Gündem

 Deniz Feneri Balyoz Harekat Planı
 Demokratik Açılım İrtica Eylem Planı
 Siyasi Gündem Ergenekon
 Ekonomik Gündem 

 Gündem > Siyasi Gündem > İşte gerekçeli kararın tam metni

İşte gerekçeli kararın tam metni Anayasa Mahkemesi'nin, AK Parti nin kapatılması istemiyle açılan davaya ilişkin gerekçeli kararı, Resmi Gazete de yayımlandı. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya, AK Parti nin laikliğe aykırı eylemlerin odağı durumuna geldiğinin tespitiyle eylemlerinin ağırlığı da gözetilerek Anayasa nın 69. maddesinin 6. fıkrası ve 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu nun 1/b maddesi gereğince temelli kapatılmasına karar verilmesi istemiyle Anayasa Mahkemesi nde dava açmıştı. Davayı 30 Temmuz 2008 tarihinde karara bağlayan Anayasa Mahkemesi, Anayasa da kapatma için aranan nitelikli çoğunluk olan 7 üyenin oyuna ulaşamamıştı. Anayasa Mahkemesi nin 11 üyesinden 10 u, AK Parti nin laikliğe aykırı eylemlerin odağı durumuna geldiğine işaret etmiş, bu üyelerden 6 sı AK Parti nin söz konusu eylemleri nedeniyle temelli kapatılması yönünde görüş belirtmişti. Mahkemenin 4 üyesi ise AK Parti nin eylemlerini, temelli kapatmayı gerektirecek nitelikte bulmamış, partinin Hazine yardımından yoksun bırakılması yönünde oy kullanmışlardı. Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç ise davanın reddi yönünde oy kullanmıştı. Yüksek Mahkeme, AK Parti nin 2008 de aldığı Hazine yardımından 1/2 oranında yoksun bırakılmasına karar vermişti. nayasa Mahkemesi nin gerekçeli kararında, Dinin ve dinsel duyguların istismarı nedeniyle laikliğe aykırı görülen davalı parti eylemlerinin toplumu devlete ve siyasete yabancılaştırması yoluyla demokratik işleyişi engelleyebileceği ve anayasal düzenin meşruiyetinin sorgulanmasına yol açabileceği inkar edilemez ifadesi kullanıldı. Gerekçeli kararda, demokratik rejimin tüm kurum ve kurallarıyla özümsendiği ülkelerde demokratik ilkelere aykırı bir amaç taşımadığı ve şiddeti teşvik edip araç olarak kullanmadığı veya demokrasiyi ve demokraside tanınan hak ve özgürlükleri yok etmeyi amaçlayan bir siyasi partiye dönüşmediği sürece siyasi partilerin kapatılmasına olur verilmediği gözetildiğinde, çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkma hedefini esas alan Anayasa da da siyasi partilerin salt düşünce açıklamaları ile siyasi faaliyet özgürlüğünün doğası gereği toplumsal talepleri barışçı yollarla ve hukuksal düzenlemelerle karşılama çabaları nedeniyle partilerin kapatılmasının zorunlu görülmesi Anayasa ile bağdaşmayacağı vurgulandı. Özgürlükçü demokratik bir siyasal düzen öngören Anayasa nın olası hukuksal düzenleme ve idari işlemlerin yargısal denetiminin koşullarını ve kurumlarını yaratmak suretiyle, hukuksal yollardan kaynaklanabilecek tehditleri engellediği vurgulanan şöyle denildi: Anayasa nın 2. maddesinde öngörülen laik Cumhuriyet ilkesi, egemenliğin ulusa ait olduğu, ulusal irade dışında herhangi bir dogmanın siyasal düzene yön vermesi olanağının bulunmadığı, hukuk kurallarının dinsel buyruklar yerine demokratik ulusal talepler esas alınarak aklın ve bilimin öncülüğünde kabul edildiği, çoğunluk ya da azınlık dinine, felsefi inançlara veya dünya görüşlerine mensup olup olmadıklarına bakılmaksızın, din ve vicdan özgürlüğünün ayrımsız ve ön koşulsuz olarak herkese tanındığı ve anayasada öngörülenin ötesinde herhangi bir sınırlamaya tabi tutulmadığı, dinin kötüye kullanılmasının ve sömürülmesinin yasaklandığı, devletin tüm işlem ve eylemlerinde dinler ve inançlar karşısında eşit ve tarafsız davrandığı bir cumhuriyeti öngörmektedir. Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi nin (AİHM) birçok kararında ayrıntılı olarak açıklanan ve çağdaş demokrasilerin ortak değeri olan laiklik ilkesi düşünsel temellerini Rönesans, Reformasyon ve aydınlanma döneminden aldığı belirtilen kararda, şöyle devam edildi: Laiklik, ulusal egemenliğe, demokrasiye, özgürlüğe ve bilime dayanan siyasal, sosyal ve kültürel yaşamın çağdaş düzenleyicisidir. Bireye kişilik ve özgür düşünce olanaklarını veren, bu yolla siyaset-din ve inanç ayrımını gerekli kılarak din ve vicdan özgürlüğünü sağlayan ilkedir. Dinsel düşünce ve değerlendirmelerin geçerli olduğu dine dayalı toplumlarda, siyasal örgütlenme ve düzenlemeler dinsel niteliklidir. Laik düzende ise din, siyasallaşmadan kurtarılır, yönetim aracı olmaktan çıkarılır, gerçek, saygın yerinde tutularak kişilerin vicdanlarına bırakılır. Dünya işlerinin laik hukukla, din işlerinin de kendi kurallarıyla yürütülmesi, çağdaş demokrasilerin dayandığı temellerden biridir. Laikliğin bu işleviyle toplumsal ve siyasal barışı sağlayan ortak bir değer olduğu açıktır. Bireylerin özgür vicdani tercihlerine dayanan ve sosyal bir kurum olan dinler, siyasal yapıya egemen olmaya başladıkları veya ulusal irade yerine siyasal yapının hukuksal kurallarının meşruiyet temelini oluşturdukları anda toplumsal ve siyasal barışın korunması olanaksızlaşır. Hukuksal düzenlemelerin katılımcı demokratik süreçle ortaya çıkan ulusal irade yerine dinsel buyruklara dayandırılması, birey özgürlüğünü ve bu temelde yükselen demokratik işleyişi olanaksız kılar. Siyasal yapıya egemen dogmalar öncelikle özgürlükleri ortadan kaldırır. Bu nedenle çağdaş demokrasiler, mutlak hakikat iddialarını reddeder, dogmalara karşı akılcılıkla durur, dünyayı dünyanın bilgisiyle açıklayabilecek toplumsal ve düşünsel temelleri yaratır, din ve devlet işlerini birbirinden ayırarak, dini siyasallaşmaktan ve yönetim aracı olmaktan çıkarır. AİHM nin Refah Partisi kararında, laikliği reddeden düzenlerin demokratik olarak nitelendirilmesinin olanaksız olduğu, ulusal egemenlik ilkesinin laikliğin bir gereği olduğu gibi, demokrasinin temel koşulu da ulusal egemenliğin yine ulusun doğrudan ya da dolaylı katılımıyla kullanılması olduğu belirtilen kararda, şunlar kaydedildi: Demokratik katılımın bulunmadığı sistemlerde ulusal egemenlikten söz edilemeyeceğinden, esasen laiklikten de söz edilemez. Laikliğin temel bir değer olarak kabul edilmediği sistemlerde ise, inançlar ve dinler arasında ayrımcılık ve imtiyazlar söz konusu olacağından, ulusun tüm mensuplarının egemenliğin kullanımına eşit biçimde katılımından, buna bağlı olarak demokrasiden söz edilemez. Demokrasi ve laiklik arasındaki bu zorunlu ilişki, Anayasa nın her iki ilkeyi de cumhuriyetin değiştirilemez nitelikleri arasında kabul etmesini gerektirmiştir. Anayasa nın 68. maddesinin dördüncü fıkrasında siyasi partilerin tüzük, program ve eylemlerinin yalnızca laikliğe veya demokrasi ilkesine değil, demokratik ve laik cumhuriyet ilkesine aykırı olamayacağı belirtilerek, her iki kavramın birlikte Türkiye Cumhuriyetinin niteliğini somutlaştırdığı görülmektedir. Bu nedenle laikliğe aykırı eylemlerde bulunduğu ileri sürülen siyasi partiler hakkında yapılacak değerlendirmelerde her iki kavramın azami geçerlilik kazanacağı bir yorumun esas alınması gerekmektedir. Anayasa nın 24. maddesinin son fıkrasına göre, Anayasakoyucu ülkenin koşullarını dikkate alarak dini veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri siyasi çıkar yahut nüfuz sağlamak amacıyla kullanılmasını laiklik ilkesinin korunması bakımından zorunlu görerek yasaklama yolunu seçmiş ve bunları siyasal ifade ve eylem özgürlüğünün kapsamı dışında bıraktığına işaret edilen kararda, laiklik ilkesinin değerlendirilmesinde bu kuralın göz ardı edilmesinin olanaksız olduğu belirtildi. Kararda, şöyle denildi: Dinin sosyal bir kurum olması nedeniyle toplumda dinsel özgürlük taleplerinin ya da gereksinimlerin ortaya çıkması, siyasi partilerin bu sorunlara ilişkin politika belirlemesini gerektirebilir. Ancak Anayasa nın 24. maddesindeki açık hüküm gereği, siyasi partilerin bu taleplere yönelik politika üretirken, dini ve dince kutsal sayılan değerleri ve dinsel duyguları siyasal mücadele aracı haline getirerek toplumda dinsel talep ekseninde ayrışmalara yol açması laiklik ilkesiyle bağdaşmaz. Toplumsal sorunların ve ülkenin aşması gereken birçok engelin yoğunluğu ve karmaşıklığı dikkate alındığında, dinselliğin sırf siyasal mücadelede üstünlük sağlaması nedeniyle siyasal alanda gerektiğinden daha fazla yer alması, toplum ile toplumsallık ekseninde yürütülmesi gereken siyaset arasındaki sağlıklı temsil ilişkisini zedeleyebilir. Bu ilişkinin zedelenmesi siyaset ile toplum arasında yabancılaşmaya ve siyasal düzenin meşruiyetinin sorgulanmasına yol açabilir. Bu sakınca, söz konusu eylemlerin devlet iktidarını kullanan bir parti tarafından işlenmesi durumunda daha da artar. Anayasa tarafından demokratik siyasal yaşamın vazgeçilmez unsuru olarak tanımlanan partiler bakımından dinin siyasete alet edilmesinin siyasi partilerin demokratik işleviyle de uyumlu olduğu kabul edilemez. Davalı partinin Anayasa nın 68. maddesinin dördüncü fıkrasında belirtilen demokratik ve laik cumhuriyet ilkesine aykırı bazı eylemlerinin belirlendiği ifade edilen kararda, şöyle devam edildi: Üniversitelerde uygulanan başörtüsü yasağı, Kuran Kurslarına yönelik yaş kısıtlaması ve İmam Hatip Liselerine uygulanan katsayı sınırlamasının kaldırılmasına yönelik toplumsal taleplerin bulunduğu görülmektedir. Ancak davalı partinin bu doğrultudaki siyasal mücadelesini laiklik ilkesinin Anayasan ın somut kurallarında ortaya çıkan tercihe uygun biçimde yürüttüğü savunulamaz. Bu sorunlar toplumda ayrışma ve gerginliklere yol açacak düzeyde siyasetin temel sorunu haline dönüştürülmüş, toplumun dinsel konulardaki duyarlılıkları yalın siyasal çıkar amacıyla araçsallaştırılmış, toplumun temel ekonomik, sosyal ve kültürel sorunlarının siyasetin gündeminde yer alması güçleşmiştir. Davalı parti kurulduktan hemen sonra girdiği ilk genel seçimlerde tek başına iktidar olarak ülkeyi yönetme yetki ve sorumluluğunu üstlenmiş bulunmaktadır. Bu sorumluluğun yalnızca kendi siyasal tabanına karşı değil, tüm ülkeyi kapsayan, kamu yararı amacıyla ve devlet iktidarı kullanımı için geçerli tüm anayasal ilkelere uygun olarak yerine getirilmesi gerektiğinde kuşku bulunmamaktadır. Dinin ve dinsel duyguların istismarı nedeniyle laikliğe aykırı görülen davalı parti eylemlerinin toplumu devlete ve siyasete yabancılaştırması yoluyla demokratik işleyişi engelleyebileceği ve anayasal düzenin meşruiyetinin sorgulanmasına yol açabileceği inkar edilemez. ODAKLAŞMANIN KABULÜ GEREKİR Organ sıfatıyla AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan ile üyelerden eski TBMM Başkanı Bülent Arınç, Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik, milletvekilleri İrfan Gündüz, Abdullah Çalışkan, Resul Tosun, Selami Uzun, Hasan Kara ve üye Hasan Cüneyt Zapsu nun, yerel yöneticilerden Dinar İlçesi Belediye Başkanı Mustafa Tarlacı ve Isparta Belediye Başkanı Hasan Balaman ın eylemleri, Anayasa nın 68. maddesinin dördüncü fıkrasına aykırı eylemlerin kararlılıkla ve parti üyeleri tarafından yoğun bir biçimde işlendiğini gösterdiği ifade edilen kararda, şunlar kaydedildi: Anayasa Mahkemesi nin E. 2008/16, K. 2008/116 sayılı kararıyla iptal edilen 5735 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun un(başörtüsünün üniversitelerde serbest bırakılmasını öngören) teklif edilmesi ve yasalaşmasının sağlanmasıyla davalı partinin bu eylemleri benimsediği anlaşıldığından odaklaşmanın kabulü gerekir. Haşim Kılıç davalı partinin demokratik ve laik cumhuriyet ilkelerine aykırı eylemlerin odağı haline geldiği görüşüne katılmamıştır. Anayasa Mahkemesi nin AK Parti nin kapatılması yerine Devlet yardımından yarı oranında yoksun bırakılması kararının gerekçesinde, Davalı partinin demokrasiyi ve laik devlet düzenini ortadan kaldırma veya anayasal düzenin temel esaslarını şiddet kullanarak ve hoşgörüsüzlükle tahrip etme amacı, bu amacı somutlaştıran eylemleri ve elindeki iktidar olanaklarını şiddet doğrultusunda kullandığına ilişkin veriler saptanamamış, bu eylemler kapatmayı gerektirecek ağırlıkta görülmemiştir denildi. Anayasa Mahkemesi nin gerekçeli kararında, demokratik ve laik cumhuriyet ilkelerine aykırı eylemlerin yaptırımı davalı partinin laik düzeni ortadan kaldırma, laikliğin temel esaslarını zedeleme ve buna bağlı olarak demokratik düzeni ortadan kaldırma amacını taşıyıp taşımadığını saptayabilmek için, aleyhteki delillerin yanında, lehteki olguların da değerlendirilmesinin, hukuk devletine uygun bir yargılamanın temel koşulu olduğu belirtildi. AK Parti nin gerekli bildirim ve belgeleri 14 Ağustos 2001 tarihinde İçişleri Bakanlığı na verdiği 2820 sayılı Siyasi Partiler Yasası nın 8. maddesine göre tüzel kişilik kazandığı, 3 Kasım 2002 tarihinde yapılan Milletvekili Genel Seçimlerinde yüzde 34,28 oranında ve 22 Temmuz 2007 seçimlerinde ise yüzde 46,57 oy alarak Meclis çoğunluğunu elde ederek tek başına iktidar olduğu belirtilen gerekçeli kararda, 3 Kasım 2002 tarihinden beri programını ve amacını gerçekleştirebilecek parlamento çoğunluğuna, devletin ulusal ve uluslararası politikasını belirleme gücüne ve iktidar olanaklarına sahip olduğu kaydedildi. Gerekçeli kararda, şöyle denildi: Davalı partinin tüzük ve programında laikliğe aykırı bir sistem arayışı saptanamamıştır. Bununla birlikte davalı siyasi partinin programında ilan ettiğinden farklı amaç ve eğilimleri gizleyebilmesi mümkündür. Söz konusu partinin bu tür eğilimler taşıyıp taşımadığını tespit etmek için programının içeriği, parti organlarının eylemleri ve savundukları görüşlerle karşılaştırılmalıdır. Partinin bu eylem ve görüşleri bir bütün olarak, yukarıda belirtilen çerçevede anayasal düzeni tahrip etme amaç ve eğilimlerini somutlaştırdığı takdirde, o partinin kapatılması söz konusu olabilir. İddia makamı tarafından davalı partiye isnat edilen ve Anayasa Mahkemesi nce kanıt niteliğinde bulunduğu saptanan eylemlerin ağırlıklı çoğunluğu 22 Temmuz 2007 seçimlerinden önce 22. Yasama döneminde gerçekleşmiştir. Bu eylemlerle birlikte, iktidarda olan davalı partinin iç ve dış politikaya, yasama ve yürütme erkinin kullanımına ilişkin tüm icraatları kamuoyunun bilgisi dahilindedir. Davalı parti üçte iki oranında yenilenerek 23. Yasama döneminde TBMM de yerini almıştır. 22 Temmuz 2007 seçimlerinde davalı parti seçmenlerin yarıya yakınının oyunu aldığına göre, halkın isnat edilen eylemler ile partinin bütün icraatlarını birlikte değerlendirerek davalı partiye onay verdiği görülmekte; buna dayalı olarak demokratik ulusal iradenin yasama ve yürütme görev ve sorumluluğunun davalı parti tarafından yürütülmesi yönünde somutlaştığı anlaşılmaktadır. AB YE GİRİŞ ÇABASI SÜRDÜ Gerekçeli kararda, AK Parti nin saptanan ayrık haller dışında; iktidarı döneminde 1963 Ankara Antlaşması yla birlikte Türkiye nin temel dış politikası haline gelen Avrupa Birliği ne giriş çabasını sürdürdüğü, adaylık statüsünün elde edildiği 1999 yılından başlatılan hukuksal ve siyasal reformlara hız verdiği, gerek Anayasa da gerekse yasalarda esaslı değişiklikler yapıldığı ifade edildi. Bu çerçevede Anayasa nın 10, 30, 38, 90. ve 101. maddelerinde yapılan değişikliklerle savaş zamanlarında dahi ölüm cezalarını olanaklı kılan kurallar Anayasa dan çıkarıldığı, uluslararası insan hakları sözleşmelerine yasaların uygulanmasında öncelik tanınarak ulusal uygulamaların uluslararası insan hakları standartlarına uygunluğunun sağlandığı, basımevi ve basın araçlarının hiçbir şekilde suç aleti olduğu gerekçesiyle zapt ve müsadere edilemeyeceği ve işletilmekten alıkonamayacağı esasının benimsendiği, kadın-erkek eşitliğinde ileri bir aşama olan pozitif ayrımcılık temel bir anayasal ilke olarak kabul edildiği belirtilerek, şöyle devam edildi: Cumhurbaşkanının doğrudan doğruya halk tarafından seçilmesi, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarının yargılamanın yenilenmesi nedeni sayılması, Uluslararası Ceza Divanın yargılama yetkisinin kabul edilmesi, 1966 tarihli Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesi ile Kültürel, Ekonomik ve Sosyal Haklar Sözleşmeleri başta olmak üzere birçok uluslararası temel hak ve özgürlük belgesinin iç hukuka aktarılması, gayrimüslim azınlıkların statülerinde iyileştirme sağlayan yasaların kabul edilmesi, daha az temel hak sınırlaması içeren dernekler yasasının kabul edilmesi gibi, ülkenin daha demokratik ve özgürlükçü bir yapıya kavuşturulması çabaları, özellikle ataerkil ve geleneksel toplumsal yapıyı modern bir dönüşüme açma fırsatı sunan kadın-erkek eşitliğinin Anayasa ya aktarılması, Avrupa Birliğiyle müzakerelerin başlatılması, uluslararası sorunların barışçı yolla çözümüne aktif katkısı dikkate alındığında, davalı partinin sahip olduğu iktidar gücünü ülkenin çağdaş batı demokrasiler standardına kavuşması yönünde kullandığı açıktır. Üniversitelerde başörtüsünün serbest bırakılması amacını taşıyan ve TBMM de temsil edilen kimi partilere mensup milletvekillerin teklif ve Genel Kurulda oylanması sırasındaki desteğiyle kabul edilen 5735 sayılı Anayasa Değişikliği Hakkında Kanun un laiklik ilkesine aykırılık nedeniyle iptal edilmesinin ardından davalı parti seçmen kitlesini eyleme ve şiddet hareketlerine teşvik etme gibi, üstlendiği iktidar gücünü bu yönde kullandığına ilişkin delile de rastlanılamamıştır. Bu açıklamalar ışığında davalı partinin demokrasiyi ve laik devlet düzenini ortadan kaldırma veya anayasal düzenin temel esaslarını şiddet kullanarak ve hoşgörüsüzlükle tahrip etme amacı, bu amacı somutlaştıran eylemleri ve elindeki iktidar olanaklarını şiddet doğrultusunda kullandığına ilişkin veriler saptanamamış, bu eylemler kapatmayı gerektirecek ağırlıkta görülmemiştir. HAZİNE YARDIMINDAN YOKSUN BIRAKILMASI Gerekçeli kararda, evrensel değerlerle bağdaşmayan, toplumsal barışın temel kaidelerini zedeleyecek bir tehlike ortaya koymayan, hukuk devletine olan inancı ortadan kaldırmaya yönelik ve sosyal ve siyasal karışıklıkları amaçladığı yönünde bir belirlilik de göstermeyen, şiddet çağrısından uzak olduğu değerlendirilen eylemlerin, davalı partinin çağdaşlaşma ve demokratikleşme yönündeki icraatlarıyla birlikte değerlendirildiğinde demokratik ve laik Cumhuriyet ilkelerine aykırılığı saptanan söz konusu eylemlerin ağırlığı yönünden davalı partinin Anayasa nın 69. maddesinin yedinci fıkrası ile 2820 sayılı Siyasi Partiler Yasası nın 101. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca son yıllık devlet yardımının yarısından yoksun bırakılması gerektiği sonucuna ulaşıldığı ifade edildi. Gerekçeli kararda, şöyle denildi: Açıklanan nedenlerle Anayasa nın 69. maddesinin yedinci fıkrası ile 2820 sayılı Siyasi Partiler Yasa nın 101. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca davalı partinin almakta olduğu yıllık devlet yardımından bu kararın Resmi Gazete de yayımlandığı yıla tekabül eden miktarının yarısı oranında yoksun bırakılması, yardımın tamamı ödenmişse aynı miktarın hazineye iadesine karar verilmesi gerekir. Haşim Kılıç davanın reddi, Osman Alifeyyaz Paksüt, Fulya Kantarcıoğlu, Mehmet Erten, A. Necmi Özler, Şevket Apalak ve Ayla Zehra Perktaş davalı partinin kapatılması gerektiği düşüncesiyle bu görüşe katılmamışlardır. Adalet ve Kalkınma Partisi nin kapatılma davasında yapılan oylamada, Anayasa nın 68. maddesinin dördüncü fıkrasındaki demokratik ve laik Cumhuriyet ilkelerine aykırı eylemlerin odağı haline gelmesi nedeniyle Osman Alifeyyaz Paksüt, Fulya Kantarcıoğlu, Mehmet Erten, A. Necmi Özler, Şevket Apalak ve Zehra Ayla Perktaş ın Parti nin kapatılması ; Sacit Adalı, Ahmet Akyalçın, Serdar Özgüldür ve Serruh Kaleli nin Parti nin kapatılması yerine devlet yardımından yarı oranında yoksun bırakılması ; Haşim Kılıç ın ise davanın reddi gerektiği yolundaki oyu sonucunda, Anayasa nın 149. maddesinin birinci fıkrasında siyasi partilerin kapatılması için öngörülen nitelikli çoğunluğun (7 üye) sağlanamaması nedeniyle, 2949 sayılı Yasanın 33. maddesinin göndermesiyle 5271 sayılı Yasanın 229. maddesinin üçüncü fıkrası gereğince, en aleyhe olan oyların kendisine daha yakın olan oylara katılmasıyla, Anayasa nın 69. maddesinin yedinci fıkrası ve 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu nun 101. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca, Adalet ve Kalkınma Partisi nin 2008 yılında aldığı (son yıllık) Devlet yardımı miktarının yarısından yoksun bırakılmasına, gereğinin yerine getirilmesi için karar örneğinin Başbakanlığa ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı na gönderilmesine karar verildi. Anayasa Mahkemesi nin AK Parti nin kapatılması yerine Devlet yardımından yarı oranında yoksun bırakılması kararının gerekçesinde, siyasi partilerin demokrasideki yeri de irdelendi. Anayasa Mahkemesi nin, gerekçeli kararında, Anayasa nın 69. maddesinin 5. fıkrasında, Bir siyasi partinin tüzüğü ve programının 68 inci maddenin dördüncü fıkrası hükümlerine aykırı bulunması halinde temelli kapatma kararı verilir ; 68. maddesinin 4. fıkrasında da Siyasi partilerin tüzük ve programları ile eylemleri, Devletin bağımsızlığına, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, insan haklarına, eşitlik ve hukuk devleti ilkelerine, millet egemenliğine, demokratik ve laik Cumhuriyet ilkelerine aykırı olamaz; sınıf veya zümre diktatörlüğünü veya herhangi bir tür diktatörlüğü savunmayı ve yerleştirmeyi amaçlayamaz; suç işlenmesini teşvik edemez hükümlerinin yer aldığı hatırlatıldı. Parti kapatma nedenlerinin 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu nun (SPK) 101. maddesinin ilk fıkrasının (a) bendinde benimsendiği ifade edilen gerekçeli kararda, Anayasa nın 68. maddesinin 1. fıkrasında, vatandaşların siyasi parti kurma ve usulüne göre partilere girme ve partilerden ayrılma hakkına sahip olduğu belirtildikten sonra 1. fıkrasında siyasi partilerin, demokratik siyasi hayatın vazgeçilmez unsurları olduğu vurgulandı. Anayasa nın 2. maddesi Türkiye Cumhuriyetini demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olarak tanımlandığı, Anayasa Mahkemesi nin yerleşik içtihatlarında Anayasa da öngörülen demokrasinin klasik ve çağdaş batı demokrasisi biçiminde anlaşılması gerektiğinin kabul edildiği belirtilen kararda, Türkiye Cumhuriyetinin, 1946 yılında çok partili sisteme geçtiği anımsatıldı. EGEMENLİK KAYITSIZ ŞARTSIZ ULUSUNDUR Türkiye de demokrasi tercihinin tarihsel olarak Egemenlik kayıtsız şartsız ulusundur sözünde ifadesini bulduğu belirtilen gerekçeli kararda, şunlar kaydedildi: Devlet yetkisi kullanan veya bu yetkiyi talep eden örgüt ve organların demokratik ilke ve değerleri içselleştirmesi, egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olmasının gereğidir. Egemenliğin ulusa ait oluşu, temel siyasal kararları veren anayasal organların düzenli seçimler yoluyla ulus tarafından belirlenmesini zorunlu kılar. Her bir vatandaşın eşit ve özgür oy hakkına ve siyasi faaliyet özgürlüğüne sahip olması, seçimlerin ulusal iradeyi yansıtmasına olanak sağlar. Demokrasi, demokratik düzen ile bu düzenin meşruiyet kaynağı olan toplumun beklentileri ve talepleri arasında karşılıklı etkileşimi zorunlu kılar. Demokratik siyasal düzen halkın değer ve adalet tasavvurlarını dikkate alarak, sosyal, ekonomik ve kültürel karşıtlıkları, en azından halkın çoğunluğunun onayını alacak tarzda çözer. Bunun temel koşulu ise, siyasal iradenin özgür bir müzakere ortamında mümkün olan en fazla uzlaşıyı sağlayacak bir toplumsal etkileşimin ürünü olmasıdır. Düşünce özgürlüğü, devletten ve diğer güç odaklarından bağımsız basın ve iletişim kurumları, toplanma ve örgütlenme özgürlükleri ise bireysel özgürlüklerin yanında demokratik siyasal iradenin ortaya çıkmasının da güvencesidir. Demokraside azınlığın çoğunluğun kararlarına saygı göstermesi, çoğunluğun da azınlıkların hak ve özgürlüklerini korumayı kabullenmesi zorunludur. Demokratik kararlar, arkasında belirli bir çoğunluğun bulunduğu kararlar olmakla birlikte, modern demokrasilerde karar öncesi süreçte egemen olan ilke çoğulcu katılım ilkesidir. Çoğunluğun karar yetkisinin demokrasi ilkesine uygunluğu, her türlü baskı ve yönlendirmeden bağımsız parlamento çalışmaları, özgür bir kamuoyu, iletişimsel ve kollektif özgürlüklerin etkin ve özgür biçimde kullanılabilmesiyle sağlanır. Bu nedenle demokrasi, Anayasada soyut bir ilkeden çok, siyasal sistemin ana yapısı olarak belirlenmiş, kurumsal yapıları, yetki paylaşımı ve sorumluluk sistemi buna göre düzenlenmiş bulunmaktadır. Anayasa da yasama organı ile devletin ve yürütme organının başı olan Cumhurbaşkanının halk tarafından doğrudan doğruya seçilmesinin öngörüldüğü belirtilerek, ulus temsilcilerinin iktidar kullanımının periyodik seçimlerle güncellenmesini zorunlu kılarak, zamanla sınırlı iktidar ilkesini benimsediği ifade edildi. Halkın seçtiği temsilcilerin ulusun talep ve beklentilerini dikkate alan bir siyaset yapması, temsilcilerin sonraki kuşaklara karşı sorumluluk içinde davranmalarını sağladığı belirtilen kararda, temsili parlamenter sistemin etkinliğini ve işlevselliğini siyasi partilerin sağladığı, özgür siyasi partilerin olmadığı bir sistemin demokrasi olarak nitelendirilmesinin kabul edilemeyeceği dile getirildi. SİYASAL İKTİDARIN KAYNAĞI ULUSTUR Çünkü siyasi partiler olmaksızın, toplumsal talep ve beklentilerin siyasal direktifler biçiminde somutlaşması, ulusal iradenin oluşması, toplumsal barışın sağlanması ve devlet yönetiminin halka dayanması mümkün değildir denilen gerekçeli kararda, şu değerlendirmelere yer verildi: Siyasal iktidarın kaynağı, dolayısıyla egemenliğin sahibi ulus olmakla birlikte, ulusun kendine ait bir yetkiyi doğrudan kullanamaması, temsil ve aracı sorununu gündeme getirmektedir. Bu sorunun çözümü, ancak karmaşık toplumsal beklentileri ve gereksinimleri somutlaştıran, bunları iktidara yönelik genelleştirilmiş eylem programları biçiminde sunan ve halkın çoğunluğu tarafından tercih edilen, temelinde siyasal karar mekanizmalarını yönlendiren aracı organların mevcudiyetine bağlıdır. Toplumlar çok farklı düşünce ve tercihlerin hüküm sürdüğü, demokrasinin işleyişinde çatışabilir fikirlerin akışının sağlandığı yapılardır. Siyasal düzen ve bunun temel normları, hukuksal kurallar, toplumdaki çatışma ve farklılıkların barışçı yolda düzenlenmesine olanak verdiği sürece meşruiyetini korurlar. Bu meşrulaştırma işlevi toplumsal farklılıkların özgürce yaşanması, talep sahiplerinin özgürce örgütlenerek siyasal iktidara yönelmesi ve iktidar kullanımına katılmasıyla yerine getirilmiş olur. Esasen demokrasi toplumsal barışın ve özgürlüğün güvencesidir. Anayasa ise siyasal düzenin barışçı toplumsal taleplere açılmasını ve zaman içinde doğacak zorunlulukları karşılayacak yöntemleri barındıran temel kurallar bütünüdür. Kimi gerekçelerle farklı düşüncelerin siyasal yaşama yansıtılmasının engellenmesi demokrasiyle ve temsilde adalet ilkesiyle bağdaşmaz, çatışan fikirlerin ürünü siyasi partilerin bu fikirleri tartışmaya açmaktan yoksun bırakılması ve başka yollarla tehlike savma refleksi demokratik siyasetle çelişki oluşturur. SİYASİ PARTİLER KORUMA ALTINDADIR Siyasi partilerin farklı düşünceleri örgütleyip, siyasi düzene yönlendirerek siyasal iktidar ile kendisine meşruiyet dayanağı sunan toplum arasında aracılık görevi üstlendiği ifade edilen gerekçeli kararda, siyasi partilerin hem sayısal olarak ve hem de program yönünden çoğulculuğunun sağlanması, demokratik meşruiyet için zorunlu olduğu belirtildi. Siyasi partilerin devlet erkine yönelik toplumsal talepleri yalnızca dile getiren kurumlar olmadıkları, toplumsal direktifleri somutlaştıran, yorumlayan ve devlete yönlendiren yaşamsal kurumlar olduklarına işaret edilen gerekçeli kararda, siyasi partilerin, Anayasanın konuya ilişkin kuralları ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi nin örgütlenme , düşünce ve ifade özgürlüğünü düzenleyen 10. ve 11. maddelerinin koruması altında bulunduğu kaydedildi. Siyasi partilerin diğer tüzelkişilerden farklı olarak kuruluş ve faaliyetlerine ilişkin esasların anayasal güvenceye kavuşturulduğu, kapatılmalarına yol açabilecek nedenlerin de Anayasa nın 14. maddesindeki temel hak ve özgürlüklerin kötüye kullanılmasını engelleyen düzenleme de gözetilerek tek tek sayıldığı anlatılan gerekçeli kararda, yasa koyucuya bunların dışında düzenleme yapmaya elverişli bir alanın bırakılmadığı belirtildi. Anayasakoyucu siyasi partilerin varlıklarını sürdürmelerini esas alıp, kapatılmalarını ise ayrık durumlarla sınırlı tutarak, öncelikle demokratik rejimin, sağlıklı biçimde yaşatılmasını amaçlamış, ancak korunması gereğini de göz ardı etmemiştir denilen kararda, şunlar kaydedildi: Anayasa nın 90. maddesinin son fıkrası, usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel haklara ilişkin uluslararası sözleşmelerin yasa hükmünde olduğu ve yasalarla farklı hükümler içermesi nedeniyle doğacak uyuşmazlıklarda uluslararası sözleşme hükümlerinin esas alınacağını öngörmektedir. Türkiye nin hukuk düzeni ile çağdaş demokrasilere egemen ilke ve uygulamalar arasında koşutluğun sağlanmasını amaçlayan bu kural, kurucu üyesi ya da üyesi bulunduğumuz uluslararası kuruluşlarca oluşturulmuş özgürlük standartlarının dikkate alınmasını gerekli kılmaktadır. Anayasanın somut kuralları, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi nin siyasi partilerin kapatılmasına ilişkin içtihatları ile Avrupa ortak standardını somutlaştıran Venedik Kriterleri birlikte, bir yandan Anayasanın öngördüğü klasik demokrasi anlayışının gereği olarak siyasal özgürlüklerin güvence altına alınması sağlanırken, diğer yandan son çare olarak düşünülen siyasi parti kapatma yaptırımı uygulanmasının demokratik düzenin korunması ve güçlenmesi amaçlanmıştır. Bu çerçevede bir siyasi partinin tüzüğü ve programı ile eylemlerinin Anayasa nın 68. maddesinin dördüncü fıkrasında korunan ilkelere aykırılığı değerlendirilirken, Anayasa nın siyasi partilere verdiği özel önemi vurgulayan diğer kurallarının da göz önünde bulundurulması gerekir. Bu nedenle, Anayasa nın 69. maddesi uyarınca tüzük ve programlarındaki söylemleri ya da eylemlerinin, ancak Anayasa nın 68. maddesinin dördüncü fıkrasında korunan ilkelere temel esasları itibariyle aykırı olması, bu ilkeleri ortadan kaldırmayı amaçlaması ve bu nitelikleriyle demokratik yaşam için doğrudan açık ve yakın tehlike oluşturması durumunda siyasi partilerin kapatılmasına elverişli ağırlıkta olduğu kabul edilebilir. AK Parti nin demokratik ve laik cumhuriyet ilkelerine aykırı eylemlerin odağı haline geldiği görüşüne katılmayarak davanın reddi yönünde oy kullanan Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, karşı oy gerekçesinde, AK Parti nin kapatılması için ileri sürülen eylemlerin laikliği ortadan kaldırmak suretiyle şeriat düzenini getirme amacı ile nitelendirilmesinin ağır, ölçüsüz ve demokratik sabırla çelişin bir yaklaşım olduğunu ifade etti. Kılıç, AK Parti nin demokratik ve laik cumhuriyet ilkelerine aykırı eylemlerin odağı haline geldiği görüşüne katılmayarak davanın reddi yönünde oy kullanan Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, karşı oy gerekçesinde, Rosa Luxsenburg un Özgürlük yalnızca ve daima farklı düşünenlerindir sözünü anımsatarak, siyasal hayatın vazgeçilmezi olarak nitelenen siyasi partilerin, kapatma yaptırımı ile karşılaşmamak için kendini olduğu gibi ortaya koyamadığını, Anayasa nın ya da Anayasa Mahkemesi nin nasıl olması gerektiği yolundaki ölçülerine uymaya çalıştığını belirtti. Kılıç, şöyle devam etti: Partilerin olması gereken özgürlük alanları ile Anayasa dışı olma alanı arasında kurulamayan denge Türkiye de dünyada rastlanmayan sayıda partinin kapatılmasına neden olmuştur. Bu düşünce ile siyasi partilere sınırsız bir özgürlük alanının gerektiği kastedilmemiştir. Bir türlü yakalayamadığımız uluslararası çağdaş ölçüler yerine bize özgü demokrasi, laiklik ve hukuk devleti anlayışı ve bu değerlerin dar bir alanda yorumlanması belirtilen sonucu doğurmuştur. Türk siyasi hayatında kapatılan partilerin genel olarak bölünmez bütünlük ile laiklik ilkesine aykırı eylemleri nedeniyle gerçekleştiği görülmektedir. Dava konusu siyasi partinin laikliğe aykırı eylemlerin odağı haline geldiği iddiası ile kapatılması istemi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi nin (AİHM) bu gerekçeye dayalı görüşlerine önem kazandırmaktadır. Bu noktada Anayasamızın 68. maddesinin dördüncü fıkrasında korunan hukuksal değerlerin anlam ve kapsamının açıklanma zorunluluğu vardır. Anayasa nın 68/4 maddesine göre; siyasi partilerin tüzük ve programları ile eylemleri Devletin bağımsızlığına, bölünmez bütünlüğüne, insan haklarına, eşitlik ve hukuk devleti ilkelerine, millet egemenliğine, demokratik ve laik Cumhuriyet ilkelerine aykırı olamayacağı gibi sınıf ve zümre diktatörlüğünü amaçlayamaz ve suçu teşvik edemez. Kılıç, belirtilen ilke ve yasakların oldukça kapsamlı olması, sınırlarının çizilmemesi, her türlü anlayış ve yoruma açık olması, siyasi partileri sıkıntıya sokacak nitelikte olduğunu vurgulayarak, şöyle devam etti: 68/4 kapsamındaki korunan hukuksal değerlerin Siyasi Partiler Kanunu nda açılımı yoktur. Anayasa hükmünün yasalarla hayata geçirilmesi onların açık, bilinebilir ve öngörülebilir olmasını sağlar. Anayasal hükümlerin genel olarak doğrudan uygulanma nitelikleri yoktur. Bu özellikleri nedeniyle Anayasa(da belirlenen hak ve özgürlüklerin kullanım ve sınırlarına ilişkin (siyasi partiler de olsa) Anayasa nın 13. maddesine uygun belirli, genel ve soyut bir yasal düzenlemenin zorunluluğu açıktır. Belirlilik ilkesi bu yasal sınırlamanın yargısal ya da idari bir tasarrufa ihtiyaç bırakmayacak açıklıkta olmasını zorunlu kılar. Anayasa nın 68/4 maddesindeki korunan hukuksal değerlerin açılımı yasayla yapılmadığına göre, Anayasa Mahkemesi nin bu boşluğu doldurma görevini yine Anayasa ya uygun olarak çözümlemesi gerekir. Anayasa nın 90. maddesi gereğince, Anayasa Mahkemesi 68/4 kapsamında yaptığı değerlendirmelerinde usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin uluslararası anlaşmalarla çatışmaya meydan vermemelidir. Bu gereklilik nedeniyle Anayasa Mahkemesi nin verdiği kararlarında AİHM in siyasi parti kapatma davalarında kullandığı standart ölçüleri gözardı etmesi düşünülemez. Aksi halde Anayasa Mahkemesi nin bu davalarda oluşturduğu değişken ve subjektif değerlendirmeleri siyasi hayatı belirsizliğe itecektir. AİHM İN REFAH PARTİSİ HAKKINDAKİ KARARI AİHM in, laiklik karşıtı eylemlerin odağı olması nedeniyle kapatılan Refah Partisi davasındaki değerlendirmelerinin önemli olduğunu belirten Kılıç, şunları kaydetti: Mahkeme, Refah Partisi nin kapatılması kararını sözleşmeye aykırı bulmadığını şu şekilde özetlemektedir: Bu davada söz konusu müdahalenin zorlayıcı bir sosyal gereksinim sonucunda olup olmadığı sorununun incelenmesiyle bağlantılı olarak üstte sayılan noktaların toplu olarak değerlendirilmesinde Mahkeme, Refah üye ve liderlerinin Anayasa Mahkemesi kararında da belirtilen eylem ve konuşmalarının tüm partiye isnat edilebilir olduğu, bu eylem ve konuşmaların Refah ın çok hukuklu sistem çerçevesi içinde şeriata dayalı bir rejim oluşturmaya yönelik uzun dönemli bir politikanın varlığını ortaya çıkardığı ve Refah ın politikasını uygularken ve öngördüğü sistemi yerleştirirken kuvvete başvurma olasılığını dışlamadığı sonucuna varmıştır. Bu planların demokratik toplum kavramıyla bağdaşmaması ve Refah ın bunları uygulamaya geçirmek için yakaladığı fırsatların demokrasiye yönelik tehdidi daha somut ve daha yakın kılması karşısında, Anayasa Mahkemesi tarafından başvuranlara uygulanan cezanın sözleşmeci Devletlere tanınan yorum hakkının sınırları içinde zorlayıcı bir toplumsal gereksinimi makul bir biçimde karşılayan nitelikte olduğu düşünülmektedir. Buna göre, Refah Partisi nin, çok hukuklu bir sistem istemekle demokrasinin temel ilkeleriyle bağdaşır olmayan şeriat düzenini hedeflediği, bu düzenin gerçekleşmesi için demokrasi dışı (cihat çağrısı şiddet olarak değerlendirilmiştir) yollara başvurması olasılığının yüksek olması ve bu olasılığın dışlandığı yönünde adımlar atılmaması gerekçesiyle kapatılması sözleşmeyi ihlal olarak görülmemiştir. LAİKLİK İLKESİ AİHM in, demokrasiyle bağdaşır olmayan bir düzeni kurmak amacıyla şiddeti araç olarak kullanmak durumundaki partilerin kapatılabileceğine onay vermediğini belirten Kılıç, bu kriterler gözetilerek davalı partinin laiklik karşıtı fiillerin odağı haline gelip gelmediğinin değerlendirildiğini kaydetti. İnsan haklarına saygılı devletin, Anayasa da temel hak ve özgürlük olarak düzenlenmiş ve güvenceye kavuşturulmuş insan haklarına saygılı devlet anlamına geldiğini vurgulayan Kılıç, şöyle dedi: İnsan haklarına saygılı ifadesi ile 14. maddedeki İnsan haklarına dayalı devlet ifadesi birlikte okunduğunda, Anayasa nın devletin meşruiyet ve varlık nedenini insan hakları ve özgürlüklerinde gördüğü ortaya çıkar. Anayasa nın 5. maddesi de tüm temel hak ve özgürlüklerin önündeki sosyal, hukuksal ve ekonomik engellerin kaldırılmasını devlete bir ödev olarak yükler. Bireylerin dini inanç ve kanaat özgürlüğünün yanında, inanç ve kanaatlerini dışa yansıtma ve yaşamlarını dini inanç ve kanaatlerine göre sürdürme hakkı da Anayasa nın tanıdığı bir temel insan hakkıdır. Dolayısıyla Cumhuriyetin değişmez niteliğinden biri olan insan haklarına saygılı/dayalı devlet ilkesi, devlet erki kullanan tüm kurumları bireylerin dini inanç, kanaat ve dinsel pratik özgürlüğüne saygılı olmaya, kişinin bu özgürlüğünün önündeki engelleri ortadan kaldırmaya zorunlu kılmaktadır. Laiklik ilkesinin bu Anayasal tercihi zayıflatıcı biçimde yorumlanmasının, farklı uygulamaları da olsa çağdaş dünyanın laiklik anlayışıyla bağdaşmadığı düşünülmektedir. Davalı Parti nin odak olduğu konusunda varılan sonuca, söz konusu siyasi parti genel başkanı ve üyelerinin genel olarak üniversitelerde uygulanan başörtüsü yasağı, imam hatip lisesi mezunlarına üniversiteye girişte uygulanan katsayı ve kuran kursları üzerine gerçekleştirdikleri söz ve eylemleri esas alınarak varılmıştır. Belirtilen konulara ilişkin söz ve eylemler Anayasa nın 68/4 maddesinde belirtilen laik Cumhuriyet ilkesine aykırılık olarak nitelendirilmiştir. Bu nedenle Anayasa da yer alan laiklik ilkesinin irdelenmesi gerekli görülmüştür. Anayasa nın 24. maddesinde din derslerinin zorunluluğu öngörülmüş, 136. maddesinde Diyanet İşleri Başkanlığı aracılığı ile devletin bireylere dini inançları konusunda hizmet vermesi kabul edilmiş, yasal düzenlemelerle de imam hatip okulları ile kuran kursları devletin eğitim ve öğretim kurumlarının parçası haline getirilerek devletin dinle olan ilişkisi düzenlenmiştir. Gerekçesi ne olursa olsun laiklikle ilgisi bulunmayan bu düzenlemelerin Türkiye gerçeğinden doğduğu kabul edilmelidir. Ancak bu gerçeklere laiklik boyutundan bakıldığında devletin dinle ilgisini kesmediği açıktır. Belirtilen düzenlemeler, Türk halkına verilen dinsel içerikli eğitim, öğretim, kurs ve uygulamalarla hayata geçirilmiş, bireyler buradan aldıkları dini kültürle dini yaşamalarına yön vermişlerdir. Verilen bu kültürle davalı partinin aldığı cezanın dayanağı olan başörtüsü, imam hatip liseleri ve Kuran kurslarına ilişkin söylemleri arasında ciddi bir bağlantı vardır. Yasal zeminde dinsel öğretilere kavuşan bireyler verilen bu bilgileri hayata geçirme aşamasında sorunlarla karşılaşmışlar, bu sorunların toplu biçimde sözcülüğünü yapan siyasi partiler ise kapatılma yaptırımı ile karşı karşıya kalmışlardır. Bu çelişki yaşanmaya devam etmektedir. SİYASİ PARTİLERİN AMACI Haşim Kılıç, Anayasa da Türkiye ye özgü olan bu laik yapının siyasi partilerin kapatılma davalarında göz ardı edilmesinin mümkün olmadığını ifade ederek, böyle bir yapıda dinsel alanlarla-siyasal alanın kesişmesinin kaçınılmaz olduğunu belirtti. Kılıç, şöyle devam etti: Devletle bağlantılı bu dinsel düzenlemeler olmasaydı bile, Anayasa nın 24. maddesinde öngörülen din ve vicdan özgürlüğü, buna bağlı olarak ifade özgürlüğü ve eğitim ve öğretim hakkı, dinsel kaynaklı bireysel taleplerin ve buna bağlı olarak toplumsal taleplere çözüm öneren siyasi partilerin vazgeçilmez güvenceleri olduğu kuşkusuzdur. Hemen belirtmek gerekir ki laikliğin temel unsurlarını yok etmeye yönelik taleplerin bu güvence kapsamında olduğu düşünülemez. Bir siyasi parti, dinsel bir inancı benimseyemez ya da onun propagandasını yapamaz. Devletin düzeninin din kuralları ile yönetilmesine ilişkin taleplerle ilgilenemez. Ancak, bu inanç ya da dinsel öğretinin dış dünyaya yansıması ile bağlılarının ihtiyacı olan özgürlük alanı ile ilgilenmesi de engellenemez. İlgi duyulan din değil, özgürlüktür. Siyasi partilerin yaptığı da bu özgürlüğün sözcülüğüdür. Bu nedenle, Anayasa Mahkemesi siyasi parti kapatma davalarında demokrasinin, laikliğin ve hukuk devletinin temel ögelerinin partilerce reddedilip edilmediği, partilerin demokratik ve laik hukuk devletine düşmanca tavrının olup olmadığı, insan onurunu aşağılayan amacının varlığı ya da farklı düşünenlere hoşgörüsüzlük konularında inceleme yapmak zorundadır. Meşruiyet zemini olmayan bu amaçlara uluşmak için zor ve şiddet kullanma yönteminin benimsenmesi ya da buna çağrı yapılması bir partinin kapatılması için yeterli gerekçe oluşturacaktır. Başka bir anlatımla siyasi partilerin amacı ile bu amaca ulaşmak için kullandıkları aracın demokratik bir düzende kabul edilebilir bir niteliğe sahip olduğu sonucuna varılırsa kapatılma söz konusu olamayacaktır. BAŞSAVCININ HAZIRLIK AŞAMASI SORUNLU AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan ve diğer üyelerinin kapatılma isteminde delil olarak ileri sürülen söylem ve eylemlerini de karşı oy gerekçesinde değerlendiren Kılıç, şunları kaydetti: Başsavcı; belirtilen söylemlerden yola çıkarak söz konusu partinin laik düzeni ortadan kaldırarak şeriat düzenini yerleştirme amacı taşıdığını ileri sürmüş, bu nedenle de kapatılmasını istemiştir. Başsavcı partinin laik düzeni ortadan kaldırma amacını tespit ederken genel olarak üniversitelerde yaşanan başörtüsü yasağı, imam hatip lisesi mezunlarına üniversiteye girerken uygulanan katsayı ve kuran kurslarının sorunlarına ilişkin parti mensupları tarafından yapılan konuşmaları ağırlıklı olarak değerlendirmeye almıştır. Hemen belirtmek gerekirse ileri sürülen delillerin çok büyük bir bölümü gazetelerin haber küpürleri ile internet kaynaklı yorum ve haberlerden oluşmaktadır. Toplumun yarıya yakınının onayını alan bir siyasi partinin kapatılması için bu tür delillerin ses ya da görüntü kasetleriyle teyit edilmemesi, olması gereken ciddi bir hazırlık aşamasının ne kadar sorunlu olduğunun açık göstergesidir. 400 ü aşkın delilin büyük bölümüne bu sorun nedeniyle herhangi bir değer atfedilmemiştir. Değerlendirilmeye parti genel başkanı ve diğer mensuplarının 30 söylem ve eylemi esas alınmıştır. Bu söylemlere ilişkin yapılan değerlendirmelere de katılma olanağı bulunulamamıştır. Bu söylemlerin laikliği ortadan kaldırma amacı taşıdığını söylemek oldukça zordur. Zira siyasi partilerin tek sermayesi toplumsal sorunlar ve taleplerdir. Bir boyutuyla öğrenim diğer boyutuyla din ve vicdan özgürlüklerini ilgilendiren bu konuların siyasi bir parti tarafından dile getirilmesi hem Anayasamızın hem de Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi nin güvence altına aldığı ifade özgürlüğü kapsamındadır. Din ve vicdan özgürlüğünü ilgilendiren bir sorunun Türkiye de nasıl çözüleceği ya da ifade edileceği oldukça sorunludur. Zira söz konusu partinin kapatılması isteminin önemli bir bölümünü içeren üniversitelerdeki başörtü sorunu tüm partiler tarafından dile getirilerek çözüm önerilirken bu söylem ve önerilerin bazı partiler için kapatılma sebebi sayılması bazıları için ise hiç sorun yaratmaması dikkat çekicidir. Anayasa nın 10. ve 42. maddelerinde yapılan değişiklikte bu kapsamdadır. Anayasa nın 68/4. maddesi kapsamında görülerek Parti nin kapatılması için ileri sürülen eylemlerin laikliği ortadan kaldırmak suretiyle şeriat düzenini getirme amacı ile nitelendirilmesi ağır, ölçüsüz ve demokratik sabırla çelişen yaklaşımlardır. Başka bir anlatımla, demokratik düzen reddedilmeden laikliğin somut düzenleniş ve uygulanış biçimine aykırı söylemler şiddet içermedikçe ifade özgürlüğünün güvencesi altındadır. Davalı siyasi partinin iktidar olduğu süreç içindeki tüm çalışmaları ve etkinlikleri birlikte değerlendirildiğinde, demokratik düzeni reddeden bir amacına ulaşılamadığı gibi eylemlerinin şiddet ya da şiddete çağrıyı içermemesi nedeniyle laikliğe aykırı fiillerin odağı olduğundan söz edilemez. Haşim Kılıç, bu nedenle, ne kapatılma ne de devlet yardımından mahrum bırakılma düşüncelerine katılmadığını bildirdi. Anayasa Mahkemesi nin, AK Parti nin kapatılması yerine Devlet yardımından yarı oranında yoksun bırakılması kararının gerekçesinde, iddianamede sunulan delillerin niteliği de irdelendi. Gerekçeli kararın, İddianamenin Kabulü başlıklı bölümünde, yapılan toplantı sonucu, iddianamenin Abdullah Gül dışında kalan bölümünün kabulüne oy birliğiyle, Abdullah Gül yönünden de kabulüne, Haşim Kılıç, Sacit Adalı, Serdar Özgüldür ile Serruh Kaleli nin karşı oyuyla ve oy çokluğuyla karar verildiği hatırlatıldı. Gerekçeli kararda, azınlıkta kalan üyelerin karşı oy gerekçesine de yer verildi. Bu gerekçe şöyle: Kapatma davasının parti tüzel kişiliğine karşı açılmış olmasına karşın, yargılama sonucunda davalı partinin Anayasa nın 68. maddesinin dördüncü fıkrasında yer alan ilkelere aykırı eylemlerin kapatılmayı gerektirecek düzeyde odağı haline geldiğinin saptanması durumunda, partinin kapatılmasına neden olan üyelerinin Anayasa nın 69. maddesinin dokuzuncu fıkrası uyarınca kararın Resmi Gazete de yayımlanmasından başlayarak beş yıl süreyle bir başka partinin kurucusu, üyesi, yöneticisi ve denetçisi olamayacağı dikkate alındığında, Abdullah Gül ün halen Cumhurbaşkanı olması Anayasa nın 105. maddesi gereği görev süresi içerisindeki sorumsuzluk halleri ve ancak sınırlı yargısal sorumluluk hali dikkate alındığında ve ayrıca Anayasanın öngördüğü sistemin mantığı ve Anayasal kurallar bütünü ile birlikte değerlendirildiğinde, göreviyle ilgili olmayan ve görev öncesi döneme ilişkin iddiaları içeren eylemlerin yargılamaya dahil edilmesinin mümkün olmadığı, dolayısıyla davalı parti hakkında verilecek nihai kararın sonucuna göre yargılamanın görev süresinin sonuna ertelenmesi ve iddianamenin Abdullah Gül yönünden tefriki gerektiği görüşünde olduğumuzdan çoğunluk kararına katılmadık. ÖN SORUNLAR ve USULE İLİŞKİN DEĞERLENDİRMELER Gerekçeli kararın, Ön sorunlar ve Usule İlişkin Değerlendirmeler başlıklı bölümünde, Anayasa Mahkemesi nin önceki kararlarında ifade edildiği gibi siyasi parti kapatma davasının ceza niteliği ağır basan, kendine özgü dava olduğu, bu davaların Ceza Muhakemesi hükümleri uygulanarak karara bağlandığı kaydedildi. Gerekçeli kararda, davalı parti üyelerinden Burhan Kuzu, Mehmet Zafer Üskül, Ahmet Faruk Ünsal, Mehmet Elkatmış ve Resul Tosun un, kendileri hakkında da siyaset yasağı talep edilmesi nedeniyle, adil yargılanma hakkı gereğince yazılı ve sözlü savunma talebinde bulundukları, beyan ve eylemleri nedeniyle kapatma davasında adı geçen parti mensuplarının yazılı savunmalarını Anayasa Mahkemesi ne sunulmak üzere davalı partiye ulaştırmalarına bir engel bulunmadığı sonucuna varıldığı kaydedildi. Kanıtların değerlendirilmesi aşamasında yapılan oylamalarda karar yeter sayısının ne olacağının da tartışıldığı ifade edilen gerekçeli kararda, siyasi parti kapatma davalarında kapatılmaya karar verilebilmesi için beşte üç oy çokluğu şartının getirildiği belirtildi. Anayasa nın 69. maddesinin altıncı fıkrasının, bir siyasi partinin kapatılmasını Anayasa nın 68. maddesinin dördüncü fıkrası hükümlerine aykırı eylemlerin odağı haline gelme koşuluna bağladığı kaydedilen gerekçeli kararda, Anayasa nın 68. maddesinin dördüncü fıkrasına aykırı eylemlerin yoğunluğu ve ağırlığının partinin kapatılması ya da devlet yardımından yoksun kılma yaptırımının temelini oluşturduğu ifade edildi. Her bir eylemin gerçekleşip gerçekleşmediğinin ve Anayasaya aykırı olup olmadığının saptanmasının, uygulanacak yaptırımı doğrudan doğruya etkilediği belirtilen gerekçede, Bu nedenle nihai karar öncesi aşamalardaki oylamaların salt çoğunlukla yapılarak bir siyasi partinin Anayasa ya aykırı eylemlerin odağı haline geldiğinin saptanması uygulanacak yaptırımı doğrudan etkileyeceğinden Anayasa nın 149. maddesinde belirtilen nitelikli çoğunluk şartının işlevselliğini engeller. Açıklanan nedenlerle kanıtların değerlendirmesi dahil olmak üzere, davanın sonucuna etki edecek tüm oylamalarda Anayasa nın 149. maddesinin birinci fıkrasında öngörülen beşte üç oy çoğunluğun aranması gerekmektedir denildi. YASAMA SORUMSUZLUĞU Gerekçeli kararda, davalı partinin, Başsavcılıkça kapatma nedeni olarak ileri sürülen söylemlerinin bir kısmının yasama çalışmaları sırasında ifade edildiğini belirterek bunların, Anayasa nın siyasi partilerin kapatılmasına ilişkin maddeleri karşısında özel hüküm niteliği bulunan 83. maddesinde öngörülen yasama sorumsuzluğu kapsamında bulunduğu ve parti aleyhine delil olarak kullanılamayacağını ileri sürdüğü , bu nedenle bu konunun da değerlendirilmesi gerektiği kaydedildi. Anayasa nın 83. maddesinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi Üyeleri, Meclis çalışmalarındaki oy ve sözlerinden, Mecliste ileri sürdükleri düşüncelerinden, o oturumdaki Başkanlık Divanı nın teklifi üzerine Meclisçe başka bir karar alınmadıkça bunları Meclis dışında tekrarlamak ve açığa vurmaktan sorumlu tutulamazlar denildiği hatırlatılan gerekçeli kararda, yasama sorumsuzluğunu öngören bu düzenlemeyle Meclis çalışmalarında ulusal istencin en iyi biçimde yansıtılması ve milletvekillerinin görevlerini hiçbir etki altında kalmadan yapabilme olanağının sağlanmasının amaçlandığı vurgulandı. Anayasa nın 84. maddesinin son fıkrasında ise Partisinin temelli kapatılmasına beyan ve eylemleriyle sebep olduğu Anayasa Mahkemesi nin temelli kapatmaya ilişkin kesin kararında belirtilen milletvekilinin milletvekilliği, bu kararın Resmi Gazete de gerekçeli olarak yayımlandığı tarihte sona erer denildiği anımsatılan gerekçeli kararda, şöyle denildi: Bir partinin milletvekilleri parlamento çalışmalarında da Anayasa nın 68. maddesinin dördüncü fıkrasında ifadesini bulan temel ilkelere aykırı eylem ve söylemleri yoğun biçimde gerçekleştirebilirler. Meclisteki beyan ve eylemleriyle özgürlükçü demokratik düzeni ortadan kaldırma amacı açıkça saptanabilen ve bu amacı gerçekleştirmeye dönük anayasa dışı yöntemleri savunan bir milletvekilinin yasama sorumsuzluğundan yararlanması Anayasa nın 84. maddesinin amacıyla bağdaşmaz. Belirtilen her iki Anayasa kuralı birlikte değerlendirildiğinde, milletvekillerinin Meclis çalışmalarındaki beyan ve eylemlerinin Anayasa nın 83. maddesinde öngörülen yasama sorumsuzluğu kurumunun anlam ve önemi ışığında değerlendirilmesi, ancak demokratik özgürlükçü düzeni ortadan kaldırma amacını açıkça ortaya koyan beyan ve eylemlerin ise parti kapatma davalarında gözetilmesi gerektiği sonucu ortaya çıkmaktadır. PARTİ KURULMADAN ÖNCEKİ EYLEMLERİ Davalı parti üyelerinin parti kurulmadan önceki eylemleriyle, daha önce kapatma davalarına konu olmuş eylemlerinin hükme esas alınıp alınmayacağının da tartışıldığı belirtilen gerekçeli kararda, Anayasanın 69. maddesinin altıncı fıkrasında davalı partinin üyelerinin ya da adı geçen parti organlarının eylemlerinden söz edildiğine göre, davalı parti kurulmadan önce gerçekleşmiş eylemlerin partiye isnat edilmesi ve parti üyelerinin daha önce yargılamaya esas alınarak kapatılan bir siyasi partiye üyelikleri döneminde işledikleri eylemlerin mükerrer yargılamaya konu olması mümkün görülmemiştir denildi. İNTERNETTEN İNDİRİLEN HABERLERİN ESAS ALINAMAYACAĞI İDDİASI Davalı partinin, gazete kupürlerine ve internetten indirilen haber ve yorumlara dayanan isnatların davaya esas alınamayacağını ileri sürdüğü de anımsatılan gerekçeli kararda, şöyle devam edildi: Gazetelerde ya da diğer haber kaynaklarında yer alan yorum veya haber-yorum biçimindeki belgelerin kanıt niteliği olmadığı açıktır. Ancak gazete ve internet haberlerinde yer alan ifadelerin farklı ve karşıt yayın organlarında aynı biçimde yer aldığı ve bu haberlerin, ifadenin sahibi ve parti tarafından reddedilmemesi durumunda kanıt olarak değerlendirilebilir. Buna karşın parti üyelerine isnat edilen beyanlarla ilgili kuşkudan uzak kanıtlar sunulmadığı durumda, söz konusu kişilerin bu beyanları savundukları ve kabul ettikleri bireysel savunmalarında ya da davalı parti savunmasından anlaşılamadığı sürece, yalnızca bu beyanların basında yer alması ve davalı partinin isnat edilen eylemi savunmuş olması beyanın sübutu için yeterli görülmemiştir. DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı laikliğe aykırı eylemlerin odağı haline geldiği iddiasıyla AK Parti nin kapatılması istemini, iddianameye ek olarak sunduğu 17 klasörde yer alan ve bir kısmı ses ve görüntü kayıtlarıyla desteklenen gazete ve internet sitelerinde yer alan bilgilere ve birtakım belgelere dayandırdığı ifade edilen gerekçeli kararda, bilgi ve belgelerde ağırlıklı olarak düşünce açıklamalarının konu edildiği, bir kısmında ise yasama ve yönetsel tasarruflar ile yerel yönetim uygulamalarının yer aldığının görüldüğü kaydedildi. Gerekçeli kararda, yapılan tasnifte kimi kamu personelinin eylem ve söylemlerini konu edindiği 7 klasör ile davalı parti organ ve üyelerinin eylem ve söylemlerinin yer aldığı 10 klasörde toplam 400 ü aşkın iddianın yer aldığı anımsatıldı. Usule ilişkin açıklamalarda belirtilen temel ölçütler uygulanmakla; haklarında siyaset yasağı istenen Ahmet Şükrü Kılıç ile Ali Tekin in eylem tarihinde parti üyesi olmadıklarının tespit edildiği belirtilen kararda, üye olmadıklarından dolayı eylemleri davalı partiye isnat edilmesi olanaksız olan kamu personeliyle ilgili iddiaların üye eylemi olarak dikkate alınamayacağı, ayrıca söz konusu eylemlerle parti üyeleri ya da organları arasında bir nedensellik ilişkisi kurulamadığından, değerlendirmeye de esas alınmadığı bildirildi. Gerekçeli kararda, şöyle devam edildi: Geriye kalan eylemlerden bir kısmının hukuksal inceleme konusu olmayan öznel yorumlardan oluştuğu ve iddianamede yer almayan kitapların esas alınarak düzenlendiği, bir kısmının yalnızca belirli bir yayın politikası olan gazete ve/veya internet sitelerinde yer aldığı, herhangi bir ses veya görüntü kaydıyla desteklenmediği, farklı ya da karşıt gazete ve/veya internet sitelerinde de yer almadığı, bir kısmının farklı gazetelerde farklı içerik ve uzunlukta yer aldığı ve davalı parti tarafından da kabul edilmediği, bir kısmının gazetelerde veya internet sitelerinde yer aldığından farklılaştırılmış biçimde iddianameye alındığı ya da eksik ve parçalı biçimde aktarılmış olduğu, bir kısmının vaki olmadığı ya da sübut bulmadığı, bir kısmının ise düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamında olduğu görülmüştür. Gerekçeli kararda, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı nın iddianamesinde yer alan AK Parti Genel Başkanı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve diğer parti üyelerinin laikliğe aykırı eylemler olarak nitelendirilen eylemlerine yer verildi. Söz konusu eylemlerin tek tek irdelendiği gerekçeli kararda, AK Parti nin iddianamede yer alan eylemlere ilişkin yazılı ve sözlü savunma aşamalarında ileri sürdüğü görüşler de yer aldı. Sabah, 24.10.08


Bu bölümdeki diğer içerikler için tıklayınız.