Gündem

 Deniz Feneri Balyoz Harekat Planı
 Demokratik Açılım İrtica Eylem Planı
 Siyasi Gündem Ergenekon
 Ekonomik Gündem 

 Gündem > Siyasi Gündem > Fransız parlamenterden Erdoğan'a yanıt

Fransız parlamenterden Erdoğan'a yanıt

Erdoğan'a Strasbourg'da dinî azınlıklarla ilgili yönelttiği soru karşısında "Türkiye'ye Fransız kalmakla" suçlanan Marland-Militello, Başbakan'ın yanıtını değerlendirdi.

 

Recep Tayyip Erdoğan'ın, Avrupa Konseyi dönem başkanlığını yürütmekte olan Türkiye’nin Başbakanı sıfatıyla Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi genel kuruluna hitaben yaptığı konuşma sırasında, Fransız parlamenter Muriel Marland-Militello’nun sorusuna verdiği yanıt hâlâ akıllarda. Erdoğan, kendisine dini azınlıkların haklarıyla ilgili soru yönelten Fransız parlamenteri, “Türkiye’ye Fransız kalmakla” suçlamıştı.

"Nezaket kurallarıyla uyuşmuyor"

Başbakan'ın yanıtını değerlendiren Marland-Militello'ya göre, Erdoğan'ın kullandığı üslup Avrupa Konseyi’nin nezaket kurallarıyla uyuşmuyor. Fransız parlamenter, "‘Fransız kalmak’ deyiminin Türkçe’deki anlamından ötürü Başbakan’ın yanıtının genelde Fransızlara karşı hoş olmadığını anladım. Pek kibarca bulduğumu söyleyemem. O an yanıt verme imkânım yoktu ama bu önemli değil, ziyanı yok. Fakat bu tavrın Avrupa Konseyi içinde hakim olan nezaket kurallarıyla pek de bağdaşmadığını söylemeden edemeyeceğim” dedi.

Erdoğan’a sadece Türkiye’de dini azınlıklara eşit muamele yapılıp yapılmadığını sorduğunu hatırlatan Fransız parlamenter, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanının Fransa’ya Fransız iç politikası hakkında “hakaret etmesine” ve Fransa’da dini özgürlüklere saygı duyulmadığı iddiasına da çok şaşırdığını söyledi.

Marland-Militello, “Bir Başbakanın bireyi ilgilendiren inanç özgürlüğü ile dinler için nötralite alanı olan kamusal alanı birbirine karıştırması beni çok şaşırttı” diye konuştu.

Anne tarafından İstanbul Ermenisi

Başbakan Erdoğan’la yaşadığı diyaloğa kadar Türk kamuoyu tarafından tanınmayan Marland-Militello’nın bir de sürprizi var: “Anne tarafından Ermeniyim. Adımız Selyan. Dedemin adı Selyan efendiydi. İstanbul’da, Kadıköy’de yaşarlardı. Dedemin bir halı fabrikası vardı. Özellikle Almanya’yla ticaret yapardı. 1915’e kadar İstanbul’da yaşadılar. Dedem sadece Türkçe ve Ermenice konuşurdu, Almanca da bilirdi.”

dw-world.de, 14.04.2011

Avrupa'ya rest çekti: Bu Fransız arkadaş Türkiye'ye de Fransız kalmış

Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi (AKPM) Genel Kurulu'na hitap eden Başbakan Erdoğan, konuşmasının ardından Avrupalı vekillerin sorularını yanıtladı. Erdoğan, oturumda bir parlamenterin sorusuna, “Halk isterse seçim barajını düşürürüz, size soracak değiliz” diye yanıt verdi. Erdoğan, Türkiye'deki dini özgürlükler konusunda soru yönelten bir vekil için ise, "Zannederim arkadaş Fransız. Ama Türkiye’ye de Fransız" dedi.

Frans ziyaretini sürdüren Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Strasbourg’daki Avrupa Konseyi binasında AKPM Genel Kurulu'na hitap etti.

Erdoğan, Türkiye'nin, 61 yıl önce bugün, 13 Nisan 1950'de Konsey'e üye olduğunu hatırlatan, Avrupa Konseyi ve Türkiye açısından son derece anlamlı bir yıl dönümünde genel kurula hitap ettiğini dile getirdi.

Hıristiyan dünyası ile İslam dünyasının birbirine bakışının, tarihsel süreçte büyük oranda Haçlı Seferleri ile şekillendiğini kaydeden Başbakan Erdoğan, yaklaşık bin yıl önceki bu karşılaşmaların, bin yıl boyunca önyargılara, yanlış anlamalara, bloklaşma ve kutuplaşmalara bir bahane ve bir gerekçe olarak görüldüğünü ifade etti.

HAÇLI SEFERLERİ

Bugün, Haçlı Seferlerinin bir başka boyutunu da görmenin ve Haçlı Seferlerini artık farklı şekilde değerlendirmenin önemine dikkat çeken Erdoğan, şöyle konuştu:

 “Haçlı Seferleri, iki kültürün, iki medeniyetin, iki dinin karşı karşıya gelmesinden ziyade, birbirini tanıması, birbirini anlaması ve birbirinden etkilenmesi sonucunu da doğurmuştur. Bilimde, sanatta, mimaride, dilde, musikide, günlük yaşam alışkanlıklarında, hatta yeme-içme kültürlerinin transferinde Haçlı Seferleri son derece etkili olmuştur. Bugün, Batı medeniyetinin temellerinde de Doğu medeniyetinin temellerinde de bu karşılaşmanın etkisini hiç kimse inkar edemez.

Haçlı Seferleri tarihi, sadece savaşlar, çatışmalar tarihi değil, aynı zamanda bir kültürel etkileşim, yakınlaşma, birbirini doğrudan tanıma tarihidir. Nitekim, birbiriyle savaşan ordular, savaşın hemen ardından ticari faaliyetlere başlamışlar, malların mübadelesi süreciyle birlikte kültürlerin mübadelesi sürecini de başlatmışlardır. Avrupa tarihi bundan hiç farklı değildir. Tarihi,  artık savaşlar, çatışmalar, kamplaşma ve kutuplaşmalar üzerinden okuyamayız. Tarihi savaşlar üzerinden okuyanlar, geleceği barış üzerine inşa edemezler. Haçlı Seferlerini derin hafızasından silemeyenler, kendi toplumlarına da bölgelerine de dünyaya da barış ve hoşgörü vaat edemezler.

Avrupa Konseyi ve Avrupa Birliği, bizatihi, tarihin kutuplaşmalar üzerine okunamayacağının en somut göstergesidir. Avrupa Konseyi ve Avrupa Birliği, bugün dünyanın özlemini duyduğu evrensel barış ve evrensel değerlerin iyi bir örneğidir. Tüm dünyanın gıpta ile izlediği bu oluşum, ortak değerleri, barışı ve evrensel değerleri daha da yücelterek, dünyaya ve insanlığa yol gösterici olmaya devam etmek zorundadır.”

“AVRUPA İÇİNDE KUTUPLAŞMA GİDEREK ŞİDDETLENİYOR”

Son dönemde, Avrupa içinde yükselen ırkçılığın, ayrımcılığın,  hoşgörüsüzlüğün, Avrupa halklarını tedirgin ettiğinden çok daha fazla, çevre coğrafyalardaki halkları tedirgin ettiğini ve kaygılandırdığını vurgulayan Erdoğan, “Üzülerek gözlemliyorum ki, Avrupa içinde kutuplaşma giderek şiddetlenmektedir. Bu durumun bazı ülkelerde artık devlet kademelerinde bile görülmesi, siyasi partilerin bu temelde prim yaparak oy kazanmaya çalışıyor olmaları, olayın vehametini artırmaktadır. Siyasetçinin mesuliyeti, bu tehlikeli gidişata engel olacak liderliği ve basireti göstermektir. Popülizm uğruna, oy alabilmek ve seçilebilmek hırsıyla, en temel insani değerlerin, en temel hakların, özgürlüklerin baskı altına alınması, sadece o ülkenin halkına değil,  tüm bir Avrupa'ya, bu geniş coğrafyaya yapılmış en büyük haksızlık ve kötülük olacaktır” ifadelerini kullandı.

“MÜSLÜMAN OLUP LAİKLİĞİ BENİMSEYEN TEK ÜLKE”

Erdoğan, yaptığı konuşmada, Türkiye'nin, bulunduğu coğrafya içinde halkı Müslüman olan ama laikliği benimsemiş yegane ülke olduğunu vurgulayan Erdoğan, “Fransa'dan uyarladığımız Laiklik, Türkiye'de on yıllar boyunca tartışılmış, yanlış uygulamalar nedeniyle özgürlükler üzerinde bir baskı aracı olarak kullanılmış, adeta demokratikleşme karşısında bir duvar olacak şekilde yorumlanmıştır. Uzun bir sürecin ardından Türkiye, özellikle de bizim iktidarımız döneminde, tüm bu tartışmaları geride bırakarak, İslam-laiklik-demokrasi gibi kavramların pekala bir arada varlığını sürdürebileceğini somut uygulamalarla tüm dünyaya ispat etmiştir” diye konuştu.

Başbakan Erdoğan, Türkiye'nin bu noktada, içinde bulunduğu coğrafya için son derece anlamlı bir model haline gelirken, laikliğin Avrupa'da yeniden tartışılıyor ve özgürlükleri kısıtlamanın bir aracı haline dönüştürülüyor olmasının ironik olduğunu ifade eti.

Başbakan Erdoğan, şunları kaydetti:

“Tarihin hiçbir döneminde ve hiçbir yerde, inançlara, kültürlere,  kimliklere yönelik baskı ve sindirme sonuç getirmemiştir. Dini hoşgörüsüzlük,  artık yerini bütünüyle tartışmasız bir hoşgörüye bırakmak zorundadır. Dini hassasiyetleri, özgürlükleri, gerilim ve çatışma noktalarını, önyargı ve ön kabulleri, siyasi bir rant aracı olarak görmek son derece tehlikelidir.

Avrupa Konseyi'nin savunuculuğunu yaptığı demokrasi, insan hakları,  hukukun üstünlüğü gibi evrensel değerlerin önemi bugün her zamankinden daha fazla artmıştır. Hakların, özgürlüklerin ve yaşam standartlarının yükseltilmesi beklentisi, bugün artık Avrupa sınırlarını aşmış, çok geniş bir coğrafyada yankılanır hale gelmiştir. Küreselleşen bir dünyada, yalıtılmış huzur adacıkları oluşturmanın mümkün olmadığını görmek durumundayız. Sermayenin sınır tanımadığı bir dünyada, sorunların da sınır tanımadığını görmek durumundayız. Bir kesimin sınırsız ölçüde zenginleştiği, refahını artırdığı, yaşam standartlarını yükselttiği; bunun karşısında bir başka kesimin giderek yoksullaştığı,  umutsuzlaştığı bir dünya, yaşanabilir bir dünya değildir, bu sistem sürdürülebilir bir sistem değildir.”

Kendi içine kapanan bir Avrupa'nın, evrensel değerlerden, evrensel insan hak ve özgürlüklerinden bahsedemeyeceğini vurgulayan Erdoğan, “Hatta bunu kendisi için bile temin etmekte güçlük çekmeye başlayabilir. Bugün, Ortadoğu ve Kuzey Afrika'dan yükselen özgürlük ve hak taleplerine, Avrupa kulak tıkayamaz.  Demokrasiye, temel hak ve özgürlüklere, sadece bir kesimin layık olduğunu iddia etmek, demokrasiyi kimi toplumlar için 'henüz erken' görmek, en az ırkçılık kadar tehlikelidir. Ne yazık ki bugüne kadar, Ortadoğu ve Afrika'ya bakıldığında, yerin üstündekiler değil, yerin altındakiler görülmüştür. Eğer 'evrensel değerler' diyorsak, eğer 'insan ve insan hakları' diyorsak, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’dan yükselen haykırışları duymak ve en güçlü şekilde desteklemek zorundayız. Hiçbir hesap yapmadan, çıkar kaygısına kapılmadan, farklı arayışlara girmeden, oradaki insan gerçeğini görmek zorundayız. Artık Ortadoğu ve Kuzey Afrika'ya bakınca, petrol kuyuları görmekten vazgeçip, yaşanan trajedilere odaklanmak durumundayız”  diye konuştu.
        
“YENİ AFGANİSTANLAR, YENİ IRAKLAR GÖRMEK İSTEMİYORUZ”

“Orta Doğu'da demokrasinin hakim olamayacağı” yönündeki zihniyetin yıkıldığını belirten Başbakan Erdoğan, kültürel ayrışmayı, özellikle de medeniyetler çatışmasını savunan tezlerin çöktüğünü ifade etti.

Etnik, mezhepsel ve dini ayrılıkların ortaya çıkmasının veya ülkelerin toprak bütünlüğünün zarar görmesinin, yaşananların ruhuna ve esasen halkların iradesine aykırı olduğunu vurgulayan Erdoğan, yakın coğrafyada yeni şiddet ve çatışma alanları görmenin, arzu ettikleri en son şey olduğunu dile getirdi.
Halk hareketlerinin meşruiyetinin korunması bakımından, dışardan askeri müdahalede bulunulmamasının ve müdahalenin tamamen insani boyut taşımasının son derece önemli olduğunu kaydeden Başbakan Erdoğan, şunları söyledi:

“Biz, Ortadoğu ve Afrika'da, yeni Afganistanlar, yeni Iraklar görmek,  bunları yaşamak istemiyoruz. Afganistan, Irak, Filistin'de yaşananlar, bölge insanının ruhunda olduğu kadar, insanlık vicdanında da derin yaralar açmıştır.  Zedelenen adalet duygusu, kutuplaşmaya zemin hazırlamıştır. Libya'da ve son günlerde Filistin'de yaşanan olaylara, Avrupa'nın vicdan ölçeğiyle bakmasını, evrensel değerlerden, insanlık değerlerinden yola çıkarak gelişmeleri değerlendirmesini arzu ediyoruz. Bu süreçte, Avrupa Konseyi’nde oluşturduğumuz ortak değer ve normların, yakın çevremizdeki komşularımızla paylaşılması hayati derecede önemlidir.

Konsey'in gelişmelere zamanında tepki verebilmesi isabetli olmuştur.  Tunus'taki gelişmeler üzerine Bakanlar Komitesi Dönem Başkanı olan Dışişleri Bakanımızla birlikte Genel Sekreter Jagland bu ülkeyi ziyaret etmiştir. Ayrıca, Avrupa Komisyonu Parlamenterler Meclisi Başkanı'nın temasları, demokratik dönüşüm sürecini gerçekleştirmeye çalışan Tunus için son derece faydalı olmuştur. Mısır'da anayasal bir demokrasiye geçişin tüm bölge için önemli olduğuna inanıyor, iktidarın en kısa zamanda sivil bir yönetime devredilmesini destekliyoruz. Libya'da, 1970 ve 1973 sayılı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Kararları'na destek veriyoruz. Bu kararların, Libya'nın toprak bütünlüğünü, Libya halkının huzur, güvenlik ve refahını garanti altına alacak şekilde uygulanması önem taşıyor.”
        
“ROL KAPMA YARIŞINDA DEĞİLİZ”

Benzer şekilde, Bahreyn'deki gelişmeleri de yakından izlediklerini anlatan Başbakan Erdoğan, gerginliğin azaltılması için bölgedeki tüm taraflarla yoğun bir temas trafiği yürüttüklerini ifade etti. Erdoğan, bölgenin istikrarı açısından büyük öneme sahip Suriye, Yemen ve Ürdün'de yoğunluk kazanan halk hareketlerinin de bir an evvel itidal ve sağduyuyla sonuçlanması için gerekli girişimlerde bulduklarını söyledi.

Türkiye'nin, tüm bu coğrafyada, her ülkeyle her etnik ve inanç grubuyla iletişim kurabilen, çözüm geliştirebilen, barış ve uzlaşma çabalarında aktif rol alabilen bir ülke olduğuna dikkati çeken Erdoğan, Avrupa Konseyi'nin kurucularından ve Avrupa Birliği ile katılım müzakerelerini yürüten bir ülke olarak, bunlarla birlikte yakın coğrafyasıyla tarihi ve kültürel bağlara sahip bir ülke olarak, bölgede huzur, barış ve istikrar için yoğun gayret sarf ettiklerini dile getirdi.

Erdoğan, şunları kaydetti:

“Taraf tutmuyoruz, çıkar peşinde, rol kapma yarışında değiliz. Aktif ve ilkeli dış politikamızla, sadece ve sadece bölgenin huzur, barış ve istikrarı için çözümler üretmeye çalışıyoruz. Türkiye, bölgesel barış için çok önemli bir imkandır. Son gelişmeler ve bu gelişmelerde Türkiye'nin izlediği ilkeli dış politika, ülkemizin Avrupa Birliği için ne denli önemli olduğunu bir kez daha ortaya koymuştur. Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne üyeliği kimi ülkelerde iç politika malzemesi yapılmayacak, seçimlerde istismar aracı olarak kullanılamayacak kadar hayatidir. Sadece Ortadoğu ve Kuzey Afrika değil,  Balkanlar ve Kafkasya başta olmak üzere, Avrupa'nın güvenliğini, refahını ilgilendiren her coğrafyada, Türkiye inisiyatif alma potansiyeline sahiptir.

Şunu da hatırlatmak isterim; Türkiye, son küresel finans krizini başarıyla atlatmış, ekonomisi 2010 yılında yüzde 8,9 oranında büyüme kaydederek,  Avrupa'da ve OECD ülkelerinde en hızlı büyüyen ülke olmuştur. 736 milyar dolarlık milli geliriyle, Türkiye şu anda dünyanın 17. ve Avrupa'nın 6. büyük ekonomisi konumundadır.”

“TÜRKİYE'NİN AB'YE, AB'NİN DE TÜRKİYE'YE İHTİYACI VAR”

Türkiye'nin, zorunlu olmadı halde, dört Maastricht kriterinden ikisi olan  'bütçe açığı' ve 'borç yükü' kriterlerini karşıladığını hatırlatan Erdoğan,  Türkiye'nin bu iki göstergede Avrupa'nın birçok ülkesinden daha iyi konumda olduğuna vurgu yaptı.

Başbakan Erdoğan, böyle bir Türkiye'nin, yapay bahanelerle, popülist gerekçelerle engellenmesi ve müzakere sürecinde önüne yeni engellerin çıkarılmasının anlaşılabilir olmadığını dile getirdi. Erdoğan, şöyle konuştu:

“Türkiye güçlü bir ülkedir. Türkiye, her meselede çözüm isteğini ve iradesini güçlü şekilde ortaya koymuş bir ülkedir. Bugün çok daha net olarak tekrar söylemek durumundayım ki Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne, Avrupa Birliği'nin de Türkiye'ye ihtiyacı vardır. Türkiye'yi farklı şekilde değerlendiren, kendi ikbal ve iktidar hırsı için Türkiye'nin üyeliğini tartışma konusu yapanlar,  Türkiye'ye değil, kendi ülkelerine, Avrupa değerlerine ve kendi halklarına haksızlık ederler. Esasen, tek başına Türkiye'nin Avrupa Komisyonu'na katkıları ve içinde yer aldığı Gümrük Birliği bile Avrupa için önemini tartışmaya mahal bırakmayacak derecede ispat etmiştir. Bu bakımdan, biz Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliğine, hakkaniyet ve vicdan ölçüsüyle bakılmasını bekliyor, verilen sözlerin tutulmasını istiyoruz.”

Türkiye'nin, 2002 sonundan itibaren Ak Parti Hükümetiyle birlikte,  özellikle demokratikleşme noktasında tarihi reformları gerçekleştirdiğini kaydeden Erdoğan, “Hükümetimiz, yasaklar, yolsuzluk ve yoksullukla mücadeleyi kendisine ilke edinmiştir. Hükümetimiz, yasaklarla mücadeleyi öncelikli bir alan olarak görmüş, 8,5 yıl boyunca hak ve özgürlükler en geniş anlamda güçlendirilmiştir. 8,5 yıl önce inkar edilen, telaffuz edilmesinden dahi korkulan, gündeme dahi getirilmeyen bir çok konu, bugün Türkiye'de serbestçe konuşulmakta ve tartışılmaktadır” diye konuştu.

Bu süreçte işkenceye sıfır tolerans gösterildiğini, ifade özgürlüğünün önündeki engellerin tek tek kaldırıldığına dikkati çeken Erdoğan, “Son haftalarda, basın üzerinde, ifade özgürlüğü üzerinde baskı, kısıtlama, yasaklama olduğuna dair iddialar, açık söylüyorum, gerçeği yansıtmıyor. Şu kadarını söylemeliyim ki 8 yıl öncesine kadar, demokrasi dışı odaklardan, özellikle çetelerden ve mafyadan talimat alarak manşet atan, yazı yazan bazı basın-yayın organları, bugün tamamen özgür ve serbest biçimde yayınlarını sürdürmektedir. Herkes, özgürce, serbestçe eleştirilmekte; anlaşmazlıklar ise tamamen hukuk çerçevesinde ele alınmaktadır. Bazı tutuklama ve gözaltıların, Avrupa'da basın özgürlüğüne müdahale olarak algılandığını biliyoruz ama Avrupa'da, darbelere çanak tutan, darbeleri teşvik eden gazete ve gazetecilerin olmadığını da hatırlatmak isterim” dedi.
        
HAPİSTEKİ GAZETECİLER İÇİN AVRUPA KOMİSYONU'NA DAVET

Şu anda Türkiye'de, tutuklu ve hükümlü olarak 26 gazetecinin hapiste olduğunu belirten Başbakan Erdoğan, bu gazetecilerden hiç birinin, gazetecilik faaliyetinden dolayı tutuklu olmadığını ifade etti. Erdoğan, son dönemde yaşanan gelişmelere ilişkin haberleri, Avrupa'nın ve Avrupa kurumlarının, belli odaklardan, belli çevrelerden değil, daha objektif kaynaklardan edinmesini ve değerlendirmelerini de ona göre yapmasını temenni etti.

Başbakan Erdoğan, “Az önce Genel Sekreter Jagland ile bu konuyu görüştük ve kendilerinden şunu rica ettim; yardımcınızı ya da yardımcılarınızı, elemanlarla ülkemize gönderin. Yerinde gelip bazı incelemeleri kaynağında yapsınlar. Oradan tespit etsinler. Bu, kaynağında yapacakları araştırmalarla bunun böyle olmadığını göreceklerdir. Bunların suç örgütleriyle nasıl ilinti halinde olduklarını göreceklerdir. Dolayısıyla bunu gördükleri zaman öyle zannediyorum ki size gelecek olan bilgiler çok daha farklı olacaktır” dedi.

Bölgedeki köklü değişimlerin Avrupa kıtasına büyük sorumluluklar yüklediğini vurgulayan Erdoğan, demokratik değişimin, demokrasinin, insan haklarının ve hukukun üstünlüğünün tarafında olmanın önemine değinerek,  çatışmanın, baskının, şiddetin, zulmün tarafında değil; hakkın, adaletin, uzlaşmanın, yanında olunması gerektiğini dile getirdi. Erdoğan, başta Avrupa Konseyi ve üye ülkeleri olmak üzere tüm uluslararası camianın bu ilkeler etrafında kenetleneceğine inandığını söyledi.

SORU-CEVAP BÖLÜMÜ

Başbakan Erdoğan, Genel Kurul'a hitabının ardından parlamenterlerin çeşitli konulardaki sorularını yanıtladı.

Soru: Türkiye'nin Akdeniz'de ve Filistin'de oynaması gereken önemli rol nedir?

- Her şeyden önce Akdeniz havzasında önemli bir tarihe kültüre, birliğe sahip ülkeler bulunuyor. Burada dayanışma içersinde olacağımız ülkeler birinci derecede Avrupa Konseyi üyesi ülkeler, ikinci derecede, konsey üyesi olmayıp değişik uluslararası konsey üyeleri olan ülkeler olacak.

- Son olarak K. Afrika ve Ortadoğu’daki sorunların çözülmesinde, bu ülkelerin sıkıntıları aşmak için aktif rol almaları lazım. Bu son yıllarda yapılamadı. Libya’da BM kararlarıyla atılan adımlar, bu bölgedeki ülkelerin birinci derecede rol oynamasını sağlayarak güçlendirdi. Bizim teklifimiz şu oldu. NATO, burada rol almalı, yanına, Arap Birliği, Afrika Birliği’ni almalıyız, İslam örgütünü almalıyız, hatta Körfez işbirliği örgütünü almalıyız. Ve burayı Irak veya Afganistan gibi bir çözüme taşımamalıyız.

- Şu an Libya için görev üstlendik ve görev bilinciyle sürdürüyoruz. NATO’nun verdiği görev kapsamında insani yardımı sürdürüyoruz. Kasım ayında görevi devralacağız. Tüm Akdeniz ülkeleri olarak geleceği barış için tesis edelim diye düşünüyorum. Sonrası ekonomimizdir. Görevimiz bellidir. Filistin için de aynı şeyler geçerli. Aynı şekilde bölgedeki ülkelerin rol alması gerektiğini düşünüyorum. Türkiye’nin buralarda bir çıkarı yok. Bundan sonra da rol almaya devam ececeğiz.

Soru: Basın, ifade özgürlüğünden bahsettiniz, acaba yargıdaki bazı kurumlar  ifade özgürlüğünü kısıtlama amaçlı kullanılıyor mu? Orhan Pamuk'un devlete karşı hiçbir eylemi olmamıştır. Aynı durumda olan başkaları da var ama onlar bugün cezalandırılıyorlar ve ifade özgürlüğü sınırlandırılıyor.

- Ben değerli dostuma şunu söylemek isterim. Yargıya bir suç duyurusunda bulunduğu zaman yargı araştırmış ve iş olumlu bir şekilde sonuçlanmıştır. Diğerlerinde ise, belirttiğim gibi yazılarından dolayı değil, çeşitli suç örgütleri ve darbecilerle olan ilişkileri nedeniyle bir yargı süreci söz konusudur. Yargı tarafından değerlendirildiği için, yürütme söz konusudur. Gereği yapılmış, tutukluluk sürecinde ise daha yeni belgelerin ortaya çıktığını yargının yaptığı açıklamalardan duyuyoruz. Temenni ederim ki, böyle şeyler çıkmasın. Ancak şunu söylemeliyim ki, uzun süreli tutukluluk konusunda rahatsızlığımız var, en kısa zamanda çözümlenmesini istiyoruz.

"İMAMIN ORDUSU KİTABI"

Soru: Kadın teşkilatına değindiniz ama heyetinizde hiç  kadın olmadığını tespit ediyorum. Umarım gelecek sefer heyetinizde kadınlar da olur. Basın özgürlüğünün önemini vurguladınız. (İmamın Ordusu) kitabı sansüre uğradı ve Ahmet Şık isimli gazeteci tutuklandı. Bunun sebebini bize açıklar mısınız? Yayından önce önce yapılan sansürün ve yazarının tutuklanmasının sebebini açıklar mısınız?

- Öncelikle alkışlayanlara çok teşekkür ediyorum. Çünkü bizi  alkışlıyorlar, sağ olsunlar. Bir diğeri heyetimizde bayan arkadaşlarım burada.  Ben bugün buraya sadece şahsım ve iki bakan arkadaşımla geldim. Bayan  milletvekili arkadaşlarım da konsey üyesi olarak buradalar. Bir şey çok önemli...  Dedim ya önyargılardan arındırılmış bir yapı çok çok önemli. Az önce sorduğunuz  kitapla ilgili, bu kitapları toplatan ben değilim. Bu basılmamış kitapla ilgili  bu tutuklanan medya mensuplarının belge, bilgileri değimiz olay var ya, işte bu  belge ve bilgiler ardından neyin geldiğini gösteriyor ki yargı, yürütmeye 'burada  şöyle bir hazırlık var, hemen siz bu hazırlığın üzerine gidin' diyor ve o  hazırlığın üzerine gidildiğinde ortaya bu çıkıyor.

- Bombayı kullanmak suçtur ama bombanın hazırlanmasındaki malzemeleri  kullanmak da suçtur. Diyelim ki bir yerde bombanın kullanılmasında ne varsa,  fitilinden ta diğer maddelerine varıncaya kadar ne varsa bunun ihbarı gelmişse,  güvenlik güçleri gidip bunları toplamaz mı, almaz mı? Çünkü bu da bir suç teşkil  etmektedir. Gider onları alır. Burada da eğer daha önce gelmiş belgeler ve  bilgiler içerisinde bu tür hazırlıkların olduğu varsa, yargı da bununla ilgili  kararını vermiştir ve güvenlik güçlerimizden 'şu adreste böyle bir hazırlık  vardır, gidin bu hazırlığı alın gelin' demiştir. Bu hazırlık daha sonra internet  sitelerine kitap olarak adeta girmiştir ve internet sitelerinde de bunun içinde  neler olduğu ortadadır. Bu gerçekleri herhalde görmek isabetli olacaktır diye  düşünüyorum. Bu, yürütmenin yapmış olduğu bir eylem değil, yargının almış olduğu  bir karardır. Burada şunu söylemek zorundayım, hep işimize geldiğinde bağımsız  yargıdan bahsediyoruz, bağımsız yargıyı her yerde savunuyoruz ama Türkiye'ye  gelince, Türkiye'de bağımsız yargı istemiyorsunuz. Ya? Yürütmeye bağımlı bir  yargı istiyorsunuz. Kusura bakmayın yürütmeye bağımlı bir yargı yok. Bağımsız bir  yargı var, bağımsız yargı da görevini yerine getiriyor. Olayın aslı budur.”

"SEÇİM BARAJINI SİZE SORACAK DEĞİLİZ"

Soru: Ben Avrupa solundanım. Sizi  kutlamak istiyorum, Türk hükümetinin hem Türkiye'de hem de uluslararası  platformda yaptıklarından dolayı. Demokratik değişimden yana olduğunuzu  söylediniz. Ancak buna saygılıysanız neden Türkiye'deki seçim yasasındaki yüzde  10'luk barajı indiremediniz?

- Önce ben de size çok teşekkür ediyorum. Benim savıma, tezime  katılmayabilirsiniz. Ben sizin tezime katılmanızı zaten beklemiyorum ama buna  saygı duyarım. Ben şiir okuduğum için hapse girmiş bir liderim. 4 ay gittim  hapiste yattım. Çıktım ondan sonra partimizi kurduk ve seçim kazandık. 8,5 yıldır  da halkımın büyük teveccühü ile iktidardayız. Bunun en güzel değerlendirmesini  halk yapıyor. Halkım bu değerlendirmeyi bu şekilde yaptığına göre demek ki burada  bir incelik var. Yüzde 10 barajını koyan benim partim değil, biz de yüzde 10  barajıyla geldik. Biz geldiğimizde bu baraj vardı. Partimizi kurduk ve 16 ay  sonra da iktidar olduk. Bu bir gerçeği gösteriyor, bu kadar kısa zamanda böyle  bir parti yüzde 10 barajına rağmen nasıl oldu da Türkiye'de iktidar oldu?

Biz sol kanatta ve sağ kanatta veya uçlarda kalmadık. Biz Türkiye'de  merkez siyaset yaptık ve halkımızın tamamını kucakladık. Türküyle, Kürdüyle,  Lazıyla, Çerkeziyle, Gürcüsüyle, Abhazasıyla, Romanıyla hepsini kucakladık. Ama  bakın ben şu anda Fransa'da Romanların buradan ihraç edildiğini, kovulduğunu  görüyorum. Demokrasi bu mu? Fransa'da şu anda kişisel inanç özgürlüklerine  saygının olmadığını görüyorum. İnanç özgürlüğü bu mu? Türkiye'yi bu noktada  yargılama gayreti içerisine girenler, önce kendilerine bir baksınlar, kendilerini  önce bir değerlendirsinler. Ondan sonra da bizi yargılasınlar.

Yüzde 10 barajını indirmek veya indirmemek demokrasi ile ilintili bir  konu değildir. Şu anda Avrupa'da yüzde 8, yüzde 7 barajı da var, olabilir. Ama  biz ülkemizin istikrarı için, güveni için böyle bir adımı devam ettirme kararı  almışız. Halkımızda da bunun karşılığı var. Çünkü bizden önce tek başına  iktidarların olduğu dönemde Türkiye'nin çıtası hep yükselmiş, koalisyon  hükümetlerinin olduğu dönemlerde de hep gerileme dönemi başlamıştır. Biz şu anda  bir yükselişin içerisindeyiz. Ülkemize yeni sıkıntılar yaşatmak istemiyoruz. Yeri  geldiği zaman bu barajın biraz düşürülmesi gerekirse onu da yine halkımızla  müzakeresini yaparız ama onu size soracak değiliz. Halkımızla müzakeresini  yaparız, halkımızla da kararını veririz. Halkımız bize 'indirin' diyorsa  indiririz. Halkımız bize 'böyle devam edin' diyorsa böyle devam ederiz. Kararını  verecek olan 74 milyonluk Türkiye'dir. Bu bakımdan değerlendirmenizi istiyoruz. Çünkü biz şu anda geldiğimiz yerlere kolay gelmedik, bunun çok bedelini ödedik, yeni bedeller de ödemek istemiyoruz. En ileri demokrasiyi de Türkiye yakalıyor. Örnek bir ülke olma mücadelesini de sürdürüyor. Parti ise bizde parti var, seçimse en geniş anlamda seçim var. Biz de hiçbir partiye yasak yok, isteyen  istediği zaman istediği gibi partisini kuruyor. İstediği gibi seçimlere giriyor  ama bir etnik parti değiliz, bölgesel parti değiliz. Ülkemizin tamamında varız,  tüm insanlarına hitap ediyoruz. Bu şekilde de mücadelemizi tamamıyla bir  kriterler içinde sürdürüyoruz.

"ARKADAŞ TÜRKİYE'YE DE FRANSIZ"

Fransa'daki iktidar partisi Halk Hareketi Birliği’nden (UMP) Muriel Marland-Militello'nunsorusu: Bütün dini azınlıkların eşit olarak ibadet yerlerine erişim haklarının, dinlerini ifade etme haklarını yaşayabilmeleri için  bize nasıl bir güvence getirebilirsiniz?

- Sizi ben Türkiye'ye davet etmek isterim. Türkiye'yi yakından  takip etmiyorsunuz. Duyduklarınızla hareket ediyorsunuz. Zannediyorum,  arkadaşımız Fransız mı? Ama Türkiye'ye de Fransız... Biz de böyle güzel bir söz  var: Türkiye'ye çok Fransızsınız.

Ortodoks Patriği seçilmesi Lozan Anlaşması'na göre Sensinot Meclisi'nde yapılır. Sensinot Meclisi, Lozan Anlaşması'na göre TC vatandaşı olmak  durumundadır. TC vatandaşı olmadığı halde şu andaki Ortodoks Patriğinin seçimine  biz göz yumduk. Ben bundan önceki Başbakan değerli dostum Karamanlis'e şunu  söyledim: 'Söyleyin, müracaat etsinler. Vatandaşlığa alalım, Lozan'ı çiğniyorlar,  Lozan'ı çiğnetmeyelim.' O dönem olmadı. Şimdi değerli dostum Yorgo'ya da aynı  şeyi söyledim, 'Bunları vatandaşlığa alalım, bu işi meşrulaştıralım.' Daha sonra  bunu Patriğe de söyledim. 'Lütfen müracaat etsinler, bunları vatandaşımız  yapalım.' Sonunda müracaat ettiler, şu anda bizim vatandaşımız durumundalar.

Bununla kalmadık. Dediler ki 'Sümela Manastırı'nda ayin yapmak  istiyoruz.' 'Hay hay' dedim. Geçen yıl Sümela Manastırı'nda gittiler Sayın  Patrik, tüm heyetiyle beraber, yaklaşık 3 bin kişi filan orada ayinlerini  yaptılar. Aynı şekilde Tarsus'ta Alman dostlarımız bizden ricada bulundular. 'Her  yıl burada ayinlerinizi yapabilirsiniz' dedik. Onların bu şekilde önünü açtık,  onlar orada ayinlerini yapıyorlar. Aynı şekilde Van'da Ermeni Ortodoks Kilisesi  yıkılmak üzereydi. O kiliseyi kendi kasamızdan restorasyonunu yaptırmak suretiyle  orayı da ibadete açtık. Daha başka örnek vereyim mi? Ülkemizde bulunan ne kadar  farklı dini azınlık varsa hepsinin ibadetini yapma noktasında garantisi benim,  sigortası benim. Hepsi ibadetini rahatlıkla yapar. Onların sigortası  durumundayız. Bizim iktidarımız bunu başarmıştır. Kimse bu noktada 'biz  ibaretimizi yapamıyor durumdayız' diyemez. Eğer derse, hakikaten bize karşı bu  saygısızlık olur. Kim diyorsa haberim olsun, bizzat ilgileneceğim, bizzat takip  edeceğim. Bu kadar açık konuşuyorum.

ERMENİSTAN PROTOKOLLERİ

Soru: Türkiye Ermenistan'la protokol imzaladı. İmzanızın anlamı nedir? Eğer sınırların açılmasını doğrudan Yukarı Karabağ ihtilafının çözülmesine bağlarsanız bu protokol ne işe yarar? Bu sınırın açılmaması sizi taraf haline getirmiyor mu? Kars'taki, halklar arasındaki dostluğu simgeleyen bazı anıtların kaldırılmasını nasıl açıklıyorsunuz?”

- Şimdi bir defa sınırın kapalı tutulması veya açılması konusuyla ilgili  olarak biz burada Ermenistan halkının hak ve hukukunu koruma noktasında bizim  kendi taahhütlerimiz var. Ve biz dost, kardeş Azerbaycan halkının hakkını ve  hukukunu da Ermenistan'a yediremeyiz bu kadar açık konuşuyorum. Protokolde zaten  hedeflenen de budur. Önce bu adımların atılması lazım, bu adımlar atıldığı anda  da biz kapıları açmaya hazırız. Onun için Minsk üçlüsünü biz sürekli olarak hep  göreve davet ettik. Minsk üçlüsü bu görevini yerine getirsin. Ve onlar bu görevi,  Amerika, Rusya, Fransa, yerine getirdiği anda çözüme ulaşırız. Ama onlar bu  görevi yerine getirmediği takdirde tabii ki bu süreç zorlaşıyor.

Şu anda benim ülkemde 70 bin civarında Ermeni vatandaşım var. Ama bunların yanında  vatandaş olmayan 40 bin civarında da Ermeni var. Biz bunları ülkemizden Ermenistan'a geri göndermiyoruz. Bunları ülkemizde şu anda tutuyoruz.  İstesek gönderebiliriz. Niye? Çünkü imkansızlıkları sebebiyle bizim ülkemize  geldiler. Ve şu anda ülkemizdeler. Öyle zannediyorum ki belki bunları da  bilmiyorsunuz. Bunları da bilmenizi istiyorum. Ve biz protokolü yaparken buradaki  soruna çözüm bulmak için bu adımı attık. Ama ben de görüşmelerin belli noktasına katıldım, fakat bakıyorum ki Ermenistan yönetimi bu noktada diasporaya karşı çok  ciddi bir ürkeklik içerisinde. Bizim ise kimseden bir ürkekliğimiz söz konusu  değil. Eğer Ermenistan yönetimi Ermeni diasporasına karşı bu ürkekliğini  atabilirse öyle zannediyorum ki bu işi çözmek daha kolay olacaktır. Bu yapıldığı  zaman hemen kapılar da açılır, çözümler çok daha süratle gelişebilir. Yoksa bizim  Ermenistan'a karşı kin ve nefret gibi bir şeyimiz, duygumuz söz konusu değildir.  Bunu da hatırlatmak isterim.

ENTEGRASYONA EVET, ASİMİLASYONA HAYIR

Soru. Sizin kültürel asimilasyon ve entegrasyonla ilgili düşüncelerinizi sormak istiyorum.

- Ben kendi vatandaşlarıma şunu söylüyorum, dün akşam da Fransa’da yaşayan vatandaşlarıma şunu söyledim; Fransa'da bir defa entegrasyonu sağlamalısınız. Entegrasyon noktasında en ufak bir sıkıntı olmamalı hem Fransız halkı açısından hem de sizin buradaki yaşam koşullarınız açısından. Bu Almanya’daki vatandaşlarımız için de aynı. Orada bizim 2 milyon 700 bin vatandaşımız var. Entegrasyon noktasında hep teşvik ediyoruz, ben de, bakan arkadaşlarım da, milletvekili arkadaşlarım da. Ama kültürel noktada asimilasyona gelince onun karşısındayız. Ne biz kendi ülkemizdeki farklı ülkelerin veya farklı dinlerin, farklı milletlerin insanlarını asimile etmeye çalışırız ne de kendi insanımızın farklı ülkelerde asimile edilmesi çalışmalarına sıcak bakarız. Bunu yanlış buluyoruz.

Soru: Ülkenizin bölgedeki güçlü etkisini ve Avrupa Birliği adaylığını da dikkate alarak, acaba biraz daha açıklar mısınız, Türkiye kendi başına ve başkalarıyla işbirliği içinde Ortadoğu'da demokrasiyi hangi adımlarla gerçekleştirecektir?

- Son referandum olayıyla 12 Eylül 2010, biz bir söylemi öne çıkardık, bu  da ileri demokrasi söylemiydi. İleri demokrasi için de Türkiye atılması gereken  adımları önce 26 maddede yapmış olduğu anayasa değişikliği ile atmış bulunuyor.  Fakat bu yeterli değil. Şimdi 12 Haziran'da bizde genel seçimler var, bu genel  seçimlerden sonra daha köklü bir anayasa değişikliği ile bir sürecin içerisine  gireceğiz. Ve bu sürecin içerisinde bir şeyi özellikle vurguluyoruz, o da şudur;  demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti içerisinde özellikle etnik ayrımcılığa  kesinlikle yer verilmemesi, bölgesel ayrımcılığa asla yer verilmemesi, dinsel  ayrımcılığa, ki bunları biz kırmızı çizgilerimiz olarak görüyoruz. Etnik  milliyetçiliğe karşıyız, bölgesel milliyetçiliğe karşıyız, dinsel milliyetçiliğe  karşıyız. Dönemimizde, şu 8, 8.5 yıllık iktidarımızda bunu gerçekleştirmenin de  mutluluğu içerisindeyiz. Türkiye bu değişimi bu dönüşümü yaşıyor.

Tabii bölgede bir çok ülkeler artık bizimle farklı iletişim içerisine  girdiler. 'Siz bunu nasıl gerçekleştirdiniz, bu kurumsallaşmayı nasıl yaptınız?', özellikle 'AK Parti modeli nedir, bunu bize anlatır mısınız?' ve bunun için  bizden gelip eğitim alanlar var. Biz kendilerine bu süreç içerisinde parti  çalışmalarımıza yönelik eğitimler veriyoruz. Çünkü Ak Parti olarak bölgede sadece  ana kademesiyle değil, kadın kollarıyla, gençlik kollarıyla örgütlenmesini 780  bin kilometrekarelik vatan topraklarında gerçekleştirmiş bir partiyiz. Yani  kapalı toplum anlayışıyla çalışan bir siyaset değil, açık toplum ve 780 bin  kilometrekareye hitap eden ve bunu sadece televizyon ekranlarında veya yazılı  medyada yapan bir anlayış değil, yüz yüze yapan ki ben bir genel başkan olarak,  bir başbakan olarak ülkemin dört bir yanını tek tek, en az gittiğim ile iki kez,  üç kez gitmişimdir. Gidip oralarda ilçeleri dolaşan, dolaşabilen, halkının  arasında bulunan bir liderim. Böyle yürüttüm, bundan sonra da aynı şekilde bunu  yürütmeye devam edeceğiz. Şimdi bu seçimlere girerken de aynı anlayışla  giriyoruz.

Şehirlerimizi marka şehirler haline getirmek için kentsel dönüşüm  değişimleri yaparken insanımızı öne çıkaran devleti arka plana alan bir anlayışla  bu süreci işletirken eğitimi, sağlığı, adaleti, emniyeti öncelikli adımlarımız  olarak gördük. Bu süreçte de gerek Ortadoğu ülkeleriyle gerek Balkanlar'da bu adımları  atıp tabii ki dayanışma içerisinde olmamız gereken ülkeler var. Onlarla da bu  dayanışmaları zaman zaman gerçekleştiriyoruz. Bu konuda da herhangi bir  kesinlikle ön yargımız yok. Yeri geldiğinde Amerika'yla yeri geldiğinde Rusya'yla  yeri geldiğinde İngiltere'siyle, Hollanda'sıyla aklınıza ne gelirse Ortadoğu'da  Suudi Arabistan'ıyla, Körfez ülkeleriyle hepsiyle bu tür görüşmeleri yapabilen  bir ülke konumundayız. Bundan sonra ki süreçte de bu aynı birliktelik içerisinde  bölge barışına, dünya barışına katkıda bulunmanın gayreti içerisinde olacağız.

Hürriyet, 13.04.2011


Bu bölümdeki diğer içerikler için tıklayınız.