Dünya

 Dünya'dan Başlıklar 

 Dünya > Dünya'dan Başlıklar > İşte Lübnan: Mezhep kavgası körük alıyor

İşte Lübnan: Mezhep kavgası körük alıyor
Suriye'de krizin yalnızca ülke sınırları içerisinde değil, bölgede de mezhepsel bir kamplaşmaya yol açtığı tartışmaları, Lübnan'daki çatışmalar üzerinden yeniden alevleniyor.

Uzmanlara göre Türkiye'nin muhalif Özgür Suriye Ordusu'na desteği ile Esad rejimine karşı tutumu da bölgedeki kamplaşmanın sınırlarını çizen en önemli etkenlerden biri.

Lübnan'ın kuzey kenti Trablus'ta Alevi mahallesi Cebel Muhsin ve Sünni mahallesi Bab el Tabbana arasında üç gündür devam eden çatışmalarda ölü sayısı 7'ye çıktı. Yaralananların sayısı da en az 70.

Trablus'taki çatışmalar Suriye'deki krize paralel olarak tırmanıyor gibi görünüyor. Radikal gazetesi Dış Haberler Şefi ve Ortadoğu uzmanı Fehim Taştekin'e göre, Türkiye'nin Ortadoğu politikası krize yeni bir boyut getiriyor: "Lübnan'a taşan krizde yeni bir taraf var, o da Türkiye. Lübnanlılar, kaçırılan Lübnanlılar'dan Türkiye'yi sorumlu tutuyor ve Türkiye'ye karşı öfke bölgede giderek artıyor. Bunun nedeni Türkiye'nin Özgür Suriye Ordusu'na olan desteğidir."

Ankara, mayıs ayında Halep'te kaçırılan 11 Lübnanlı Şii'nin kurtarılması için aracılık edeceğini açıklamıştı ancak Lübnanlıların nerede olduğu hâlâ bilinmiyor.

'Öfke Türklere patlayabilir'

Taştekin, Lübnan'da oluşan bu öfkenin Türkiye ve Türk vatandaşlarına patlama riskini de arttırdığını belirtirken, Türkiye'nin 'taraflarla konuşabilen bir konumdan, krizlerin tarafı konumuna geldiğini' ifade ediyor: "Türkiye alevle dans etmek istiyor ama böylesi bir emperyal bir vizyon güç gerektirir. Güç de yetmez kendi evinin içinin de temiz olması gerekiyor. Yoksa alevleri sınırlarından uzak tutamazsın."

Türkiye'nin Ortadoğu politikası hükümete ve başbakanın bölge halkları arasında yoğun bir beğeni toplamasını sağlamıştı. Öyle ki, Lübnan sokaklarında daha üç sene öncesine kadar Türk bayrakları dalgalanıyordu.

Özellikle Başbakan Tayyip Erdoğan'ın 2009 yılında Davos'taki Dünya Ekonomik Forumu'nda İsrail Devlet Başkanı Şimon Peres'e yönelik 'one minute' çıkışı, İsrail'in füzelerini yıllar boyu hava sahalarında gören Lübnanlıların da takdirini kazanmıştı.

Bir sene sonra İsrail komandolarının Gazze'ye yardım götürmek üzere yola çıkan Mavi Marmara filosuna yönelik saldırıları Türk bayraklarının sayısını artırırken, duvarlar da Tayyip Erdoğan posterleriyle süslenmeye başlamıştı.

Ama Suriye krizi bu tavrın tersine dönmesine yol açtı.

'Türkiye Sünni bir devlet olarak öne çıkıyor'

Taştekin, Lübnan'ın Türkiye'ye olan tutumundaki sembolik değişimi şu sözlerle ifade ediyor:

"İsrail'e 'one minute' çıkışı nedeniyle Erdoğan'ın posterlerini duvarlara asan Lübnanlıların şimdi Suriye tutumu yüzünden bu posterlerin üzerini çizmeye başladığını görmek Türkiye açısından üzüntü verici."

Bu değişimde Adalet ve Kalkınma Partisi hükümetinin iktidarının ilk başlarında ön plana çıkarmadığı mezhepsel atıfların sıkça gündeme gelmesinin rolü olduğunu düşünenler de var.

BBC Ortadoğu editörü Jeremy Bowen, 'Türkiye'nin bölgede Sünni bir devlet olarak öne çıktığını' ifade ederken attığı adımları 'mezhepsel' olarak görülmesinin de kaçınılmaz olduğunu söylüyor.

Beyrut'taki Carnegie Orta Doğu Merkezi Müdürü Paul Salem'e göre ise Türkiye'nin tutumunun Lübnan'daki krizle doğrudan bir bağlantısı yok.

Lübnanlı Sünniler'in, kendilerini Türkiye'ye daha yakın hissettiklerini belirten Salem, Arap Baharı'yla birlikte Türkiye'ye bakış açısında bölünmeler olduğunu söylüyor:

"Arap Baharı'ndan önce Türkiye 'komşularla sıfır sorun' politikası ile bölgede destek görüyordu. Suriye'de Esad'la, İran'la Ahmedinejad'la ve diğer komşularıyla iyi geçinen bir ülke olarak takdir görüyordu. Ancak Türkiye şimdi Suriye konusunda bir taraf olduğu için eskisine göre daha olumsuz değerlendiriliyor."

'Lübnan Suriye'nin uzantısı mı?'

Uzmanlar, Lübnan ve Suriye arasındaki tarihi ve etnik bağların da kriz de belirleyici bir rol oynadığını düşünüyor.

Radikal yazarı Taştekin'e göre Trablus'ta alevlenen çatışmaların sebeplerinden biri 'Lübnan'ın hem coğrafi hem etnik hem de mezhepsel olarak Suriye'nin uzantısı olması'.

Her iki ülke arasındaki sınırların karşılıklı etkileşimi ortadan kaldırmadığını belirten Taştekin, "Orada olan sınırlar değil, sınırsızlık" diyor.

Suriye krizinde safların Suriye'ye paralel olarak Lübnan'da da hızlı bir şekilde belirginleştiğine dikkat çeken Taştekin, iç savaş deneyimi olan Lübnan'ın krize daha temkinli yaklaştığını ifade ediyor.

"Sünni ve Aleviler arasında çatışma çıksa da taraflar bir yerde frene basabiliyor. Suriyeli muhalifleri destekleyen Hariri grubu gibi Sünniler de Esad'ı destekleyen Hizbullah ve Hıristiyan gruplar da tam kafa kafaya gelecekleri vakit kendilerini dizginliyor. Ama bunun iç savaşa dönüşmeyeceğinin garantisi yok. Suriye çökerse beraberinde Lübnan'ı da götürebilir."

Lübnan, coğrafi konumu gereği bölgesel çıkarların çatıştığı dolayısıyla çatışmaların düğümlendiği bir ülke olarak görülüyor.

Ortadoğu uzmanı Timur Göksel ise çatışmaların olağan iç meseleler olduğu görüşünde:

"Lübnan'daki çatışmaların Suriye ile yakından uzaktan ilgisi yok. Çatışmalar bazen alevleniyor. Her iki mahalle de zaten ağır silahlı. Alevi-Sünni ayrımı da o bölgeden olan bir durum. Bu sefer biraz fazla büyüdü o kadar."

Trablus, Selefi din adamı Şadi el Mevlevi'nin 'terör bağlantısı' olduğu suçlamayasıyla gözaltına alınmasından sonra da yine gerilmiş, her iki mahallenin karıştığı çatışmalarda en az 10 kişi ölmüştü.

Lübnanlı gazeteci ve NOW Lebanon haber portalının editörü Hanin Ghaddar ise Göksel'in aksine Trablus'taki mezhepsel çatışmaların Suriye ile doğrudan bağlantılı olduğunu savunuyor.

Trablus'ta Alevi ve Sünni mahalleri arasındaki çatışmaların sıradan silahlar ve tüfeklerle yapılmadığını belirten Ghaddar, gizlenen keskin nişancıların müdahil olmasının 'daha organize bir çatışma' ortamı yarattığını dile getiriyor.

'Samaha'nın patlayıcıları tetikledi'

Ghaddar, zamanlamaya da dikkat çekerek Lübnan Eski Enformasyon Bakanı Michel Samaha'nın 9 Ağustos'ta arabasında patlayıcılar bulunduğu gerekçesiyle tutuklandığını hatırlatıyor.

Lübnanlı güvenlik güçleri, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad'a yakınlığıyla bilinen Samaha'nın taşıdığı patlayıcıların, muhalif Özgür Suriye Ordusu'nun Sünni liderlerine yönelik saldırı planlarının bir parçası olduğunu ifade etmişti.

Ghaddar, Trablus'taki çatışmaların da bunun bir yansıması olduğunu düşünüyor:

"Suriye'de Esad rejimi çatışmaları körükleyenin ve saldırı planları yapanların hep El Kaide olduğunu söylüyordu. Samaha'nın arabasında patlayıcı bulunması rejimi yanıltıyor. El Kaide'nin varlığını inkâr etmiyorum ancak demek ki sorumlu yalnızca El Kaide değil."

Ghaddar, Lübnan sınırlarına taşan mezhep çatışmasından uluslararası toplumu da sorumlu tutuyor:

"Uluslararası toplum zamanında müdahale etseydi ve daha güçlü olsaydı, kriz Lübnan'a sıçramazdı. Suriye rejiminin istediği oluyor."

Ankara, Suriye'de krizin bir buçuk yıl içinde sona ereceği tahmininde bulunmuştu.

Mevcut durum, bu tahminin geçerliliği konusunda tereddütleri gündeme getirirken, Lübnan'a sıçrayan krizin Türkiye'yi ne kadar içine çekeceği de yanıtı aranan sorulardan olacak.

BBCTurkish.com, 22.08.2012

Lübnan'da korkutan gidişat
Kaçırma vakaları ve sokaklara kurulan barikatlar… Lübnan’da durum giderek kontrolden çıkıyor. Suriye'deki ayaklanmalara destek veren radikal Sünni örgütler, Şii Hizbullah’ın silah bırakmasını talep ediyor.

Ahmed El Esir’in hedefi açık. O da Şii Hizbullah’ın Lübnan’da hâkimiyeti devredip silah bırakması. Selefi Şeyhi El Esir, bu hedefe ulaşmak için aşırı yöntemlere başvurmaktan da çekinmiyor. Bu amaçla, güneyle ana bağlantı yolunu kendisini destekleyenlerle birlikte haftalarca kapattılar.

El Esir, “Artık harekete geçmeli ve daha fazla baskı uygulamalıyız. Sadece taleplerde bulunmak, kınama açıklamaları yapmak Hizbullah’ın politikasını değiştirmeyecektir. 14 Mart 2005 tarihindekine benzer bir girişimde bulunmalıyız. O zaman Beyrut’ta yüz binlerce kişi Suriye birliklerinin Lübnan’dan çekilmesini istemiş ve bunun olmasını zorlamıştı. Statükoyu kabul etmem gerektiğini düşünmüyorum. Harekete geçilmediği sürece hiçbir ülke kendini baskıdan kurtulamaz" diyor.

44 yaşındaki El Esir, Sayda kentinin doğusundaki Abra mahallesinde göze çarpmayan, küçük bir camide imamlık yapıyor. Girişte siyah beyaz bayraklar dikkat çekiyor. Bayrakların üzerine Arap harfleriyle Kelime-i Şahadet yazılmış. Uzun bir sakalı, başında takkesi olan ve cübbe giyen Şeyh Ahmed El Esir, yola kurdukları barikatı büyük bir başarı olarak değerlendiriyor. Eylemlerinin Şii parti yetkililerinin güneydeki nüfuz bölgelerinde izledikleri güzergâha haftalar boyunca zarar verdiğini kaydediyor. Güvenlik güçleri şiddet olaylarının yaşanmasını önlemek için barikatı kaldırmaya cesaret edememiş.

 

Şii liderlere tehdit

Hizbullah’ın silah bırakması, Lübnan'da Sünni ve Hrıstiyanlardan oluşan muhalif 14 Mart hareketinin de temel taleplerinden biri. Ancak onlar bu amaçlarına siyasî yollarla ulaşmak istiyor. El Esir ise meydan okumayı ve kışkırtmayı tercih ediyor. Lübnan’daki her iki Şii partinin liderlerine yani Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah ile Emel Hareketi lideri ve Lübnan Meclis Başkanı Nebih Berri’ye tehditler savuruyor.

El Esir’in popülist tavırları ve eylemleri bazı Sünnilerden de destek buluyor. Sayda’da bir çamaşırhanenin sahibi olan Muhammed de onlardan biri: “Hizbullah da aynı yöntemi kullandı ve o zaman kimse onları eleştirmeye cesaret edemedi. 2007 yılında Beyrut’un merkezini aylarca işgal ettiler. Onlar böyle bir şey yapabilirken biz neden yapamayalım?”

Radikal Sünni gruplar siyasî arenada yeterince temsil edilmiyor. Çoğunluk, dinî görüşlerini cami ve okullarda yaymaya yoğunlaşmış durumda. Öte yandan, Suriye’deki ayaklanmayı “İslâm dünyasının tüm Sünnilerinin Şam’ın inançsız rejimine karşı bir ayaklanması” olarak görüyorlar. Mısır ve Tunus gibi Arap ülkelerinde İslamî akımların güç kazanması Lübnan’daki Selefîleri de teşvik ediyor.

 

El Esir ne kadar etkin?

Birkaç ay öncesine kadar Şeyh El Esir’i Lübnan’da neredeyse hiç kimse tanımıyordu. Şimdi ise İslamî cenahta ülkenin en tanınan figürlerinden. Gazeteci Muhammed Ebu Samra, Lübnan’da Selefîlerin güç kazanması ve El Esir hakkında şu değerlendirmede bulunuyor: “Ben temkinli davranır ve bu fenomeni Sünni-Şii çatışmasının bir parçası olarak görmezdim. Lübnan’da çok somut olarak Hizbullah hâkimiyetine karşı mücadele halindeyiz. Sünniler silahlı örgütlere sahip değil ve Şii partiler gibi tam bir siyasî düzenleri de yok. Şu anda Trablus’ta Şeyh El Esir ya da diğer gruplarda gözlemlediğimiz durumu daha ziyade, Hizbullah’ın ortaya koyduğu yapıya bir tepki olarak görüyorum ama toplumun derinliklerine kök salmış hareketler söz konusu değil. Ancak birçok Sünni güçlü olmak için Nasrallah gibi güçlü bir figüre ve Hizbullah gibi bir örgüte özlem duyuyor."

dw.de, 22.08.2012


Bu bölümdeki diğer içerikler için tıklayınız.