Gündem

 Deniz Feneri Balyoz Harekat Planı
 Demokratik Açılım İrtica Eylem Planı
 Siyasi Gündem Ergenekon
 Ekonomik Gündem 

 Gündem > Balyoz Harekat Planı > ‘Balyoz’ avukatı, davayı ve babasını anlatıyor

‘Balyoz’ avukatı, davayı ve babasını anlatıyor

Balyoz davasında 18 yıl hüküm giyen Emekli Tümgeneral Ahmet Yavuz’un oğlu ve avukatı Mehmet Selim Yavuz’la “Balyoz” dizisi sürerken birkaç kez telefonla konuştuk. O konuşmaların birinde, eğer isterse, dizinin bitiminde köşemi bir günlüğüne onun yazacağı bir yazıya ayırabileceğimi söyledim. Aşağıda okuyacağınız yazı, işte o yazı...

***

Öncelikle Alper Görmüş’e yazılarını kendi köşesinde eleştirebilme imkânını bana tanıdığı için teşekkür ediyorum.

Geçen hafta bir hanımefendiyle tanıştım. Babası 27 Mayıs’ta ömürboyu hapse mahkûm edilip 4,5 sene yatmış olan bir DP vekiliymiş. Bize yapılanın haksızlık olduğunu söyleyerek şunu ekledi: “Ben 50 senedir bunu çekiyorum, maalesef siz de hayatınızın sonuna kadar çekeceksiniz.” Bu şok edici beyan beni çok etkiledi. Henüz 34 yaşındayım ve hayatımın sonuna kadar bu haksızlığın beni kovalayacağı gerçeği yüzüme çarpıldı. Hem de benim ve babamın zerre günahımız olmamasına rağmen. İşte Türkiye’nin mağdur yaratma konusundaki becerisi.

Benim babam suçsuz yere yatıyor. Bunu sadece davayı takip ettiğim, davadaki hukuksuzlukları bildiğim için söylemiyorum. Ben bu 364 tane adamla üç yıldır gece gündüz beraberim. Yüzlerce kez kendi aralarında konuşmalarına şahit oldum. Tüm objektifliğimle dinledim. Kulağımı kabartıp bir açık aradım. Hepsi üç yıldır aynı şeyi söylüyor: “Balyoz bir yalandır ve biz bunun kurbanları seçildik.” Çoğu birbirini tanımayan 364 kişiye üç yıl boyunca aynı yalanı isteseniz de söyletemezsiniz. Beceremezsiniz.

Bugünkü askerler Türkiye’nin yeni zencileridir. Askerî vesayetin kaldırılması için (amaç doğru) aleyhlerine komplolar kurulmuş, sahte belgelerle tutuklanmış, düzmece davalarla kovuşturulmuş ve 18 yıl gibi cezalara mahkûm edilmişlerdir (yol kirli ve yanlış). Askerî vesayetin kaldırılması uğruna adaletin bu şekilde ayaklar altına alınması hepimizin ortak olduğu bir suçtur. Çünkü o düzmece davaların kararlarının tepesinde “Türk Milleti adına” yazar. Yani hepimiz verdik o kararları. Hiçbirimizin sorumluluktan kaçma gibi bir lüksü yok.

Taraf yazarlarının adaletin bu şekilde ayaklar altına alınmasında büyük payları olduğunu söylemeye gerek yok. Şüphesiz yıllarını sol görüşe vermiş demokrat gazeteciler olarak nasıl olup da adaletsizlikle suçlanabildiklerini anlamayacaklardır. Aynen demokratlık konusunda hepsini cebinden çıkaracağını düşündüğüm babamın şimdi darbecilikle suçlanmasını anlamaması gibi. Neyse, dünyada haksızlık yapılan ne ilk insan biziz, ne de son insan olacağız. Bu da bizim tesellimiz oluversin.

Şimdi Alper Görmüş’e gelelim:

Evvela suç içeren belgelerin imzalanmamasının TSK’da teamül olduğu şeklindeki iddia pek tutarlı gözükmüyor. Eğer böyle bir teamül olsaydı 12 Eylül’ün planı olan Bayrak Harekât planında da imza olmazdı.

Ayrıca A. Görmüş’ün kurguladığı “model”e göre belgelerin imzasız olması ve zaman çelişkileri içermesi askerlerin bilerek yaptığı bir gizlemeyse, o zaman neden plan semineri ses kaydına alınmış? Bu gizleme yapıldığı şeklindeki iddiayı çürütmez mi?

Her tarafı şüphe dolu bu davada matematik bir kesinlikle ispatlanabilen ilk gerçek şu: Meşhur 11 no’lu CD (i) tek oturumda yazıldığına ve içine bir şey ilave edilmediğine (bunu TÜBİTAK raporu söylüyor): (ii) içinde 2009 senesinde kurulmuş bir şirketin ismi geçtiğine göre en erken 2009’da üretilmiş olabilir. Tüm “model”lerde akıl yürütme bu gerçekle başlamak zorunda! Görmüş de bunu yadsıyamaz. O halde 2009’da bu CD’yi kim üretti? Bu niye şimdiye kadar araştırılmadı? Gerçekten gerçekleri arayan gazetecilerin bu soruları sorması gerekmez mi?

A. Görmüş’ün meşhur güncelleme teorisi ise hâlâ şu gibi soruları cevaplayamıyor: Bir belge güncellenmişse niye üstveri bilgilerinde bunu gösteren dijital izler yok? Bir belge güncellenmişse niye o belgedeki eski veriler oldukları gibi kalmış? 2009’da artık olmayan dernek, vakıf, öğrenci, vs. niye hâlâ güya güncellenen belgede? Niye asıl güncellenmesi gereken görevlendirme listeleri 2003’teki subayları gösteriyor? Niye artık lağvedilmiş olan 15. K.Ordu gibi birlikler listelerde duruyor? Niye belgenin son kaydedeni o tarihte görevli subay olarak gözüküyor? Sorular çoğaltılabilir. Her şeyin ötesinde bu soyut güncelleme teorisinin ispatı nerde? İspat olmadan mı insanlara 18 yıl ceza vereceğiz?

11 no’lu CD’nin aynısı olan 1 no’lu CD’nin Gölcük’ten çıkmasına gelelim. Öncelikle orta boy bir ilçe büyüklüğünde olan Gölcük Donanması’nın herhangi bir binasının herhangi bir odasının herhangi bir çekmecesinden kötü niyetli kişilerce rahatlıkla bir CD çıkartılabileceği şeklindeki “model”in gayet olası olduğunu kabul etmeliyiz. Ayrıca üretilen yanlış imajın aksi olan hakikat, Gölcük’teki aramanın yapıldığı yerin son derece korunaksız olduğudur. Benim burada asıl kafama takılan husus ise dijitallerin içeriklerinin es geçilerek nerede bulunduğundan hareket edilmesi. Dikkat edilirse Scorsese’ye taş çıkaracak “model”lerle (son yazıdaki gerçekten akla ziyandır) açıklanmaya çabalanan aynı tarih, zaman çelişkilerinin yarattığı şüphe Gölcük dijitallerinde de fazlasıyla mevcut.

TSK’nın komuta kademesinde 2003-2004 yıllarında AKP iktidarı üzerinden dönen bir çekişme olduğu bugün genelgeçer olarak kabul ediliyor. A. Görmüş’ün Balyoz’un dijital olmayan delilleri diye lanse etmeye çalıştığı şeyler ise bu çekişmeye işaret etmekten öteye gidemiyor. Görmüş bunların Ç. Doğan ile ilgili olanlarının Balyoz’un delili olduğu yanılgısına düşmüş durumda. Yazdıklarını tekrar okursa bunların komuta kademesinin kendi arasındaki şahsi münasebetlerden ibaret olduğunu ve 325 kişiye ceza verilen Balyoz davasının ispatı olamayacağını görecektir.

Bunlar arasında Balyoz davası ile ilgili sayılabilecek tek şey Balbay’ın günlüğündeki MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun’un (Balbay bunu reddetmektedir ve Atasagun da mahkemece dinlenmemiştir) “1. Ordu ihtilale hazır” şeklindeki beyanıdır. Fakat her ne hikmetse aynı MİT 02.04.2010 tarihli resmî yazısı ile Balyoz diye bir şeyden habersiz olduğunu mahkemeye bildirmiştir.

Aytaç Yalman’ın bir darbe önleyip önlemediği veya hangi darbeyi önlediği konusu hepimiz için bir muammadır çünkü anlaşılamaz bir şekilde tanıklığına başvurulmadı. Ayrıca şimdi Balyoz’u önledi diye lanse edilen A. Yalman’ın 28.04.2011 tarihli Hürriyet gazetesine verdiği beyanda “Dava konusu ile ilgili bilgi ve belgeye sahip olmadığımı özellikle belirtmek isterim. Adaletin tecelli edeceğine olan inancımı belirtirken, suçsuz olduklarına inandığım arkadaşlarımın özgürlüklerine kavuşacağına bütün kalbimle inanıyorum” demesi de ilginçtir.

Görmüş, son yazısında Ö. Örnek’in Balyoz’dan haksız yere hüküm giymiş olabileceğini söylemiştir. Bunu, çok detaylı günlüklerde Balyoz’a dair somut bir şey olmamasının Balyoz’u yanlışladığı gerçeği karşısında söylediğini değerlendiriyorum.

Son olarak A. Görmüş’ün dijitallerdeki çelişkileri açıklayabilmek için çeşitli modeller öngörmesinden bahsedeceğim. Haklıdır. Söylediklerinin hepsi teoride mümkün olan varsayımlardır. Fakat işin bir de adalet boyutunu unutmamalıyız. Biz, 21. yy’da “böyle de olmuş olabilir” şeklinde varsayımlarla insanlara (evet bu askerler nefes alıp veren insanlar) 18 yıl ceza mı vereceğiz! Kimsenin (hele çorbada bolca tuzu olanların) ben bunu bilmem mahkeme bilir demeye hakkı yoktur. Yanlışa yanlış demek kendini demokrat sayanların boynunun borcudur.

Dolayısıyla ben muhtemelen kendilerine adil ve demokrat diyen Taraf yazarlarından şunu beklerdim: Tabii ki ellerine gelen belgeyi haber yapacaklar. Buna bir itirazım yok. Ama bu belgenin sahte olduğuna dair savunmaları da aynı objektiflikle haber yapmalıydılar! “Ey Mahkeme; Niye A. Yalman’ı, H. Özkök’ü dinlemiyorsun; niye dijitallerdeki şüpheleri bilirkişi ile gidermiyorsun” diye de haber yapmalıydılar. Eğer bunları yapsalardı kendilerine söyleyecek tek bir sözümüz olamazdı ama onlar fanatizmi seçtiler ve maalesef suçsuz insanların yıllarca hapis yatmasına vesile oldular. Galiba ömürlerinin sonuna kadar onları kovalayacak şey de bu.

Son olarak birilerinin çıkıp delikanlıca “siz Balyoz’dan değil askerî vesayet kalkacak diye yatıyorsunuz” demesini bekliyorum. Eğer öyleyse sorun yok. Babama 18 yıl verdiniz bana da bir 18 verebilirsiniz. Seve seve yatarız.

Tekrar Alper Görmüş’e teşekkür ediyorum.
 

Alper Görmüş, Taraf

30.10.2012


Bu bölümdeki diğer içerikler için tıklayınız.