Gündem
Gündem > Siyasi Gündem > Selahattin Demirtaş: Türkiye’nin sınırı Kürdistan olacakSelahattin Demirtaş: Türkiye’nin sınırı Kürdistan olacak
“Irak bölünürse bağımsız Kürdistan devleti oluşacak. Suriye’de de özerk Kürdistan oluşabilir. İran’da zaten Kürdistan eyaleti var. Bu durumda Iğdır’dan Hatay’a, Türkiye’nin tüm güney sınırları resmen Kürdistan olacak.” “İngiltere’de olan müzakere- çözüm süreci Türkiye’de olamaz. Bizim PKK ile aramızda IRA- Sinn Fein ilişkisi yok. BDP, Sinn Fein gibi karar sahibi değil. Biz etkiliyiz ama onlar adına, ateşkes- silah bırakma kararı alamayız.” “Karayılan, KCK başkanı olarak bütün örgütü bağlayan bir açıklama yaptı 15 gün önce. ‘Türkiye’de yönetim ademimerkeziyetçi olursa... Seçimler de demokratik yapılırsa... Seçimi kazanan özerk bölgeyi yönetir’ dedi.” *** NEDEN SELAHATTİN DEMİRTAŞ Ankara’da önemli bir görevli bir süre önce hükümetin yeni bir Kürt stratejisi başlattığını açıkladı. Buna göre müzakereler tekrar başlayacaktı! Ama tek farkla, geçmişteki gibi İmralı ve PKK’yla görüşülmeyecekti. Bundan böyle sorun siyasi yapılarla konuşulacaktı. Hükümetin bakanlarının bu yeni Kürt stratejisinden haberi yoktu ama Başbakan böyle bir stratejinin olduğunu Kore’ye giderken uçakta bir grup gazeteciye doğruladı ve BDP’ye müzakere çağrısında bulundu. BDP bu çağrıya müzakereye hazırım cevabını verdi ama... Sonra ne oldu? BDP’ye hükümetten bir cevap geldi mi? BDP, hükümetle müzakereye oturursa, hükümetten ne isteyecek? Hangi şartlarda müzakereleri sürdürecek? BDP, İmralı ve Kandil’e ne diyecek? BDP’nin bir barış planı var mı? Hükümet nasıl bir çözüm bekliyor? İmralı nasıl bir çözüm istiyor? Kandil ne diyor? PKK, kendisine yöneteceği bir toprak verilmeden barışa razı olur mu? Kandil, Öcalan’ı dinler mi? Silvan’da niye dinlemedi? Oslo sürecinde neler yaşandı? BDP’ye göre, devletin İmralı, PKK ve KCK’yla yaptığı müzakereler niye, nasıl ve ne zaman bitti? PKK silahları susturmaya hazır mı? Hükümet, silahları susturmaya hazır mı? Kürtlerin olmazsa olmaz dedikleri şartlar neler? Nasıl bir siyasi statü isteniyor? Coğrafi özerklik bölgelerinin sınırları nasıl belirlenecek? Kürt sorununu çözmeyen bir Türkiye’yi bölgede neler bekliyor? Kürdistan nasıl kuruluyor? Bütün bu hayati soruları Türkiye’nin ve Kürt sorununun bu çok kritik döneminde BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’a sorduk. Çok aydınlatıcı, çok çarpıcı, çok tartışılacak cevaplar aldık. *** -2- BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’la yaptığımız ve dün birinci bölümünü yayımladığımız konuşmayı kaldığımız yerden tamamlıyoruz. *** NEŞE DÜZEL: İmralı nasıl bir çözüm istiyor? SELAHATTİN DEMİRTAŞ: Öcalan, Türkiye’nin birliği içinde bir çözüm istiyordu. Bizim de desteklediğimiz özerklik önerisinde bulunuyordu. Aslında İmralı, Ortadoğu’daki gelişmeleri hükümetten ve devletten çok daha iyi okudu. Birkaç kez Başbakan’a ve Cumhurbaşkanı’na avukatları aracılığıyla mektup gönderdi. “Sizden rica ediyorum... Ortadoğu kaynayacak ve bu işler çok daha başka noktalara gidecek. Kürt sorunu çok daha global hale gelecek. O zaman sorunu çözmek bugün olduğu kadar kolay olmayacak. Lütfen bu işi hızlı çözelim. Biz birlikte yaşamaktan yanayız. Sağ olduğum müddetçe de ben katkı sunmak istiyorum. Çözüm önerilerimizi lütfen ciddiyetle tartışalım” dedi. Evet. O zaman sorunu çözmek giderek zorlaşıyor tabii. Öcalan, “bu sorun, Türkiye sınırlarının birliği içinde benimle çözülür” diyordu. “Ama Ortadoğu’da işler bölge savaşlarına kadar giderse, o zaman bu iş seni de aşar, beni de aşar. İşin nereye gideceğini artık hiçbirimiz kestiremeyiz” diye sürekli uyarıyordu. Nitekim şimdi Irak bölünecek mi, bölgede etnik savaş mı, mezhep savaşı mı olacak, İran ne yapacak, kimse kestiremiyor. Türkiye’yi dahil ederek konuşmuyorum ama... Yüz yıl önce İngilizlerin öncülüğünde zoraki dayatmayla, cetvelle çizilen sınırlar bugün çatlamış durumda. Bugün artık bağımsızlığını ilk fırsatta ilan edebilecek bir Irak Kürdistanı var. Suriye’de özerk bir Kürdistan oluşması imkânı var. Kısa vadede bunu pek mümkün görmüyorum ama... Irak üçe bölünürse, sınırlar yeniden çizilecek demektir. Suriye’de bir Kürdistan bölgesi resmiyet kazanabilir. Sahip olduğu siyasi statü ve haklar ayrı bir konu ama şu anda zaten İran’da bir Kürdistan eyaleti var. Sonuç olarak neredeyse Iğdır’dan Hatay’a kadar, Türkiye’nin tüm güney sınırları resmî olarak Kürdistan olacak. O zaman işte Türkiye’nin şapkasını önüne koyup “Ben, kendi Kürtlerimle acilen barışayım” demesi lazım. Bir müddet sonra bu iş BDP’yi de aşar, Tayyip Erdoğan’ı da aşar. Bölgedeki dengeler hangi halkı nereye sürükler, etnik ve mezhep savaşları gibi riskli meseleler ne getirir, ne götürür kestirmek zor. Bu yüzden hükümetin acilen bir Kürt barış planı oluşturması ve Türkiye’nin Kürtlerini tatmin edecek bir çözümü acilen getirmesi lazım. Kandil, Öcalan’ın söylediğinden farklı bir şey söylemez ve kesinlikle Öcalan’ın sözünü dinler, onun talimatlarına uyar. Öcalan, ordu üstünüze gelirse, teslim olun dememişti ki. Keşke birbirlerini görmeselerdi! Keşke oradakiler de PKK’yi öldürmek için hareket etmiyor olsalardı! Hükümet- Öcalan görüşmesi tekrar başlasın. Öcalan’ın koşulları uygulansın. Örgütüne talimat verecek pozisyona gelsin. Kandil, Öcalan’ın sözünü dinleyecektir. Eğer süreç yeniden başlayacaksa Öcalan’ın durumunun değişmesi lazım. İmralı’da yürümez bu görüşmeler artık! On metrelik bir hücrede, Öcalan’ın dışarıyla ilişkileri kısıtlı. PKK sorunu çözülecekse, hükümetin İmralı’yı kapatması lazım, bütün sistemin değişmesi lazım. İlk etapta ev hapsi olabilir. Ev hapsine karşılık PKK de hangi adımı atacağını kamuoyuna açıklar. Ve süreç, işte böyle karşılıklı adımlarla gider. Bu, BDP’nin şartı değil. Bu, Öcalan’ın şartı. “Sağlık, özgürlük ve güvenlik koşullarım sağlanmadıkça ben yeniden sürece dâhil olmayacağım” dedi kendisi. Biz de gitsek, hükümet de gitse, Öcalan bunu söyleyecek. Evet öyle. Olamaz tabii. Gerçeği anlatıyoruz biz. Bizim gücümüz var ama yetkimiz yok! Bizim PKK ile aramızda IRA-Sinn Fein gibi bir ilişki yok. BDP, Sinn Fein gibi karar sahibi değil. Dediğim gibi bizim etkimiz var fakat biz onlar adına ne ateşkes ne de silah bırakma kararı alabiliriz. Ama biz siyasi çözümleri güçlendirip, ateşkes ve silahsızlanma süreçlerine imkân tanıyan bir pozisyonu yaratabiliriz. Bu şekilde biz ancak demokratik basınç oluşturabiliriz. BDP’nin barışın sağlanması için iki farklı rolü olabilir. Bir, eşitlik meselesinin nasıl çözüleceğinde doğrudan muhatap olur. İki, eğer hükümet, Kandil ve İmralı bize bu yetkiyi verirse biz barış konusunun nasıl sağlanacağında arabulucu rolünü oynayabiliriz. Veya BDP’nin de içinde bulunduğu bir âkil insanlar grubu da arabulucu olabilir, biz bunu da kabul ederiz. Değil tabii. Biz de Sinn Feinn değiliz. Tayyip Erdoğan da Tony Blair değil. Tony Blair, “şeytanla bile görüşürüm” dedi ve görüştü. Başbakan’ın PKK ve Öcalan’la görüşmesini asla küçümsemiyorum. Ama Erdoğan, görüşmenin arkasına Tony Blair gibi açık ve güçlü bir siyasi irade koymadı. Madem bu konuda cesur davrandın, riski göze aldın, sürdür bunu, daha da cesur ol!.. Murat Karayılan KCK yürütme kurulu başkanı olarak bütün örgütü bağlayan bir açıklama yaptı 15 gün önce. “Türkiye’de yönetim anlayışı ademimerkeziyetçi olursa, seçimler de demokratik yapılırsa, kim kazanırsa bölgesel yönetimi o yönetir” dedi. Özerklik bir statü zaten. Federasyon, bağımsızlık da öyle. Statü, bir yönetim hakkıdır. Statü, bölgesel yönetimlerde söz sahibi olabilmektir. Türkiye’de eğer Türkler, devlet ve Kürtler birbirinden kopmak istemiyorlarsa, bunun yolu sınırlar içinde uygulanacak çözüm modelleridir. Bu da ya özerkliktir ya da federasyondur! Eğer Ankara, İspanya’da Bask örneğinde olduğu gibi Kürdistan özerk bölgesini tanırsa... Onunla özel bir hukuk kurarsa... Devletle Kürtler bu konuda anlaşırlarsa... Biz buna karşı değiliz ama biz bu modeli önermiyoruz. Biz bu modeli demokrasi açısından doğru bulmuyoruz. Biz, bütün Türkiye için özerk bölgeler olsun istiyoruz. Mesela Kürdistan diye tabir edilen coğrafyada üç veya dört özerk bölge olabilir. Büyük bir ili merkez alırsınız. Onunla ulaşım, kültürel, ekonomik, sosyal açıdan işbirliği içinde olan illeri onun etrafında toplarsınız ve oraya bölge dersiniz. Öcalan da Ankara merkezli özerk bölgeler öneriyor. “Ankara merkez olsun ama Türkiye’de özerk yönetim bölgeleri oluşsun ve hepsinin yetkileri aynı olsun. Türkiye ademimerkeziyetçi bir yönetim sistemine geçsin” diyor. Bu modele göre, her bölgede seçimlerde sandıktan kim çıkıyorsa, özerk bölgeyi o yönetecek. Antalya özerk bölgesini belki CHP, Çukurova’nın aşağısını belki MHP yönetecek. Halk memnun olmazsa bir sonraki seçimde iktidarı değiştirecek. Bize göre Türkiye’de böyle 18-20 özerk bölge oluşturmak mümkün. Federasyon ise daha çok toprağa, nüfusa, etnik kökene bağlıdır. Özerklik öyle değil. Bizim önerdiğimiz özerklikte, Türkiye’de Kürtler nerede yaşıyor olurlarsa olsunlar aynı haklara sahip olabilirler. Bizim önerdiğimiz özerklik etnik kimliğe dayalı bir model değildir. O özerklik ilanında, aslında Kürt halkının siyasi statü konusundaki ısrarı ilan edildi. Yoksa bir siyasi sınır çizilmedi. Öcalan da şunu demişti: “Devlet eğer bu önerilerimizi, projelerimizi kabul etmiyorsa, o zaman tek taraflı çözüm gelişir. Eğer devlet ben sizin sorununuzu çözmek için niye Türkiye’nin tamamını ademimerkezî olarak yöneteyim diyorsa, o halde sadece Kürtlere özerklik verilsin.” PKK de bunu söyledi. “Sen Türkiye’yi demokratikleştirecek çözümü tartışmıyorsan, ben de tek taraflı olarak özerkliği kazanmak geliştirmek için mücadele ederim” dedi. Eğer PKK’yi öldüreyim, bitireyim derseniz ve o da ben güçlüyüm, direniyorum derse... Ortaya bölgesel özerklikler çıkmaz. Ortaya Özerk Kürdistan Bölgesi çıkar. Çözüm süreci uzarsa, on yıl yirmi yıl sonra bu iş bölünmelere gider. Ayrılmak isteyenler var ve “bizim ayrı devletimiz olsun, bağımsız Kürdistan olsun” diyenlerin sayısı giderek artıyor. Diyarbakır’da son yapılan bir ankette yüzde 51 özerkliği destekledi. Yüzde 10 küsur federasyon istedi. Yüzde 20 herhangi bir siyasi statü olabilir, dedi. Yani sonuçta yüzde 75-80 siyasi statü istedi. Kürtler statü istiyor. Türklerde de ayrılma isteği giderek artıyor. Anketlerde çıkıyor bu sonuç. İki tarafta da ayrılmak isteyenlerin oranı yüzde 10-15 arasında ama Türklerde ayrılma isteği daha hızlı artıyor. Benim söylediklerim, son 15-20 gün içinde alınan sonuçlar. Türklerin neyi varsa Kürtlerin de olması lazım. Türkiye’de ne varsa hepimizin olsun. Sadece Türklerin olmasın. Hükümet’in sağlayabileceği bir şey bu. Hükümet, doğru yaklaşır ve müzakere denen şeyi karşı tarafı teslim alma ve tasfiye amaçlı kullanmazsa... Müzakereyi, karşı tarafla uzlaşma bulma olarak görürse, müzakerelerden sonuç alabilir ve PKK’yi ikna edebilir. Hayır. Hükümetin hazırlıklarına bakılırsa, hükümet savaşma konusunda kararlı. Biraz bölgesel gelişmelerle de ilgisi var bunun. Hükümet ille savaşmak istiyor. Suriye durulmadan PKK’yle bir uzlaşma, çözüm yaratmak istemiyor. Çünkü PKK’nin Suriye’de Kürt taban üzerinde etkili olduğunu biliyor. Hatta PKK’nin Güney Kürdistan’ın Barzani bölgesinde de taban üzerinde etkisi var. Zor olur ama baş ederiz. Sürece güvenirsek ve hükümetin gerçekten adım attığını görürsek, birileri süreci bozacak pozisyona girerse biz siyasi riski üstleniriz ve süreci sürdürürüz. Masadan kaçmayız. Şunu söylemek isterim. Bizim BDP ve BDP’li Kürtler olarak Taraf’a da eleştirilerimiz var. Taraf gazetesi, sürekli olarak “BDP, AKP’yi desteklesin” pozisyonu aldı. BDP, AKP’yi desteklemediğinde de, BDP’nin üzerine çok haksız bir biçimde geldi. Anayasa referandumu sürecinde hep bunu yaşadık biz. Sokağa çıkın, BDP’li Kürtlere rastgele sorun. BDP’li Kürtlerin hepsinde Taraf’la ilgili böyle bir algı var. Ben, “Taraf gazetesi bizi desteklesin” demiyorum. Ancak özellikle köşe yazılarında ve haber formülasyonlarında bizimle ilgili çok büyük haksızlıklar yapıldı. Oysa Kürtlerin Taraf’tan beklentileri hakikaten fazlaydı. İşte bu beklenti çok düştü. Taraf, bizim Kürtler nezdinde misyonunu yitirdi. Gene de siz gidin, Diyarbakır’da sokakta bir anket yapın. Bizim partimizde ve halkta böyle bir algı var. Partimizin herhangi bir yetkilisine “bu haber doğru mu, yanlış mı” diye sorulmadan bizimle ilgili doğru olmayan o kadar çok haberler yapıldı ve köşe yazıları yazıldı ki Taraf’ta... Bize çok büyük haksızlıklar yapıldı Taraf’ta!.. Neşe Düzel, Taraf 10.04.2012 Selahattin Demirtaş: Başbakan, silahı PKK ve Öcalan’la görüşecek“Hükümet, silah bırakma ve ateşkes konularını bizimle görüşemez. Bu konuda bizim yetkimizin olmadığını Başbakan da çok iyi biliyor. Başbakan’ın bizden istediği karar ve irade, silahla ilgiliyse, bunu başka yerle görüşecek.” *** NEDEN SELAHATTİN DEMİRTAŞ Ankara’da önemli bir görevli bir süre önce hükümetin yeni bir Kürt stratejisi başlattığını açıkladı. Buna göre müzakereler tekrar başlayacaktı! Ama tek farkla, geçmişteki gibi İmralı ve PKK’yla görüşülmeyecekti. Bundan böyle sorun siyasi yapılarla konuşulacaktı. Hükümetin bakanlarının bu yeni Kürt stratejisinden haberi yoktu ama Başbakan böyle bir stratejinin olduğunu Kore’ye giderken uçakta bir grup gazeteciye doğruladı ve BDP’ye müzakere çağrısında bulundu. BDP bu çağrıya müzakereye hazırım cevabını verdi ama... Sonra ne oldu? BDP’ye hükümetten bir cevap geldi mi? BDP, hükümetle müzakereye oturursa, hükümetten ne isteyecek? Hangi şartlarda müzakereleri sürdürecek? BDP, İmralı ve Kandil’e ne diyecek? BDP’nin bir barış planı var mı? Hükümet nasıl bir çözüm bekliyor? İmralı nasıl bir çözüm istiyor? Kandil ne diyor? PKK, kendisine yöneteceği bir toprak verilmeden barışa razı olur mu? Kandil, Öcalan’ı dinler mi? Silvan’da niye dinlemedi? Oslo sürecinde neler yaşandı? BDP’ye göre, devletin İmralı, PKK ve KCK’yla yaptığı müzakereler niye, nasıl ve ne zaman bitti? PKK silahları susturmaya hazır mı? Hükümet, silahları susturmaya hazır mı? Kürtlerin olmazsa olmaz dedikleri şartlar neler? Nasıl bir siyasi statü isteniyor? Coğrafi özerklik bölgelerinin sınırları nasıl belirlenecek? Kürt sorununu çözmeyen bir Türkiye’yi bölgede neler bekliyor? Kürdistan nasıl kuruluyor? Bütün bu hayati soruları Türkiye’nin ve Kürt sorununun bu çok kritik döneminde BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’a sorduk. Çok aydınlatıcı, çok çarpıcı, çok tartışılacak cevaplar aldık. ***
NEŞE DÜZEL: Yeni Kürt stratejinin açıklanmasından ve Başbakan’ın, Kürt meselesinin siyasi partilerle müzakere edileceğini söylemesinden sonra, siz müzakerelere hazır olduğunuzu söylediniz. Sizin açıklamanıza hükümetten bir cevap geldi mi? SELAHATTİN DEMİRTAŞ: Hayır, gelmedi. Başbakan, en son olarak da, “Eş başkanlar, kendi iradeleriyle karar vereceklerse görüşürüz, onun dışında onlarla görüşmeyiz” dedi. Bu çok ilginç! “Eğer iradeniz ve karar alma gücünüz yoksa, eğer bir karar oluşturamayacaksanız, ben sizinle neyi konuşacağım?” diyor Başbakan.
Aslında bu sözlerin altındaki beklentiyi okursak, Başbakan “aslında benim konuşmak istediğim şey silah meselesi” diyor. Yoksa Başbakan, Kürt sorununu konuşmak istiyorsa, BDP’yle her şeyi konuşabilir.
Anadilde eğitimi, yeni anayasayı, anayasal vatandaşlığı, yasal değişiklikleri her şeyi konuşabilir. Bizim bu konuların tamamında irademiz de var, karar alma gücümüz de var. Ama Başbakan’ın derdi, Kürtlerin hakları ve özgürlükleri değil! Bu yüzden de “ben, BDP’yle ne konuşacağım? Onların karar alma güçleri ve yetkileri yok” diyor. Çünkü o, hep silahı konuşmak istiyor. Onun kafasındaki Kürt sorunu sadece silah sorunu!
Cevap vereceklerini sanmıyorum.
Birinci koşulumuz, müzakereler açık ve şeffaf olmalı. Her görüşmeden sonra kamuoyu, görüşmelerin içeriğiyle ilgili bilgilendirilmeli. Görüşmeden ne elde ettik, biz ne konuştuk onlar ne dedi, hepsi açıklanmalı. İkinci koşulumuz, her görüşmeden sonra hükümet, somut adımlar atmalı.
Müzakere süreciyle ilgili taraflara ancak böyle somut adımlar atılarak güven verilebilir ve ancak o zaman çatışmasızlık ortamı yaratılır. Bu çatışmasızlık ortamı sayesinde de müzakereler ilerler. Yani iki süreç birbirini besler. Bakın... KCK operasyonlarıyla ve basına yapılan baskılar nedeniyle şu anda siyasi ortam zehirlenmiş durumda. Yedi bin üyesi, milletvekili, belediye başkanı tutuklanmış bir partinin, demokratik siyasi kanallar güçlü mesajını verebilmesi için elinin güçlü olması lazımdır. Dolayısıyla Terörle Mücadele Kanunu dâhil bazı yasal değişikliklere ihtiyaç var.
Evet. Hükümetle kuracağımız diyalogda bunları konuşuruz. Bu konularda adım atmasını isteriz. KCK’den alınanları serbest bırakacak düzenlemeler yapılmalı. Çünkü bu adımlar atılmazsa, bizim müzakere yapma şansımız olmaz. BDP, sürekli üyeleri tutuklanan bir parti. Benim bile tutuklanmayacağımın bir garantisi yok. Anayasa Komisyonu üyemiz bile tutuklandı bizim. Türkiye’nin son yüzyılının en ağır sorununu çözeceksek somut adımlar atılmalı artık. Ama hükümet adım atmazsa...
Hükümet, adım atmazsa ama buna karşılık bir yanda askerî operasyonları ve KCK tutuklamalarını sürdürüp diğer yanda da BDP’ye, “ben seninle gene de bu silah meselesini konuşurum” derse, aslında bu, hükümetin müzakere yapma niyeti yok demektir. Oysa bizim müzakerenin başlangıcındaki ilk beklentimiz, silahların susması olur.
Silahlar karşılıklı olarak susmalı ve hükümet de bunun için çaba sarf etmeli. Hükümet operasyonları durdurmalı. PKK de ateşkes sağlamalı. Önce bu zemini oluşturmalıyız. Bu zemin oluşmadan esası konuşmakta zorlanırız! AKP, “terörle müzakere etmem” diyor ama, geçmişte İmralı’da, Oslo’da, iki buçuk, üç yıl görüştüler. Başbakan o zaman da “terörle müzakere etmem” diyordu. Ben bu yüzden müzakereler tümüyle bitti diye düşünmüyorum.
Sanmıyorum ama, “PKK ile devlet arasında görüşmeler artık asla olmaz” da dememek lazım. Koşullar oluşursa ve müzakereye inanç gelişirse görüşmeler yeniden başlayabilir. BDP bu konuda katkı sunabilir. Şöyle söyleyeyim... Hükümet, Kürt sorununun siyasi ağırlığını bizimle konuşsun. Biz, siyasi muhatabız. Seçmenlerden bunun için oy, destek ve yetki aldık biz. Meşruiyetimiz var. Bizim...
Bizim, Kürt halkının haklarının ve özgürlüklerinin anayasa ve idari yasalar düzeyinde nasıl teminat altına alınacağı, eşitlik sorununun nasıl çözüleceği konularında çözüm önerilerimiz, takvimlendirilmiş programımız ve projemiz var. Hükümet, siyasi konuları bizimle rahatlıkla konuşabilir.
Silah ve ateşkes konularını bizimle doğrudan görüşemez: Bu konuda bizim yetkimizin olmadığını Başbakan çok iyi biliyor. Silah konusunda doğrudan biz karar veremeyiz. O makamlar bize bağlı örgütler ve kurumlar değil. Eğer taraflar kabul ederlerse, biz silah konusunda ancak arabuluculuk rolü oynayabiliriz. Ama Başbakan gene de silah konularını bizimle görüşmek istiyor! Sonra da kalkıp, “Bu konularda karar alma yetkiniz yoksa, ben sizinle neyi konuşacağım” diye soruyor.
Biz de, “Senin bütün derdin silah mı? Kürtlerin hakları, özgürlükleri ne olacak? Bunları konuşalım” diyoruz. Çünkü asıl mesele Kürt sorunudur. Asıl mesele PKK sorunu değildir! Biz, partimizin politikası ve aldığı oy çerçevesinde, Kürtlerin haklarıyla ilgili her türlü kararı verme yetkisine sahibiz ama silahla ilgili karar yetkisi bizde değil. Başbakan da bunu biliyor. Eğer bizden istediği karar, silahla ilgiliyse, bunu başka yerle görüşecek.
PKK’yla ve Öcalan’la görüşecek.
İkisiyle de görüşmek lazım. İkisinden birini sürece katmadığınız takdirde süreç sağlıklı işlemez. Ama PKK’nin vereceği nihai kararda son söz Öcalan’ın olacaktır. Hükümet, “karşı taraf ateşkes ilan ederse, ben de operasyon yapmam” diyebilmeli.
20 milyonluk Kürt halkının haklarını konuşacağız. Bu şartlar ne ki? Daha işin esasına girmedik bile! Eğer hükümet, usul konusunda bile esneme ve adım atma niyetinde değilse... Görüşmenin önündeki mayınları temizlemeyi göze alamıyorsa... Kürtlerin haklarına geldiğimizde ne konuşacağız onunla? Hükümet açısından o konu daha ağırdır.
Kamuoyu desteğinin oluşması için mutlaka şartları olacaktır. Biz de onun şartlarını duymak isteriz.
Hiç olmadı. Ne doğrudan bir temas oldu, ne de bir mesaj geldi.
Hayır. Biz burada sadece iletişim kanalı olarak kalamayız. Biz ikisini de çözüme evriltecek bir pozisyon almaya çalışırız. Ama önce bizim sürece güvenmemiz lazım. Çünkü biz ancak o zaman onları da sürece güvenmeleri konusunda ikna edebiliriz. Bakın... Şu nokta önemli. Geçmişte kesintiye uğrayan müzakereler hiç olmamış gibi davranmayacak iki taraf da.
Geçmişteki müzakereler, iki tarafta da izler bıraktı. Sonuç olarak Öcalan’da da, Kandil’de de müzakere konusunda siyasi iradeye karşı muazzam bir güvensizlik var. İkisi de müzakereyi yürüten heyete güveniyordu ama hükümete güvenmiyorlardı. Çünkü heyetin, İmralı, PKK ve KCK’yle yaptığı görüşmelerin arkasına hükümet hiçbir zaman güçlü bir siyasi irade koymadı.
Bakın... Oslo süreci aslında şöyle yürüdü. Hükümetin müzakere yetkisini verdiği heyet, protokol hazırlanması sürecini hükümetle görüşerek ve ona danışarak yürüttü! Protokol hazırlanıp da, seçimler atlatıldıktan sonra, hükümet bu protokoller hiç yokmuş gibi, bunlar sadece Öcalan’ın fikirleriymiş, kendisi kâğıda bir şeyler yazmış gibi davrandı.
Biz öyle demeyeceğiz ama umuyorum ki Öcalan ve PKK öyle diyecek. Biz o dönemde müzakere sürecinde yoktuk. “Bu protokolleri biz oluşturana kadar iki, üç yıl görüştük, konuştuk. Bizim bu konuda söylediklerimiz yazılı metne bağlandı. Heyet bunu hükümete götürdü ve hükümet reddetti” diyecekler. Çünkü protokol bir süreci tarif ediyor ve sonunda silahsızlanma var. Dolayısıyla Kandil’in de onayladığı bir protokolle ilgili artık hükümetten bir cevap bekleyecekler.
Ben şunu söylemek istiyorum. Niye bozuldu bu protokol? Hükümet, bu protokolleri reddettiğini kamuoyuna resmen açıklamalı. Hükümet bu protokolleri artık konuşmalı. “Şu maddesini reddediyorum, şu maddesini kabul ediyorum” demeli. “Bizim, PKK ve Öcalan’la tartışma zeminimiz şu protokoldür” demeli!
Bu, gerçek değil! Biz sürecin öyle olmadığını biliyoruz. O süreçte büyük bir manipülasyon yapıldı. Hükümet, “bakın ben tam barış yapacaktım, bunlar süreci baltaladılar” diyerek medya ve iletişim kanalları üzerinden manipülasyon ve psikolojik harp yaptı. Evet... Öcalan, “Anayasal demokratik çözüm sürecinde tarihî bir noktadayız. Yüzyıldır ilk defa bu noktaya geliyoruz” dedi.
Çünkü heyet ona, “konuştuğumuz protokoller KCK tarafından onaylandı. Biz bunu artık hükümete götüreceğiz. Hükümetin bu işin esaslı kısımlarına çok karşı çıkacağını tahmin etmiyoruz. Biz hükümeti ikna edeceğiz” mesajını verdi. Ama seçimler bitti ve AKP oyunu aldı. Sandıklar toplandı ve hükümet bu kez kamuoyuna döndü, “ortada protokol falan yok. Bunlar, Öcalan’ın kendi düşünceleri” mesajını verdi.
Açıklamadı tabii. Ama biz biliyoruz. Net olarak biliyoruz. Gülten Hanım da biliyor. BDP olarak biliyoruz. Bu, Öcalan tarafından da biliniyor tabii...
Bu protokollerin ciddiye alınmadığını biz öğrendik. Hatta üst düzey bir yetkili bize, seçimi kastederek, “Kritik süreçleri zaten atlattık” dedi. Bize söyledi bunu. Hükümetin görüşü buydu! Yapılan ahlaki bir şey değildi. Biz hakikaten çok tedirgin olduk. Zaten Kürt tarafında her zaman, “bu hükümet bizi oyalıyor mu? Kandırmaya mı çalışıyor” ihtimali vardı. O yetkiliye, “Siz ne söylediğinizin farkında mısınız?” dedik.
“Evet” dedi. “Artık kritik süreçleri atlattık. Ortada protokol falan yok. Öcalan’ın kişisel düşünceleri bunlar. Biz Kürt sorununu önemli ölçüde zaten çözdük. Bildiğimiz yoldan ilerleriz” dedi.
Müzakere sürecinin sarsıldığı bir süreç değil bu! Müzakere masası bizzat hükümet tarafından devrildi. “Ne müzakeresi kardeşim?” mesajı hükümet tarafından verildi.
Eğer Hükümet ısrarla çıkıp “hayır, asla böyle bir şey yok” desin, çıkıp birlikte açıklayalım! Bakın... Müzakere sürecini kesmeyi, hükümet zaten seçim öncesinde kararlaştırmıştı. 150 bin kişilik özel orduyla ilgili yasayı bile Meclis kapanmadan hemen önce çıkardı. Silvan kırılma noktası deniyor ya...
Silvan, PKK’nin planladığı bir eylem değildi. Silvan, PKK’nin sabit bir birime saldırısı değildi. Silvan, baskın değildi. PKK’nin kampına doğru giden askerî birliğin PKK’lilerle karşılaşması sonucunda yaşandı Silvan. Ölen PKK’liler olsaydı, kimse Silvan kırılma noktası demeyecekti.
Öcalan 10 metrekarelik bir İmralı çukurundan bütün dünyayı takip etti. Biz o gün Diyarbakır’daydık ve asker üç gündür operasyon yapıyordu. Silvan’dan sıcak çatışma haberleri geliyordu. Bunu basın da takip ediyordu.
Hükümet, müzakereyi terk ettiğini açıklayamadığı için Silvan’ı kullandı. Silvan’ı bir fırsata dönüştürdü. Sanki PKK, müzakereleri bitirmek için bunu yaptı havasını yaydı. Oysa Silvan, bir askerî operasyonda PKK’yle karşılaşma sonucunda ortaya çıkan acı bir bilançoydu.
Elbette var. İroni olsun diye söylüyorum. Başbakan’ın deyişiyle “talimat alarak yaptığımız” bir barış planı değil bu. Elimizde, BDP’nin parti meclisinin tartışarak hazırladığı bir barış planı var. Geçen ekimde BDP’nin genel kurulunda bu planı biz maddeler halinde açıkladık. Ama BDP’nin hiçbir barış planı bugüne dek tartışılmadı. Hükümetin varmış gibi olan fakat bir türlü öğrenemediğimiz barış planları hep tartışıldı. Asıl soru şudur. Hükümetin bir barış planı var mı?
Biz, anadilde eğitim istiyoruz. Türkiye’nin tamamında yerel yönetimlere yetki istiyoruz. Ezilen, yok sayılan bütün kimliklerin tanınmasını ve anayasal güvence altına alınmasını istiyoruz. Anayasal vatandaşlık istiyoruz. İfade, basın özgürlüğü ve örgütlenme hakkı istiyoruz. Bunları Türkiye Cumhuriyeti’nin bütün vatandaşları için istiyoruz. Elbette Kürtler için de istiyoruz.
Bu tümüyle çarpıtmadır. Sanki PKK’ye bağlı bir öz savunma birlikleri kurulacak gibi ifade ettiler bunu. O insanlar, öz savunma birliği olmak için dağa çıkmadılar. Bakın... Dünyada hem özerk bölgelerde hem de yerinden yönetimin güçlü olduğu yerlerde, yerel güvenlik birimleri yerel yönetimlere bağlıdır. New York Polisi, New York Belediye Başkanı’na bağlıdır. İstanbul’da, Antalya’da ve Diyarbakır’da da böyle olmalıdır. Yerinden yönetim budur!
Polis, İçişleri Bakanlığı’na değil, yerele bağlı olmalıdır. Ulusal sınırları savunan ordu ise Ankara’ya bağlıdır. Bizim önerimiz budur. Yoksa, PKK’nin silahlı militanları dağdan inecek ve öz savunma birliklerini oluşturacak diye bir düşüncemiz yok bizim. Bu yanlış bir şeydir de. Dedim ya. Bunun için dağa çıkmadılar onlar.
Hükümet’in bütün derdi, “PKK teslim olacak mı? Silahı bırakacak mı?” meselesi. Hükümet için bir tek PKK gibi bir terör sorunu var. “TRT Şeş’i açtık. Özel Kürtçe kurs açtık. Üniversitede bölüm açtık. Terör sorununu çözersek, geriye bir sorun kalmaz” diyor hükümet.
Bir halkın kendi anadilini öğrenmesi seçmeli ders olamaz. Biz seçmeli derse karşı değiliz, bu yapılsın ama hükümet anadilde eğitime kesinlikle karşı olduğunu söylüyor. Çünkü hükümet, tek ulusa ve tek dile dayalı ulus yaratma projesinden vazgeçmiyor. Bu projeye göre de, Türkiye’de her şey Türklerindir. Polis Türklerindir, savcı Türklerindir. Polis, Türk polisidir. Sporcu bile Türk sporcusudur. Dolayısıyla hükümet, tekleştirmeye ve asimilasyona zarar verecek bir adım atmaya yanaşmıyor. Eğitim sistemini değiştirirken, okullarda okutulan tarih, coğrafya, inkılâp tarihi, vatandaşlık kitaplarındaki farklılıkları yok sayan anlayışı değiştirmiyor.
Mesela inkılâp tarihi kitabında Kürtler iki yerde geçiyor. O da, zararlı Kürt cemiyetleri sayılırken. Onun dışında Kürt yok. Çünkü Kürtler hep zararlıdır. Oysa Kürt halkı diye bir şey var Türkiye’de. Onların tarihi nerede? Nereden gelmişler? Ataları, dedeleri kim? Nerede savaşmışlar? Kahramanlıkları, yenilgileri var mı? Biz hep Türk tarihini okuyoruz Orta Asya’dan bu yana gelen. Benim çocuğum da onu okuyor. AKP asimilasyondan vazgeçtiyse eğer, benim çocuğumun tarihi nerede? Tarih öğretilirken Kürt yok. Dil öğretilirken yok. Coğrafya anlatılırken Kürdistan diye bir şey yok. Oysa Kürdistan diye gerçek bir yer var yeryüzünde. Kürt halkı geçerken buraya uğramış bir halk değil. Kürtler, anavatanında yaşayan bir halktır. O nedenle...
Kendini Türk olarak tanımlayan ne hakka sahipse, kendini Kürt olarak tanımlayan da aynı hakka sahiptir. Ama kaygı şudur. “Peki, o zaman bunlar ayrışmaz mı?” Biz de ayrışma istemiyoruz. Bölünme olmasın! Gelin bunun tedbirini birlikte alalım.
Ortak resmî dilimiz Türkçe olsun. Kürtçe eğitim alan çocuğa da mutlaka Türkçe öğrenme zorunluluğu konulsun. Ben bundan gocunmam ki. Tam tersine, ben bu ülkenin vatandaşıysam ve vergi veriyorsam, bu benim hakkımdır. Ama özerk bölgede, okulda ve kamusal alanda iki resmî dil olabilir. YARIN: İmralı, Kandil, hükümet ne istiyor? Neşe Düzel, Taraf 09.04.2012 Bu bölümdeki diğer içerikler için tıklayınız. |