Gündem

 Deniz Feneri Balyoz Harekat Planı
 Demokratik Açılım İrtica Eylem Planı
 Siyasi Gündem Ergenekon
 Ekonomik Gündem 

 Gündem > Siyasi Gündem > Gültan Kışanak: Kürtlerin büyük teklifi

Gültan Kışanak: Kürtlerin büyük teklifi

Kürt sorunu açısından gelecek iki yıl çok kritik. Herkes yarına ertelemeden sözünü bugünden söylemeli. Çözeceksek de şimdi, çözmeyip kaosa havale edeceksek de şimdi.”


Kürtler, hâlâ demokratik cumhuriyette eşit yurttaşlar olarak yönetime katılarak birlikte yaşamayı, Türkiye’ye bir politik program olarak sunuyorlar. Bu çok büyük bir teklif!


Türkiye, Kürtlerin bu büyük teklifini kabul etmeli. Kürtlere, yönetime katılma hakkını veren özerk bir sistem kurulmadan, Kürt sorununda nihai çözüm mümkün değil.”

***


NEDEN
GÜLTAN KIŞANAK


Türkiye, açlık grevleriyle içine girdiği korku tünelinden henüz çıkmıştı. Hapishanelerde on bine yakın insanın katıldığı açlık grevleri Öcalan’ın isteğiyle daha yeni bitmişti. Ve, Türkiye biraz rahat bir nefes almıştı ki... Başbakan bu sefer de BDP’lilerle ilgili dokunulmazlık tartışmasını başlattı. Başbakan, dokuzu BDP’li on milletvekilinin dokunulmazlıklarının kaldırılması ve bu milletvekillerinin mahkemeye gönderilmesi için harekete geçti. Kısacası bu milletvekilleri için cezaevi yolunun önünü açtı. Peki, ne oldu da Başbakan birden bire BDP’li milletvekillerinin dokunulmazlıklarını kaldırmaya karar verdi? Türkiye’de siyaseti neden böylesine gerdi? Bu karar başka bir sürecin şantajı mı? BDP’li on milletvekili mahkûm olursa bunun siyasi sonuçları ne olacak? Türkiye’nin genel siyasetinde neler yaşanacak? Böyle bir mahkûmiyet hâlinde BDP ne yapacak? Güneydoğu’da Başbakan’ın dokunulmazlıkları kaldırma kararı nasıl karşılandı? PKK’lılarla kucaklaşma nasıl oldu? Orada neler yaşandı? BDP’li milletvekilleri, PKK’lılarla kucaklaştıkları için bir özeleştiri yapıyorlar mı? Kürt sorunu nereye doğru gidiyor? Bir kopuşa doğru mu yol alınıyor? Bütün bu soruları BDP’nin eş genel başkanı Gültan Kışanak’a sorduk, çarpıcı cevaplar aldık.

***


NEŞE DÜZEL: Siz, PKK’lı gerillalarla kucaklaştığınız için çok tepki çektiniz. Bugün bu konuda bir özeleştiri yapıyor musunuz?

GÜLTAN KIŞANAK: Aslında medya tarafsız olsaydı ve orada yaşanan tablonun tamamını verseydi, bugün Türkiye’de kamuoyu, Başbakan’ın itmek istediği yöne doğru sevk edilmeyecekti. Bakın... Benim orada o karşılaşmanın ve selamlaşmanın akabinde söylediğim cümleler var.


Siz ne demiştiniz?

Orada çekim yapan Kanal D muhabirinin kayıtlarında var bu cümleler. İsterse yayınlayabilir. Ben onlarla tokalaşırken, “İnşallah bu sorunu çözeriz. Sizler de artık şehirlerde olursunuz. Sizlerle buralarda değil, şehirlerde görüşürüz” diyen bir kişiyim. Yani bu silahlar bırakılır anlamındaki cümleyi ben o dakikada söyledim. Üstelik karşılaşmanın hemen akabinde bana Kanal D muhabiri “Ne diyorsunuz” diye de sordu.


Soruya ne cevap verdiniz?

“Yaşadığımız bu tablo, Kürt sorununu bir an önce müzakere yoluyla çözmek zorunda olduğumuzu söylüyor bize. Bu işin silahsız bir yolunu bulmak zorundayız” dedim. Bu cevabım da yayınlanmadı. Zaten bu kısımları hiç yayınlamadılar. Sadece görüntü veriyorlar. Onun üzerinden polemik yaratıp kamuoyunda tepki oluşturmaya çalışıyorlar.


Peki, yaptığınızın siyaseten hatalı bir davranış olduğunu düşündünüz mü?

Tabii, siyasi bir tutum değildi. “Bu, siyaseten başka türlü kullanılabilir” diyebilirdik. Daha soğukkanlı ve hesapçı yaklaşabilirdik. Siyaseten böyle düşünüp orada daha kontrollü, hatta samimi olmayan bir şey yaratabilirdik. Ama bunun ortamı yoktu.


Niye ortamı yoktu? Ortam nasıldı?

Medya mensupları bu konuda samimi olsalardı, böyle bir ortamın olmadığını belirtirlerdi. Orada siyasi bir karşılaşmadan çok duygusal bir atmosferin olduğunu ve herkesin o duygusallık içinde hareket ettiğini anlatırlardı. Yüzlerce insan vardı orada. Biz o gün bombalanan köyleri ziyaret ediyorduk. Yolda giderken uzakta kalabalığı gördük ve arabamızdan “kaza oldu” diye indik. Çünkü araçlar durmuştu. Meğer yol kesme varmış. İndiğimizde gördük ki, oradaki sivil halk gerillalarla haşır neşirdi.


Nasıl haşır neşirdi?

Herkes hasbıhal içindeydi. Ben Yüksekova Haber’e o gün de söyledim. “Ben bir anne olarak ürperdim. Zırhlı birlikler on beş dakika mesafedeydiler. Bu dört genç her an ölümle yüz yüzeydiler. Biz siyasetçiler çözüm bulmadığımız için bu gençler ölebilirdi. Bunun duygusallığıyla hareket ettim” dedim.


Bu davranışın bir tepkisi olabileceğini hiç düşünmediniz mi?

O dakikada bunu düşünmek çok mümkün değildi. Çünkü ortada çok insani bir tablo vardı. Bu çocuklar bizim ya!.. Bu çocuklar bu ülkenin evlatları! Hepimizin bu çocuklar! Hiçbiri ölmesin! Üstelik bu sorunu çözmek mümkün. Bu çocukların ölümünü engellemek mümkün. Doğru siyaset de zaten budur. Birkaç dakika dışında, ben daha ilk anda bu sorunu çözme mesajını verdim.


Kucaklaşmanın doğru olmadığını siz de düşündünüz yani. Öyle mi?

Bu, siyasi bir tavır değildi. Bu bir duygusallıktı. Belki de siyasetçinin duygusal olmaya hakkı yoktur. Dediğim gibi yüzlerce insan vardı, analar vardı orada. Herkes ağlamaklı oldu. Gerillalar resmî bir yol kesme prosedürü uygulamak istediler ama yapamadılar. Çünkü herkes onlara sarılmak istedi. Biz o gün bombalanan köylere gitmiştik. Medya köylülerle yaptığımız konuşmaları da çekti ama onları da vermedi.


Medya o köylerde neyi gördü ve yayınlamadı?

O köylerde sekiz dokuz yaşından küçük çocukların tamamında bombardımanın basıncından kaynaklı işitme kaybı başlamıştı. Evlerin duvarları bombaların basıncından çatlamıştı. Medya bunları gördü, “Buraları her gün bombalanıyor, can güvenliğimiz tehlikede” diyen köylüleri dinledi ama bunları vermedi. Sadece birkaç saniyelik kareye odaklandı. Bu kareyi binlerce kez tekrarlayan ve bunun üzerine Başbakan’ın kışkırtıcı, milliyetçi söylemlerini de koyan bir yayıncılık izledi.


PKK lideri Murat Karayılan da o karşılaşmayı kınadı ve o PKK’lıları da eleştirdi. Karayılan’ın eleştirileri hakkında ne düşünüyorsunuz?

Karayılan bir hafta sonra konuştu. Ben bunu o gün, orada, o anda söyledim. Medyanın kayıtlarında var bu.


Kürt sorunu nereye doğru gidiyor sizce?

Kime baktığınıza bağlı bu. Başbakan’a bakarak değerlendirirsek, iyi bir yere gitmiyor. Ama Kürtlere baktığınızda... Kürtler hâlâ birlikte yaşama iradesini çok güçlü bir politik program olarak sunuyorlar. Bu önemli bir şans.


Önemli şans dediğiniz tam olarak nedir?

Kürtler, “eşit yurttaşlık hukuku içinde haklarımızı kullanarak ve yönetime katılarak birlikte yaşayabiliriz” diyorlar. Haklarını, hâlâ demokratik cumhuriyet içinde tanımlıyorlar. Bu çok büyük bir teklif! Türkiye’nin, Kürtlerin bu büyük teklifini görmesi, kabul etmesi ve karşılaması lazım.


Sizce Türkiye, Kürt sorununun çözümüne doğru mu gidiyor?

Kürt sorunu açısından önümüzdeki iki yıl kritik bir aşama. Herkes yarına ertelemeden bugünden sözünü söylemeli. Çözeceksek de şimdi, çözmeyip kaosa havale edeceksek de şimdi yapacağız. Bu eşikteyiz şimdi!


İki içinde ne olacak sizce?

Çünkü bu iki yıl içinde hem Ortadoğu’da işin rengi belli olacak. Hem de Türkiye’de siyasi taşlar yerel, genel ve cumhurbaşkanlığı seçimleriyle biraz daha yerine oturacak. Bu iki yılda Türkiye’nin sonraki sürecini belirleyecek bir dönem yaşanacak. Onun için herkesin sözünü, mücadelesini, tutumunu sergilemesi, ne yapacaksa bugün yapması gerekiyor. Birlikte yaşama iradesini, demokrasiyi ve eşitlikçiliği esas alan sesin şimdi daha güçlü çıkması gerekiyor. Yoksa yarın çok geç olabilir. Bu iki yıl içinde ya çözüme doğru evrileceğiz ya da kaosa doğru gideceğiz.


Kürtlerle Türkler arasında büyük bir kopuşa mı gidiyoruz?

Bunun ipuçları var. Duygusal olarak aşırı derecede farklılaşma yaşıyoruz. Aynı şeylere üzülmüyoruz, aynı şeylere sevinmiyoruz. Aynı şeyleri mücadele gerekçesi yapmıyoruz. Bu konuda giderek ayrışıyoruz. Ayrıca Kürtlerde şu duygu da gittikçe yayılıyor. “Ne yapsak yaranamıyoruz. Ne yapsak bir yol bulamıyoruz. Otuz yıldık her yolu denedik, olmadı. Artık bir yol ayırımına geldik. Başka bir şey yapmak lazım” duygusu güçleniyor. Ama dediğim gibi hâlâ şöyle bir şans var ki, Kürtlerin bütün siyasetçileri, Türklerle ortak gelecek ve birlikte yaşama üzerine siyasal proje sunuyorlar.


Ayrılmak istemiyorlar mı? Özerklik istemiyorlar mı?

Ayrılmak istemiyorlar. Özerklik ise birlikte yaşama projesidir. Ama siyaset sürgit böyle gidemez. Belli bir aşamadan sonra toplumsal kopuş siyasete de sirayet eder. Çünkü siyaset sonuçta toplumla birlikte yapılıyor.


Kürtlerle Türkler arasında böyle bir kopuş büyük bir çatışmaya döner mi?

Çok büyük bir risk taşıyor bu. Çünkü Türkiye’nin batısında da çok yoğun bir Kürt nüfus var. Bunların bir kısmı asimile ve entegre olmuş. Bir kısmı ise politize olmuş. Özellikle 90’lı yıllarda köy yakma süreçlerinde göç eden büyük bir politik kitle var.


O süreçte kaç milyon Kürt batıya göç etti?

Köy yakmalardan sonra yaklaşık beş milyon kişi köylerinden çıktı ama bunların büyük kısmı bölgede kaldı. Batıya yaklaşık bir milyon insan gitti. Bu çatışma, artık devletle silahlı güçler arasında geçen bir çatışma olmaktan çıkıp, toplumsal zemine yayılma riskini taşıyor. Böyle bir risk hiç kimsenin hiç bir nedenle göze almayacağı bir risktir.


Büyük bir çatışma olursa bunun sonuçlarının Kürt, Türk herkes için korkunç olacağını görüyor musunuz?

Bu, kesinlikle korkunçtur ve hiç bir şekilde göze alınmaması gereken bir risktir. Sonuçları korkunçtur bunun. Ama ben böyle bir riskin yaşanma ihtimalini büyük görmüyorum. Çünkü AKP hükümetinin çözümsüzlük politikasının çöktüğünü düşünüyorum.


Neye dayanarak bunu söylüyorsunuz?

AKP bir siyasal projeydi. Merkezde muhafazakâr ama demokrat bir siyasi parti yaratma projesiydi AKP. Ve, bu proje reformlar üzerine oturmuştu. Herkes AKP’den, Kürt sorununu çözmesini, demokratikleşme konusunda adımlar atmasını, tekçi cumhuriyet zihniyetinin toplumda var olan travmalarını ortadan kaldıracak bir demokratikleşme programını yürütmesini ve AB’ye üyelik sürecini ilerletmesini bekliyordu. Türkiye’nin böyle bir partiye ihtiyacı vardı. Ama şu anda tam tersi oldu. AKP kendi kuruluş felsefesine ters düştü. AKP aksine, topluma yeni bir tekçilik anlayışı dayatan, toplumu kutuplaştıran, reformları ve AB projesini durduran bir parti oldu.


AK Parti, 2011’e dek çok önemli demokratikleşme adımları attı. Sizce atmadı mı?

AKP projesi başladığı yerde değil bugün. 2009’dan sonra çöktüğünü düşünüyorum ben. Avrupa Birliği perspektifinden kopan, Kürt sorununu yeniden 90’lı yılların çatışma sürecine taşıyan, Alevilerin taleplerini bir kenara bırakan bir siyasi iktidar var şimdi. AKP’nin şu anda gelip dayandığı siyaset sürdürülebilir bir siyaset değil!


Peki, ne öngörüyorsunuz?

Başbakan ya bu siyasetten vazgeçecek ya da AKP projesi çökecek. Hâlbuki AKP, halktan en fazla oyu Oslo sürecini yürütürken aldı. Kamuoyu bu görüşmelere karşı değil ki, Oslo görüşmeleri duyulduğunda halkın AKP’ye oyu düşmedi. AKP niye tekrar buraya dönmüyor?


AKP gene de bazı adımlar atıyor. Okullarda Kürtçe seçmeli dersin başlaması önemli bir adım değil mi sizce?

Atılan adımların ve yapılan işlerin, toplumsal ihtiyacı ne kadar karşıladığı önemlidir. Yapılanlar, toplumsal ihtiyacı karşılamıyor bugün. Şu bir hakikat ki, bu ülkede Kürt sorunu adım adım büyüdü.


Kürt sorunu nasıl büyüdü?

Elli yıl önce belki sadece kültürel haklar verilerek çözülebilirdi Kürt sorunu ama o dönemde kültürel hakları vermediler. Sonraki dönemde temel hak ve özgürlükleri de vermediler. Şimdi iş siyasal haklar düzeyine geldi. Anlayacağınız çözümsüzlük siyaseti, Kürt sorununu giderek büyütüyor. Mesela şimdi hak ve özgürlüklerin yanısıra bir de travmalarımızla baş etme diye sorunumuz var artık bizim. Her iki toplumda da çok sayıda insan yaşamını yitirdi ve dolayısıyla her iki tarafın da hafızasında çok şey birikti. Hafızalarda birikenlerle de baş etme sorunumuz da var artık bizim.


Özerklikten söz ettiniz. Kürtlere özerklik verilmeden çözülür mü Kürt sorunu?

Nihai çözüm mümkün değil. Kürtlerin yönetime katılma haklarını kullanacakları bir mekanizma kurmadan bu sorunu çözme şansımız yok. Kürtlerin asıl derdi yönetime katılmak.


Bunu biraz açar mısınız?

Kürtler sayısal olarak az oldukları için, hiçbir zaman bu ülkede Kürtlerin kendi oylarıyla iktidara gelme şansları yok. Türkiye nüfusunun yüzde 18 kadarı Kürt bugün. Eğer özerklik olmayacaksa, Kürtlerin korunması lazım. Onları koruyan, Kürtlere kontenjan tanıyan yasaların çıkarılması lazım. Çünkü Kürtler yönetime katılmak istiyorlar. Bunun için bizim bulduğumuz en kestirme yol şu anda özerklik. En kolay gerçekleştirilebilecek model özerklik!


Başbakan Erdoğan’ın sertleştiği dönemlerde aslında gizlice Kürt meselesini çözecek adımlar attığına dair görüşler var. Şu anda dokunulmazlıklarla ilgili böyle bir adım atılıyor mu çözüme doğru?

Zannetmiyorum. Artık içinde bulunduğumuz atmosferde, bir taraftan sokağı kışkırtmak, bir taraftan Kürtleri rencide etmek ve bir taraftan da sorunu çözmek gibi bir üçlü sacayağı kurulamaz. Başbakan sorunu çözme yaklaşımındaysa...


Başbakan sorunu çözmek için ne yapmalı sizce?

Başbakan’ın acilen Kürtleri rencide etmekten vazgeçmesi, milliyetçilik ve ayırımcılık tansiyonunu düşürmesi, demokratik siyasetin önünü açması lazım. Çünkü Kürt tarafı, “dışarıda savaş, ölüm, tutuklama, gözaltı ve milliyetçilik varken, bizim burada oturup konuşmamızın bir kıymeti yok. Buradan bir çözüm çıkmaz” noktasına geldi. Başbakan, milliyetçiliği kabartarak, linç girişimlerini teşvik ederek ve demokratik siyasetin önünü kapatarak sorunu çözemez.

Neşe Düzel, Taraf

04.12.2012

Gültan Kışanak: 35 vekil birlikte hareket edecek
Büyük siyasi kriz geliyor

BDP Eşbaşkanı Kışanak: Dokunulmazlıkların kaldırılması büyük bir siyasi krize yol açacak

“Bu bir siyasi operasyondur ve siyasi geleneğimize karşıdır. Bizim cevabımız da siyasi ve toplu olacak. BDP blok milletvekilleri olarak otuz beşimiz beraber hareket edeceğiz. Siyasi kriz de bu aşamada çıkacak.”


“Silahı tasfiye edeceğim derken siyaseti tasfiye eden bir süreç işletiliyor. Bu yolla siyaset de, silah da tasfiye edilemez. Bireyleri tasfiye edersin ama yerine daha radikal bir siyaset gelişir. Kürt siyaseti radikalleşir.”


“Dünya tarihinde görülmemiş bir şey. Bir hareketin on bin çalışanını hapse atıyorsun, bu hareket gene de siyasi varlık gösteriyor. Demek ki toplumsal bir hareket bu! İşte bu toplumsal hareketi tasfiye etmek mümkün değil!”


***


NEDEN GÜLTAN KIŞANAK


Türkiye, açlık grevleriyle içine girdiği korku tünelinden henüz çıkmıştı. Hapishanelerde on bine yakın insanın katıldığı açlık grevleri Öcalan’ın isteğiyle daha yeni bitmişti. Ve, Türkiye biraz rahat bir nefes almıştı ki... Başbakan bu sefer de BDP’lilerle ilgili dokunulmazlık tartışmasını başlattı. Başbakan, dokuzu BDP’li on milletvekilinin dokunulmazlıklarının kaldırılması ve bu milletvekillerinin mahkemeye gönderilmesi için harekete geçti. Kısacası bu milletvekilleri için cezaevi yolunun önünü açtı. Peki, ne oldu da Başbakan birden bire BDP’li milletvekillerinin dokunulmazlıklarını kaldırmaya karar verdi? Türkiye’de siyaseti neden böylesine gerdi? Bu karar başka bir sürecin şantajı mı? BDP’li on milletvekili mahkûm olursa bunun siyasi sonuçları ne olacak? Türkiye’nin genel siyasetinde neler yaşanacak? Böyle bir mahkûmiyet hâlinde BDP ne yapacak? Güneydoğu’da Başbakan’ın dokunulmazlıkları kaldırma kararı nasıl karşılandı? PKK’lılarla kucaklaşma nasıl oldu? Orada neler yaşandı? BDP’li milletvekilleri, PKK’lılarla kucaklaştıkları için bir özeleştiri yapıyorlar mı? Kürt sorunu nereye doğru gidiyor? Bir kopuşa doğru mu yol alınıyor? Bütün bu soruları BDP’nin eş genel başkanı Gültan Kışanak’a sorduk, çarpıcı cevaplar aldık.


***


NEŞE DÜZEL- Açlık grevlerinin Öcalan’ın isteğiyle sona erdirilmesinden sonra siyasette bir yumuşama belirmişti. Şimdi birdenbire Başbakan, BDP’li milletvekillerinin dokunulmazlığını kaldırmaya karar verdi. Ne oldu arada?


GÜLTAN KIŞANAK- Ne olduğunu bilmiyoruz. Başbakan artık öngörülemez bir hâle geldi. Onun siyasetinin ne olduğunu, ne olacağını sadece biz değil AKP de kestiremiyor. En yakın çevresi bile Başbakan’ın bir saat sonra ne yapacağını, ne söyleyeceğini tahmin edemiyor. Bir başbakanın bu kadar öngörülemez olması ülke için büyük bir tehlike arz ediyor.


Başbakan neden siyaseti gerecek böyle bir karar aldı sizce?


Acaba Başbakan gerçekten bir karar aldı ve bu kararını kararlılıkla uygulayacak mı? Yoksa Başbakan tartışma yaratarak siyaseti bir süre bu konuyla gerecek ve sonra bu konudan vaz mı geçecek? Çünkü geçmişte bunu çok yaptı. Mesela idam tartışması... Bu kadar altı boş bir siyaseti Türkiye’nin gündeminde çok uzun süre tuttu ve siyaseti idam üzerinden iyice gerdi. Acaba gene aynı yolu mu izliyor?


Sizce hangisi?


Bunu tam bilemiyoruz ama şunu biliyoruz. Elindeki bütün kozları baskı unsuru olarak kullanma ve topluma, Kürt siyasetine ve bize böyle bir şantaj yapma tarzı var Başbakan’ın. Muhtemelen gene böyle bir yöntemle, dokunulmazlıklar konusunu gündeme taşıdı.


İmralı’yla ya da Kandil’le bizim bilmediğimiz gizli görüşmelerin olması ve o görüşmelerde herhangi bir aksaklığın ortaya çıkması üzerine böyle bir karar alınmış olabilir mi? Dokunulmazlıkların kaldırılması kararı bir şantaj olarak kullanılıyor olabilir mi?


Görüşme var mı, bu görüşmeyi kimler yapıyor, görüşme hangi aşamada kesinlikle bizim bir bilgimiz yok. Dokunulmazlık konusu bu yüzden bir şantaj olarak ortaya konuyor mu, konmuyor mu bilmiyoruz. Ama toplamında, Başbakan’ın söylemi ve bu politika, Kürt siyasetine ve bize karşı bir şantaj kokuyor. Gerekirse cezaevi tehdidiyle bizi etkisizleştirmeyi, devre dışı bırakmayı, bizi politika yapamaz hâle getirmeyi içeriyor.


Başbakan, “yargıya talimat verdik” diyebiliyor. İktidarla yargının ilişkilerinin ne olduğu da bilinmiyor. Bu şartlarda Başbakan’ın sizi mahkemeye göndermesi hakkında ne düşünüyorsunuz?


Başbakan, sürecin başından beri hukuka aykırı bir yol izliyor. Mesela, “Gerekli talimatı verdik” dediğinde, ortada fezleke falan yoktu. Savcılık soruşturmasını yürütmüş ve bizimle ilgili bir fezleke ortaya koymamıştı. Ama Başbakan bu sözleriyle, “talimat verdim, savcılık fezleke hazırlayacak” demek istedi. Yasaların kendisine verdiği yetkilerin de ötesinde yetkilere sahip olduğunu varsayan bir başbakan var ortada. Öyle ki, dokunulmazlık tartışmasını açarken de, “Fezlekeleri parti olarak konuşacağız, tartışacağız ve gerekeni yapacağız” dedi. Bu da hukuka aykırı çünkü Meclis İç Tüzüğü’nde, “Dokunulmazlıkla ilgili konular parti kararı olarak tartışılamaz. Milletvekilleri bu konuda bireysel iradeleriyle karar verirler” diyor.


Bu sürecin sonunda bir mahkûmiyet kararı çıkabileceğini düşünüyor musunuz?


Süreç bu mantıkla yönetilirse en nihayetinde bunun sonu cezaevidir, mahkûmiyettir! Çünkü en nihayetinde bu dokunulmazlık meselesi hiç de bazılarının dediği gibi sadece yargı yolunu açan bir durum olmayacak. Birçok deneyden yola çıkarak biliyoruz ki, bu iş cezaevine kadar gidecek.


Dokunulmazlıklar ne kadar zamanda kaldırılır?


Meclis komisyonlarını çalıştırma konusunda çoğunluk AKP’de olduğu için buna AKP karar verecek. İsterse, bu işi bir buçuk ayda tamamlar.


Dokunulmazlıkları kalkan milletvekilleri hemen cezaevine mi girerler?


Tabii. Dokunulmazlık kalkarsa, kaçınılmaz sonuç budur. Fezleke bizimle ilgili “yardım, yataklık” diyor. Biliyorsunuz Terörle Mücadele Yasası’nda “örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüt üyesi olmak gibi” bir kıstas var.


Anlamadım...


Bu madde insanın gözünün içine baka baka, “evet sen örgüt üyesi değilsin ama ben sana gene de örgüt üyesi cezası vereceğim” diyor ve cezayı veriyor. Bu kadar hukuk dışı olan bir yasa var ortada yani. Örgüt üyesi olmanın cezası 15-18 yıl ise örgüt üyesi gibi olmamanın cezası da sekiz-dokuz yıl. Yardım yataklığın cezasının da bundan pek bir farkı yok. Yargı, konu önünde geldiğinde hangi maddeyi işletecek bunu da bilemiyorsunuz. Kısacası bu ülkede hukuk da öngörülemiyor.


BDP’li 10 milletvekili mahkûm olursa bunun siyasi sonuçları ne olacak?


Bizim dokunulmazlıklarımızın kaldırılması Türkiye’ye bir şey kazandırmayacak. Tam tersine Türkiye’ye çok şey kaybettirebilir. Daha mahkûmiyete kalmadan büyük bir siyasi kriz yaratacak bu durum. Bakın... Meclis’te şu anda dokunulmazlıklarla ilgili 850 dosya var. Bunların 650’si bize ait, geri kalan 200’ü de diğer partilerin milletvekillerine ait. Hepsi de daha önce gelmiş olmalarına rağmen, bu fezlekelerin içinden sadece bizimkini seçip özel bir tutum almak tam bir siyasi operasyondur.


Böyle bir mahkûmiyet hâlinde partiniz ne yapacak?


Bizim fezlekeleri Meclis Genel Kurulu’na sevk etme kararlılığında olurlarsa... BDP blok milletvekilleri bu siyasi operasyona sessiz kalmazlar. Bu siyasi operasyona karşı 35 milletvekili bir bütün olarak başka bir siyasi tutum alırlar. Zaten siyasi kriz de bu aşamada çıkar.


Meclis’ten çekilmek gibi radikal kararlar var mı gündeminizde?


Bizim iki parametremiz var. Bu iki parametre, bizim nasıl hareket edeceğimizi değerlendirmek için yeterli. Birincisi, bu bir siyasi operasyondur. İkincisi, bu siyasi operasyon hepimize yapılmış bir operasyondur. Bizim de cevabımız siyasi olacak ve toplu olacak! Türkiye’nin demokrat kamuoyu ve AKP’de kendisini demokrat olarak tanımlayan Kürt, Türk herkes bu iki parametre üzerinden bu konuyu tartışmalı.


Siz artık bu konuyu tartışmayacak mısınız?


Bu konuyu Başbakan açtı, konuyu kendisi kapatsın. Siyasi bir kriz mi yaratmak istiyorlar ya da siyasi krizi önlemek mi istiyorlar karar versinler. Biz o gün geldiğinde onurlu bir duruşu tercih edeceğiz. Biz BDP blok milletvekilleriyle grubumuzda bu konuyu konuştuk.


Neye karar verdiniz?


“Bu bir siyasi operasyondur cevabımız da siyasi olacak. Bu, tek tek arkadaşlarımıza yönelik değildir. Bu, siyasi geleneğin kendisine, hepimize yöneliktir. Ne yapacaksak birlikte yapacağız. Otuz beşimiz beraber hareket edeceğiz” dedik.


Bu konuyu artık AKP Grubu tartışsın diyorsunuz. Bu tartışmadan ne çıkmasını bekliyorsunuz?


AKP’nin içinden itiraz eden bir damarın çıkması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü sadece Başbakan’a bakarak siyaset yapmak, kimseyi sorumluluktan kurtarmaz. Yarın bu fezlekeler gündeme gelir ve milletvekillikler AKP grubunun oylarıyla düşürülürse, kimse halkın nezdinde ve tarih nezdinde, “Başbakan istedi onun için oldu” diyemeyecek. Herkesin bireysel sorumluluğu var. Herkesin hem halka hem tarihe karşı sorumlulukları var. Herkes kendi tutumunu ve siyasi duruşunu sorgulasın. AKP Grubu bu konuyu kendi içinde tartışsın. Bu, onları ilgilendiren bir sorun.


Güneydoğu’da Başbakan’ın bu kararı nasıl karşılandı?


Uzunca bir süredir Başbakan’ın bu tür çıkışları, Başbakan’ın siyaset yöntemi ve dili, AKP dışındaki Kürt kamuoyunda büyük bir öfke ve tepki uyandırıyor. AKP’ye yakın duranlarda ise Başbakan!ın dili ve siyaset yöntemi mahcubiyet yaratıyor. Ben şimdiye kadar Başbakan’ın bu tür çıkışlarının arkasında açıkça duran tek bir Kürt görmedim. Kimse çıkıp onu savunamıyor.


Peki, ne diyorlar?


“Başbakan böyle söylüyor ama aslında başka bir şey vardır” gibisinden gerekçeler bulmaya çalışıyorlar. Açlık grevindeyken bize destek ziyaretine gelenlerin içinde AKP’ye oy verdiğini bildiğimiz insanlar da vardı. Onlar da “biz insani ve vicdani olarak çok zorlanıyoruz” diyorlardı. Anlayacağınız AKP’nin içinde de böyle bir noktaya geldi iş.


Peki, Kürtlerde, “bizi siyasetten tasfiye ediyorlar” türünden bir endişe var mı?


Çok ilginçtir... Bu endişe geçen genel seçimlerde AKP zemininde siyaset yapmak isteyenlerde de başladı. “Bizi aslında tasfiye ediyorlar” duygusu onlarda da çok güçlendi. Kürt kimliğine değer veren kesimlerin AKP içinde devre dışı bırakılmaya çalışıldığını hissettiler ve bunu konuştular. Onların bu algısı, daha sonra Başbakan’ın her uygulamasında ve söyleminde daha da pekişti. Başbakan’ın söyleminin ve politikasının milliyetçi ve ayırımcı bir politika olduğu değerlendirmesi artık giderek yaygınlaşıyor. Başbakan’ın ayırımcılık yaptığı düşünülüyor.


İktidar partisiyle aranızda şu sıralarda görüşmeler oluyor mu?


Hayır. Açlık grevi sırasında da görüşmelerin tamamı bizim talebimiz ve hatta ısrarlarımız sonucunda gerçekleşmişti. Başbakan dokunulmazlık konusunu iki, üç ay önce ilk ortaya attığında biz birçok AKP’li yetkiliyle bu konuyu konuştuk. Türkiye’de siyaseti germenin kimseye faydası olmadığını anlatmaya çalıştık, bütün uyarılarımızı yaptık. BDP olarak söyleyeceğimiz bir şey kalmadı. Bizim yeni bir görüşme talep etmeye ihtiyacımız yok. Ama hükümet görüşmek isterse tabii ki görüşürüz.


Siyasi iktidar sizden herhangi bir talepte bulundu mu?


Hayır bulunmadı. Bu konuyu konuşalım diye onlardan gelen bir yaklaşım yok şu anda.


BDP’lilerin dokunulmazlığının kaldırılmasının genel olarak Türkiye’de siyaseti nasıl etkileyeceğini düşünüyorsunuz?


Açlık grevleri sürecinde bir çözüm umudu doğdu. Çünkü çok büyük bir kesim açlık grevi yapanların taleplerini sahiplendi. Taleplerin özeti de şuydu: “Kürt sorununu konuşarak çözelim. Özgürlükleri genişletelim.” Fezlekelerle ise şimdi bunun tam tersi bir yola girildi.


Hangi yola girildi?


“Hayır konuşmayalım. Temsilcilerini de cezaevine atalım” deniyor. Bu nasıl bir siyasi akıldır, bu neye hizmet eder, anlamak mümkün değil. Kürt siyasetini etkisizleştirmek ve çalışamaz hâle getirmek için zaten uzunca süredir pek çok adım atıldı. Şu anda on bin insan cezaevinde. Mesela belediye başkanı cezaevinde... Yerine vekâleten seçilen de cezaevinde... Silahı tasfiye edeceğim derken siyaseti tasfiye eden bir süreç işletiliyor. Üç yıldır feveran ediyoruz biz. Siyaseti tasfiye ederek silahı tasfiye etmek mümkün değil.


Siyaset tasfiye edilebilir mi peki?


Bu yolla ne siyaset ne de silah tasfiye edilebilir. Tek tek bireyleri, bizi tasfiye edersin ama yerine daha radikal bir siyaset gelişir. Bu tasfiye hamleleri, çatışmaları derinleştirmenin ve siyaseti radikalleştirmenin işine yarar. Üstelik, kişileri tasfiye etsen de ortada güçlü bir Kürt siyasal potansiyeli var. İşte bunu tasfiye etme şansın yok. KCK operasyonları bunu gösterdi. Dünya tarihinde görülmemiş bir şeydir. Bir siyasi hareketin on bin çalışanını, kadrosunu alıp cezaevine koyuyorsun ama bu hareket gene de siyasal bir varlık gösteriyor. Demek ki burada bir toplumsal hareketle karşı karşıyayız. İşte bu toplumsal hareketi tasfiye etmek mümkün değil!


Başbakan, BDP’nin aslında tabanının olmadığını, silah tehdidiyle bölgede oy aldığını ileri sürüyor.


BDP tehditle oy alıyor demek saçma sapan bir şeydir. 2011 genel seçimlerinde sandıkların başında özel harekât timlerini bekleten, BDP’ye oy verme potansiyeli olan köylerin sandıklarını götürüp korucu köylerine, Jandarma’ya yakın yerlere koyan devletin kendisi. İnsanları baskı altında tuttular. AKP’ye oy verilsin diye Siirt kent merkezinde bile bütün sandıkların başında özel harekât timleri durdu. Ama ilginçtir. Korucu köylerinin bir kısmı bütün bu baskılara rağmen BDP’ye oy verdi. Korucuların büyük kısmı AKP’ye oy verdi ama...


BDP koruculardan oy mu alıyor?


Çok oy aldık. Mesela geçmişte sıfır oy aldığımız, ilçe teşkilatı bile açamadığımız, tamamının koruculaştığı Siirt’in Şirvan ilçesinde son seçimde bin 800 oy aldık.


Ahmet Türk yıllar önce kendisiyle yaptığım bir röportajda, “Bizim PKK ile tabanımız aynı” diye açıklamıştı. Hâlâ aynı mı?


Bire bir aynı değil. BDP’ye oy verenlerin tamamı PKK’ye de sempati duyuyor diye bir varsayımda bulunamayız. Dediğim gibi bize oy veren korucular da var. Ancak şu da bir realite, PKK küçük, lokal bir örgüt değil. Genelkurmay’ın açıkladığı rakamlara göre, 1984’ten bu yana 40 bin militan yaşamını yitirmiş. Bu çok büyük bir rakam! Üstelik...


Evet...


Bunların annesi, babası, teyzesi, halası, kardeşleri var. Şimdi arkada kalan bu insanların, onlara devletin gözüyle bakıp “bunlar teröristti, ölümü hak ettiler” diyeceğini düşünmek mümkün mü? Devlet dedi diye kim kendi çocuğuna terörist der? Demediler. Bu insanlar şimdi BDP’ye oy veriyorlar. O anlamda bir çakışma var tabanda. Zaten o nedenle diyoruz. PKK sadece dar, küçük silahlı bir örgüt olarak tanımlanamaz.


Sizce PKK nasıl tanımlanır?


PKK aynı zamanda siyasal ve sosyal zemini olan bir örgüt. Aksi takdirde bitirilebilirdi. Genelkurmay Başkanı da “beş kere bitirdik, dağlar gene doldu” diyor. Bir grup silahlı militandan ibaret bir örgüt olsaydı, şimdiye kadar PKK on kere, yüz kere bitmişti. Bitmiyor. Sosyal zeminden, halk zemininden sürekli yeni militanlar katılıyor. Bu büyük savaşa ve bu kadar büyük ölümlere rağmen bu örgüt varlığını sürdürüyor. O nedenle PKK’ye, “dar bir terör örgütü bu. Vururuz, öldürürüz, bitiririz, marjinalize ederiz” diye yaklaşılamaz.


Öcalan’ın dokunulmazlıkların kalkması konusunda nasıl bir tepki göstereceğini düşünüyorsunuz?


Yorumlanması çok zor bir konu bu.


Niye zor? Türkiye’de siyaset hiç yaratıcı değil. Aynı şey defalarca tekrar ediyor bu ülkede. Geçmişte de Kürt milletvekillerinin topluca dokunulmazlıkları kaldırıldı.


Bugünkü atmosfer daha öncekilere hiç benzemiyor. Şu anda dokunulmazlıkları kaldırma hamlesi çok büyük bir hamle olur. Geçmişteki gibi olmaz. Çünkü artık ne Türkiye 1994’ün Türkiye’si, ne de Kürtler 1994’ün Kürd’ü. Ayrıca ne bölgesel gelişmeler ne Türkiye’nin iç dinamikleri ne de Kürtlerin siyasallaşma boyutu 1994’teki gibi. Hiçbir şey 1994’ü bu ülkede yeniden tekerrür ettirmez. Birileri böyle bir yanılgı içindeyse bu çok büyük bir yanılgı olur. Meclis’ten aldık, götürdük, cezaevine koyduk ve böyle bir süreç yürüdü gitti... Olmaz artık.


Ne olur?


Bugünkünün sonuçları çok çok daha ağır olur. Bugünkü yanlış çok daha büyük bir yanlış olur. Bir siyasi kriz olur. Oysa gerçek şudur. Kürt sorunu ancak diyalog ve müzakere yoluyla çözülebilir. Bu yolu kapatmak, çözümsüzlüğü dayatmak demektir.


Bu yol, Oslo müzakereleriyle açılmıştı. PKK’nın Silvan saldırısıyla bu yol kapandı.


Başbakan bunun böyle olmadığını kendisi açıkladı. “Görüşmeleri biz kestik. Silvan sonra oldu” dedi ve Silvan’la ilgili tartışmaya noktayı koydu. Bakın... Devletin KCK’li diye tutuklayıp cezaevine koyduğu on bin insan eğer müzakere başlasın diyorsa ve bunun için daha yeni açlık grevine gitmişse, sorarım size, bu devlet daha neyi bekliyor? Devlet müzakere için adım atarsa, bu talebin karşısına kim çıkabilir?


YARIN: PKK’LI GERİLLALARLA KUCAKLAŞMA NASIL OLDU? BU KONUDA ÖZELEŞTİRİ YAPILIYOR MU?

Neşe Düzel, Taraf

03.12.2012


Bu bölümdeki diğer içerikler için tıklayınız.