP’nin ulusalcı kanadının söylemleri Türkiye’nin sosyolojik yapısına uymuyor.

Bu yüzden de CHP’nin bu krizden çıkması için bugünün Türkiye’sinin sosyolojisini ve dünyadaki değişimi, küreselleşmeyi iyi okuyan, aynı zamanda bunlarla ilgili politika üretebilecek merkez sol değerlere ihtiyacı var. Sosyal demokrasi dediğimiz esasında bu zaten. Merkez solun doldurulması ve merkez sağı tamamen doldurmuş Ak Parti’ye karşı güçlenerek iktidar haline gelebilmesi gerek. CHP merkez sola yerleşip, merkez solu temelinde Ak Parti’ye karşı alternatif olabilecek mi, olamayacak mı? Dünyadaki değişimi iyi okuyan ve bu okuyuşu eşitlik, adalet, vicdan gibi temellerde yapması gerekiyor. CHP’nin bu kararı vermesi gerekiyor. Tabi bu kararı aldığı zaman daha büyük karar alıyor. O da şu, bugün Ak Parti’ye baktığımız zaman ister başkanlık sistemi olsun ister yeni anayasa olsun, tüm Türkiye’yi yönetmek ve tüm türkiyeyi küreselleşme içinde temsil etmek gibi bir yanı var. Yani Türkiye üzerinde bir siyaset güdüyor. Buna karşı CHP’ye baktığımız zaman parti içinde iktidar mücadelesinin ve parti içinde gruplaşmaların daha önemli olduğunu görüyoruz. Bu yüzden CHP, Türkiye’yi yönetmek ve dünya çapında temsil edecek büyük bir oyun mu oynayacak yoksa parti içersindeki iktidar mücadelelerini mi sürdürecek burada bir karar vermesi lazım. Bunu da merkez sol ve merkez solu, merkez sağa alternatif göstermek, Türkiye’yi dünyada temsil etme gibi bir irade kararı almak çok zor ve çok çalışmayı gerektiriyor. Bu yüzden CHP sosyal demokrat mı değil mi, zor kararı alacak mı, almayacak mı, Türkiye’ye mi oynayacak yoksa kendi parti içerisindeki iktidar mücadeleleriyle mi devam edecek, bunun tartışılması lazım.


 

» YARIN: CHP’DE NELER OLUYOR?


Taraf, 22.02.2013

Yenilikçilerden umutluyum
Prof. Dr. Ayşe Kadıoğlu CHP içindeki yenilikçi kanattan hâlâ umutlu. Muharrem İnce’ye göre ise, CHP’de ne bir kriz var, ne de ayrışma

“Yenilikçiler” umut veriyor

PROF. DR. AYŞE KADIOĞLU

Sosyalist Enternasyonal’e dâhil olan bir partinin her şeyden önce eşitlikçi olması beklenir. Sosyalist bir parti eşitlikçiliği güvenlik odaklı politikalara feda etmez. Eşit vatandaşlığa yönelik düzenlemelerin bizzat teklif eden tarafı olur. Toplumda tüm kesimlerin eşit vatandaş olduğu varsayımı ile yola çıkar. Sosyalist bir partiden normalde bu beklenir. Ancak milliyetçilik ideolojisini diğer ideolojilerden ayırt eden bir özellik var. O da şu: Milliyetçilik diğer tüm ideolojiler ile yan yana gelebilir, işbirliği yapabilir. Böylesine her şekle girebilen bir ideolojidir. Her daim var olabilmesinin arkasında da bu özelliği vardır. O yüzden milliyetçiliğin muhafazakârlıkla olduğu gibi, liberal düşünce ile ve hatta sosyalist düşünce ile de yan yana gelebildiği durumlar var. Gerek tarihte gerekse bugün Avrupa’daki sosyalist akımların da milliyetçiliğin etkisinden uzak kalamadığı dönemler var. Fransa’da da Sosyalist Parti’den Başkanlığa aday olanlar arasında milliyetçi özellikleri öne çıkanlar da vardı. Dolayısı ile “Sosyalizm, şudur” diye kesin bir dil ile konuşup, sonra da CHP’nin sosyalist olmadığını söylemek gibi mutlakçı değerlendirmeler yapmak istemem. Ancak CHP Türkiye’de sosyalist duyarlılığı geliştirebilecek alternatif siyasi partilerin önünü hep tıkamıştır. O alanı Cumhuriyet tarihi boyunca işgal etmiştir. Bu açıdan sorunlu bir parti olduğunu düşünüyorum. Muhalefetin hakkıyla yapılamamasının bir yerde nedeni olmuştur. Daha ziyade tepkisel bir parti haline gelmiştir.

 

Yenilikçiler tarlada gelincik gibi

Ancak haksızlık yapmanın manası yok. Bağcı dövmektense bu ülkede eşit vatandaşlığın genel geçer norm olmasına giden yolu aralamak gerekir. CHP içinde -bu sayfalarda eski CHP milletvekili Fikri Sağlar’ın söylediğinin aksine- ciddi bir ayrışma var. İyi ki de var… Sosyalist alanı işgal eden bir siyasal partinin içinde zaten ayrışma ve çok seslilik olması beklenir. Bu her siyasal parti için geçerli bir tespit ama sosyalist olma iddiasındaki bir parti için daha da önemli. Ayrışma olmaması bir siyasi parti için değil onur duyulacak, utanılacak bir durum olmalı. CHP içinde ayrışmanın varlığı sağlıklı bir durumun işareti. CHP’nin bende uyandırdığı tüm ümitsizliğe rağmen, CHP içindeki “yenilikçi kanat”tan hala umudum var. Yılların kemikleşmiş yapısı ile mücadele ediyorlar. Bu mücadeleye destek vermek gerek. Çünkü içinde bulunduğumuz seçim sistemi gökten zembille yeni bir partinin düşmesine elverişli değil. Bu seçim sisteminde AKP’yi demokratikleşme yönünde zorlayacak bir muhalefetin yine CHP içinden çıkması tek anlamlı olasılık. Bu olasılığa destek vermek zorundayız. Yenilikçilerin parti içinde anahtar konumlara gelmelerine ve Türkiye’yi hak ettiği muhalefete kavuşturmalarına ihtiyaç var. Sadece tepki veren değil kuvvetli ve yenilikçi politikalar ile siyasal gündemi zorlayan bir muhalefete Türkiye’nin çok ihtiyacı var. AKP’nin terminolojisi ile söylersem CHP’nin tepkisellikten oyun kuruculuğa geçmesi gerekiyor.



 

CHP’de kriz de yok kanatlar da

CHP GRUP BAŞKAN VEKİLİ MUHARREM İNCE

Sosyal demokrasinin bugünkü krizi ile CHP'nin içinde bulunduğu kriz arasında bir bağlantı var mı, yoksa ayrı ayrı şeyler mi? Ya da CHP'nin bir krizi olduğu görüşüne katılıyor musunuz?

Sorunuz daha baştan sosyal demokrasiyi ve CHP’yi bir kriz içinde kabul ediyor. Böyle bir ön kabulünüzün dayanakları nedir bilmiyorum. Ben kriz kavramını sorunların yönetilemez hale geldiği bir durum olarak kabul ediyorum. Bu biçimde baktığımızda ne sosyal demokrasi nede CHP bir kriz içindedir. Sosyal demokrasinin ve CHP’nin sorunları var. Buda çok doğaldır, çünkü sorununuz yoksa sizin çözüm üretme kabiliyetiniz de yoktur. Sosyal demokrasinin sorunlarının önemli bir bölümü CHP’nin de sorunlarıdır. Sosyalist Enternasyonal’in 2012’nin eylül ayında Güney Afrika Cumhuriyetinde yaptığı kongrede ve ardından 14 şubatta Portekiz’de yapılan toplantıda ortaya konulan yaklaşımlar bizim için önemlidir. Çünkü önümüze bir vizyon koymaktadır. Biz bu kararları kendi somut durumumuza bakarak uygulamaya çalışırız. Bu sosyal demokrasi hareketi içindeki bütün partiler için geçerlidir. Bugün Sosyal demokrat partiler 50 ülkede tek başına ya da koalisyon ortağı olarak iktidardalar. Avrupa’da Finlandiya, Belçika, Fransa, Danimarka, İsveç, İzlanda ve Romanya’da iktidardalar. Sosyalist Enternasyonal’in Portekiz toplantısında dünya ekonomisi gündeme alındı. Büyüme, istihdam, sürdürülebilir kalkınma konuları tartışıldı. Bu sorunlar CHP’nin de önündeki sorunlardır. Sosyal demokratların, sosyal devleti, çevreyi koruyarak istihdamı artırmada karşılaştığı sorunlar, bizim karşılaştığımız sorunlar aşağı yukarı aynıdır. Dolayısıyla sosyal demokrasinin sorunları ile CHP’nin sorunları birbiriyle ilişkisiz sorunlar değildir.
 

CHP, Türkiye'de siyaset yeniden şekillenirken, müzakere süreci, yeni anayasa vb. konularda bir türlü ön alamıyor. Bunun yerine parti içindeki kanatlar birbirlerini kilitliyor... Örneğin CHP süren müzakere sürecinde inisiyatif almaktansa, hiç bir söylemeden kenarda durarak ya sürecin başarısızlıkla sonuçlanmasını ya da iktidarın bu işten yıpranarak çıkmasını bekliyor. Edilgen bir politika izliyor. Bunda parti içindeki "ulusalcı", "yenilikçi" ve "sol" çekişmenin etkisi olmakla birlikte, Anayasa çalışmalarında olduğu gibi net bir yaklaşım oluşturmamanın da payı var mı?

Bu soru mu, yoksa CHP için verdiğiniz mahkûmiyet kararı mı? Sizin bu ön kabullerinizle bizi anlamanız mümkün değildir… Çünkü değerlendirmenizde CHP’yi anlama çabası yok. Biz 12 Eylül Anayasasına hep karşı olduk. Bu nedenle de bu Anayasada yapılan değişiklerin nerede ise tümüne destek verdik. Destek vermediğimiz 12 Eylül referandumda ise temelde itiraz ettiğimiz yargı ile ilgili düzenlemelerdi. Eğer itiraz ettiğimiz maddeler çıkarılmış olsaydı, o değişiklik referanduma gitmeden TBMM’de kabul edilecekti. Bugün yargıda yaşanan sorunlar bizim itirazlarımızın ne kadar haklı olduğunu gösteriyor. Başbakan dâhil yargıdan şikâyet etmeyen yok. Mahkemeler mahkeme olmaktan çıktı, muhalifler üzerinde birer sopa haline geldi. Bu değişikliklerin böyle bir hukuk düzeni getireceğini daha o zaman öngördük.
Konuya önce şuradan başlamalıyız, Anayasa yaparak sorun çözemezsiniz. Anayasanızın demokratik olması sizi demokratik yapmaz. Anayasalar sorunlar karşısında ortaya çıkan çözüm iradesinin toplumsal sözleşmeye dönüşmesidir. Örneğin bugün Kürt sorunu noktasında toplumda tam bir uzlaşma hali çıkar ve buda Anayasa değişikliği gerektirirse o zaman Anayasa değişikliği çözümün bir parçası olur. Oysa bu sorun noktasında nelerin konuşulduğunu dahi bilmiyoruz.

Gelelim sizin ön alamadığımız yönündeki itirazlarınıza. Bizim görüşlerimiz ortadadır. Görüşlerimiz ortadayken hangi konuda ne söylersek ön almış oluruz. Bizim Kürt sorunu konusundaki görüşlerimiz 1989’dan beri biliniyor. Biz bu sorunu, temel haklar ve özgürleşme, dahası demokrasi sorunu olarak görüyoruz. Biz Türkiye’nin yönetim yapısını değiştirerek bu sorunu çözemeyeceğimiz düşüncesindeyiz. Yönetim yapısını değiştirmenin birlikte yaşamak değil yan yana yaşamak olduğunu söylüyoruz. Bunun nesnel bir temelinin olmadığını söylüyoruz. Eğer biz Kürt sorununu Diyarbakır sorunu olarak görürsek çözüm üretemeyiz. Buna karşılık İstanbul sorunu olarak görürsek çözüme ulaşırız. İstanbul Dünyanın en büyük Kürt şehridir. Siz bugün homojen bir nufus dağılımı var diye Doğu ve Güneydoğuyu ayrı bir yönetim anlayışına, hukuka tabi tutarsanız, Kürt nüfusun büyük çoğunluğunu barındıran İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Mersin ve Akdeniz ve Ege kıyılarında yaşayan Kürtlerin sorununu içinden çıkılamaz bir hale getirirsiniz. Çünkü 30 yıldır yaşananlar birlikte yaşamada önemli zihinsel kırılmalar yaratmıştır. Bunu söylediğimizde ön alamıyorsak neyi söylediğimizde ön alırız? Örneğin Kürt ulusu vardır, ulusların da kendi kaderlerini tayin hakkı vardır, Kürdistan’ı tanıyoruz dersek mi ön alacağız? Bunu CHP’den bekleyenler, CHP’yi tanımıyorlardır, bilmiyorlardır. CHP hiçbir zaman böyle bir söylemi kabul etmez. CHP bu ülkenin kurucu felsefesini oluşturan partidir. CHP’nin böylesi söylemlere pirim vereceğini söylemek CHP’den kendisini inkâr etmesini istemektir.
CHP’de sizin belirttiğiniz anlamda “ulusalcı” “yenilikçi” “sol” kanat diye bir şey yoktur. CHP, ulusalcı, yenilikçi ve solcu bir partidir. CHP’de farklı seslerin çıkması doğaldır. Biz hiçbir zaman tek sesli bir parti olmadık. Bu partide her zaman farklı şeyler söyleyenler olmuştur. Ancak, bu partinin resmi görüşü parti programıdır. Davranışlarımızın sınırlarını ise tüzüğümüz belirler. Bizim kendi iç tartışmalarımızı zaman zaman kamuoyu ile paylaşmamız bizim zaafımız değil, zenginliğimizdir. Bu partide genel başkan hapşurdu diye üyeler ellerini ağızlarına götürmezler. Yeni Anayasa konusunda Genel Başkanımız bizim görüşlerimizi kamuoyuna defalarca açıkladı. Anayasa Uzlaşma Komisyonundaki üyelerimizde bu açıklamalar doğrultusunda bizim görüşlerimizi masada dile getirmektedirler.
 

Sosyal demokrasi CHP için ne kadar geçerli bir kavram? Ya da CHP "ulusalcıların" partisi mi? Bu iki görüşü CHP içinde tutmak ve ileri gitmek, sağlıklı bir muhalefet oluşturarak partiyi büyütmek mümkün mü?

CHP, sosyal demokrasiyi kabul eden bir partidir. Ancak, buna rağmen önemli farklılıklara da sahiptir. Bir kez sosyal demokrasinin ortaya çıkış biçimi sınıf mücadelesine dayanır. Brenstein’in “revizyonizmi” ile klasik Marksist görüşten farklılaşmıştır. Sosyal demokrasi, burjuvazi ile proletarya arasındaki mücadeleyle şekillenmiştir. Buna karşılık CHP Kurtuluş Savaşı ve yeni devrimlerle dayalı yeni bir devletin kurucusu olarak şekillenmiştir. Sosyal demokrasi toplumsal sınıfların kendisi için sınıf haline geldiği bir toplumda sınıf uzlaşmasını, CHP ise toplumsal sınıfların kendiliğinden sınıf halindeki bir toplumda ortaya çıkması nedeniyle sınıflar arası uzlaşmayı halkçı ve devletçi politikalarla sağlamaya çalışmıştır. Atatürk’ün ifadesiyle “kaynaşmış, bütünleşmiş ulus olma” düşüncesinin temeli bu farklılıktır. Bu önemli farklılık tamamen Avrupa ve 1920’lerin Türkiye’sinin toplumsal yapı farklılıklarından kaynaklanmaktadır. Bu tarihsel farklılık, Avrupa Sosyal demokrat partilerinin evrimci, CHP’nin ise devrimci bir parti olmasını sağlamıştır.

CHP bu deneyiminde kazandığı birikimi çok partili sisteme geçerken ve sosyal demokrasiyi kabul ederken de kabul etmiştir. Batı Sosyal Demokrat partilerinin kurtuluş ve devrim partisi olmak gibi bir deneyimleri yoktur. Dolayısıyla onların öncelikleri ile bizim önceliklerimiz arasında kimi zaman farklılıklar olmaktadır. Örneğin Fransa’da Sosyalist Partinin laikliği savunmak gibi bir derdi yoktur. Çünkü orada herkesin ortak paydasıdır. Oysa bizim bu büyük devrimi savunmak, yaşatmak gibi bir sorunumuz var. Çünkü bazı siyasal partiler bunu ortak payda olarak görmek istemiyorlar.

Sizin sorunuzdan anladığım Sosyal Demokrasi ile “ulusalcılığın” bağdaşmadığını söylemek istiyorsunuz. Hâlbuki Sosyal demokrat partilerin hepsinde güçlü bir ulusalcılık anlayışı vardır. Örneğin uzun yıllar iktidarda kalmış olan Almanya Sosyal Demokrat Partisi’nin Alman ulusal kimliğini, Almanya’nın çıkarlarını ötelediğini gördünüz mü? Bırakınız, bizim Sosyal Demokrasiyle bağdaştıramadığımız söz ve eylemleri dahi olmuştur. Irak’ın işgalinde SPD ve İngiliz İşçi Partisi’nin rolünü hatırlayınız. Fransa’da Sosyalist Parti Fransa’yı onlarca yıl yönetti, yönetiyor. Fransız kimliğinin geriletilmesi yönünde bir çabasını gördünüz mü? Bu partilerin uygulamaları Sosyal demokrasiye uygun ama CHP’nin “ulusal birlik” söylemi Sosyal demokrasiye uygun değil. Geçiniz bunları.

Ben daha ileri gideyim. CHP, adını saydığım bu partilerden daha emek öncelikli politikalar izleyen, daha özgürlükçü, sosyal devlet anlayışı noktasında bu partilerden daha ileri konumdadır ve sola yaptığı katkılar bakımından da öndedir. Alın size taze bir örnek. Fransa’da Sosyalist Parti iktidarda. Suriye’de ne yapıyor, Mali’de ne yapıyor? CHP hem ulusalcıların hem de sosyal demokratların partisidir. Sizin bahsettiğiniz anlamda bir ayrım suni ve gerçekçi olmayan bir ayrımdır. CHP geçmişte bu çizgisiyle iktidar oldu. Gelecekte de olacaktır.
 

Sizce CHP içindeki gelişme nasıl bir seyir izliyor ve çözüme ulaşır mı? Çözüm nasıl olur ve gerçek anlamda bir alternatif oluşturur?

CHP’de, sizlerin görmek istediği anlamda bir ayrılık yoktur. Olmayacaktır da. CHP’den veya diğer partilerden her zaman kopuşlar olmuştur. CHP’de biri ayrıldı diye CHP’ye bir şey olmaz. Bir şey olmuşsa ayrılanlara olmuştur. Şimdi nerelerde olduklarını, nelerin altına imza attıklarına birlikte tanık olduk. Biz insan hakları anıtına “ucube” diyerek yıkımına imza atanları gördük. Tekbir getirilecek diye emir yağdıranları gördük. CHP şu haliyle zaten alternatiftir. Bugün ülkemizde kimlikler ve yaşam tarzı biçiminde bir ayrışma yaşanıyor. CHP bu sorunların aşılmasında tam anlamıyla alternatiftir. CHP etnik aidiyetlerin kendi varlığını sürdürme, kendini tanıtma noktasında bütün engellerin ulusal birlik içinde kaldırılmasını savundu, savunuyor. Herkesin olan hiç kimsenindir anlayışı doğrultusunda aidiyetlerin kamu yönetimi üzerinde kurduğu baskıyı geriletmeyi amaç edinmiştir. CHP laikliğin sağladığı özgürlükleri koruma ve geliştirme mücadelesi vermektedir. CHP, ekonomik politikalarında emekten yana tavır almaya devam ediyor, edecek. Bunun için sendikal örgütlenmelere getirilen kısıtlamalara, grev yasaklarına karşı çıkmaktadır. Sermaye ile emek arasındaki ilişkide sermaye sahiplerinin hakkı kadar emekçinin hakkı da olduğunu savunuyor. Güvencesiz istihdama şiddetle karşı çıkmaktadır. CHP, demokrasinin tüm kurallarıyla, değerleriyle bu ülkede yerleşmesi için çabalamaktadır. Demokraside iktidarın denetimini, hesap verebilirliğini zayıflatan iktidara karşı halkı aydınlatmayı bir görev bilmekte ve bunun gereğini yapmaya çalışmaktadır.



 

Sosyal demokrasi miadını doldurdu

PROF. DR. HALİL BERKTAY

Sosyal demokrasinin durumu ile CHP’de yaşananları nasıl değerlendiriyorsunuz?

CHP’ye ilişkin meseleler ile evrensel planda sosyal demokrasiye özgü meseleler, bir bakıma birbirlerine biraz bağlı ama çok da örtüşmüyor. Çünkü CHP’nin yaşadığı kriz, sosyal demokrasinin krizi değil. CHP hiçbir zaman, 19. yüzyıldan bu yana bildiğimiz şekli ve tarihiyle sosyal demokrasinin bir temsilcisi olmadı. Bir ara Bülent Ecevit CHP’yi oraya oturtmaya; dünya çapında sosyal demokrasi ile CHP’nin Türkiye’deki muhalif konumu arasında bir bağlantı oluşturmaya çalıştı. Ama bu, hiçbir zaman kök salmadı. CHP içinde sosyal demokrasiyi düşünme ve özümlemeye yönelik bir çaba oluşmadı.
 

Bir çaba var mıydı sizce?

Kısa sürelidir; o da 1970’lerin olağanüstü krizinde, 12 Mart sonrasının ve 12 Eylül’e gidişin sarsıntıları içinde yok olup gitti. Ecevit’in kendisi bir İskandinav sosyal demokratı gibi davranırken, bu davranışın düşünsel temellerini partisine öğretemedi; üstelik bu daha uzun vâdeli projeye fazla dalıp güncel siyasetin icaplarını ihmal etti; yaklaşan darbeye karşı parlamentoyu korumak uğruna merkezci ittifaklar kurmayı beceremedi. 12 Eylül’den sonra Arayış dergisiyle tekrar denedi ama siyasî yasaklar genişleyiverdi ve CHP de, dergi de kapatıldı. 1983-1992 çalkantılarının ardından, Deniz Baykal’ın 1992’de tekrar açılan CHP’nin başına geçmesi ve tek adamlığını 15 küsur yıl dayatması, Ecevit’in başlattığı sosyal demokratlık çabasından tamamen kopmayı beraberinde getirdi. Böylece CHP, 12 Eylül kesintisinin ardından tekrar Cumhuriyetin kurucu, Atatürkçü partisi kimliğiyle sahneye çıktı. Bunda, 28 Eylül 1997 “hafif darbe”sine koyu laikçi ve Atatürkçü bir yanıt vermesinin de payı var; 21. yüzyılın ilk on yılı boyunca AKP’nin yükselen başarısını kıskanmasının payı var; yüzde 20’lerde tıkanıp kalmasının marjinalleştiğini ve bir daha hiç seçimle iktidara gelemeyecek olduğunu algılamasının payı ver. Her ne olduysa CHP, 50’lerde Demokrat Parti’ye, 60’larda Adalet Partisi’ne muhalefette olduğu dönemlere göre bile daha fazla Atatürkçüleşerek ve ulusalcılaşarak, ordudan medet uman, Cumhuriyet mitinglerinin başını çeken, TSK’yı bir darbe yapmaya daha teşvik eden bir çizgi izledi. Bu, âdetâ yeni bir Recep Peker dönemidir. Avrupalılaşma ve demokratikleşme hamleleri AKP’den gelirken, bir zamanların “muasır medeniyet”çi CHP’si bu hamlelere yetersiz diye değil fazla ve aşırı diye; evrenselci açıdan değil devletçi-milliyetçi açıdan, zamanını şaşırmış bir anti-emperyalizm söylemine sığınarak karşı çıktı. Bu da bir yerde iflas etti. Deniz Baykal bir komployla uzaklaştırıldı ve Kemal Kılıçdaroğlu gelmesi bir yenilenme tevatürüne yol açtı. Yenilikçi denenler ister istemez Ecevit’in sosyal demokrat denemesiyle zihinsel bir bağ kurmaya çalıştı.
 

Peki, CHP şimdi sosyal demokrat olmayı deniyor mu?

Denemiyor ve denemesi de imkânsız. Ben sadece yanılsamalarımızın kaynağını; CHP’yi neden bir sosyal demokrasi problemi gibi gördüğümüzü anlatmaya çalışıyorum. Bugün CHP’nin, sosyal demokrasinin dünya çapındaki kriziyle sadece şöyle bir ilgisi var: CHP’nin yaşadığı kriz ile dünyadaki sosyal demokrat partilerin ve sosyalist enternasyonalin yaşamakta olduğu kriz, bir bakıma aynı yerden, dünyanın değişmesinden ve tüm sağ-sol mevzilenmelerinin altüst olmasından kaynaklanıyor.
 

Sosyal demokrasinin dünyadaki durumu nedir?

Sol kavramı bizde çok yanlış bir biçimde, komünistlik, sosyalistlik ve/ya sosyal demokratlıkla özdeş anlamda kullanılıyor. Oysa toplumda her dönemde siyaset yelpazesinin görece muhafazakar bir sağ tarafı ve görece radikal, yenilikçi bir sol kanadı olur. Mesele şu ki, 19. yüzyılın ikinci yarısından Sovyetlerin çöküşüne kadar aşağı yukarı yüz yıl boyunca siyaset yelpazesinin solunu derece derece sosyal demokrat, sosyalist ve komünist partiler doldurdu. Bu, ampirik bir olgudur. Ne ki bu durumun uzun sürmesi, Marksizm ve Marksizmden türeyen çeşitli akımlar eşittir sol (ve bunların dışında sol olmaz) gibi bir saplantıya yol açtı.

Şimdi bu tarihsel örtüşmenin sonuna gelmiş bulunuyoruz. Bu da sol nedir, sağ nedir konusunda bir kafa karışıklığına yol açıyor. Sanayi Devrimi sonrasında insanların kapitalizmin hiyerarşisine, eşitsizliklerine, güvensizliğine karşı tepkisi, bir dönem belirli bir mecraya akmıştı. 19. yüzyılda komünizm, sosyalizm ve sosyal demokrasi aynı şeydi. Terimler farklıydı ama hepsi aynı anlama geliyordu. Sovyet devrimiyle ve Üçüncü Enternasyonal’in kurulmasıyla, sosyalist ve sosyal demokrat başka, komünist başka oldu. Ama sonuçta hepsi ya çöktü ya söndü. En katastrofik biçimde, Sovyetlerle birlikte uluslararası komünist hareket de yıkıldı ve sosyalizm tarihî dönemi kapandı. 1919-20’den itibaren parlamenter demokratik bir çizgi izlemiş olan sosyal demokrasinin de aslında söyleyecek çok fazla bir şeyi kalmadı. Sosyalist Enternasyonal yelkenlerini herhangi bir yeni ve ciddi rüzgâr doldurmayan bir ritüeller kabuğu haline geldi. Belki şu söylenebilir: SE biraz daha ciddi olsaydı, bu rezil ve berbat CHP’yi biraz frenler; meselâ Deniz Baykal’a sen nasıl darbecilik yaparsın veya Kemal Kılıçdaroğlu’na sen nasıl Kürt haklarına karşı Türk milliyetçiliğine oynamaya devam edersin diyebilirdi. Ancak onların da pek düşünce disiplinlerinin kalmamış olmaması, CHP’nin dağınıklığını kolaylaştırıcı bir rol oynadı.
 

Siz miadını doldurduğunu söylediğiniz sosyal demokrasinin yerine ne koyuyorsunuz?

Türkiye bir büyük iç savaştan çıkışa doğru gidiyor; 21. yüzyılın şafağında yeni bir Türkiye siyaset sahnesi şekilleniyor. Burada ister istemez aklıma 20. yüzyılın diğer iki büyük iç savaşı, İspanya ve Yunanistan örnekleri geliyor. Şimdi açık konuşalım; onlar iç savaştıysa, Türkiye’deki hem Kürt savaşı, hem askerî vesayet rejimine ve Ergenekon darbeciliğine karşı mücadelem itibariyle, bu iki cephede, haydi haydi iç savaştır. Tabii bir cephesi biraz Fırat’ın doğusunda kaldı; sarsıntısı Beyaz Türkiye’ye taşmadı. Veya Türkiye’ye sirayeti militarizmi ve darbeciliği güçlendirmesiyle oldu. Ama galiba bütün bunların sonuna geliyoruz. Kim nasıl tarif ederse etsin, bir uzlaşma olacak…
 

O zaman nasıl bir siyaset sahnesi oluşacak?

Bir büyük merkez sağ parti olmaya devam edecek, herhalde AKP. Sadece değilse de esas olarak bir “Türk partisi” olacak. MHP’nin ve CHP’nin ise varlık nedenleri çok zayıflayacak. AKP’nin karşısında bir veya birkaç Kürt partisi yer alacak. Daha demokrat Kürt grupları kendilerini PKK’nın hegemonyasından özerkleştirebilecekler ve bağımsız olarak ortaya çıkabilecekler mi; bunu zaman gösterecek. Bu siyaset sahnesinde sol eksik. Türkiye’nin tabii yeni bir sola ihtiyacı var. İçinde, büyük ölçüde sosyalizm geleneğinden gelen insanlar yer alabilir. Ama bu, eski sosyalizm düşüncesinden hayat alamaz. Böyle bir parti, öncelikle bir Türk ve Kürt partisi, hattâ bir Türk, Kürt ve Müslüman demokrat partisi olmalıdır. AKP’nin de PKK tabanına dayanacak bir Kürt partisinin de karşısında, radikal, muhalif, eleştirel Türk aydınlarını, Kürt aydınları ve İslâmcı demokrat aydınları birleştiren bir parti istiyorum. Şöyle bakalım: üç düşünce ve siyasal kültür geleneği; üç de mağduriyet damarı var Türkiye’de. Hiçbirinin dünya görüşüne ve gelecek projesine diğerleri üzerinde öncelik tanımayan bir sentez mümkün olabilir. Evet, muazzam bir düşünce çabası gerektirir. Ama hiç olmazsa bu düşünce çabası, sosyalizmi ve/ya sosyal demokrasiyi onarmak ve yeniden tanımlayıp canlandırmak gibi, artık tarihen imkânsız bir çıkmaza kanalize edilmemiş olur.



 

“Sol”dakiler sessiz kalıyor

PROF. DR. İŞTAR GÖZAYDIN

Kemal Kılıçdaroğlu’nun henüz parti içi demokrasiyi tesis edemediğini düşünüyorum. Ön seçimlerin milletvekili çıkaramadığı bölgelerden yapılmış olması, kadın ve gençlik kolları kurultaylarının göstermelik olarak yapıldığı intibasını uyandırması, parti meclisi seçimleri sonucunda genel başkanın önerdiği isimlerin ağırlıklı olduğu bir yapıya dönüşmesi bunun göstergesi. Buna karşın oldukça renkli, aktif ve çalışkan bir meclis grubunun varlığı olumlu bir gelişme. Aylin Nazlıaka, Veli Ağbaba, Melda Onur gibi yeni vekillerin alışılmış CHP muhalefetinin dışında yeni bir hareketlilik getirdiği görülüyor. İdeolojik olarak değişimin henüz bir türlü gerçekleşememesinin nedenini, partide sayıları az ve fakat etkinlikleri sayılarına oranla çok olan Metin Feyzioğlu, Emine Ülker Tarhan, Birgül Ayman Güler gibi ulusalcı vekil ve yöneticilere bağlıyorum. Buna karşın kendini solda tanımlayan yöneticiler, örneğin Fikri Sağlar ve Ercan Karakaş çok sesiz kalıyor. Diğer yandan başta Kürt meselesi ve anayasa gibi süreçlere dâhil olma isteği de CHP için olumlu ama yetersiz girişimler. Bu girişimlerin artması da yukarıda açıklanacak dengenin değişimine bağlı. Bunların yanı sıra CHP’nin uluslararası girişimleri göz doldurucu nitelikte gözüküyor; başta PES, ECOSY ve EIUSY gibi uluslararası organizasyonlarda daha etkin. Çin-İngiltere ve Brüksel gezileri ise oldukça aktif bir şekilde gerçekleştirildi. Yerel seçimlerin sonuçlarının CHP için ne olacağını söylemek oldukça zor. Buna karşın hem aday belirleme süreci hem de örgütlerin iyi çalışması için hazırlıkların yapılması olası bir kötü sonucu değiştirecek nitelikte olur sanrım. Kılıçdaroğlu’nun, politikaları ve kadrosu bakımından ilk ciddi sınavı olacağını düşünüyorum.


 

» YARIN: CHP’DE NELER YAŞANIYOR?

Taraf, 21.02.2013

CHP programı güncellenmeli

Taraf, dünyadaki sosyal demokrasi kriziyle bugün CHP’de yaşanan sorunlar arasındaki ilişkiyi sordu. Tarhan Erdem, Ferdan Ergut, Yunus Emre, Murat Utkucu yanıtladı

 

CHP’nin güncellenmiş programa ihtiyacı var

KONDA GENEL MÜDÜRÜ-YAZAR TARHAN ERDEM


Bildiğiniz gibi İmralı’yla başlayan bir müzakere süreci var. İmralı’nın yanı sıra yeni anayasa yapımına baktığımız zaman CHP’nin bu süreçlerin dışında yer aldığını görüyoruz. Neden böyle?

Bir partiyi, halkın tamamına yakınının kendini taraf sayarak içinde bulunduğu bir konunun dışında saymayı kabul edemiyorum. CHP, olaylar karşısında, halkın beklediği açıklık ve tutarlılıkta görüş belirleyip açıklamakta geciktiği için, bazı olayların dışında sayılabiliyor.


Siyasal partiler, önceden belirlenmiş temel ilkeleri varsa kararlarını daha çabuk ve kolay alabilirler. Bir parti, iyi düşünülmüş ve tartışılmış güncel bir programa sahip değilse ve olaylar karşısında konunun genişliğine uygun politikalar belirleyemiyorsa, konuların dışında görülebilir. CHP, durumunu doğru tanımlayıp bu görüntüden hızla sıyrılmalıdır.


Milletvekili Birgül Ayman Güler’in “Türk ulusuyla Kürt milliyetinin eşit olamayacağı” yönündeki sözleri CHP’de yaşanan krizi iyice gözler önüne serdi. Krizlerin çıkış noktası tam olarak nedir?

Son günlerde Deniz Baykal’ın konuşmasının gösterdiği gibi, Sayın Birgül Ayman Güler yalnız değildir. CHP temel ilkelerini belirleyemediğinden, örgütünün içinde görülmesi doğal olan farklı görüş akımlarını izleyip yönetememektedir. Altı yıldan beri, Kürt meselesinde kalıcı, açık ve uygulanmaya başlanmış bir politika belirleyememiş bir partinin sorunlarını yönetemiyor oluşuna şaşılmamalıdır.


CHP, bu krizi nasıl aşabilir?

CHP, parti içi demokrasiyi kurmaya başlasa, yaşanan sorunların çözüm kapısı da aralanır. Parti yönetimi, toplanıp, önümüzdeki yerel yönetim seçimlerinde, yarın belirleyip ilan edeceği en çok yüz ilçe dışındaki bütün belediye başkan adaylarını, ilan tarihinde kayıtlı üyelerin katılacağı ön seçimle belirleneceğini ilan etsin, ertesi gün partide toparlanma başlar. Bu karar genel başkandan en uzak köydeki üyeye kadar herkesi harekete geçirir, partiye canlılık verir; bunlardan daha önemlisi düşünsel birliktelik yaratılmaya da başlanır. Ülkemizin ve halkımızın acil ve büyük sorunu CHP’nin AK Parti karşısında güçlü demokratik bir siyasal partiye dönüşmesidir.



 

12 Eylül doğal süreci durdurdu

YEŞİLLER VE SOL GELECEK PARTİSİ ÜYESİ FERDAN ERGUT


CHP’nin temel sorunu tarihle. Aslında, memleketin temel sorunu tarihle! CHP’nin değiştiğini iddia edenler (daha doğrusu değişmesini arzulayanlar) CHP’nin tarihini göz ardı ediyorlar. Kurumların da kendi tarihleri, hafızaları olduğunu görmezden geliyorlar. Öznelerin kurumları dönüştürme kapasitelerini çok önemsiyorlar, kurumların özneleri biçimlendirme kapasitelerini çok küçümsüyorlar.

Sonuç olarak CHP’deki lider değişimine giden sürece damgasını vuran, CHP’yi özgürlükçü bir hata sokmaya çalışanların mücadelesi olmadı. Sürece damgasını vuran ana dinamik, kişiler etrafında birleşen ve hangi programatik zeminlerde ayrıştıklarını (veya tekrar buluştuklarını) bilemediğimiz koalisyonların iç hesaplaşması oldu. Koalisyonların bu kadar çabuk kurulup, bu kadar çabuk yıkılmasının esas nedeni ise programatik ve ilkesel bir tartışmanın söz konusu olmamasıydı.

Kılıçdaroğlu liderliği böylesi bir iç mücadelenin içinden gelmediği içindir ki, bütün amacını parti bütünlüğünü korumaya adadı. Bana öyle geliyor ki, O’nun temel hedefi, “eski” CHP’nin teorik/pratik eleştirisi üzerinden “yeni” CHP’yi yaratmaktan çok, parti içindeki “yenilikçiler” ve “ulusalcılar”ı fedaratif bir yapıda tutmaktı. Daha fazlasını hedefleyemezdi.

CHP’nin aslında bu 100 yıllık uzun dönemli patikasının yanında bir de kısa dönemli (20 yıllık) patikası var. 1970’ler, yüzünü biraz olsun toplumsal sorunlara dönmeye başlamış CHP için belki de yeni bir patikanın başlangıcı olabilirdi. Ama 12 Eylül geldi ve süreç sert bir biçimde durduruldu.

Sonuçta, Baykal 12 Eylül’ün getirdiği bu zorunlu kesintiden de yararlanarak CHP’yi tekrar ana yatağına geri çekti ve “Cumhuriyet değerleri” ekseninde yeniden kurdu. Bu dönemde, Kürtler ve Şeriatçılar olarak iki ana düşman tanımlandı ve bu düşmanlar üzerinden yaratılan korku sayesinde yüzde 20 mertebesinde bir oy tabanı konsolide edildi. CHP’nin topluma sunduğu mesaj çok netti.

CHP’nin içindeki gerilimin, sürdürülebilir olduğunu sanmıyorum. Bu gerilimi, kaçınılmaz sonuna doğru götürecek olan da Kürt Sorunudur. Müzakere süreci başarısız olursa - ki hiç uzak bir ihtimal değil- CHP örgütsel bütünlüğünü bir müddet daha sürdürür. Fakat müzakere başarılı bir biçimde ilerlerse, yani Kürtlerin ulus-devletin kuruluş mantığını aşan tanınma talepleri karşılık bulursa CHP bu haliyle yola devam edemez.

 

Patikaya bağımlılık

FERDAN Ergut, CHP’yi analiz ederken, siyasi literatüre “patikaya bağımlılık” kavramını taşıdı. CHP hakkında hayli zihin açıcı görünen bu kavrama ilk Prof. Dr. Seyfettin Gürsel dikkat çekmişti. Tarihsel Sosyoloji’nin öncü isimlerinden Charles Tilly şöyle tanımlıyor bu kavramı: Bir olayın belirli bir momentte ve zamanda olması, sonucu etkiler. Nasıl olduğunu ortaya çıkarmak için, ne zaman olduğunu bilmemiz gerekir. Belirli zamanlarda yapılan seçimler sonraki dönemlerde olacak olanları belirler. Söylemeye gerek yok. Olamayacak olanları da belirler. O anlarda yapılan seçimler bazı patikaları açtığı gibi, pekala o dönemlerde olası olan ve “girilseydi” varlığını koruyabilecek olan başka patikaları da bir daha açılmamacasına kapar.



 

Sosyal demokrasiye güvenmek gerek

ESKİ CHP GENÇLİK KOLLARI BAŞKANI- YRD. DOÇ. DR. YUNUS EMRE


Sizce CHP neden İmralı ve yeni anayasa yapımı gibi süreçlerin içerisinde değil de dışında yer alıyor?

Bu CHP’nin tercihinden bağımsız olarak iktidar partisinin tekçi siyasal anlayışının bir sonucu. AKP’nin siyasal stratejisi diğer siyasal aktörlerle müzakere ederek orta yolu bulmaya değil karşıtlarıyla kutuplaşmaya ve bu kutuplaşmayı topluma projekt etmeye dayanıyor. Tabi böylelikle de CHP’yi dar bir alana hapsetmiş ve defansif bir konuma itmiş oluyor.


Sosyal demokrasi ekseninde nasıl bir CHP görüyorsunuz?

CHP’nin 1960’lardan günümüze sosyal demokrasiyle ilişkisinde gelgitler yaşandı. 1990’lar ve 2000’lerde gitgide sosyal demokrasinin izi silikleşti. 2000’lerin sonuna gelindiğindeyse bunun böyle gitmeyeceği görüldü ve yeni bir arayış başladı. Ancak bu arayış doğrudan sosyal demokrasiye yönelmedi. Parti içinde Türkiye’ye özgü sosyal demokrasiyi temsil edebilecek kişiler etkili olamadı. Bir taraftan katı bir milliyetçi söylem partiyi bir yana doğru çekerken diğer taraftan CHP’nin soykırım yaptığı türünden görüşler partiyi başka bir yana doğru çekti. Yani sorun CHP’nin sosyal demokrasiye yönelmesinde değil, arayışlarına bir doğrultu verememesinde, kendine ve sosyal demokrasiye yeterince güvenmemesinde.


Partide yaşanan bu kriz nasıl aşılabilir?

Daha güçlü bir sosyal demokrasi vurgusuyla aşılabilir. Ancak sosyal demokrasiyi doğru anlamak lazım. Kaba bir batı karşıtlığını ve ulusal popülizmi sosyal demokrasi olarak düşünen geniş bir kesim var. Sosyal demokrasi sınıf uzlaşmasına dayanan demokratik sivil toplumun gelişmesini temel ilke edinmiş ve eğitim, sağlık, sosyal güvenlik gibi alanlarda metalaşma süreçlerini tersine işleten yani doğayı ve insanı meta olmaktan çıkaran bir ideoloji. Bunların hepsini de reformist bir şekilde ve barışçıl yollardan yapıyor. Birçok gelişmekte olan ülkede sosyal demokrat rejimler kurulabildi ve insani gelişmişlik alanında inanılmaz başarılar yakaladılar. CHP bu modeli daha iyi tanımalı ve ona sıkı sıkıya sarılmalı. Parti içinde CHP’yi sosyal demokratlaştırmak isteyen önemli bir kesim var. Sonuç bu kesimin ne derece başarılı olabileceğine bağlı.



 

Kılıçdaroğlu’nun erteleme lüksü yok

YAZAR MURAT UTKUCU


Kürt meselesinin çözümüne ilişkin görüşmelerin yürütüldüğü bu dönemde AK Parti’nin Neokemalizm ile suçlanması tuhaf gelebilir. AK Parti hükümeti, eski rejimin tasfiyesi için eski rejimden muzdarip bütün ötekilerin mazlumiyeti üzerinden siyaset yaparak yola çıktı. Sonra iktidarı ele geçirdikçe adım adım bu söylemini terk ederek doksan yıllık devlet geleneğinin tek mirasçısı oldu. Türk Sağ Sünniliği ile Kemalizm, bütün o karşılıklı agresif söyleme rağmen siyaseten aynı hat üzerinde konumlanmış görünüyor.

Bu anlayışa soldan dur diyebilmek için sosyal demokrat olduğunu iddia eden CHP’ye büyük iş düşebilirdi. Parti içindeki nasyonal kanadın gücü ve sınıfsal tabanı görülüyor. Henüz aydınlanmamış bir kaset operasyonuyla kendini partinin başında bulan Kılıçdaroğlu’nun direksiyonu sola kırmak gibi hedefi olduğu hissedilse de parti içi dengeleri gözetmek ve oy potansiyelini korumak kaygısıyla izlediği idare-i maslahat, derin ideolojik krize rağmen partiyi bir arada nasıl tutacağının hesabı içinde!

Meselenin çözümüne ilişkin milliyetçi refleksten uzak mesela Rıza Türmen gibi düşünen, kendini eski rejimin günahlarını savunmak zorunda hissetmeyen sol bir kesimin olduğu da vakıa. Bu müzakere sürecinin devamı CHP içindeki ayrışmayı hızlandırabilir. Deniz Baykal’ın yıllar sonra Meclis’te parti grubuna yaptığı konuşma bu ayrışmaya müdahil olmak, partideki nasyonal kanada “Yalnız değilsiniz” mesajı vermek ve genel başkanı hizaya çekmek bağlamında nasyonal sol muhtıra olarak okunmalıdır.(1)

 

Yeni başkanın işi zor

Kürt Meselesi, artık deve kuşu tarzı “görmeyince yok sanmak” siyasetiyle idare edilemeyecek eşiğe gelmiş görünüyor. Bu aynı zamanda CHP’nin de sola çark eşiği. Artık bu eski devlet partisi, şizofrenisine son verip ne olduğuna karar vermek zorunda. Ya nasyonal ya sosyalist ama ikisi birden değil.(2)

İkisinin aynı anda tarihte nasıl bir felaketin adı olduğu malum! Bu felaketin partideki baş müsebbibi eski başkanın ayar vermeye kalktığı bir dönemde, yeni başkanın işi hem zor hem de büyük. Yüz elli yıllık meselenin halli için CHP’ye ihtiyaç varken bu sorumluluğu erteleme lüksü yok Kılıçdaroğlu’nun.


(1)Deniz Baykal’ın 12.02.2013’te Mecliste Parti Grup Toplantısı’nda yaptığı konuşma.

(2)Sosyalizmden kasıt, mümkünse solumsu sosyal demokrat.



» YARIN: DÜNYADA SOSYAL DEMOKRASİ

Taraf, 20.02.2013

CHP’de değişim sancısı

Siyaset yeni bir dönemin eşiğinde. CHP yeni politikalar üreterek bu dönemin alternatif partisi olabilecek mi, yoksa iç çekişmelerle vakit mi kaybedecek? Taraf, yazı dizisinin ilk bölümünde CHP’ye odaklanıyor 

Siyaset, bir dönemecin eşiğinde. Birbiri ardından gelecek seçimler ve sonrası için pozisyon alıyor. Müzakere süreci, Başkanlık tartışmaları, yeni anayasa, yerel yönetimler tartışmalarının oluşturduğu, siyaset zemini önümüzdeki dönem yeniden formatlanacak. Bu süreçte, ya bir adım geride duran izleyen ya da kendi içinde farklı tavırlar, hatta tepkiler geliştiren bir CHP izliyoruz.

Bu Türkiye’nin en eski partisinin bir krizi mi, yoksa sorunları aşma, sonrası için mevzilenme yöntemi mi? Sağlıklı bir muhalefetin içinde (diğer partilere nispet) demokrasinin nasıl işlediğinin bir göstergesi ve gereği mi? Diğer ülkelerdeki sosyalist/sosyal demokrat partilerin içinde bulundukları “kriz” CHP’yi etkiliyor mu? Yazı dizisi bu sorulara yanıt arayacak.



PROF. DR. SEYFETTİN GÜRSEL
 

SHP-CHP birleşmesi hataydı


Zaman zaman durulmuş görünse de CHP’nin hiç bitmeyen krizleri var. Son gelişmeler ardından bir kez daha “ulusalcılar” ile “yenilikçiler” veya “sol kanat” arasındaki ayrışmadan daha kuvvetli bir şekilde söz edilir oldu. Siz öncelikle “kriz” sözcüğüne katılıyor musunuz? Eğer bir krizden söz edersek, b dünyadaki sosyal demokrat partilerle, genel olarak sol ve sosyalist, sosyal demokrat partilerin krizi ile bağlantılı mı?

Bence bağlantılı değil. Sosyal demokrasinin evrensel çıkmazlarıyla bugün CHP’nin krizi çok bağlantılı değil. CHP bugün sosyal demokrasinin dünya çapında tartıştığı sorunlara gelemedi. Sosyal demokrasinin çıkmazı diyebileceğim açmaz, refah ülkelerinde, genel olarak büyümenin olduğu Batı ülkelerinde artan refah ve büyümenin eşit paylaşımı ile ilgili. Bu işin ekonomi ayağı... Bir de demokrasi ayağı var. Kişi hak ve özgürlüklerine büyük önem veren, bireyi devlete karşı koruyan örgütlü ve sivil toplumun ulaştığı düzeyi düşünürsek Batı ülkelerinde, bu açıdan bir bakıma sosyal demokrasinin tarihsel misyonunu da tamamladığı söylenebilir.



Ekonomik ayağı ve gelir adaletinde sorun hiç bitmiyor...

Batı ülkelerinde ekonomideki büyüme dönemi bitti. Özellikle Avrupa büyük bir borç yükü altında. Ve bu fatura nasıl paylaşılacak. Bunun üzerine de halen sosyal demokrasi yeni bir politika kümesi üretemiyor.



Kürt sorunu şu anda ülkenin en yakıcı sorunu haline geldi. Şu yaşanan süreçte AKP bir politika götürüyor. CHP’nin ise sosyal demokrat bir parti olarak “Dur kardeşim bu benim işim, bu işi ben çözerim” demesi, inisiyatif alması gerekmiyor mu? Çünkü Sosyalist Enternasyonal üyesi olduğunu göre, sosyalist ya da sosyal demokrat olduğu iddiası var en azından...

Diyemeyeceği ortada. Aslında sorun şu. Yakın tarihe bakarsak, SODEPHALKÇI PARTİ birleşmesi ardından oluşan SHP yoluna devam edebilseydi, edebilmiş olsaydı, gerçekten bu partiden böyle bir gelişme bekleyebilirdik. SHP’ye esas damgasını vuran sosyal demokrasiydi. O SHP’nin tek parti dönemi CHP’sini savunması söz konusu değildi. Böyle bir ihtiyaç içinde de değildi. CHP’nin yeniden açılması söz konusu olunca, SHP kendini feshetti ve CHP’ye katıldı. Bu büyük bir hataydı. Bugün bunu daha iyi görüyoruz.



SHP’nin kendini feshetmesi ve CHP’ye iltihakı yeni umutlar yeşertmişti sosyal demokrasi açısından...

Bunu o zaman tam göremedik ama çok kısa zamanda aslında ortaya çıkmıştı. İster CHP içinden gelsin, ister dışından gelsin, sosyal demokrasiye inanmış pek çok arkadaş umutla devam ettiler. Kılıçdaroğlu geldi, onun gelişi bir umut verdi en azından sosyal demokrat, demokrat insanlara. Ancak soru şu: Bu partiyi yenileyebilir miyiz? “Ulusalcı” dediğimiz, eski CHP’nin ideolojisinin tamamen tesiri altında olan ve Cumhuriyet Halk Partisi’nin bundan ibaret olduğunu ve Kemalizm’in son kalesi olduğunu savunan çok kuvvetli bir kanat var. Bunun tabanı da var, sözcüleri de var, milletvekilleri de var. Teorisyenleri var mı bilmiyorum ama, zaten öbür tarafta da yok. Ve bu hâl de CHP’yi adeta şizofrenik bir parti yaptı. Ya da şöyle diyelim, pranga vurdu partiye. Dolayısıyla tam anlamıyla bloke olmuş, hareket edemeyen günlük ve sıcak konularda tavırsız kalan bir parti durumuna geliyor. Oysa Kürt sorunuyla birlikte siyasetin yeniden kurulması söz konusu. CHP bu konularda hiçbir şey söyleyemiyor veya söylediği zaman da AKP’nin gerisine düşüyor. Bence artık bugün bu ayan beyan gözüküyor, kimse de tartışmıyor. Cumhuriyet Halk Partisi’nin bölünmesi lazım. Ben başka çıkar bir yol görmüyorum.



Ama en azından bir seçim geçecek gibi...

Hemen yakın zamanda bölünür mü, hayır bölünmez. Ama 2015’e kadar bence böyle gidecek. Ama bu bölünmeyi kolaylaştıracak ya da hızlandıracak bir seçim sistemi değişikliği gelebilir. Çünkü kim ayrılmaya kalkarsa, yüzde 10 barajlı seçimle yok olma ihtimali var.


 

Sosyal demokrasi ve müzakerede iki taktik

Siyaset yeniden formatlanırken, CHP’nin bırakın buna uygun pozisyon almayı, değişimin ve siyasetin yeniden mevzilendiğinin farkında olmadığı hatta bu durumu toptan reddettiğini öne sürenler var. Birbirinin zıddı yönlere çarpan kanatlar nedeniyle tamamen paralize olmuş, kıpırdayamayan bir partiden bahsedenler de...

 

Açılım gelecekse

CHP’nin beklentisi (Erdoğan’ın da hayli sinirlendiği) şu: Hükümetin başlattığı müzakere süreci ve onunla artık iç içe geçmiş görünen yeni anayasa, yerel yönetimler, başkanlık sistemi gibi konuların başarısızlığa uğraması. Müzakere süreci ise bunun en önemli halkası.

CHP’nin iç tartışmalarının ötesinde bu tezin pek temelsiz olduğu söylenemez. Geçtiğimiz günlerde, partinin eski lideri ve ulusalcı kanatların üstünde geri dönüşe hazırlandığı iddia edilen Deniz Baykal, Parti Meclisi’nde kapalı toplantıda yaptığı (ama bir biçimde dışarıya sızan) uzun konuşmada “yenilikçileri” de kastederek “Biz birbirimize mecburuz” dedi. Baykal’a göre, “Türkiye Cumhuriyeti ilerici bir projedir ve CHP’nin bir projesidir. Dolayısıyla TC’yi değiştirmenin yolu, CHP’yi değiştirmekten geçer”...

“Bu memlekete komünizm gelecekse, bunu (ancak ve ancak) CHP getirir, size ne oluyor” demenin bir diğer anlatımıdır Baykal’ın sözleri. Ya da, 1980’lerin sonunda Kürt milletvekillerini Meclis’e taşıyan rahmetli Erdal İnönü’ye “Memleketi bölüyorsunuz, bölücüsün” eleştirileri yapılınca bir dostum, “Adam babasının kurduğu devleti, babasının devletini böler mi, kimin devletini kimden sakınıyorlar” demişti. Bu “espri”, bahsettiğim zaman İnönü’yü de gülümsetmişti.

 

Erdal İnönü ve Kürt raporu

Geçen zaman İnönü’nün ne kadar vizyon sahibi bir politikacı olduğunu, onun karşısında duranların hatta bu noktadan başlayarak onu siyasetin dışına itenlerin dar hesaplarının realize olduğu zaman oldu. Bugünlere gelindi.

Şimdi ne olacak?

CHP’nin beklediği gibi müzakereler başarısızlıkla sonuçlanırsa ne olacak? CHP Kürt sorununa ne diyor, bu işi nasıl çözecek?

Sorunun yanıtı SHP’nin 1989 tarihli “Kürt Raporu”* ve burada yazılanlar ise, bu tartışılabilir. Ancak Baykal’ın Genel Sekreter, İnönü’nün Genel Başkan olduğu dönemde hazırlanan bir dizi rapordan biri olan ancak en çok ses getireni olan, (yabancı elçilikler bir nüshasını almak için sıraya girmişti) bu rapor o zaman da biraz sahipsiz kalmıştı. Baykal’ın en yakınındakilerden Genel Sekreter Yardımcısı Fuat Atalay (kulakları çınlasın) bu durumdan yakınıyordu. Rahmetli Turgut Özal ise raporu açıkça eleştirmiş, SHP’yi o zaman da en çok korktuğu noktadan, yumuşak karnından “bölücülükten” vurmuştu.

 

Enternasyonal ve BDP

İktidar perspektifi ile hareket edebilecek bir CHP bu raporu revize edebilirse, Kürt kimliğini cesaretle kabul edebilirse, yerel yönetim reformlarını zaten programında olan, “belediye sosyalizmi” ile barıştırabilirse, Sosyalist Enternasyonal’den kardeş olduğu BDP ile müzakare masasına oturması işten bile değil. Öyle ya Baykal’ın dediği gibi kurduğu Cumhuriyet’i değiştirme hakkına sahip tek parti “doğal olarak” o değil mi?

Bugün, BDP’nin Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın hala hükümeti eleştirmekten geri durmayan, AKP’nin bu konularda güvenilmez olduğunu yineleyen demeçlerini bir de bu gözle değerlendirmek mümkün değil mi acaba?...

ÜMİT ASLANBAY

*SHP’nin Doğu ve Güneydoğu sorunlarına bakışı ve çözüm önerileri. SHP Merkez Yürütme Kurulu



KONDA GENEL MÜDÜRÜ-YAZAR BEKİR AĞIRDIR
 

Kendi içinde tartışmalı

Bu anayasa etrafındaki tartışmalara baktığımız zaman uzlaşma komisyonunda CHP’nin üç temsilcisi var. Atilla Kart, Süheyl Batum ve Rıza Türmen. Baktığımız zaman bu iç insan, üç ayrı parti gibi adeta. Türkiye’ye dair hayat görüşleri olarak da siyasi fikirleri olarak da çok ayrılar. Böyle farklılıklar olmasında bir beis yok ama CHP kurumsal olarak kendi ideolojisini masaya yatırıp tartışmıyor. İdeolojisinin ne olacağına da elbette CHP kendisi karar verecek, bizler değil. Bunun için önce kapanıp çalışması, bir Türkiye okuması, bir dünya nereye gidiyor okuması ve Türkiye’nin nerede olacağına dair kendi hayalini geliştirmesi, partide bunu bütün organlarıyla birlikte beraber yapması gerek. Bunu yaptıktan sonra diyebilir ki “Benim şimdiye kadar söylediğim pozisyonlarım doğrudur, ben aynı pozisyondayım” veya “Hayır şunlar eksikmiş, bunları değiştireceğim” demesi lazım.

 

Esas sorunu sorgulamamak

CHP’nin sorunu ideolojik sorundan önce bu süreci çalıştırmıyor olmasında. Kendi içinde bir birliğe gelmesi lazım. CHP bu süreci bir türlü çalıştırmıyor. Bu problem yokmuş gibi davranmaya çalışıyor. Bununla ilgili bir tartışma çıktığında da meseleyi medyanın üstüne yıkarak örtbas etmeye çalışıyor. Yani tartışmayı ertelemeye çalışıyor.



ESKİ CHP MİLLETVEKİLİ-YAZAR FİKRİ SAĞLAR
 

Ayrışma yok, program var

Sizce CHP’de bir ayrışma var mı, varsa bu hangi nedenlerden kaynaklanıyor?

CHP’nin programı çok açık. CHP’nin programında ve bu programa bağlı olan insanlarında bir sorun yok. Bu nedenle “CHP ne yapıyor?” diye bir telaşın içine girilmesine ve o yönde bir tartışma yapılması bence yapay bir tartışmadır. Yani ayrışma yoktur ki tartışma olsun. Sosyal demokrasinin tüm değerlerini kabul etmiş bir parti önce insan ve insana saygı, insanın özgürlüğü, örgütlü toplumun gerekliliği ve demokratik bir devletin varlığı doğrultusunda görüş beyan edecektir.



Sizce CHP, bu program çerçevesinde hareket ediyor mu?

Bu program çevresinde hareket ediyor. “CHP’de farklı sesler çıkıyor” gibi değerlendirmelerin yanlış olduğunu, o seslerin aslında parti programına tekrar bakması gerektiğini söylemek gerekiyor. Azınlıkta olan bir farklılaşmanın fırtına yaratmış gibi gösterilmesi CHP’nin gerçek yüzünü ve temelini yok etmiyor. CHP bugün, Türkiye’de bulunan bütün partilerden daha demokrat, daha fazla insana saygılı, insanın hak, özgürlük ve eşitlik düzlemi içerisinde hareket etmesini ve yaşamasını herkesten daha çok istiyor. Bu görmezlikten gelinemez. Yani, demokrat olmayan bir AKP ile ya da MHP ile mi CHP’yi tartışacağız.



» YARIN: FERDAN ERGUT, MURAT UTKUCU, YUNUS EMRE. TARHAN ERDEM

Taraf, 19.02.2013


Bu bölümdeki diğer içerikler için tıklayınız.