Avrupa Birliği > AB süreci topluma mal edilmeli

Müzakere sürecinde Türkiye - 2

Türkiye toplumu AB sürecinde ilk kez doğrudan yaptırımcı ve bağlayıcı bir kurallar silsilesiyle tanışacak. AB mevzuatı, Türk mevzuatından daha katı ve detaylı. Toplum, AB işinin esas sahibinin kendisi olduğu öğretilerek hazırlıklara dahil edilmeli...
Üyeliğe hazırlık süreci kimi yorumcuların iddia ettiğinin aksine epey sancılı ve uzun geçecek. Türkiye toplumu ilk kez doğrudan yaptırımcı ve bağlayıcı bir kurallar silsilesiyle tanışacak. Türk mevzuatından çok daha ayrıntılı ve katı içerikli, toplum ve yurttaşın günlük faaliyetlerini birebir ilgilendiren AB mevzuatı hayatımıza, örneğin IMF reçetelerinden çok daha doğrudan yansıyacak. Bu kuralların uygulanması ise müzakerelerde ilerleme kaydetmenin koşulu. AB, müzakeresi bitmiş bir anabaşlıkta uygulamayı tespit etmeden yeni bir anabaşlık açmak niyetinde değil. Beş-altı yılda hazır olunacağını iddia edenler işi sadece ekonomi ağırlıklı teknik uyum çalışması sanmakta ve halkın AB taraftarlığını değişmez bir veri addedip yeni yasaların tıpkı devrim yasaları gibi tepeden empoze edilebileceklerini düşünmekteler. Halbuki ülkenin genel teamüllerini hatırlarsak yolumuzun ne denli çetin olduğu ortaya çıkacaktır. Aklı fikri kuralları delmek veya baypas etmekte olan ve esasında kural sevmez bir toplumun AB mevzuatına ayak uydurması hiç de kendiliğinden olmayacaktır. Eski köye gelecek yeni âdetler, bir yasağı üç günden fazla tanımamaya alışık halkımızı rahatsız edecek, işlerin uzamasıyla birlikte, giderek AB'den hızla soğuması tehlikesini beraberinde getirecektir. Böylesi bir gelişmenin siyasî sonuçlarını ise hiç küçümsememek gerekiyor.
Bu tehlikeyle baş edebilmek için önümüzde herhalde iki anayol var:
Yurttaşa yönelik ülke çapında ve uzun soluklu bir bilgilendirme, diğer taraftan ve bu çabaya koşut olarak yurttaşın AB'yi sahiplenmesini, AB işinin esas sahibinin kendisi olduğunu bilmesi amacıyla onu başından itibaren, temsilcileri aracılığıyla hazırlık çalışmalarına katmak. AB kurallarının uygulanması ve üyeliğin layıkıyla gerçekleşmesi ancak bu sayede olabilir. Bu amaç doğrultusunda müzakereler esnasında son kullanıcı/uygulayıcı toplumla kamuyu bir araya getirecek paylaşımcı ve katılımcı bir mekanizmayı önce aramak ve sonra kurmak gerekiyor.
Ancak bu çabaların kolay sonuç vereceğini beklememek ve sabırla çalışmak gerekiyor. Zira Türkiye'nin idarî geleneklerinde yasayı hazırlayan da müzakereyi yapan da sadece devlettir ve devlet işine toplum karıştırılmaz. Kemikleşmiş bir gizlilik ilkesinin hâkim olduğu bu ortama genellikle Ankara'da oturan sınırlı sayıda, ayrıcalıklı ve 'devlete yakın' bir uzman kitlesi dahildir. AB süreci gibi katılımcı, şeffaf ve ancak topluma mal oldukça somutlaşacak bir süreçte bu alışkanlıkların sürdürülmesi mümkün görünmüyorsa da bunların değişmesi kolay olmayacaktır.
Kıbrıs'ta kalıcı çözüm
Gümrük Birliği kapsamında Güney Kıbrıs'ın dolaylı tanınmasının ardından, statükonun tam üyeliğe kadar sürdürülebileceğini düşünmek, AB ilkelerini bilmemek anlamına gelir

Türkiye'nin, 3 Ekim 2005 tarihini kalıcı çözümü zorlamak için fırsat addetmesi gerekiyor. Türkiye'de bazı çevreler Türkiye'nin üyelik müzakerelerinin Kıbrıs'taki durumdan zarar görmeyeceğini, Gümrük Birliği kapsamında yapılacak bir dolaylı tanımadan sonra statükonun, Türkiye'nin üyeliğine kadar sürdürülebileceğini ve vakti geldiğinde kuzeyin veya KKTC'nin Türkiye ile beraber üye olabileceğini düşünüyorlar. Bu, Rum tarafını tanımamak ve AB'nin ilkelerini bilmemektir.
Türkiye açısından Annan Planı bugün için en anlamlı metin olarak masada duruyor, ancak Rum tarafı için bu böyle değil. Rumlar 17 Aralık kararının Kıbrıs maddesinde görüldüğü gibi zamana oynamaya ve Türkiye'nin müzakere sürecini, sorunun kendi görüşleri doğrultusunda halli için istismar etmeye niyetliler. AB tarafı, taraf olmamak için saklanacak delik arıyor ve sonuçta Türkiye yeniden ABD-İngiltere ikilisine muhtaç görünüyor. AB üstelik aylardır, kuzeyde referanduma 'evet' oyu atanları AB'den soğutmak istercesine verdiği sözleri tutmaktan geri kaldı. İçeride, 3 Ekim 2005'e karşılık Kıbrıs'ın 'verildiğini' ilân etmiş bulunan ve kuzeydeki 20 Şubat 2005 milletvekili seçimlerinde UBP'nin kazanması amacıyla çalışacak ret cephesi var. Anamuhalefetin beyanları, bu cepheye yakınlaşabileceğini gösteriyor. Bu cepheleşme de hükümetin çözüm iradesini zorluyor. Ara yolun ne olabileceği, nereye kadar ve ne konuda taviz verileceği daha belli değil.
İki sarsılmaz gerçek varsa ilki Türkiye'nin AB üyeliğinin Kıbrıs'tan önce geldiği, diğeri de bulunabilecek çözümün son tahlilde dişe dokunur bir askerî indirimden geçtiği. Çözüm taraftarlarının bir an evvel kolları sıvaması lazım.
17 Aralık sonrasında siyaseti neler bekliyor?
Türkiye'de siyaset esas şimdi başlayacak. Esasen 1999 sonunda adaylığımızın teyidiyle başlamış olan bu süreçte temel siyasî ayrışım çizgisi epeyidir AB üyeliğiyle belirleniyor. Nitekim bu saflaşma AB karşıtları arasında çoktan gerçekleşti. 'Kızıl elma' tabir edilen koalisyonda klasik sol ve klasik sağdan pek çok akım yer alıyor. Anamuhalefet partisinden bazı kesimler de Kıbrıs ve AB uyumu konusundaki tavırlarını netleştirince bu koalisyonun parçası olabilirler. Keza AB kurallarından canı yanacak değişik kesimlerden çıkacak hoşnutsuzluklar ret cephesini daha da güçlendirebilir. AB'nin bu ülke için önemini kavramış olanların bu olasılıklar karşısında son derece dikkatli ve ihtiyatlı olmaları gerekiyor. Son derece nazik bir kitle, bazı yorumcuların üzerinde yeterince düşünmeden AB süreci sonunda ortadan kalkacaklarını uluorta iddia ettikleri tarım ve hayvancılıkla uğraşan nüfustur.
Yukarıda belirttiğimiz gibi Türkiye'de tarımın bekâsı ekolojik tarımdan geçiyor ve bu sayede, tarım kesimi için öngörülen felâket senaryoları gerçekleşmeyeceği gibi tarım ülkenin en gözde etkinliğinden birisi haline gelecek. Türkiye ekonomik, siyasî ve sosyal sorumluluk adına bu dönüşümü gerçekleştirmeye mecbur.
AB taraftarı saflaşmaya gelince, ufukta herhalde demokratlık zemininde bir yol arkadaşlığı görünüyor. Ancak yine de müzakere/uyum/uygulama çalışmalarında hükümeti izleyecek ve teşvik edecek yapıcı bir muhalefet gerekiyor. Bugün itibarıyla böyle bir siyasî yapılanma daha ortada yok ve kurulana dek belki muhalefet işlevi AB'nin esas sahibi olan toplumdan geçecek. 2002'den beri Kopenhag Siyasî Kriteri'ne uyum amacıyla çıkan yasaların artık lâyıkıyla uygulanmaları ve yeni anayasaya sahip çıkılması gereken işlerin başında geliyor. Farklı kimliklerin ülke çapında siyaset yapmaları yeğdir.
Lozan azınlıkları ile ilgili kemikleşmiş sorunlar ve diğer farklı kimliklerin demokratik talepleri yeni dönemde gündelik konular haline gelecektir. Ürkmemek ve meseleleri korkusuzca tartışabilmek Türkiye'nin önünü açacaktır. Geçmişte birbirimize reva gördüğümüz acıların konuşulması bu ülkeye kalıcı bir toplumsal barışın yerleşmesi için olmazsa olmaz bir koşuldur.
Bu sorgulamalara koşut olarak farklı kimliklerin AB çalışmalarına ulusal düzlemde sahip çıkmaları onların siyasî ve hukukî adalet arayışlarını kolaylaştıracaktır. AB sürecinde harcanacak ortak çabalar, hakların tanzimini, tarihle yüzleşmeyi ve sonuçta toplumsal barışı çok daha sağlam temellere oturtacak bir dinamik yaratacaktır.
***
Türkiye ısrarla istediği tarihi aldı.
17 Aralık 2004 tarihi sonrasında yeni tarihimiz 3 Ekim 2005. Genelde hafızamız sadece sabit günleri belliyor, aradaki boşluklar ise doldurulmayı bekliyor. Geleceğe dönük beklentilerimiz birer günlük ve statik mihenkler olarak kalmamalı. Tarih anlayışımız bir defalık zaferler (veya hezimetler) olarak değil dinamik süreçler ve uzun vadelerle belirlenmeli artık. Önümüzdeki dokuz aylık dönemi en etkin biçimde değerlendirmemiz, kalan engelleri bertaraf etmemiz, müzakere/uyum/uygulama sürecinin temellerini atmamız ve 3 Ekim sonrasında da bu iradeyi sürdürmemiz gerekiyor.
Türkiye'nin artık yepyeni bir ufku var, Avrupa'nın da bu sayede oluşan yepyeni bir ufku var. Görevimiz bu heyecan verici dönemi layıkıyla değerlendirip çocuklara daha yaşanılır bir dünya bırakmak...
Avrupa'da iletişimi kurumsallaştırmak
Pek çoğumuz AB'nin, Kopenhag Siyasî Kriteri yerine getirildiğinde müzakereleri başlatma kararını otomatik olarak vereceğini zannederken bunun o denli basit olmadığı ortaya çıktı. Esasında AB mızıkçılık ve oyunun kuralarının değiştirme emarelerini Aralık 2002'de Kopenhag zirvesinde vermeye başlamıştı. Özellikle yaz sonrasında Avrupa'da olabildiğince güçlü ve yaygın bir kavga verildi. Türkiye 17 Aralık kararını dişi tırnağıyla elde etti. Bu çabalar olmasaydı AB'nin yine de müzakereleri başlatacağını düşünenler Avrupa'da verilen bu kavgayı küçümsemekle kalmıyor, en tehlikelisi bundan sonra yapılması gereken iletişim ve kamu diplomasisinin hayatî önemini anlamıyorlar.
17 Aralık kararı birçok AB üyesi ülke kamuoyunun içine sinmiş değil. Bunlar arasında Almanya, Avusturya, Danimarka, Fransa ve Hollanda kamuoyları gibi Türkiye'ye derin kuşkuyla ve bazen de travmatik bir ruh haliyle yaklaşan kamuoyları mevcut. Mesela bugün Frenkler Türkiye'nin ne olup ne olmadığını Alexandre del Valle ve Philippe de Villiers adlı iki radikal faşistten öğreniyor!
Bu ülkelerdeki Türkiye karşıtı güçler 17 Aralık'tan hemen sonra saflaşmaya ve birlikte hareket etmenin yollarını aramaya başladılar. Üye olmaya hazır olduğumuz gün 28 üye ülke parlamentosu ile Avrupa Parlamentosu'nun onayına gerek olacak. Fransa gibi bu onayı referanduma götürmek isteyenler de cabası. Ayrıca Fransa denince akla Ermeni meselesinin bu ülke tarafından nasıl Türkiye'nin üyeliğine karşı kullanılabileceği geliyor. Sırf bu neden bile Ermeni meselesinin, Türkiye'de konuşulmaya başlanmasını gerekli kılıyor. Ve elbette bu, Fransızlara bırakılmayacak kadar ciddî bir mesele.
Güven ve bilgi boşluğu var
Kim ne derse desin AB-Türkiye ilişkileri derin bir güven ve bilgi boşluğunda seyrediyor. Müzakere/uyum/uygulama süreci karşılıklı güven tesisinde temel teşkil edecek. Teknik çalışmalara yabancı olan AB kamuoylarına ise pedagoji ve iletişim gerekiyor. Bu çalışmaların da artık yepyeni ve profesyonel bir zeminde ele alınması gerekiyor.
Ekolojik tarım seferberliği
AB üyeliğine hazırlık çalışmaları arasında Türkiye'nin en çok başını ağrıtacak konu şüphesiz ki tarım olacak. Ekonomik, sosyal ve siyasî anlamda tarım, dev bir sorun olarak önümüzde duruyor. AB'nin tarım verileriyle bizimkiler arasında uçurumlar var. AB'nin adı üstünde 'Ortak Tarım Politikası'na uyum için büyük değişim ve fedakârlıklar gerekecek.
Ancak durumumuz söylendiği kadar da kötü değil zira Türkiye'nin kayda değer bir ekolojik tarım potansiyeli mevcut. Ekolojik tarım moda tabirle tipik bir 'winwin' yani herkesin kazançlı çıkacağı bir tarım ve yaşama biçimi. Verimliliği artırmak amacıyla küçük işletmelerin ortadan kalkması ve üretimin mekanize olması gerektiğini önerenler bu dönüşüm sonucunda atıl olacak, milyonlarla telaffuz edilen vasıfsız işgücünün ne olacağını hiç hesaba katmaz. Sanayi işçisi olmaları, onları istihdam edecek artık öyle bir sanayi olmadığından mümkün görünmeyen ve tek çareleri göç etmek olan bu insan yığınlarının kentlerde nasıl lümpenleştiğini bugünden görüyoruz.
Bu kâbus senaryosuna karşılık ekolojik tarım ve kırsal kalkınma Türkiye'nin tek çıkış yolu konumunda. İlgi ve dikkat isteyen, emekyoğun
bir tarım biçimi olan ekolojik tarımın artı değeri, tüm diğer tarım biçimlerinden kıyaslanamayacak kadar yüksek; bu beslenme biçimine AB'den
talep ise olağanüstü boyutlarda. Varlıklı AB yurttaşı herkesin ürettiği sası domatesi yemek, kokmayan çiçekleri vazosuna koymak istemiyor. Ekolojik tarım yaygınlaştıkça, çığ gibi büyüyen çevre sorunlarımıza da çare oluşturacak, yerli tüketicinin de vasıflı ürün tüketmesini sağlayacak. Ekolojik tarımın altyapısını ivedilikle oluşturmak ve Aralık ayında çıkan yeni Organik Tarım Yasası'nın ülke çapında ekolojik tarım seferberliğinin ilk etabı olarak hayata geçmesini sağlamak gerekiyor.
CENGİZ AKTAR: AB GENİŞLEME UZMANI
- BİTTİ -

Cengiz Aktar, Radikal
13.01.2005

Konu ile ilgili sayfalar...
3/31/2017 - Avrupa Birliği Brexit stratejisini açıkladı...
3/28/2017 - Gürcüler vizesiz Avrupa'da ...
3/25/2017 - AB'nin 60'ıncı doğum günü ...
3/11/2017 - AB Komisyonu'nun Genişlemeden Sorumlu Üyesi Hahn: Türkiye’ye bazı mali yardımlar durduruldu ...
3/1/2017 - Avrupa Konseyi: Türkiye otokrasiye sürükleniyor ...
Bütün başlıklar için tıklayınız