Gündem

 Deniz Feneri Balyoz Harekat Planı
 Demokratik Açılım İrtica Eylem Planı
 Siyasi Gündem Ergenekon
 Ekonomik Gündem 

 Gündem > Siyasi Gündem > AK Parti Kütüphane Söyleşileri

AK Parti Kütüphane Söyleşileri

Konuşmacı: Prof. Dr. Mehmet Altan

Konu: “Türkiye’de Demokratikleşme Süreci ve Seçimler”

Yer: AK Parti Genel Merkez -2. Kat Konferans Salonu

Tarih: 31 Mart 2009

Saat: 19:00-20:30

Ben ilk defa AK Parti Genel Merkezine geliyorum. Yani gelmişte sayılmam çünkü Ar-Ge bölümünü ve kütüphaneyi gezdim; ama çok hoşuma gitti. Herhalde 6:00’da kapandığı için tenhaydı çünkü kütüphanenin hoş tarafı tıklım tıklım olmasıdır. Kapandıktan sonra gezdiğim için oranın ne oranda kullanıldığı ve istifade edildiğini göremedim; ama böyle bir gelenek başlatılması ve kütüphane sohbetlerinin ikincisinin yapılması da çok hoş; beni çağırdıkları için de çok teşekkür ediyorum. Kütüphane tabi benim kanımı çok kaynatan bir konu; yani yetişip geldiğim evde on beş bin kitabın arasında gençliğim, çocukluğum geçti. Benim gözümü açtığım ev itibariyle on beş bin kitaplık bir evden geldim ve bütün hayatımı aslında o kütüphane şekillendirdi; yani bilim adamı olarak yazı çizi vs. olarak insanın bence en önemli vasfı beyinselliğidir, düşüncesidir ve diğer canlılardan ayrıldığı noktadır. Onun için siyasetin bunu çok dışladığı bir noktada, burada bir kütüphanenin oluşması ve bu kütüphanenin üstünden böyle sohbetlerin başlatılması, her şeye rağmen umut verici ve sevindirici.

Şimdi bu günkü konumuz aslında tam seçim ertesine geldi. Daha evvel bu konuşma gününü ayarlamıştık; yani seçimin olacağı belliydi; ama ortaya çıkan tablo vs. daha da seçimin çok konuşulduğu bir süreçte bu toplantıyı yapıyoruz.

Şimdi Türkiye’de demokratikleşme süreci ve seçimler konusu; bir de tabi hanım izleyicilerin çoğunlukta olması da beni mutlu ediyor. Çünkü uygarlık aslında toplumların kadına bakışından kaynaklanıyor ve şekilleniyor; yani bu toplum, bu yapı, bu kültür, kadına nasıl bakıyorsa onun uygarlığını da o şekillendiriyor.

Benim yirmi-yirmi beş dakikalık bir konuşmamdan sonra konuyu nasıl görüyorum onu anlatayım daha sonra, soru cevap yapalım. Çünkü merak da ediyorum sizleri, ne düşünüyorsunuz; yani bu aynı zamanda tek taraflı, alışverişsiz bir konuşmayı da ben sevmiyorum. Çünkü konuşurken bazı yerleri eksik oluyor; çok iyi anlatamayabiliyor konuşmacı, hem onları görelim, hem onları açalım, hem de bir saat en geç bir saat on dakika içinde toparlayalım.

Şimdi demokratikleşme meselesi, ben demin söylediğim gibi çok konuşan, yazan, kitapları şunları bunları çok bol olan bir ortamda yetişmiş olmama rağmen; burada uzun uzun özgeçmişimi anlatırken, işte Fransa’ya da öğrenci olarak gittim, o zaman 25-26 yaşındayım. Yani böyle bir ortamdan çıkmış 25-26 yaşında birisi olarak ve dünyayı, çok iyi bildiğimi düşündüğüm dış politikayı; çocukluğumda bütün haberciliğe şunlara bunlara da çok meraklıydım; ama gittiğim 79 yılında bir öğrenci yurduna yerleştim ve sonra etrafı merak ettim. Bulunduğumuz yer nasıl bir yer; işte mahalleyi tanıyayım çevreyi tanıyayım filan… ama 71 darbesinden sonra da Türkiye’deki hepimizin beyninin yıkandığı; işte genç olanların hiçbir şekilde bilemeyeceği; ama sıkıyönetim bildirilerinin toplumsal yapının terminolojisinde Maksist, Leninist, Maoist, Anarşist vs. gibi her bildiride tekrarlanan bir 71 darbesi ortaya çıkar ve bütün o süreci etkileyen bir terminolojiyle birlikte o terminolojinin kulaklarımızı bilincimizi bir şekilde kireçlendirdiği bir ortamda da gittim; sonra ilk hafta mahallenin etrafını dolaşırken bir yerde anarşistler federasyonu gördüm. Yani mahallenin, bizim Antony’nin iki sokak ötesinde kocaman bir anarşistler federasyonu. Bir zaman sonra, kralcılar bildiri dağıtırken rastladım, bilmem kaç gün sonra, dağda işte askerlik yapmayan vicdani bekçiler filan… ve o Türkiye’de çok ileri çok dünyayla entegre vs. zannettiğimiz ortam da, ortamın da çok ötesinde oradan bile göremeyeceğim çok farklı, çok özgür, çok bizdekine benzemeyen bir yapıyı gördüm ve demokrasinin ne olduğunu maalesef ne kadar zihinsel olarak izlemeye çalışsam da fiilen yaşamadığım vakit yüzde yüz kapsayamayacağını da orda öğrendim. Bu girişi neden yapıyorum; çünkü biz, bugün ne salı, pazar günü bir belediye seçiminden geçtik. Şimdi bu belediyenin, belediyelerin nasıl yeryüzünün demokratik ülkelerindeki belediyeler ile bizdekiler arasındakini hiçbir şekilde kıyaslamadık. Bizim belediye bildiğimiz; işte bu belediye gidip çalıştığınız; bilmem oy verdiğimiz; yahut hizmet aldığımız; ama gerçek belediyecilik ve belediye acaba bu mu? Çünkü belediye, demokrasilerin bireyin yaşamının geçtiği yerin yönetimi olması açısından en önemli unsuru. Hatta demokrasinin beşiği İngiltere diyoruz; İngiltere’de gelen hükümettir belediye, belediye oranın patronudur. Çünkü halk iradesi vardır. Neden gittik oy verdik bu belediyelere biz niye gidip oy verdik? Bu kadar parlamentolara niye oy veriyorsak, onun için oy verdik. Peki, parlamentolara niye oy veriyoruz; aslında bunun temelinde bütün parlamentoların çıkışında vergi vardır. Bütün halk devrimleri vergi üzerinden olmuştur. Vergi salma yetkisi; çünkü birisi devlet adına benim paramı kullanıyor. Benim paramı vergi vermek ve vergi denetlemek; aslında demokrasinin temel işleyiş biçimi bu; ben sana para veriyorum tek başıma yapamayacağım işleri; savunmayla, adaleti sen benim adıma yap diye bir şekilde oyumla bunun ne şekil kullanılacağını şekillendiriyorum; ama parlamentoyla da bunu denetliyorum. Onun için gelişmiş ülkelerde işte mesela; Amerika’da başkan yardımcısı Beyaz Sarayın uçağıyla gezmeye gitti, Amerika sarsıldı; yani bir şekilde çok hassastırlar. Benim paramı nasıl harcıyorsun? Belediye seçimlerine de bu nedenle oy verdik; yani belediyenin belediye olabilmesi için vergi salma mecburiyeti vardır. Vergi salamayan belediye olmaz ki; mesela Türkiye’de demokratikleşmeyi konuşuyoruz; ama demokratik bir ülkedeki belediyeyle bizim pazar günü içinden geçtiğimiz gerçek belediye arasındaki farkı konuşmuyoruz. Bu heyet hatta belki bu bina, yukarıda toplantı yapan unsurlar da, şahıslar da, yöneticiler de, kabine de partinin yönetimi de dâhil hep birlikte bir yurt dışına gidip yaşasaydık belki bugünkü belediyelerin yapısını çoktan değiştirirdik. Şimdi vergi salamayan… Peki, nedir belediye, Türkiye’de belediye? Tayyip Bey İstanbul Belediye Başkanıydı, Çin’e gidecekti; vali izin vermedi, gidemedi. Bugün keza aynıdır; yani bugün hiçbir belediye başkanı vali muavininden izin almadan kent sınırları dışına çıkamaz. Bugün Türkiye’de vergilerin toplam üretimden vergi demeyeyim de üretimden belediyelerin aldığı pay 3,20’dir. Yani Türk halkının günlük hayatını belirleyen en etkili, onun hayatının sürekli içinde olan örgütlere verdiği paraya bakın. İnsan odaklı bir anlayışta bunun 60’lar 70’ler civarında olması gerek. Düşünün ki vergi salamıyor; ayrıca başka bir şey söyleyeceğim Anayasanın 127., o anayasa 82 darbesinin anayasası, 127. maddesini rica ediyorum sizden ilk bulduğunuz internete girip bakın, 127. maddesinde idari vesayet yazar. Belediyelerin idari vesayet altında olduğu yazar. Neyin idari vesayeti altında, hani nasıl burası askeri vesayet altında vesayet rejimi falan aynı şey belediye için de geçerli; nerenin idari vesayeti, onun için vergi salamıyor, merkezin idari vesayeti altındadır. 12 Eylül bunu böyle şekillendirmiş, onun için parasını İller Bankasından alıyor. O zaman İller Bankasından para alan başına gelenin vali muavininden izin olmadan dışarı çıkamayan bu kuruluş için bu kadar ulusal kavgalara oy vermelere sandığa gitmelere para harcamaya gerek yok ki. İşte bunu, ayriyeten kızarsa içişleri bakanı alır belediye başkanını; yani mahkemeye bırakmaz. İdari vesayet altında diyor ya Anayasada idarinin devamı o hâlbuki halk arkasında, muazzam bir halk iradesi var. Gidip doğrudan ben bu adamı seçiyorum diyorsun; meşruiyetin kaynağı olan halkoyuna rağmen ona bir memur muamelesi yapar, onun için kent dışına çıkamaz, onun için bir şekilde içişleri bakanı aldırabilir, onun için parasının pulunun ne olacağını Ankara tayin eder. E.. şimdi bunu tartışmadan belediye seçimlerine gitmenin belediye kavgası yapmanın ne gereği vardır.

Türkiye’de demokratikleşme dediğimiz vakit işte o zaman gerçek bir demokrasiyle Türkiye bir de böyle halka güvenmemek var; yani seçmene gidiyor filan işte bölünüyor muyuz? bölünmüyor muyuz? yani bir şekilde herkes birbirine aynı muameleyi yapıyor. Ankara’da birilerine laik, şeriat bilmem bunlar şeriatçı mı diye şeriatçı olarak suçlanan, bilmem Kürt vatandaşına bunlar bölücü mü e… temelinde bunun halk iradesine saygı vardır. Sen, seçmen meşru bir partiye oy veriyorsa, ona saygılı olmak durumundasın. Herkes birbirine saygılı olmak durumunda; eğer sana biri şeraitçi muamelesi yapıyorsa, sen de ona bölücü muamelesi yapmayacaksın ki; o sana bu muameleyi yapamasın. Bunlar davranış, parlamentoya girmiş olan halkoyunu almış adama yok muamelesi yapamazsın. Yaptığın vakit sana da yaparlar. Bu demokratik bir kültürdür. Ama o demokratik kültürün burada gelişmesi düzenlenmesi gerektiğinden olmuyor onun için de ben 15 bin kitabı olan bir yerden de gitsem orda Fransa’ya gittiğin vakit şaşırıyorsun a… bunlar bilmem ne bilmem ne… E şimdi belediyeyi hiçbirimiz bunu tartışmıyoruz. Bu ne kadar belediyedir; vergi salamayan bir belediye olmaz demokrasilerde.

Şimdi bu demokratikleşme; onun için bizim kendi deneyimimizle bileceğimiz bir şey değil. Peki, burayı kim demokratikleştirecek. Bunu 2007 seçimlerinden sonra %47’lik birçok oy alındığı vakit kendi hesabıma yeni bir dönem başlayacağını varsayıyordum. Bunun da bence iki tane bacağı var: Nasıl ben Fransa’ya gittiğimde şimdi hiçbirinizin, bunları ben her yerde bütün televizyonlarda da anlatıyorum kimsenin işine gelmiyor bu anlattığım, ya peki bu niye vergi salamıyor. İşte masanın o tarafına geçince işte öyle değil bilmem ne Güneydoğu Bölgesi o zaman halka güvenmiyorsun. Yani ben bu işte sizin bildiğiniz gibi değil ben bu yaşıma geldim hep aynı laftır bilinmeyen şeyler var filan bunun nihayetinde demokrasinin tek bir ölçüsü vardır; halka güveniyor musun? güvenmiyor musun? Yani sen ona güvenmezsen başkası sana güvenmiyor. Bu nihayetinde bizim halkımız, seçime girmiş mi, girmiş; parti meşru mu, meşru; oy vermiş mi, vermiş; parlamentoya girmiş mi, girmiş; sen ona saygı göstermeye mecbursun. Şimdi bu yapıyı bile işletmiyoruz. Yapıyı işlet deyince mukayese yok. O zaman ben 2007’den sonra çok umutlanmıştım. İki şey bekliyordum. Bir bu söylediğim, bir tanesini örnek veriyorum, bugün mesela 82 Anayasasına tahammül etmek benim anlayabileceğim bir iş değil; yani 15-16 milyon adam bırakın hepsini 49 milyon adam seçime girdi. Ya 49 milyon kişinin aldığı bir parlamento 5 kişinin yaptığı bir anayasaya nasıl tahammül eder. Demokratikleşme dediğimiz vakit temel sorunlar bunlar. Bunlardan para.. Neyse gene kelimelerimi tartıyorum. Bir şekliyle Genel Merkezde konuştuğumu düşünerek; ama benim içime sığacak bir iş değil. Yani 82 yılında 5 generalin yaptığı bir anayasayı hâlâ 2009 yılında biz sürdürüyorsak siyaset kurumu açısından olaylara daha ve demokratikleşme açısından da iki kere bakmak lazım. Şimdi bunu 2007’den sonra birincisi bu Anayasanın tümden değişeceğini tahmin ediyordum. Bunun aslında ben söylendiği gibi çok zor olacağına inanmıyorum. Çünkü Ankara’daki tutucu, statukocu, bilmem elitist, modernist neyse kendilerine ne söylüyorlarsa bunların esas hedef gösterdikleri yer Batı değil mi? Modernleşme değil mi? O zaman AB Anayasasını alıp buraya getirdiğimiz vakit bunun bir tartışması olmaz. AB Anayasasının şöyle bir özelliği vardır onu da sizden rica ediyorum; yani kütüphaneler, şu kütüphane dolsa bu sizin kütüphaneniz tıklım tıklım, insanlar kuyruk beklese Türkiye’nin kurtulduğuna inanacağım. Hiç kimse bir şey yazmıyor okumuyor, o kadar zor ki onun için buralarda laf anlatmak. AB Anayasasının en önemli vasfı içinde yeryüzünün en gelişmiş devlet birey ilişkilerini kapsayan temel haklar şartı vardır. Avrupa Birliği kendi vatandaşlarını en ileri düzeyde yaşatmak, günlük yaşamlarını özgürlüklerini maksimize etmek için bir temel haklar şartı oluşturdu. Bu temel haklar şartı bizim başörtümüzü de, Kürt sorunumuzu da, bilmem her türlü şeyimizi çözebilecek. İçki yasağını da filan… ben senin başörtüne saygı göstereceğim, sen de benim içkime karışmayacaksın. Özgürlük varsa yasakçılıkta olmayacak bu. Başörtüsüne özgürlük isteyen, başkasının içkisine yasak koymayacak burada. Bu demokratikleşme özgürlükleri çoğaltmak üstüne olur. İşine gelmeyene yasak koymak anlamına gelmez. Bunları hep öğreneceğiz, öğreneceğiz de ömür geçiyor; keşke bunların öğrenilmesini bekleyenlerin ömrü diğerlerinden daha farklı olsa ama öyle olmuyor. Şimdi bu temel haklar şartı Türkiye’nin tartışmasız bir anayasa yapmasına olanaklı bütün vesayet rejimini de ortadan kaldırmaya da imkân veren bir şey. İkincisi de AB sürecine çok hızlı gaz verileceğini düşünüyordum. Neden? Çünkü bu Avrupa Birliği’de şöyle bir şey; geçenlerde ben bir üniversitede konuşuyorum; nasıl sövüp sayıyorlar gençler. Normalde ben onların hocasıyım; ama daha sert radikal kesimler gelmiş, toplantı gece yarısı yapılıyor. Hakaret tarzı şeyler de yapıyorlar. 4’e kadar sabrettim. Dedim ki şimdi çıkarın kâğıdı kalemi desem; öğrenciler azgınlaşıyorlardı ama öğrenci kimlikleri, birden beden dilleri değişti, küçüldüler birden o azgın öğrenciler. Çıkartın kâğıtları ve size çok basit iki soru soracağım; Avrupa Birliğiyle ilgili Kopenhag kriterleri ne? Maastricht kriterleri ne? desem ve eminim tecrübelerimden biliyorum, oradaki o üç yüz kişi onu yazamayacak kadar konuyla ilgisiz ama AB gibi bir toplantıya gelmişler bir de fikir bildiriyorlar. Bir de bilmedikleri bir şey için sövüp sayıyorlar. Hâlbuki Avrupa Birliği, Avrupa’yla aynı şey değil. Avrupa’yı değiştirmeye yönelik bir icraat organı, bir akıl kurumu. Avrupa’yı nasıl değiştirecek? Avrupa’yı sanayi döneminden alacak sanayi sonrası döneme taşıyacak. İnsanı kutsal olduğu toprakların sınırların yöneticilerin değil yönetenlerin insanların önemli olduğu bir yeni hayat inşa edecek. Mesela iki tane örnek vereceğim ve bu konuları kapatacağım. Sonra da belki soru cevaba geçeriz. Örneğin Allah göstermesin hastalandığınız vakit biz tıp laboratuvarlarına gidiyoruz Ankara’da laboratuvarda doktor gönderdiği vakit sizin hiç aklınıza geliyor mu laboratuvarın çalışma biçimi. O laboratuvar size bir analiz yapıyor; peki o analizin doğru olup olmadığı aklınıza takılmıyor mu? Avrupa Birliği buraya bir daire kurdu; bütün tıp laboratuvarlarını denetliyor. Bugüne kadar üç tanesi sertifika aldı. Uluslararası standartlara göre çalışan tıp laboratuvarlarının sayısı Türkiye’de üç tanedir ve buna kendi devleti, hükümeti vs. değil Avrupa Birliği bunun yeryüzü standartlarına uygun olup olmadığına bakıyor. Kadın ve erkeklerin mallarının eşit bölünmesi Avrupa Birliğiyle ortaya çıkan bir şeydir. Çocuklarımıza oyuncak alıyoruz; peki bu oyuncakların içindeki boyaların çocukları hasta edip etmediğini aklımıza getirmedik; Avrupa Birliği buna bir şekilde standart getirdi. Etlerin kendi içindeki dağılımı yağ mağ filan sağlık açısından bu insanla ilgili bir hayatı yeniden organize ettiren bir yapıyı biz hiç bilmeden siyaseten samimiler mi? bizi alırlar mı? Filan… şimdi böyle sorular var, sonra da şu kurumları bir anlatsana bunun o konuda bir bilgisi yok, kulaktan dolma bilgiler var, ya hâlbuki bunun sitesi var, web sitesine girince ne olup olmadığını görüyorsun. Bize çifte standart uyguluyorlar ya bütün üyeleriyle kavgalı, kavgalı olmazsa değiştiremez ve AK Parti bu kadar büyük işler yapmış olmasına rağmen iktidarın ilk üç yılında; ben ara sıra AK Partili üyelerle konuşuyorum; AK Partili ilçelere ne getirdiniz bize diyorum birisi el kaldırıyor “hiçbir şey getirmedik” diyor... yani yaptığın şeyi anlatamıyorsun halbuki insan üstünden hayatı yeniden şekillendiren burada Ankara’da kadını vuruyordu niye vurdun diye mahkemede soruyorlardı, töre var denince Yargıtay indirim yapıyordu; ya insan hayatı törenin arkasından geliyordu. Yani şimdi bunları teker teker saymayacağım. Ama anlatmak istediğim başka bir şey. Demokratikleşme bizim bilmediğimiz bir iş. Yani mesela “vicdani red.” Avrupa Konseyinin 36-40 civarında üyesi var. Bunun ikisi dışında hepsinde temel hak ve özgürlüktür. Bir Azerbaycan’da yok, bir Türkiye’de yok, mesela vicdani red siyasi oy getirmediği için demokratikleşmenin bir parçası sayılmıyor. Türban kadar önemli bu da; çünkü temel hak ve özgürlük, birisi bana oy getirir, diğeri getirmez diye özgürlük ve demokratikleşme olmaz. Demokratikleşme bir temel konseptir. Eğer bunu oy üstünden bilmem çoğunluk azınlık üstünden yaptığın vakit işte belediyede vali muavininden izin alan belediye seçimi yaparsın. Onun için bu demokratikleşme süreci yeryüzüyle insanlığın o birikimlerini bilerek gidebileceğimiz mukayeseyle bulunduğumuzla aradaki farkı kapatmaya yönelik bir iştir. Ama bize siyaset yerel Cumhuriyet Halk Partisi ne yapıyor, MHP ne yapıyor, önemli olan Cumhuriyet Halk Partisi, MHP filan değil bunlar tek adam. Bu 12 Eylül rejiminin siyasi partileri; eğer senin muhatabın dünya olursa Türkiye’yi geliştiriyorsun siyasi parti olursa ayağın tökezliyor; çünkü yerelleşiyorsun. AK Parti’nin ilk üç yılındaki en önemli vasfı çevreyi merkeze, merkezi dünyaya taşıyordu. Sonra seçim gelince yerelleşiyor; aklını buraya kaptırıyor ve vali muavininden izin alan belediye başkanı yasasını değiştirmeden seçim yapmaya devam ediyoruz. Bunun belli örneği yeryüzü demokrasilerini kendine emsal almak muhatap almak dünyalaşmak ve bizim hepimizin özlediği refahı ve özgürlüğü Türkiye’ye getirmek. Yerel olduğun vakit muhatabın kadar insansın, insanı muhatabı belirler, sen kimle konuşuyorsan o kadar adamsın, kime aklını takıyorsan statün odur, kimle itişip kalkışıyorsun, protokolü o belirler. Türkiye’yle Türkiye’ye muhalif olmadan dünyayla ahbaplık edip Türkiye’yi değiştirmekten vazgeçtiğin vakit, Ankara seni değiştiriyor Ankaralılaşıyorsun. O zaman da bunu hissediyor yığınlar. Onun için bu Türkiye’de demokratikleşme ve seçimlere girmeyeceğim; yani o hassas bir konu ama bir şekilde değişimi taşıyıp taşımamanın ciddiyeti samimiyeti belki onu şöyle derim seçimlerle ilgili bir Ankaralılaşma denen hadise var; yani doyumsuz birisini Ankara esir alır, o kendi siyasetini gütmeye başlar. Sen değişimin siyasetini yapıyorsan Ankara seni esir alamaz yani o kadar büyük burası padişahlık yetkileri veriyorum sana bütün televizyonlar melevizyonlar ya buna doyumluysa yani şöhretli insanların elinden geldiysen şöhret seni şaşırtmaz şöhreti taşırsın; ama hiç böyle bir deneyimin yok da bir anda yükseliyorsan çok şaşırırsın ve taşımak zordur. Parasal imkânlar genişlerse, ağzından çıkan kanun haline gelirse, önemsiz birisini istediğin yere atayıp buna bir şekilde tepki bulunmazsa, yavaş yavaş kendini padişah gibi hissetmeye başlarsın Ankaralılaşırsın, seni esir alır ve bir şekilde yavaş yavaş değişimden uzaklaşırsın. Yani ızdıraplardan uzaklaşırsın mesela çevrenin iktidarı, iktidar olduğu vakit çevreden de nispeten uzaklaşabilir mesela tuzlada her gün adam ölüyor ya dönüp bakmıyoruz bu bir cinayettir. Davutpaşa’da bir yıl evvel patlama oldu öldü o insanlar. Hâlâ meseleleri hallolmadı ve ben bu gün ki siyaset resmimle artık iktidarın peşine eteğine yapışamamış yoksulluğu, fakirliği; yani medyada mesela orman köylüleri en fakir kitledir. Orman köylülerinin konuşulduğunu görüyor musunuz? İşsizlik işsizlikten kimse bahsetmez neden çünkü işsiz gazete almaz, hayatın içinde bulunmaz ama onun payı gittikçe büyüyor. Ben bunları hissediyorum iki sene evvel varoşları gezdim varoşların da varoşları oluşuyor. Şimdi yavaş yavaş iktidar; insan bunları taşıdıkça bulunduğun dertlerden o daha negatif şeylerden koparsın, onları dinlemek hoşuna gitmez. Negatif eleştiriyi şahsına hakaret olarak alırsın, sinirlenirsin, iyi şeyler duymak ama o toplumun değişim sürecinde her şey iyi değil, onlara kulağını kapatıyorsun bir şekilde ve sırf pozitif bir söylem dışında hiç bir şey duymaz oluyorsun. E… bu onun için iktidarın o anlamda seni gerçekten koparması bir esas top geldiğin yerden ayırması. Geçenlerde, Osmanlı Sarayında altı bin kişi vardı, parlamentoya girişlerin sayısı da altı bin biliyor musunuz? Yani Cumhuriyetin kuruluşundan… bir sınıf değiştiriyorsun ya nitelik atlıyorsun aslında kimsenin sınıf değiştirmesine yönelik bir şey olmaması lazım siyaset. Siyaset bütün halkın bir şekilde refahı ve özgürlüğe taşınacağı bir metottur. O zaman da benim aklıma işte bu AB süreci geliyor. Bu anlattığım nedenlerden ve vesayet altında rejimin dönüştürülmesi ve gerçekten belediyenin belediye olması ama bu yapılmadığı vakit Türkiye’nin yerel kavgalarıyla Türkiye’nin 12 Eylül rejiminin partileriyle dalaşarak itişerek bu gerçekten bakıyorsun; değişimci ruhun kayboluyor, değişimci ruhun kaybolduğu zaman adam seni terk ediyor. Çünkü bu halkın muazzam bir şekilde talebi var. Özgürlük talebi var zaten bu kadar parçalıksız olmaz herkesin bir tanesi diyor ki sen benim hayatıma dokunma, diyor ki benim kimliğime izin ver, diğeri bilmem ne diyor. Bunun hepsi temel hak ve özgürlükler bağlamında hallolacak, böyle üç parçalık ülke olur mu ya bu temel hak ve özgürlüklerin olmadığını gösteriyor, din üstünden, ırk üstünden, meslek üstünden siyaset yapıldığını gösteriyor. Bu insanın doğal özelliğidir, en konuşulmayan şey hukuk referans, hukuk böyle bir bilinç yok burası hukukta olmadığı için tık diye televizyonu kapatıyorsun. Böyle bir ne hukuku ya hukuktan önce vicdan diyorum, vicdan, vicdan sırf sana ait olmayan herkes her şey için vicdan, hukuk vicdan demektir; sana yapılmasını istemediğini başkasına yapmamak, sen bağırıp çağırsan da haklı olmadığını bildiğin vakit, bunu ben haklı değildim esas diyebilmek. Kendine yasak konulmasına karşı çıkarken başkasına yasak koymamak, zaten din ile hukuk aynı şekilde aynı şeyleri kötü sayar ama yaptırımları farklıdır. Buralardan uzaklaştıkça hayatın değişikliğinden de uzaklaşıyorsun onun için ben bu süreci; eğer Türkiye demokratikleşecekse belediye örneğinden mesela kimse size anlatmıyor…. bize anlatmıyor; Avrupa Birliğindeki belediye nasıl Türkiye’de ki belediye nasıl niye anlatmıyor; madem demokratikleşeceğiz niye değiştirmiyor niye bunu konuşmuyoruz. Çünkü orada danışmanlık var, ihale var, kadro var, yerel iktidar var, arama var, biz onun peşinde miyiz yoksa gerçekten insanların günlük yaşamlarında standardı yükseltmek peşinde miyiz ona da bir bakmak lazım. Beni cezalandırmadan susuyorum ben.

Evet, bir yarım saat soru cevap yapalım.

Soru: Hocam benim ki soru değil de katkı anlamında bir şeyler söylemek istiyorum. Ben şu anda Tekirdağ Milletvekiliyim ve İçişleri Komisyonu Başkanıyım Türkiye Büyük Millet Meclisinde; 2005 yılında mahalli idareler reformu adı altında bir paket çıkardık. Bu pakette büyükşehir belediye yasası var, belediye yasası var, belediye il özel idareleri var ve bir de mahalli idare paketleri var. Bu sizin dediğiniz konuların önemli bir kısmını çözümledik bir kaç örnek vereceğim. Belediye başkanları artık 2005 yılından bu yana mülkiye idari amirden izin almıyorlar; sadece bilgi veriyor. Ankara’ya gidiyor, yurt dışına gidiyor, istediği yere gidebilir izin almıyor, bilgi veriyorlar. İkincisi istediği kurumla doğrudan yazışabiliyor, eskiden yazışmalar kaymakam vali/vali… oluyordu doğrudan yazışabiliyor. Üçüncüsü görev alanları çok genişletildi. Eskiden okula yardım edilmezdi, spora yardım edilmezdi kısıtlıydı çok; şimdi artık kurumlara, okullarla spora yardım edebilecek daha kapsamlı bir belediyecilik anlayışı var. Dördüncü konu da artık içişleri bakanları, anayasada böyle bir vesayet maddesi hâlâ dursa bile, bu yetkiyi kullanmıyorlar; yani son dört beş yıldan bu yana benim bildiğim görevden alınan belediye başkanı yoktur, tamamen yargı alıyor.

-- Bir şey var Diyarbakır’da...

-- Evet, doğru evet örnek var onun için yargıyla tamamen işi götürmeye çalışıyoruz teşekkür ederim.

-- Tabi çok teşekkür ediyorum da belediye vergi salamıyor. Yani aslında bunu da söylediğinize teşekkür ediyorum. Ama esas konsepti değişmiyor, yapılıyor biraz yavaşlatılıyor yaa 2005’den 2009’ a dört yıl geçti. Ayriyeten ya ben bunu aşk gibi görüyorum bu değişikliği. Birisine aşık olduğun vakit peşinden koşmağa devam ediyorsun. Referanduma götürebilirsiniz büyük olanaklarınız var. Ya niye bu konuyu en temel konu olarak algılamıyoruz. Söylediklerinize teşekkür ediyorum ama özünü değiştirmiyor adam istese geri alabilir ama almıyor. Ben şey bana der yakınlarım Türkiye’nin geri vitesinin sınırı yok. Mesela dün hükümet sözcüsü bir açıklama yaptı: Ermenistan sınırına ulaştılar, Iğdır’ı aldılar, partiler üstü bir anlaşmaya gerek var dedi. Bu mesela bu yetkinin kullanılma ittifakı da bana akıl veren tecrübeli Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak hükümet sözcüsü partiler üstü uzlaşmadan bahsediyorsa benim aklıma diğerleri geliyor. Bana derki o yakınım dikkat et geri vitesin sınırı yoktur Türkiye’de. Onun için niye mesela 127. madde değişmez. Ya benim mesela canımı sıkıyor muhtemelen sizin de sıkılıyor ya o zaman niye değişmiyor ya kalksın buradan diyecek kim var. Niye birinci mesele değil?

-- Ele alacağız.

-- İnşallah.

-- Hocam, mikrofonu bana verdi sayın Başkan orda ben bi katkı yapayım aslında söylediğinizi keza pekiştiren bir şey; anayasanın 1571. maddesi var; mahalli idareler kanunlarla getirilmiş vergilerin bırakın kendileri vergi koymayı alt ve üst sınırlarını bile belirleyemiyor. Yani sadece vergi koymayı değil getirilmiş kanunla getirilmiş vergilere alt ve üst sınırlar bile koyamıyor 71. madde Anayasada, şimdi ben o mahalli idareler reformu paketi içinde çok çalıştık biz Başbakanlıkta, Tarhan Erdem Beyin, arkadaşlar duysun diye söylüyorum, o zaman meşhur şey vardı; kamu yönetimi reformu vardı. Esas bizim çalışmamız oydu; mahaller onu takip etti. Tarhan Erdem Beyin bir tespiti vardı, ben arkadaşlar arasında sizinle paylaşmak için bu kamu yönetimi reformu mutlaka Meclise gitmeli ve orada görüşülmeli ve sonra da Köşke gitmeli o zaman göreceğiz ki anayasayı değiştirmeden bu ülkede reform yapmanın mümkün olmadığını milletçe görmüş olacağız. Ben sadece bunu topluma anlatabilmek için ve bunun anlaşabilmesi için bu yasanın görüşülmesini ve Köşke gitmesini istiyorum dedi ve sonra parlamentoda çok ciddi tartışmalardan sonra görüşüldü köşke gitti ve onaylanmadı. Evet, bu da sizin sözlerinize…

-- Evet, teşekkür ederim; yani deklare etmek lazım bunu halka anlatmak lazım; aynı zamanda ben de size bir ilçede kaymakam, bana siz bu reformu yaparken o dönemin müsteşarı İçişleri Bakanı İngiltere’de eğitim gören kaymakamları toplamış hiç korkmayın demiş ben baypas ettim gelirken o partililere yapmayın. Bir şekilde bürokrasinin izin verdiği ölçüde birazda oluyor. En radikal reddedilmesine rağmen, radikal yani demokrasi açısından radikal olan şeylerde elenmiştir bir de o boyutu var. Teşekkür ediyorum size. Buyurun.

—Mikrofon bende hocam, merhaba!

—Hocam öncelikle.

—Hanım efendiye sonra söz verelim buyurun,

—Öncelikle vermiş olduğunuz bilgilerden ötürü teşekkür ediyorum.

İsmim Bayram Zilan, AK Parti il yönetimindeyim partinin kuruluşundan beri içerisindeyim. Gençlik kollarındaydım şimdi söylediklerinizin tamamına katılıyorum ben, yalnız benim söylemek istediğim bir şey var, sonuçta ben bu soruyu sorarken parti gömleğimle yani üzerimdeki gömlekle bu soruyu soracağım. Diyorsunuz ki 2007’de AK Parti’nin almış olduğu büyük oy oranından dolayı ben iki şey belirledim bunların bir tanesi demokratikleşme sürecini hızlı yaşaması dünyalaşması yani yerellikten dünyalaşmaya dönmesi, bunu söylediniz; şimdi ben AK Parti’nin demokratikleşme adına birçok atılım göstereceğine inanıyorum; zaten bu yüzden bu partideyim fakat bizim unuttuğumuz bir şey var, o da şu AK Parti her demokratikleşme eyleminde bir şeyle karşılaşıyor, derin şeylerle karşılaşıyor, daha doğrusu derin şeylerle karşılaşıyor o da nedir şu Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren devletin çeşitli önemli erklerine refleks mekanizmaları yerleştirilmiş, biz ne zaman ki halkın gücü oylarını sandıkta halkın temsil ettiği bir oluşum olsa bu oluşum halk için demokratikleşme sürecinin önünü açsa bu refleks mekanizmaları devreye giriyor ve bir şekilde bu hareketler susturulmaya çalışılıyor gayri meşru bir şekilde bence önemli olan Türkiye’deki bazı sorunların bertaraf edilmesi değil bu refleks mekanizmaların bir şekilde örtbas edilmesi, diskalifiye edilmesidir. Biz bu refleks mekanizmalarını diskalifiye etmedikçe demokratikleşme süreci her zaman anlamsız kalacak diye düşünüyorum sizin bu konudaki görüşleriniz nedir yani bu refleks mekanizmaları.

-- Burada aynı şeyi söylüyoruz bunu kibar olarak söyledim; benim bütün ömrüm bu olmasın diye geçti, hâlâ da bunun dövüşü içindeyim; bununla başa çıkmanın tek şartı var: Hukuku referans almak; hukuk referans alınmadığı için onun için başörtüsüyle türbanla vicdaniyeti aynı koruyorum; ikisini bir arada söylemezsen yahut sen Moda’da, gel Moda’daki benim yaşama biçimim bizim İstanbul Belediyesinin işlek bir yerine gidince kesiliyor. O zaman hukuk istemeyen kesim sana galip gelir. Çünkü o daha güçlü bu hukuk istemeyen iç sömürge mantığını sürdürmek isteyene karşı tek bir silahın var. Evrensel hukuk üstünden konuşman senin referansın hukuk olduğu vakit de sen Türk halkı ile kimse başa çıkamaz ama baskıcılığı kendin için istemeyip diğerine baskı uygulayıp referansın temel hak ve özgürlükler olmadığı vakit bu laf ne kadar geçerli. Yasakçılıkta Ankara’yla siyasetçi anlaşabilir de ben anlaşmam. Ama bu siyasettir. Paat diye mesela dün ki üslup Güneydoğu Ermenistan’a vardı orda hiçbir parti kalmadı; yani bu tehlikeli bir şey onun için bu meselenin bu şekil çünkü hep birisini suçluyorsun ama iktidarda kalmaya devam ediyorsun. Ben de sana oy veriyorum ee bu var o zaman çekil söyle Türk halkına deki kardeşim bunlar bana yaptırmıyor istifa ediyorum. Türkiye'nin bütün dinamikleri değişsin yani hem yapamıyorum hem kalıyorum olmaz. Yapmanın da bir gücü kuvveti hukuktur, hukuk, referansı hukuktur. Evrensel temel hak; başörtüsü temel hak özgürlüğüdür siyasi simge olsun dediğin vakit başka bir anlam çıkar temel hak ve özgürlükler insanlar istediği gibi giyinirler, o insanlar hizmet alıyorlar üstelik sosyolojik olarak bu kadar gelişmiş genç kızlar üstünden siyaset olmaz; üniversiteye giriyorsa bundan korkulmaz bu ayıptır kadınlar üzerinden siyaset yapmak ama bunun hakkını verirken kimsenin….uğramamak için söyleyeceğin şey hak ve özgürlükler lafıdır. Aynı şekilde bunu savunurken de kendi yönettiğin belediyede de başkasına yasak koymaman inandırıcı olur. Yani pratik olduğun vakit yürümüyor bu iş ben bu seçimlerden çıkardığım sonuç şu pratik olmanın sonuna geldi AK Parti; ilkeli olacak yani bunun temel şeyi bu onu onu onu onu olmuyor hukuk seni ilkeli yapıyor; yoksa aynı şeyleri söylüyoruz. Burası bir iç sömürge gibi yürütülmüş bir yer halk iktidara gelince şaşırdı. Ankaralılar bunlar nerden çıktı yaa filan böyle 70 yıl kömürlüğe kilitle sonra aaa filan. Bu şekilde davranış bu, buranın halkı bu egemen olması gereken bu ama egemen olmasını sağlayacak en önemli etkin en etkin silah, evrensel hukuktur. Sen bunu siyasetle parçaladığın vakit karşı taraf hukuktan hoşlaşmadığı için çok güçleniyor benim söylediğim o teşekkür ediyorum. Hanım efendiye… evet buyurun.

-- Öncelikle iyi akşamlar diliyorum. Ben Ankara İl Kadın Kolları Başkan Yardımcısı ve Dış İlişkiler Başkanı Medar Çoban değerli şahsiyetinize bilgilerini sürekli deneyimlerinizi bizimle paylaştığınız için size ayrıca teşekkür ediyorum.

-- Teşekkür ederim sağ olun!

-- Gerçek demokrasilerde Türkiye’mizde siyasetin gerçek patronu halk ve millettir ve her zaman da siyasilerin önünde olmalıdır. Bu gerçeğe rağmen biz millet olarak ortak akıl oluşturmakta çok büyük sıkıntılar çekiyoruz ve bu sıkıntılar da hizmet sistemini kilitliyor. Bu noktada Avrupa Birliği sisteminde yer alan ombudsmanlık hizmetinin yararlı ve gerekli olduğuna inanıyor musunuz? Bunun devamında da yeni bir dünya sisteminin kurulma süreci başlayacak bilindiği üzere yeni bir dünya sisteminde Türkiye yerel ve genel siyasetiyle nerede yer alacaktır? Görüş ve analizlerinizi bize aktarmanızı rica ediyorum. Teşekkür ederim!

-- Çok teşekkür ediyorum! Çok hızlıca söyleyeyim; ombudsmanlıgı çok destekliyorum. Fakat ben bu süreçte Anayasa mahkemesinden geri döndü; fakat çok güvendiğim bir hukukçu bu yasanın çok adil hazırlanmadığını da söyledi. Yani ikili yapı var; bir sistem milletin başvuracağı yeri ortadan kaldırıyor ikincisi yasa yapıcı bunu yeryüzündeki standartlarda adil yapmıyor, iktidarın işine gelecek gibi olduğunu söyledi o hukukçu arkadaşıma çok güvenirim. Uluslararası sistem açısından Türkiye’nin inanılmaz bir şansı var. Uluslararası sistem ne istiyor bugün, Obama geldi… Yani şöyle çok hızlı geçiyim bunu Amerika’da iki tane Amerika var: Biz tek parti rejimini hâlâ aşamadığımız için yönetimlerden ibaret zannediyoruz ülkeleri, hâlbuki Amerika’da en azında iki ayrı Amerika var bunlardan bir tanesi silahçıların, petrolcülerin Amerika’sı; birisi bilgisayarcıların Amerika’sı. Petrolcülerin ve silahçıların Amerika’sında para kurşun atarak, adam öldürerek kazanılıyor; bilgisayarcıların Amerika’sında para bilgisayar satarak kazanılıyor. Bilgisayarı kime satacaksın bir kere parası olana, ikincisi dil bilene ve bir şekilde işte bunu kullanma arzusu içinde olana. Şimdi bilgisayarcıların egemen olduğu bir yenidünya bu; bilgisayarcı ayakta kalabilmek için senin nitelikli bir yapıya kavuşmanı, bilgisayar talep edecek kadar gelişmeni ister. Şimdi ki sistemin sahibi bilgisayarcılar olduğu için böyle bir yapıdan yanalar ve bu barıştan da yana; onun için işte bilmem Kürt sorununu hallederim işte bilmem şöyle Kıbrıs’ı hallederim filan. Para silaha gitmesin kalkınmaya gitsin bilgisayara teknolojilere olan talep artsın. Şimdi Türkiye’de İslam âlemine Müslüman âlemine demokrasiyle refahla zenginlikle bir arada yaşayabilen bir ülke halinde örnek olarak sunmak istiyor. Türkiye bunu algılayabilirse, bir şekilde küresel, yerel küresel güç olur ağzından burnundan tereyağı akar. Ama bunu anlamakta biz güçlük çekiyoruz. Onun için de uluslararası sistemi olağan mesela; Güneydoğuda büyük yeryüzünde büyük değişim oluyor Amerika’da. Bizim ki iktidara geliyor. Bir oraya Ermeni yasa tasarısı üstünden bakıyoruz yani ben bunu anlayamıyorum. Yani Allah göstermesin on şiddetinde deprem olmuş sen bilmem nerdeki şimendiferin kulübesini soruyorsun gibi bir hal. Güneydoğu altüst oluyor yeniden oluşuyor, biz oraya PKK üstünden bakıyoruz. Sonuçlar üstünden bütün resme bakmağa çalışıyoruz; adamlar da anlamıyor. Yani bu dünyanın en büyük firmasına CEO diyorlar; işte şimdi CEO atanıyor onun patrona ya benim telefon faturamı kim verecek diye sorması gibi; yani katiyen Amerika’nın altüst olduğu bir yerde Ermeni yasa tasarısından siyaset izlemek Güneydoğu Ortadoğu gibi altüst olacak. Yeniden inşa edilen yenidünya sitemine göre şekillenen Taliban’la internetin karşılıklı geldiği Türkiye’de PKK üstünden bakmak bizim rolümüzü oynamamızı güçleştiriyor. Evet, teşekkür ediyorum.

-- Söyle patron.

-- Hocam öncellikle geldiğiniz için teşekkür ediyorum.

-- Sağ olasın!

-- Ben AK Parti Çankaya İlçe Yönetim Kurulundayım ismim Orhan Çetinkaya, benim sorum Türkiye Cumhuriyeti’nde bir sivil anayasayı ne zaman görebileceğiz?

-- Onu ben sana soracağım Orhan.

-- Sivil anayasa o kadar zor bir iş değil ki; yani siyaset kurumu koltuğa şuraya tek başıma mı oturacağım yani ben size geldim siz bana oy verdiniz; ben bu koltuğa tek başıma mı oturacağım yoksa burada oturan bir adamın yanına mı yanaşacağım. Ona siyaset kurumu bir karar versin o zaman bu sivil anayasa olur.

-- Teşekkür ediyorum. Sonra biraz daha vaktimiz var. Bir hanımefendi orda söz istedi demokrasi demokrasi diyoruz hakkını yemeyelim sonra… Evet.

-- Hocam hoş geldiniz! 10. ve 42. maddeyi değiştirmek de zaten laikliğe karşı odak noktası oldu Türkiye’de, Türkiye gündeminde. Bu kadar kolay değiştirilebilir demiştik ama sadece bugün anayasayı değiştirmekle baya bir laikliğe karşı tepkiler ortaya çıktı. Bunu değiştirmek gerçekten bu kadar kolay mıdır? Ayrıca doğudaki GAP, TRT-ŞEŞ ve bunun gibi hizmetleri halkımız neden okumadı ve dikkate almadı. Oy oranında neden birazcık daha kaybetmiş bulunmaktayız bu açılımları milliyetçi kesim dikkate aldı ve dikkatimi aldı bu kesim biracık daha oylarını yükselttiğinden dolayımı oldu.

-- Teşekkür ediyorum! Ya bunu şöyle söyleyeyim. İstanbul’da AK Parti ilde konuşuyorum bir sürü arkadaş vardı; şimdi neden laiklikle ilgili başımız belaya girdi diyorsun; hiçbir işte genç insanlarsınız, partili olarak vicdani redden başı derde giren bir çocuk var; mahvediyorlar hayatını hiç onu ziyaret etmeyi düşündünüz mü? Bir çiçek götürmeyi, o zaman yapamazsın değişikliği işte onu anlatmaya çalışıyorum. Bir tek pencereden baktığın için yapamıyorsun diğerini yok sayıyorsun, oy potansiyeli olmayanı adam yerine koymuyorsun, aynı zamanda Aleviler var; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kaldır zorunlu din dersi diyor kaldırmıyorsun hükümet ya bu bütünlükçü bakmadığın için zorlanıyorsun. Onu anlatmaya çalışıyorum. Aynı soru o aynı soru yani sen bütün olarak bakmayınca özgürlükleri sana yaptırmazlar; çünkü sen kendine yontuyorsun havası veriyorsun; yani bu tüm herkesin derdi yani çok kırsal alan anlayışıdır, kendi mevzunla ilgilenmek herkesin acısı ne burada herkesin derdi ne onun için hukuk önemlidir. Yani Suni mi, Alevi mi, Kürt mü, Türk mü? İnsan var ne açıdan temel hak ve özgürlük niye itimat etmiyorsun. Etmesen senin paçanı aşağı alırlar. İkincisi aynı şey Güneydoğuda oldu TRT-ŞEŞ yaptın ee Ahmet Türk’ü konuşturmuyorsun hangisi –ikisi de televizyon, üstelik kendi grubunda konuşuyor. Üstelik oraya öyle bir giriyorsun ki Ankara’ya yakınlaştıkça Güneydoğudan uzaklaşırsın. Bu milliyetçi oylarıyla filan bir alakası yok Güneydoğu seni reddediyorsa muhakkak Ankara ‘ya yakınlaşmışsındır. Madem konuşturmuyorsan Ankara’ya yakınlaşmışsındır. Çok pratik sana ölçü veriyorum başkalarını hiç suçlamaya çekmeye gerek yok sen buraya gidip de bir şekilde, o seçilen partililerin elini sıkmazsan, adını söylemezsen; şimdi Iğdır’a gittiler Ermenistan’la bizi bölecekler imalarında bulunursan, adam senin için ne düşünür ya? Ayrıca din mi, ırk mı ikilemine sokarsan bu hep aynı yere geliyor; benim söylediğim; en zor konu, hukuk, ne hukuku yani bu, bu vicdan, sana yapılanı başkasına yapma. Onu yaptığın vakit oy kaybediyorsun; yoksa AK Parti 2007 yılında sildi süpürdü. Güneydoğuyu e… aynı Güneydoğu bu ne oldu; bir şey yanlış yaptın, neyi yaptın, üslubun yanlış; gerginlik politikası yanlış; yaptığın reformu dışarıya ilişkin yapıyorsun. Amerika, Kuzey Irak, içerdeki Kürt vatandaşını yok sayıyorsun e… nasıl olacak bu olur mu ya içerde de halledeceğiz. Bu işi aynı anayasa istiyorsun, empati yapmıyorsun yani başörtülü birisine Ankara ne yapıyorsa, sende ırkı farklı olan adama aynı şeyi yaparsan oyunu alamazsın. Niye CHP buranın oyunu alamıyor; çünkü bir şekilde gereken saygıyı göstermiyor; sen de oraya gereken saygıyı göstermezsen oyunu alamazsın. Benim kafamda çok net. Evet, bir son soru alalım ve bitirelim.

—Ben orman mühendisi Burcu Çelik ayrıca Çankaya ilçe

—Harika bir şey bu orman mühendisliği yaa…

—Teşekkür ederim!

—Aynı zaman da AK Parti de olduğum için bir şey söylüyorum demin söylüyordum, en ezilen kesim orman işçileridir, hiç kimse adını almaz.

—Ben işçi değilim mühendisim.

—Onun için işçileri düşünmüyorsun. Ben de işte onu söylüyorum siyaset elden alınmış. Söyle….

—Şimdi seçimlerle alakalı bir soru soracağım ben. Biz sürekli halktan bahsettik halkın oylarından ve hak vermekten demokratikleşmekten ve buna saygı duyulmasından bahsettik benim merak ettiğim sonunda neden biz hizmete oy vermiyoruz. Parti değil de takım tutarmış gibi AK Parti ya da bir CHP ismine oy veriyoruz Antalya’da verilen hizmete, Çankaya’daki yolsuzluk itiraflarına rağmen İzmir’deki üç sene boyunca arsenikli su içilmesine rağmen neden buralarda hizmet değil de ideoloji kazandı. Biz ne istiyoruz? Biz neye oy veriyoruz? Bunu sormak istiyorum teşekkür ediyorum.

—Çok teşekkür ediyorum. Burada bir insanoğlu çok hipnotize olan şartlanan bir yapıya sahip nerdeysen öyle bakıyorsun; onun için senin bir kere oy verdiğin AK Parti en büyük parti %39, ana muhalefet partisi 16 puan geriden geliyor. Fakat istediğin oranda oy alamadığı için bir şekilde Başbakan gayet güzel söyledi. Gayet olumlu bir konuşmaydı, kendimiz de yapıyoruz dedi ama bir iniş trendine geçti. Ben sana bir şey söyleyeceğim Antalya’da; Antalya’yı gidip gördün mü? Görmedin! İşte bunlar önem kazanıyor. Birisinden duydun işte Başbakan yirmi sekiz sefer hizmet verdi falan doğrudur; peki o zaman halkın yanılmaz olduğunu söylüyorsun. Çünkü AK Parti’nin en büyük iddiası halkın yanılmadığı hâlbuki sen ne diyorsun Antalya’da halkın yanlış yaptığını söylüyorsun. Belki Antalya’da halk yanlış yapmadı da belediye de eksiklikler vardı. İşte taraf olmama o dur. Ben geçen gün Siirt’i geziyordum resmi bir heyetle, resmi heyetin yanında başka bir Siirt vardı bir ara yazı yazacaktım; onlar benim yanımdan ayrıldı, Siirt’in kaybedileceğini anında gördüm. Yani bu çok doğal, çok hoşuma gidiyor senin sadeliğin, saflığın ve inancın ama hayat o baktığın açıdan bakınca diğerini anlamıyorsun. Çünkü hayatın bir tek gerçeği yok. O AK Parti’den bakılan resim ama sabah mesela orayı iyi bilen bir gazeteci anlatıyordu… ooo herkes ana avrat küfür ediyormuş o tramvay hattına, hiç bir yere gidemiyorlarmış. Onu bilmem esnaf iş yapamıyormuş; aynı zaman da yani genel olarak gidip bakmak, aynı zamanda kazanan aday sağlık açısından çok daha geniş kesime şey yapılıyor. Onun için Çankaya’da korkuyorlar yani orta sınıf kadınlara güven vermediği vakit, Kadıköy’de de korkuyorlar yani hizmet almaya çok af buyurun yani duygusal olarak insan kırılabilir ama kırıldığı şey haklımı değil mi bakmak işte o zaman bilim adamlığına yavaş yavaş geliyor, siyasetten uzaklaşıyor objektiviteye geliyor. Siyaset insanı, siyasetçi dediğin onu da söylemez Antalya ile ilgili hizmet yanlış yapılmış kesin, benim aklım Çankaya ‘da da korkuyorlar o zaman Çankaya’yı korkutmadan Antalya ile hizmet yanlış yapmadan verdiğiniz vakit zaten alırsınız onun için bence kırılma, tek taraflı da bakma. Hayır, gidiyorum artık çok teşekkür ediyorum.

31.03.09


Bu bölümdeki diğer içerikler için tıklayınız.