Gündem

 Deniz Feneri Balyoz Harekat Planı
 Demokratik Açılım İrtica Eylem Planı
 Siyasi Gündem Ergenekon
 Ekonomik Gündem 

 Gündem > Siyasi Gündem > Davutoğlu gerçeği

Davutoğlu gerçeği

Emekli Büyükelçi Ünal Ünsal hertaraf’ta sordu: Türkiye, Mavi Marmara raporunu yazan BM Paneli’ne politik bir görev verildiğini bilmeden mi bu işe ‘evet’ demiştir
 

Mavi Marmara ve diğer gemilerin Gazze’ye giderken İsrail’in müdahalesine maruz kalmaları yüzünden çıkan olayları inceleyen Palmer Paneli’nin raporu yoğun biçimde tartışılıyor. Bu tartışmanın yanlış bir zemin üzerinde yürütüldüğünü düşünüyorum. Yanlışlık, Panel’e verilen görevin niteliğinin anlaşılmamasından kaynaklanıyor.

Panel’in misyonunun ne olduğunu anlamak için, raporun Sunuş bölümündeki 5, 6, 14, 15, 16 ve 17 numaralı paragrafları okumak lazım. Bu paragraflarda, verilen misyonun politik amaçlı olduğu, Ortadoğu’nun son dönemde daha da karışmış olması karşısında, bölgenin iki önemli ülkesi olan Türkiye ve İsrail’le birlikte uluslararası camianın bu olayı geride bırakmalarını sağlayacak çözüm yollarının araştırıldığı belirtiliyor. Gemi olayının ötesinde, Gazze’deki duruma kalıcı bir çözüm bulunması ve Gazze ve İsrail halklarının normal hayat koşullarına kavuşmaları gibi daha geniş sorunların var olduğu ifade edildikten sonra, uluslararası barış ve güvenlik için bu hususun önemi vurgulanıyor. Rapor, Panel’in bir mahkeme olmadığını kaydediyor ve hukuki analizlere çok fazla takılmanın politik bakımdan kilitlenmeye yol açacağı kanaatini dile getiriyor.

Okuyucuların şunu bilmesinde yarar var: BM İnsan Hakları Konseyi, Mavi Marmara (ve diğerleri) olayını, meselenin hukuki boyutunu, özellikle insan hakları ihlallerine ağırlık vererek inceledi ve İsrail’i ağır biçimde suçlayan raporunu tam bir yıl önce (27 Eylül 2010’da) yayımladı. Konsey’in raporunda (11. paragraf), Palmer Paneli’nin görevinin tamamen farklı ve politik nitelikte olduğu belirtildi ve şu ifadeye yer verildi: “Panel’in nihai hedefi, Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkileri, aynı zamanda, Ortadoğu’daki durumu olumlu biçimde etkilemektir.”

Panel’e politik bir görev verilmiş ve politik bir hedef gösterilmiş olduğu için, Panel’in iki üyesi devlet adamları arasından seçildi. Panel, hukuki durumu da gözönünde bulundurmakla birlikte, esas olarak, kendisine verilen politik görevi yerine getirmek üzere, siyaseten iki tarafın da kendi lehlerine kullanabilecekleri unsurlar içeren bir rapor hazırladı. Yani, uluslararası diplomatik uygulamanın yerleşmiş, bilinen bir yöntemini kullandı. Bütün bu hususlar gözönüne alındığında raporun geçersiz veya dengesiz olduğunu ileri sürmek bence yanlış. Aleyhinde birçok unsur içermesine rağmen, İsrail, raporu kabul etmiştir.

Bu durumda, Türkiye’nin gösterdiği tepkiyi anlamak zor. Panel’den istenen esas görevin yukarıda belirtilen politik niteliği ve amacı bilinmeden bu işe evet mi denmiştir? BM Genel Sekreteri gizli kapaklı işler çevirmiş ve Türkiye’yi aldatmış mıdır? Davutoğlu’nun, Panel’in görev yönergesini aştığı ve politik mülahazalarla hareket ettiği yolundaki şikâyeti, bu husus gözönünde tutularak değerlendirilmelidir. Kendisine verilen görev politik amaçlı olduğu için Panel’in politik mülahazalarla hareket etmiş olması normaldir.

Türkiye’nin Palmer Raporu’na verdiği tepkinin ciddi sonuçları olacaktır. BM Genel Sekreteri, Panel’in misyonu konusunda Türkiye’yi aldatmadıysa –ki buna ihtimal veremiyorum– tepkimizin Genel Sekreter ve BM ile ülkemiz arasında bir güven bunalımına yol açması kaçınılmazdır. İsrail ile ilişkilerin azaltılmasına, bazılarının sona erdirilmesine yönelik tedbirler, Türkiye’nin bölgede dengeleyici veya arabulucu olma imkânını ortadan kaldırmıştır. Doğu Akdeniz’de seyrüsefer güvenliğini sağlayacağız beyanı ise; PKK terörü, Kürt sorunu, Kıbrıs-AB krizi gibi ciddi sorunlarla uğraşan ülkemizi daha da zor durumlara sokar. Uluslararası Adalet Divanı’na başvurmanın olumlu sonuç vereceğinin de hiç bir garantisi yoktur.

Bu durumda, alınan tedbirlerin, İsrail’i hizaya getirmekten ve bölgede barış ve istikrara katkı sağlamaktan ziyade, iç politikada puan toplama ve Başbakan Erdoğan’ın Arap âlemindeki popülaritesini arttırma amacına yönelik olduğunu düşünenleri haksız görmek zorlaşmıştır.

Önemli bir nokta da, Davutoğlu’nun, bu olayın, Arap Baharı’nın İsrail aleyhine dönüşebileceği yolundaki talihsiz beyanıdır. Bütün dünya, Arap dünyasındaki ayaklanmaların istibdada, demokrasi ve hukuk yokluğuna tepki olduğunu görmüş ve bu haklı başkaldırıyı alkışlamıştır. Arap yöneticilerin baskıcı rejimlerini sürdürebilmek için İsrail faktörünü nasıl kullandıklarını bilmeyen yoktur. İsyancıların İsrail aleyhtarı gösterilere tevessül etmemeleri, müstebit, soyguncu güruhunun İsrail numarasının artık sökmediğinin işareti olarak görülmüştür. Şimdi Davutoğlu, Arap kitlelerini yeni müstebitlerin kucağına oturtabilecek şeyler söylemektedir.

Hükümetimiz, İsrail askerlerince öldürülen dokuz vatandaşımız için özür dilenmesini, İsrail’le ilişkilerin düzelmesi için temel şartlardan birisi olarak ortaya koydu, üzüntü beyanını yeterli bulmadı. Bu durumda insan, 1915’den itibaren öldürülen, dokuz değil yüz binlerce yaşlı, kadın, çocuk masum Ermeni vatandaşımız için özür dileyen vicdan sahibi insanları ağır biçimde suçlayanların nasıl olup da aynı iktidarın mensupları olduğunu anlayamıyor.

Taraf, 09.09.2011


Bu bölümdeki diğer içerikler için tıklayınız.