Gündem
Gündem > Siyasi Gündem > Türkiye dış politikada açmaza girdiTÜRKİYE DIŞ POLİTİKADA AÇMAZA GİRDİ“Türkiye’nin dış politikasında acelecilik, hesapsızlık ve gidişatı doğru okuyamamak var. Davutoğlu koşullar değişti diyor. Tamam değişti. O zaman sizin bu farklı koşullarda yeni politikanız ne? Türkiye’ye yeni reçete lazım“ düşeceğini düşündü. Ak Parti, Müslüman Kardeşler’in Suriye’de iktidara gelmesini, böylece kendisine adeta akraba bir hükümetin Suriye’de başa geçmesini hedefledi“ sürüklemek istedi, olmadı. Dünyada bugün Türkiye’nin gücü sorgulanıyor. Türkiye dün yükseliyordu. Bugün ise kırılgan, zayıf, hesapsız bir ülke görüntüsü veriyor”
NEDEN GÜLDEN AYMAN Suriye ile savaşın eşiğine geldik. Biz bu kadar kısa bir sürede bu noktaya nasıl geldik? Suriye bizim uçağımızı düşürüyor, iki taraf da sınıra asker ve silah diziyor. Suriye bizden hiç mi hiç çekinmiyor. Geri adım atmıyor aksine sürekli meydan okuyor. Biz bu hale nasıl dönüştük? Biz, kısa zaman öncesine kadar herkesin model aldığı, gıptayla baktığı bir ülkeydik. Şimdi herkesin kuşkuyla baktığı bir ülkeye döndük. Herkese dostken, herkese düşman olan bir Türkiye imajına nasıl ulaştık? Suriye Türkiye’nin uçağını niye ve nasıl vurabildi? Suriye’nin asıl amacı neydi? Dünyaya ve Türkiye’ye hangi mesajı verdi? Uçağı vurulan Türkiye yapması gerekenleri yaptı mı? Türkiye bugün Ortadoğu’da nasıl bir politika izliyor? Türkiye dünyada nasıl algılanıyor? Suriye-Türkiye-İran-Rusya ve Amerika denkleminde bu kriz nereye oturuyor? "Komşularla sıfır sorun politikası" nasıl uygulanıyor? Bundan sonra Türkiye açısından hangi gelişmeler bekleniyor? Bütün bu soruları, Ortadoğu bölgesinde siyaseti, güvenlik meselelerini, devletler arasındaki ilişkileri, krizleri ve egemenlik konularını yakından izleyen ve bu konuda araştırmalar yapan, makaleler ve kitaplar yayımlayan Marmara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi uluslararası ilişkiler bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Gülden Ayman’a sorduk. Gülden Ayman’ın yakında teritoryal bağlamda Türkiye’nin Ermenistan, Suriye ve Yunanistan’la ilişkilerini karşılaştıran bir kitabı çıkacak. Suriye, kendi arkasındaki güçleri bölgesel bir çatışmaya çekmek istiyor olabilir. Aslında tarihe baktığımızda ilginç bir şey var. Elimizde son 200 yılı içeren zaman diliminde bütün savaşların nasıl çıktığını inceleyen bir veritabanı var. 200 yıl içinde yapılan savaşların yüzde 30’unu küçük devletler kazanmış. Yani savaşı büyük kazanır diye bir şey yok. Ayrıca veritabanına göre, küçük devletler de savaş çıkarıyor. Yani hem savaş çıkarabiliyorlar hem de savaşı kazanabiliyorlar. İşte burada kilit nokta; küçük devletlerin arkasındaki destek. Arkalarında başka devletler devreye girdiğinde daha cesur davranabiliyorlar. Kısacası, küçük devletin savaş için başlatıcı adımı atmasında müttefikler önemli. Bir de tabii toprak bütünlüğü, rejimin devamı gibi küçük devlet açısından en önemli değerler tehlikede mi değil mi, bu da çok önemli. Bu tehlikeyi gördüğünde, daha atak davranabiliyor küçük devlet. Bu açıdan Suriye, tarihi hatırlatıyor. Suriye, bölgeye yayacağı bir savaş istiyor olabilir. Çünkü Suriye kendi varlığını çok ciddi bir tehdit altında görüyor. Böyle bir durumda devletler çok büyük riskler alabilirler. İnsan tabiatında bu vardır. Çok büyük tehdit algıladığında insanın göze aldığı risk de o kadar artar. Gerginlik düşünmeyi kilitler. Suriye çok gergin. Üstelik otoriter liderler kriz anlarında “Ben yanacağım, başkaları da yansın, ben gideceğim, başkaları da gitsin. Bu krizi yayayım” diyebilirler. Normalde bu uçağı uyarır. Hemen vurmaz. Ama karşı ülkenin her hamlesini büyük tehdit olarak yorumlarsanız durum değişir. Çok detay bilmiyoruz, tartışılıyor bu. Suriye ile ilişkilerimiz kötü. Üstelik bölgede sadece Suriye yok. İran ve Irak da var. Bunlarla ilgili tedbirler alınıyor, bilgi toplanıyor olabilir. Bölgede birçok sorun var. Aynı bölgede Kürecik radarı da var. Zaten Suriye-Türkiye karşılaşmasının gerisinde çok büyük bir İran-Amerika çekişmesi var. Olaylar sadece Suriye ile Türkiye arasındaki krizle yorumlanamaz. Esas mesele İran. Müttefikimiz ABD ile İran arasında çok ciddi bir mücadele var. Malatya Kürecik’e yerleştirilen bu radar sistemi, İran’ın hamlelerinin önünü kesti. İran’dan gelen tehditleri görmek için yerleştirilen bir savunma sistemi bu ama… Doğrusu dünyada savunma sistemi diye de bir şey yok. Bakın… Her sistem, o savaş senaryosu içinde bir anlam kazanıyor. Bir savaş ânında, radar sistemi, karşı ülkenin uçaklarının, füzelerinin geleceğini bildirdiği anda, o ülkenin savunmasını kırıyor. Savunmasını kırmak demek de, o ülkeye daha kolay saldırabilmek demektir. Yani siz, o ülkeye saldırın ama o size saldırdığı anda onu görüp havada patlatın demektir bu. Kürecik’teki radar sistemi, İran’ın kendini koruyucu hamlelerinin önünü kesen bir şey. Şunu söylemek istiyorum. Suriye meselesinde Suriye, İran, Amerika ve Türkiye denklemi iç içe. İran buna mutlaka dahildir diyemem ama bir ihtimal, İran’ın da haberi olabilir. İran şu anda çok dikkatli, temkinli ve üstü örtük bir politika izliyor ama o da Suriye gibi varoluşuna bir tehdit algılıyor. Çünkü Suriye’den sonra sıra otomatikman İran’a gelecek. Bir süre önce bir İranlı diplomat bir toplantıda, “Bizi vuracaklar, biz bunu biliyoruz. Bu durumda biz ne yaparız? Uçağın vurulmasını mı bekleriz? Yoksa düşman gördüğümüz tarafa bombayla atlayıp ona da zarar mı veririz” dedi. Evet. Bir de Suriye’nin Rusya’yla ilişkileri var. Rusya bu krize nasıl ve ne kadar dahil oldu zamanla ortaya çıkacak. Sanmıyorum. Şu ana kadar hep geriden oynayan Rusya, krizde baş aktör olarak ortaya dökülmez. Çünkü Suriye, Rusya açısından ABD üzerinde bir baskı aracı ve ABD ile pazarlıkta bir koz. Niye Rusya ana aktörlerden biri olsun ki? Rusya, işin birçok yönden içinde olsa da bu mantıklı değil. Rusya hem bölgedeki çıkarlarının zedelenmesini istemiyor hem de Suriye’de olan biteni, kendi toprak bütünlüğü bakımından ve kendi Çeçenistan sorunu açısından bir tehdit olarak görüyor. Çeçenistan sorununun da Suriye örnek alınarak uluslararasılaşmasından kaygılanıyor. Rusya’nın Çeçenistan’ı nasıl bastırdığı unutulmamalı. Suriye gibi Rusya da şiddeti ölçüsüz kullanabilen bir ülke. Dolayısıyla Rusya, Batı müdahalesi yolunun Suriye’de açılmasını istemiyor. Açılan bu yolun, bir gün kendisine de dokunacağını düşünüyor. Anlayacağınız Suriye konusu hem bölgesel hem küresel bir mücadele. NATO şu anda Suriye olayına müdahil olmadı ama… Böyle bir olasılık var ve Rusya, NATO ülkelerinin Libya gibi Suriye’yi de kontrol etme çabasının önünü kesmek istiyor. İran ve Suriye, Rusya için çok önemli! Rusya bu iki ülkeyi tamamen yitirmeyi göze alamaz. Çünkü ABD-Rusya mücadelesi de söz konusu burada. Biliyorsunuz, büyükler doğrudan karşı karşıya gelmeden başka ülkeler yoluyla bu güç gösterisini yürütebiliyorlar. Üstelik Doğu Akdeniz’de petrol aramaları da var. Suriye’nin bizim uçağı görmesi ile vurması arasında on beş dakika geçiyor. Uçağı gördükleri anda değil de on beş dakika sonra vuruyorlar. O on beş dakikada sizce neler oldu? Suriye, sizce Türk uçağını vurmadan önce Rusya’ya haber verdi mi? Haber vermiş olabileceğini kolaylıkla var sayabiliriz. Ama olay böyle gelişmemiş de olabilir. Bunlar zamanla anlaşılacak. Esad’a haber vermeden uçağın vurulabileceğini düşünmek mümkün değil. Normalde aradaki o 15 dakikayı serinkanlı kullanıp Türkiye’yi uyarmaları gerekirdi ama, Suriye, Türkiye’nin her çabasını kendisine bir tehdit gibi algılıyor. Muhalefete verdiği destek ve bundan sonra olabilecekler konusunda Türkiye’ye gözdağı vermek ve Türkiye’nin içine girdiği oyunun bu kadar basit olmayacağını, bu yolda ilerlerse, Türkiye’nin tahmininden daha büyük risklerle karşılaşacağını hissettirmek istemiş olabilir Suriye. “Ben yanarken, seni de girdiğin bu yolda yakarım. Olayların kontrolü sende değil” diyerek Türkiye’nin tehditlerinin önünü kesmeyi planlamış olabilir. Ayrıca Suriye… Türkiye’nin kolaylıkla savaşa girmeyi göze alamayacağını göstermek istemiş de olabilir. Çünkü burada Türkiye-Suriye ile sınırlı olmayan çok oyunculu bir durum var ve Türkiye bütün hesaplarını bu karmaşık tabloyu dikkate alarak yapmalı. Yoksa güç durumda kalır. Suriye kendi vatandaşlarına yaptığı zulüm konusunda yüzde yüz haksız ama Türkiye’den tehdit algılamakta haklı. Çünkü Türkiye, bütün denklemini Suriye’deki iktidarın mutlaka gitmesi üzerinde kurdu. Türkiye çok büyük yanlış yaptı. Müttefiklerin, Libya’daki gibi hamleler yapacağını öngördü. Suriye’nin Libya gibi çok süratle düşeceğini düşündü. “O halde Suriye’de Türkiye’ye dost bir rejimin gelmesi için her şey yapılmalı” dedi. Bugün bu politika pek çok soruyu beraberinde getiriyor. Çünkü Müslüman Kardeşler’in Suriye’de iktidara gelmesini, böylece kendisine adeta akraba bir hükümetin Suriye’nin başına geçmesini hedefledi Ak Parti. Hayır değil ama, Türkiye Müslüman Kardeşler’in iktidara gelmesini ve muhalefetin birleşmesini istiyor. Rus kaynakları ise muhalefetin ancak yüzde 30 olduğunu söylüyor. Ayrıca bu aktif muhalefetten de kuşku duyanlar var. Çünkü dışarıdan gelen silahlarla Suriye’de çatışmalar kontrolden çıktı. Aslında Fransa’nın Libya’da atak davranması, Türkiye’yi Suriye’de benzer bir ataklığa sürükledi. Ama bu hesapsız bir ataklıktı. Çünkü Türkiye, ABD’nin desteğini alacağını düşündü. Seçimlerden sonra durum değişebilir. Evet öyle, öngörüsüzlük. “Ne kadar süratle hareket edersem, Suriye’de kendi çıkarlarımı o kadar koruyabilirim” düşüncesi hâkim oldu ve Türkiye, daha hızlı bir çözüm bulma konusunda ABD’yi peşinden sürüklemek istedi. Çünkü Türkiye, Avrupalı müttefiklerinin gelecekte Suriye’ye yönelik politikalarından da endişe ediyor. Ayrıca İsrail’in Suriye’nin iç işlerine karışır şekilde güçlenmesini istemedi. Dolayısıyla İsrail’i ekarte etmek ve kendisinin ABD’nin güçlü bir ortağı olduğunu ona kanıtlayıp, bölgede kendi gücünü istikrara kavuşturmak istedi ama başaramadı. Bir de Türkiye’de iç ve dış politika iç içe geçti. Türk kamuoyu gücü ve güçlü devleti seviyor. Türkiye’nin bölgesinde sözü dinlenen bir ülke olmasından çok hoşlanıyor. Ama bu güç kendisini güç gösterileri şeklinde ifade etmeye başlayınca, güç olmaktan çıkıyor, bir zaaf haline geliyor. Hep güçten bahsetmek, hep gücünü göstermeyi de beraberinde getiriyor Ak Parti, Türkiye’nin bölgede gücünü vakur adımlarla, sessiz, sakin diplomatik hamlelerle sağlamlaştıracağına, aşırı güç gösterisinde, güç şovunda bulundu ve riskler aldı. Oysa güçlü bir devletin bu kadar tezahürat yapmasına, güç gösterilerinde bulunmasına gerek yok. Güç, güçlüyüm dedikçe elde edilen bir şey değildir. Güç gösterisi yapmakla güçlü olunmuyor. Güçlü ülke yapar ve olayları kontrol eder. Türkiye’nin ise dış politikada adımlarının ve hesaplarının incelikli ve derinlikli olmadığı anlaşıldı. Olayları kontrol edebilen değil, olayların kontrolünü yitirebilen ve olayların peşinden giden bir Türkiye ortaya çıktı. Dış politikada bir hesapsızlık olduğu görüldü. Zaten sürekli güçlüyüm demek, bir güçsüzlük işaretidir. Çünkü gerçek güç, olaylarla sınanır. Güç, sorgulanan bir şeydir. Uçak krizinde Suriye’ye karşılık vermesi daha maliyetli olduğu için Türkiye karşılık vermemekle, savaş kararı almamakla doğru davrandı ama karşılık vermemenin de bir maliyeti var. Savaşın bir adım ötede olduğu durumlarda demek ki Türkiye savaşa girmeyecek. Hayır ama… Savaşamamak, bir güçsüzlük ve eksiklik göstergesi olarak kullanabilecek bir imkân yarattı. Türkiye, Suriye’yi tamamen dağıtabilir ama sadece güce de bakmamak lazım. Gücü düşünürken konjonktür de önemli. Hayır, mümkün değil. Çok büyük kayba uğrar. Hiç kimse karışmazsa, askerî anlamda dağıtabilir ama hiç kimsenin karışmayacağı da bayağı bir soru işareti. Arap isyanından önce Türkiye, gücüyle rahatsızlık yaratan bir ülke değildi. Arap halklarının lehine işleyebilecek bir güç olarak düşünüldüğü ölçüde bel bağlanılan, yaslanılan, takdir edilen bir güçtü. Ama şimdi Türkiye güç söylemiyle rahatsız ediyor! Türkiye, kendi gücünü arttırmak için her şeyi yapabilecek bir ülke olarak düşünülmeye başlandı. Türkiye’nin Ortadoğu’daki imajı bir değim süreci içinde ve Türkiye’ye yönelik ciddi soru işaretleri ve kuşkular var. İran, Türkiye’ye karşı örtülü bir politika izliyor. Bürokrasinin ikinci kademesindeki İranlılar açık açık Türkiye’yi eleştiriyorlar ama İran en tepede Türkiye ile hasım durumunu deklare etmiyor. Çünkü Türkiye ile ilişkisini sürdürmesi yalnız olan İran’a bir güç sağlıyor. Bu yüzden Türkiye ile ilişkileri koparmamaya çalışıyor. Bunun için de Türkiye’nin önem verdiği bazı şeyleri ona sağlıyor. Mesela İran altınlarının bir kısmının Türkiye’de olması. “Türkiye hiçbir şeye önem vermiyor. Yeter ki para gelsin” diye bir algı var İran’da. Bu yüzden Türkiye’nin kazanacağı ortam bir şekilde devam ediyor. Bunun dışında ise İran, Türkiye’nin önünü kesecek her şeyi yapıyor. Dedim ya biz güç gösterilerini seviyoruz. Mavi Marmara, uluslararası dikkatin ve yardımların Filistin sorununa çekilmesinde fayda doğurdu ama bu fayda çözüm getirici, kalıcı bir fayda olmadı. İsrail’in politikasını değişime zorlayıcı bir faydaya dönüşmedi. Orada vatandaşlarımız öldü ve bir şey yapamadık. Hem Filistin sorunu konusunda arabuluculuk rolü oynama fırsatını ve İsrail üzerinde baskı kurabilme imkânını yitirdik… Hem de siyasi hedeflerimizle ekonomik hedeflerimizin çok farklılaştığı bir noktaya geldik... Bir yanda İsrail’le siyasi söylemde çok ciddi sorunumuz var… Bir yanda da İsrail’le ekonomik ilişkilerimize halel gelmesin diye çırpınıyoruz… Bu durum, Türkiye’nin ilkeselliğiyle ilgili ciddi soru işaretleri doğuruyor. İlke hangisi? Sizce hangisi? İlke ticaret mi, insani mi? Ticaret önemli ama Türkiye’nin en çok korumak istediği şey ticaret gibi gözüküyor. Ama bu dış politikayla, ticarete de halel geliyor. Suriye, İran ve Irak kapıları Türkiye’ye kapanıyor. Türkiye’nin bugün netleşmiş, kamuoyuna mal olan bir Ortadoğu politikası yok. Türkiye’nin sadece istekleri var, ama politikası yok. Oysa Arap Baharı’ndan önce bir politikası vardı ve “komşularla sıfır sorun politikası”, yapılan stratejik ve işbirliği anlaşmalarıyla çok iyiydi. Ama artık Ortadoğu’da konjonktür değişti. Türkiye’nin yeni ve farklı bir reçetesi olması lazım. Dışişleri Bakanı Davutoğlu da “Koşullar değişti” diyor. Tamam, koşullar değişti. O zaman sizin bu farklı koşullarda yeni politikanız ne? İşte bu hâlâ netlik kazanmadı. Türkiye’nin dış politika olarak bugün sadece ticarete, dine ve güce yaslanmak gibi bazı eğilimleri var. “Ben büyük bir gücüm ve Amerika’nın bölgede bana ihtiyacı var. Amerika’nın yanında görünmekten eskisi gibi çekinmem. Ben bu konjonktürü lehime kullanmalıyım. Amerika ile birlikte hareket edersem bana da buradan pay düşer“ diye düşünüyor ve Amerika’yı her durumda Türkiye’nin yanına çekebileceğini varsayıyor. Değil. Amerikan dış politikası İsrail konusunda biraz değişmiş olabilir, İsrail’e sınırlarını biraz göstermek isteyebilir ama İsrail’den tamamen vazgeçmiş bir politika uygulamıyor Amerika. Türkiye, İsrail’in yerine geçip Amerika’nın en önemli stratejik ortağı olmak isteyebilir ama bu olabilir mi? O da ayrı bir soru! Bu isteklerle ve arzularla, bundan sonra hep böyle savaşın eşiğinde mi yaşayacağız biz? Bu bir kader değil ama böyle gidersek risklerimiz artıyor. Savaş riski bile ortaya çıkıyor. Türkiye’nin dış politikasında bir acelecilik, gidişatı tam doğru okuyamamak ve hesapsızlık var. Türkiye, iç politika ile dış politikanın arasını biraz açmak ve dış politikayı iç politika malzemesi olmaktan uzaklaştırmak zorunda. Neşe Düzel, Taraf 02.07.2012 Bu bölümdeki diğer içerikler için tıklayınız. |