Gündem
Gündem > Siyasi Gündem > Cumhurbaşkanı Gül'den 'tutuklu vekil' vurgusuCumhurbaşkanı Gül'den TBMM'de tarihi konuşmaCumhurbaşkanı Abdullah Gül, TBMM'nin açılışı dolayısıyla Genel Kurul'da milletvekillerine hitap etti.
İşte Gül'ün TBMM Genel Kurulu'ndaki konuşmasının tam metni: "Sayın Başkan, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 24. Dönem 3. Yasama Yılı’nın açılışı vesilesiyle, siz Değerli Milletvekillerimizi en içten duygularımla selamlıyorum. Her yeni gün, her yeni başlangıç yeni umutları beraberinde getirir. Dünyanın köklü değişimler geçirdiği; ekonomik, sosyal ve siyasi alanlarda muazzam altüst oluşların yaşandığı günümüz ortamında da; Yüce Meclisimiz, milletimizin, sorunlarının çözümünü emanet ve itimat ettiği en önemli kurumdur. Böyle dönemlerde daha fazla konuda ortak tavır alabilmemiz gerekiyor. Bunun için de daha geniş istişareye, çok yönlü diyaloğa ve her düzeyde daha yakın çalışmaya ihtiyacımız var. Siyasi partiler demokrasilerin temel unsurudur. Siyasi partilerimizin saygıdeğer liderleri ile siyasetçilerimizin, şartların gerektirdiği ortamın oluşmasına ortak katkıları, başka her türlü katkıdan daha fazla belirleyicidir. Geçen yılki konuşmamda bu Meclis’in siyasetin tüm renk ve eğilimlerini temsil ettiğini ve bu nedenle çok güçlü olduğunu vurgulamıştım. Bu vesileyle, seçildikleri halde bu yasama yılında da Meclis’te olamayan milletvekillerinin bu tablo içinde bir noksanlık oluşturduğunu belirtmek isterim. Ülkemiz ve milletimizin karşılaştığı bütün sorunların çözüm yeri Yüce Meclis’tir. Ülkemizdeki bütün fikir ve renklerin burada temsili önemlidir. Mühim olan bu yüce kurumun kapsayıcı olması ve çoğunluktan farklı düşünenlerin bu çatı altında kendilerine güvenli bir yer bulmasıdır. İnsanlar daha fazla hak ve daha fazla özgürlük taleplerini yüksek sesle ifade etmeye başladılar. Hak ve özgürlüklerini elde etmek için her türlü fedakârlığa katlanmayı göze alabileceklerini gösterdiler. Suriye’de her gün yüzlerce insanın canını alan kanlı bir iç savaş sürüyor. Kadim medeniyetimizin en görkemli şehirleri harap olmaya; kucaklaştığımız insanlar birbirlerine acımasızca saldırmaya devam ediyor. Bu süreçte, angajman politikasının komşumuzun demokrasi iştahını teşvik edeceğine ve bu yolda adımlar atılmasını sağlayacağına inandık. Olaylar başladıktan sonra da, inisiyatifin Suriye yönetiminin elinden çıkmaması için dostça çok çalıştık. Her seviyede çok çaba gösterdik. Bölgeye uzak ülkeler gibi davranmadık. Çünkü bugünlere gelineceğinin kaçınılmaz olduğunu gördük. Buradan bütün uluslararası topluma çağrıda bulunmak isterim. Suriye’de akan kanın durması hepimizin ortak sorumluluğudur. Yakın tarih uluslararası camianın üzerine düşeni yapmadığı durumlarda, bu tür olayların nasıl daha büyük kıyımlara dönüştüğünü göstermektedir. Yeni Suriye’nin kendi halkıyla ve komşularıyla barışık bir şekilde, toprak bütünlüğünü ve siyasi birliğini koruması en temel önceliğimizdir. Öte yandan, Filistin davasına sadakat ve desteğin kesintisiz sürdürülmesi, yeni Suriye’nin meşruiyetinin en önemli kaynaklarından biri olacaktır. Şüphesiz bütün bu gelişmeler uzun güney sınırımızda bizim için yeni ve ciddi güvenlik sorunları ortaya çıkartmıştır. Büyük göç kitlesi ve ortaya çıkan kaos ortamını fırsat bilen terör örgütünün bu durumdan faydalanma çabaları terör saldırılarını tırmandırmaktadır. Terör, ülkemizde can almaya, yüreklerimizi dağlamaya devam etmektedir. Ülkemizde ve dünyanın farklı ülkelerinde çirkin yüzünü gösteren terör, siyasi veya adi bir suç değil, insan hayatına kasteden bir eylem ve insanlığa karşı işlenen bir suçtur. Geçen yıl Yüce Meclis’te yaptığım konuşmada, terör örgütünün, ülkemizin demokratik standartları yükseltme yönündeki kararlılığını, bir zafiyet olarak görmekle, tarihi bir yanılgı içinde olduğunu vurgulamıştım. Terör örgütü bu kez de başta Suriye olmak üzere bölgede meydana gelen dönüşüm ve kaosu fırsat zannederek, yeniden tarihi bir yanılgı içine girmiş; Türkiye’nin huzurunu ve kalkınmasını engellemek isteyen farklı odakların taşeronu haline gelmiştir. Teröre karşı mücadele, hukukun üstünlüğü ve demokrasinin temel ilkeleri gözetilerek, aynı kararlılık ve azimle sürdürülecektir. Milletimize kasteden terör odaklarına karşı herhangi bir müsamaha gösterilmesi ve teröre karşı mücadelede en ufak bir zafiyet içine girilmesi asla sözkonusu olmayacaktır. Türk Silahlı Kuvvetleri ve güvenlik güçleri teröre karşı yürüttüğü mücadeleyi büyük fedakârlıkla ve yeni şartlara göre kendisini yeniden yapılandırarak sürdürmektedir. Devlet ve millet olarak Silahlı Kuvvetler ve güvenlik güçlerimize güvenimiz tamdır. Bu vesileyle, başta terörle mücadele olmak üzere, ülkemizin huzur ve güvenliği için hayatlarını kahramanca feda eden asker, polis ve sivil tüm şehitlerimizi ve kahraman gazilerimizi bir kez daha rahmet ve minnetle anıyorum. Terörle mücadelede millet olarak, iktidarı, muhalefeti, medyası ve sivil toplum kuruluşlarıyla hepimiz tek yürek halindeyiz. Bu mücadelenin başarısı için kararlılık ve birlikteliğin sürmesi hayati önem arzetmektedir. Bu bağlamda, hepimiz bu Meclis çatısı altında yaptığımız “Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini” koruma yeminine sonuna kadar sadakat göstermeliyiz. Terör ile demokrasi hiçbir ahvalde kol kola gezemez. Terörün kucaklanmasına, övülmesine ve meşru gösterilmesine müsamaha eden bir demokrasi de dünya üzerinde mevcut değildir. Terör, en önemli anayasal değerlerden biri olan insan onurunu ve temel hakların başında gelen yaşama hakkını yok etmeyi hedeflediğinden hiçbir şekilde mazur gösterilemez. Milletçe topyekûn yürütmemiz gereken terörle mücadelede şüphesiz en büyük silahımız, ahlaki üstünlüğümüzü ve hukuki meşruiyetimizi gerek içeride, gerek dışarıda asla kaybetmemektir. Bu meşruiyetin en büyük güvencesi ise demokrasimizdir. Esasen terörün kastettiği temel hedef demokrasidir. Türkiye bir süredir günün şartlarına da uyum içerisinde demokrasinin kanallarını genişletme çabasındadır. Daha önce korkulan pek çok alanda cesur adımlar atıldı, atılıyor. Eşit vatandaşlık ilkesi çerçevesinde, herkesi mutlu edecek ve herkesin devletin bütün imkânlarından yararlanmasını sağlayacak değişiklikler birbiri ardına gerçekleştiriliyor. Gerçekleşen değişikliklerden hemen her alanda herkesin yararlanması da sağlanıyor. Pek çok yasak sona erdirildi. Kimliklere müdahale anlamına gelen uygulamalar artık yok. Anadiller üzerinde varolan baskılar kalktı. İsteyene anadilini öğrenme imkânı bu yıldan itibaren eğitim sistemi içerisine alındı. Ülkenin her yerindeki bürokratlar görevlerinin halka hizmet olduğunun bilincindeler. Bu itibarla, demokratik standartlarımızı yükseltme yönündeki cesaretimizin kırılmaması gerekir. Bugün konjonktürel sebeplerden artan terör saldırılarının tuzağına düşüp, yanlış istikamete girmemeli ve tekrar kısır döngü içine düşmemeliyiz. Bu bağlamda, bütün sorunların çözüm yerinin bu Meclis olduğunu hatırda tutmalı ve yeni Anayasa hazırlanması çabalarımızı da kararlılıkla sürdürülmeliyiz. Son dönemde artan terör saldırıları ve can kayıpları nedeniyle en ufak bir karamsarlığa düşmemeliyiz. Evet, terör şiddetini artırmıştır. Ancak, unutmayalım ki, ülkemizin, demokratik standartlar, ekonomik gelişmişlik, siyasi istikrar ile askeri ve yumuşak güç bakımından belki de Cumhuriyet tarihinin en güçlü dönemini yaşadığı da bir vakıadır. Sayın Başkan, Dış politikada son on yılda elde edilen kazanımlarımızın temelinde, artan yumuşak gücümüz yer almaktadır. Tarihi birikimimiz, uzun devlet tecrübemiz, milletimize öz hasletler ve demokratik kimliğimiz nedeniyle, bir “erdemli güç” olarak, daima haklının yanında, haksızın karşısında oluyoruz, olacağız. Buna ilaveten, atacağımız her adımda gözetilmesi gereken temel hususun, milli menfaatlerimiz olduğunu da hep akılda tutmalıyız. Dış politikadaki kazanımlarımızın en değerlilerinden biri olan komşularla ilişkilerde kaydettiğimiz ilerlemeleri de titizlikle muhafaza etmeliyiz. Bazı komşularımızın da yaşadığı Ortadoğu’daki tarihi dönüşümün, güvenlik, istikrar ve refaha tahvil edilebilmesi için bölgenin iki temel güvenlik ikileminin halledilmesi öncelik taşımalıdır. Aslında birbiriyle ilintili olan bu iki temel mesele, Arap-İsrail İhtilafı ile bölgede tırmanma istidadına giren kitle imha silahlarının yayılması tehlikesidir. Her iki sorunun da çözümü için münferit ve kökten olmayan yaklaşımlar yerine, daha bütüncül ve kapsamlı bir yaklaşımın ortaya konulması elzemdir. Bu çerçevede, İsrail’in de güvenlik endişelerine son veren Arap Barış Planı ile; bölgenin Kitle İmha Silahlarından arındırılmasına imkan sağlayacak 1991 tarih ve 687 sayılı BM Güvenlik Konseyi Kararını temel alan bir bölgesel silahsızlanma mekanizmasının; eş zamanlı olarak hayata geçirilmesinin esas referans alınması gereken noktalar olduğu kanaatindeyim. ABD Başkanı Obama’nın 2010 yılında New York’ta yapılan NPT İzleme Konferansı’nda bu fikri destekleyen beyanlarını takdirle karşılıyor ve silahsızlanma konusunda diğer büyük aktörleri de bu hususta inisiyatif almaya davet ediyorum. Böylece, Ortadoğu ve dünyanın pek çok yerinde adalet duygusunu zedeleyen, istikrarsızlık ve aşırılıklara sebep olan Filistin meselesinin adil ve kalıcı bir şekilde çözülmesi; İran’ın ve diğer bölge ülkelerinin büyük tehdit algılamalarına bağlı gerilimlerin giderilmesi mümkün olabilecektir. Avrupa Birliği ve başta ABD olmak üzere NATO müttefiklerimizle ortak değerler temelinde yürüttüğümüz ilişkiler, sadece bir dış politika ve güvenlik tercihi olarak telakki edilmemelidir. Diğer taraftan, ülkemizin son yıllarda tüm kıtalarda yakaladığı diplomatik ve ekonomik aktivizmi sürdürmesinin, Türkiye’nin dünya politikasında yükselen profilinin korunması ve milli menfaatlerimizin genişletilmesi açısından gerekli olduğuna inanıyorum. Komşumuz ve büyük ticari ortağımız Rusya başta olmak üzere, ilişkilerimizin süratle çeşitlendiği Çin, Afrika, Latin Amerika ve Pasifik ülkelerine yönelik çok boyutlu dış politikamızı güçlendirmeye devam etmeliyiz. Ayrıca, kardeş Orta Asya Türk Cumhuriyetleri ve İslam dünyasıyla ilişkilere verdiğimiz önem ile Kıbrıs davasına yönelik dikkat ve alakamızı artırarak sürdürmeliyiz. Değerli Milletvekilleri, Bugün Batı ekonomileri büyük bir krizle boğuşuyor, AB kendi içine kapanıp iç yapılanmasının beraberinde getirdiği bazı zafiyetleri gidermek için çaba sarf ediyor olabilir. Ancak, hiçbir kriz sonsuza dek sürmez. 1929 Buhranı’ndan bu yana çok sayıda kriz sona ermiş ve çoğu kez ülkeler “yaratıcı yıkım” kuralı gereğince krizlerden güçlenerek çıkmıştır. AB üyelik perspektifinin getirmiş olduğu ivmeyle Türkiye’nin, ekonomisini ve demokrasisini güçlendiren ve vatandaşlarımızın hayat standardını yükselten pek çok reforma öncülük ettiği bir gerçektir. Çoğu kez karşı taraftan kaynaklanan nedenlerle süreç yavaşlasa da biz kendi işimize bakmalı ve AB müktesebatı çerçevesinde atılması gereken doğru adımları kararlılıkla atmalıyız. Bu nedenle, Yüce Meclis’ten beklentim, AB uyum yasalarına ve reformlarına yönelik önceliğin yeniden tesis edilmesi ve bunların bütün vatandaşlarımız adına somut kazanımlara dönüştürülmesinin sağlanmasıdır. Özgürlükçü bir anayasayla, herkesin hak ve hürriyetlerini garanti altına alan, kimsenin kendisini dışlanmış hissetmeyeceği yeni bir vatandaşlık mukavelesini gerçekleştirmeliyiz. Yeni anayasa yapım sürecinde, pek çok meselenin ve alternatif anayasal sistemlerin gündeme getirilmesi, bu sistemlerin olumlu ve olumsuz yanlarının irdelenmesi sağlıklı bir tartışmadır. Bu sistemlerin dünyada başarıyla uygulandığı örnekler bulunduğu gibi, ciddi sıkıntılara yol açtığı örnekler de mevcuttur. Önemli olan dünyadaki mevcut örnekleri de dikkate alarak, meseleyi kendi bütünlüğü içinde, tüm veçheleriyle tartışmaktır.
Sayın Başkan, Sayın Başkan, Türkiye ekonomisinin yakın tarihi, ekonominin bütün temel dengelerini tahrip eden ve her defasında büyük kayıplara ve zararlara sebebiyet veren krizlerle doludur. Bu sıkıntılı dönemlerin gösterdiği gerçek, ekonomimizin her zaman krizlere maruz kalabilecek kırılganlıklar ve zayıflıklarla malul bulunmasıydı. Ülkemiz 2001 yılında tarihinin en derin ekonomik krizini yaşamıştır.
Ayrıca, 2007'de başlayıp 2008'de derinleşen ve halen etkileri devam eden, dünyanın son yüzyılda yaşadığı en şiddetli krize karşı güçlü bir dayanıklılık ve esneklik göstermiştir. Yapılan reformlar bizi bu defa dış şoklara karşı korumuştur. Bütün bu olumsuzluklara rağmen, Türk ekonomisi son 10 yılda AB ortalamasından yaklaşık 5 kat daha hızlı büyümüş ve bu büyüme istihdam yaratan bir büyüme olmuştur. Bu başarıda en büyük pay, çalışkan Milletimize ve gösterdiği basiret ve izlediği doğru politikalarla Hükümet ve ekonomi yönetimine aittir. Ancak, bütün dünyanın takdirle ve dikkatle izlediği bu ekonomik performansın, kendi ülkemizde yeterince önemsendiğini ve takdir edildiğini maalesef söyleyemeyiz. Avrupa’nın en güçlü ülkelerinin vatandaşlarının bugün karşı karşıya kaldıkları sıkıntı ve acıları görmemiz gerekir. Değerli Milletvekilleri, Günümüz dünyasında ekonomi alanında başarılı olmak, sürdürülebilir bir büyüme trendinin ve istikrarlı bir ekonomik ortamın sağlanması anlamına gelmektedir. Her iki kavram, yani sürdürülebilirlik ve istikrar, aynı zamanda, birbirine yakından bağlı ve birbirini etkileyen olguları ifade etmektedir. Vurgulamak istediğim husus, cari politikaların geçici başarılarıyla yetinmeden, ekonominin yapısal olarak daha güçlü temeller üzerine kurulmasını sağlayacak, orta ve uzun vadeli yapısal reformları hayata geçirecek stratejik vizyonun kaybedilmemesidir. Çünkü geçmişte bu tuzaklara düşülmüştür ve neticeleri hepimizce malumdur. Geçtiğimiz dönemde, her iki alanda da gerekli adımlar kararlılıkla atıldığı için kronik sorunlarımızın çözümünde başarı sağlandı. Aynı başarıyı büyüme–cari açık kısır döngüsünü kırmada da göstermeliyiz. Hedefimiz, fiyat istikrarını ve finansal istikrarı tehlikeye atmadan, cari açıksız yüksek büyüme olmalıdır. Zira, gelişmiş ekonomilerle aramızdaki gelir düzeyi farkını kapatmak ve orta gelirli bir ülke konumunda kalmamak için yüksek oranlı büyümeye ihtiyacımız vardır. Hâlihazırdaki küresel ekonomik iklim, bize onları yakalama tarihi fırsatını da vermektedir. Bu yönde orta ve uzun vadeli politikaların oluşturulduğunu da görmekten mutlu olduğumu ifade etmek isterim. Diğer taraftan, büyüme ile cari açık arasındaki kronik bağlantıyı orta ve uzun vadede kırmaya ve sanayinin hammadde ve ara malı açısından dışa bağımlılığı anlamındaki yapısal arızasını gidermeye yönelik bazı hususları geçen sene bu kürsüde dikkatinize getirmiştim. Sözkonusu noktalarda etkili ve kapsamlı politikaların hayata geçirilmeye başlanmasını da umut verici adımlar olarak gördüğümü vurgulamak isterim. Burada ekonomi alanındaki başarıları takdir ederken, bazı hatırlatma ve uyarılarda bulunmayı da gerekli görüyorum. Dışa açık bir ekonomide sadece iç değil, aynı zamanda dış gelişmeleri de sürekli izlememiz elzemdir. Aşırı özgüven ve rahatlık duygusu, ekonomi yönetimlerinin her zaman kaçınmaları gereken duygulardır. Ekonomi alanında bugüne kadar sağlanan başarıların önemli bir sebebinin mali ve parasal disiplin olduğu unutulmamalıdır. Bu alanda yaşanacak gevşemenin, tamiri imkânsız sonuçlara yol açacağı hatırda tutulmalıdır. Ayrıca, bu kırılgan dönemde kamu harcamalarındaki önceliklerimize de dikkat etmeliyiz. Şüphesiz ki bütün başarıların en önemli faktörü eğitilmiş insan gücü kaynağımızdır. Bu itibarla, önümüzdeki dönemin anahtar sözcüğü “verimlilik” olmalıdır. Bunun için başta eğitim olmak üzere, bilimsel çalışmalar, araştırma-geliştirme ve inovasyon faaliyetleri, ekonomik programların hedeflerine ulaşmasında en temel unsurdur. Bu alan daima birinci önceliğimiz olmaya devam etmelidir. Sözlerime son verirken, başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere Yüce Meclis’in ebediyete intikal etmiş tüm üyelerini rahmetle yad ediyor ve yeni yasama yılının Milletimiz için hayırlara vesile olmasını Cenab-ı Allah’tan diliyorum. Teşekkür ederim. Hürriyet, 01.10.2012 Bu bölümdeki diğer içerikler için tıklayınız. |