Yazı Dizileri

 İşte 'FETÖ' sözlüğü T24 YAZILARI
 Mehmet Altan'dan Kıbrıs Yazı Dizisi  Muhteşem açmaz ve Kürt meselesi
 2. Cumhuriyet’e doğru  İkinci cumhuriyet: Mecburi istikamet
 DİYANETİN DİNİ: DEVLET  TARİHİ UZLAŞMA YOLUNDA TÜRKİYE
 HASAN CEMAL'İN ÇEKİLME GÜNLÜĞÜ MİLLİYETÇİLİK DÖNÜŞÜYOR MU ÖLÜYOR MU?
 İNSAN KAÇAKÇILIĞI GERÇEĞİ DEMOKRASİ KAVŞAĞINDA BAŞKANLIK SİSTEMİ
 CHP ve SOSYAL DEMOKRASİNİN KRİZİ  BARIŞA GİDEN YOL
 ÖTEKİ İSTANBUL Türkiye'de liberalizm
 Balyoz ve gerçekler  WikiLeaks Türkiye Belgeleri
 Devletten Apo’ya mektuplar  Anadilde Eğitim Dosyası-Radikal
 Faili meçhuller meçhul kalmasın Radikal-EDAM toplantısı
 Siyasette ve toplumda kutuplaşma 1993 darbesi
 Cuntanın hedefi kaos yaratmak Röportaj Taha Akyol
 Ordunun yakın siyasi tarihi Foucault’nun Sarkacı ve komplo teorileri
 Zor günlerin komutanından dün, bugün, yarın  Referans Yazı Dizisi
 PKK sınır dışına çıkabilir PERŞEMBE KONFERANSLARI
 Yeni başlayanlar için Ergenekon BALBAY'IN GÜNLÜKLERİ
 GÜNLÜKLERİN ARKA PLANI SİVİL DARBE GÜNLÜKLERİ
 ERGENEKON KUYULARINDA KAYBOLAN HAYATLAR AYDIN DOĞAN-TARAF
 GÜNEYDOĞU ERGENEKON'U JİTEM
 90 YILDIR KANAYAN YARA: FİLİSTİN KÜRESELLEŞEN TARIM ve YENİ DÜNYA DÜZENİ
 KAPİTALİZM NİTELİK DEĞİŞTİRİYOR 

 Yazı Dizileri > Muhteşem açmaz ve Kürt meselesi > AKP'nin özel savaş yöntemi

AKP'nin özel savaş yöntemi

DURAN KALKAN'A CEVAP VE SORULAR
MUHTEŞEM AÇMAZ VE KÜRT MESELESİ 2

Önce Duran Kalkan’ın AKP’nin siyasetiyle ilgili önemli saptamalarını okuyalım.

“O bakımdan tek yanlı bakmamak lazım. AKP'yi okurken tek yanlı bakanlar, bir söze bakanlar yanılırlar. Aynı anda bir söz yok ki, tek bir tutum yok ki! Birçok tutum, farklı farklı sözler var. Hepsi de birbirinin karşıtı. Bu bir AKP tarzıdır. Zaten işin başını tutmuş, istediği gibi baskı uyguluyor, her şeyi söylerim, her türlü tutumu gösteririm, herkeste beklenti yaratırım, diyor. Bu, sanki bir şey yapacakmış gibi beklenti yaratma, umut yaratma, karşındakini etkisiz kılma tutumudur. AKP halen o tutumdadır.

Aldatmaya çalışıyor, uyutmaya çalışıyor, toplumu yanıltmaya çalışıyor ki tepki göstermesinler, beklenti içerisinde olarak AKP'nin iktidarına karşı yapmaları gereken mücadeleyi yapmasınlar. Bu oldukça planlı, maksatlı, düşünülmüş bir özel savaş yöntemi. Bunu çok etkili bir biçimde kullanıyor.”

Bunlar kesinlikle katıldığım saptamalar. Ben de aynen böyle düşünüyorum.

“Barış süreci”nin başından bu yana yaşadığımız gelişmelere baktığımızda, Kalkan’ın çok doğru saptadığı biçimde “oldukça planlı, maksatlı düşünülmüş bir özel savaş yöntemi” ile karşı karşıya olduğumuzu görüyoruz.

Ben bunun bir “psikolojik savaş” yöntemi olduğu kanısındayım.

Kalkan’dan ayrıldığım nokta, bu “psikolojik savaşın” sadece Kürtlere değil bütün Türkiye’ye karşı kullanıldığı.

Bu psikolojik savaş bir “umut yaratarak” Kürt siyasi hareketini muhalefetin dışına çekerken, Türkleri de “Erdoğan’ı eleştirmek barışa karşı çıkmaktır” diye pasifize etmeye uğraşıyor. “Barış için Erdoğan’ın her yaptığına destek olmalıyız” propagandasına ağırlık veriyor.

Bu “psikolojik savaş” mekanizmasının medyada yer tutmuş hatta medyayı kaplamış ajanlarının rezilce propagandalarına imkân vermemek için şunu da net biçimde söylemeliyim:

“Kürt siyasi hareketi” derken “silahlı bir hareketi” kast etmiyorum, silahların sustuğu bir ülkede 37 milletvekili, yüzden fazla belediyesi, milyonlarca taraftarı olan bir “siyasi” hareketten söz ediyorum. Bunun altını da kalın kalın çiziyorum.

Bu siyasi hareketin dağda duran “silahlı bir gücü” de var ama burada tartıştığımız “silahların yeniden patlaması” değil, tam aksine, tartıştığımız, o silahların bir daha patlama ihtimalini de tümüyle ortadan kaldıracak, çocuklarımızın hayatını kurtaracak, kalıcı ve herkese güvence veren bir demokratikleşmenin gerçekleştirilmesi.

Bu demokratikleşmeye nasıl gidebileceğimizi, Kürt hareketinin böyle bir mücadeledeki yerini konuşmadan önce gene bir soru soralım.

“Barış süreci” başladığından bu yana Türkiye’de demokrasi gelişti mi, geriledi mi?

“Gelişti” diyen biri varsa “Kürtlerle birlikte Türkleri de kapsayan” tek bir örnek versin.

Bu süreç başladığından beri, “Erdoğan’a karşı çıkmak barışa karşı çıkmaktır” sloganı altında otoriterliğe, tek adamlığa, hukuksuzluğa, yolsuzluğa gidildi.

Her türlü olumsuz gelişme, “barış sürecinin” ardına saklandı.

Bana, “bir psikolojik savaşla karşıkarşıyayız” diye düşündüren de “barış sürecinin” başlamasından bu yana yaşadığımız bu korkunç gelişmeler. Türkiye’nin, her türlü özgürlüğün askıya alındığı bir “tek adam” despotluğuna hızla yuvarlanması.

Kalkan’la saptamalarımız benziyor ama vardığımız sonuçlar farklı.

Duran Kalkan diyor ki “Kürdistan’da durum düzelince Türkiye’de de durum düzelecek.”

Nasıl olacak bu?

Kürdistan özerk olunca Erdoğan tek adamlıktan vaz mı gececek? Bugün sürdürdüğü baskıcı yönetimin nedeni Kürdistan’da “özerkliğin” olmaması mı? Basın özgürlüğünün yok edilmesi, Gestapo yasalarının çıkması, yargıya doğrudan müdahale, mahkeme kararlarını dinlememe hep Kürdistan’ın özerk olmamasından mı?

Bütün bu olumsuz gelişmelerin, “barış sürecinin” başlamasından sonra gerçekleşmesini nasıl açıklayacağız?

Kürdistan özerk olunca bunlar nasıl düzelecek, Erdoğan hukuk düzenine nasıl dönecek?

Ben, “özerklikle” demokrasi ilişkisinin Kalkan’ın söylediğinin tam tersine işleyeceğini düşünüyorum, Türkiye’nin bir bütün olarak demokratikleşmesinin Kürdistan’ın özerkliğini güvence altına alacağı kanaatindeyim.

“Kürdistan özerk olunca” ya da “demokratik olunca” Türkiye de değişir dediğiniz zaman, “o özerkliği size ben vereceğim” diyen Erdoğan’ın her türlü anti-demokratik uygulamasını ve tek adamlığa gidişini desteklemek zorunda kalmaz mısınız?

“Kürdistan’ın özerkiğini ya da demokratikleşmesini sağlamaya uğraşırken, bizimle müzakere eden yönetimin Türkiye’nin genelindeki her türlü faşist uygulamasına aldırmayalım, nasılsa bizim özerkliğimiz Türkiye’nin demokratikleşmesini sağlayıp faşizmi bitirecek” diyen bir mantıkla faşist uygulamalar karşısında sessizliğe ve tepkisizliğe yuvarlanma tehlikesiyle karşılaşmaz mısınız?

Yani Kalkan’ın çok iyi söylediği “planlı, maksatlı bir savaşın” tuzağına düşmez misiniz? Bir “umut” karşılığında diktatörlüğe giden yolda yardımcı olmaz mısınız?

Örneğin, Kürdistan’ın özerkliğini ya da demokratikleşmesini, 75 milyonluk Türkiye’nin demokratikleşmesinin tek “yolu” olarak değerlendirmeye başladığınızda, “yolsuzluklar” sizin için önemsiz bir ayrıntıya döner, mahkeme kararlarının uygulanmamasına aldırmazsınız, Erdoğan’ın “paralelle mücadele ediyorum” diye kendine bağlı özel bir yargı düzeni kurmaya kalkışmasına direnmezsiniz, polislerin mahkeme kararlarını uygulamaması size ciddi bir sorun gibi görünmez, güçler ayrılığının yok edilmesini hayati bir sorun olarak algılamazsınız, Erdoğan’ın başkanlık sistemini kurma girişimlerini yakın geleceğimizi etkileyecek bir faşizmin oluşturulması olarak değerlendirmezsiniz.

Şu anda Türkiye’de bütün bu saydıklarım gerçekleşiyor ve Kürt siyasi hareketi bunların karşısında ne kadar etkili bir muhalefet yapıyor?

Kalkan, “umutla” etkisizleştirildiklerini söylerken çok haklı ama o “umudu” sorgusuz biçimde benimsemenin temelinde “Kürdistan’ın özerkliği Türkiye’yi demokratikleştirir” iddiası yatmıyor mu?

Benim görebildiğim kadarıyla, “Kürdistan demokratikleşirse Türkiye demokratikleşir” önermesi hepimiz için çok ağır olabilecek tehlikeli sonuçları içinde taşıyor.

Diyelim ki bugünkü “hukuki” zeminden yoksun iki “fiili” durum yollarına devam etti ve Kürdistan özerkleşti, AKP de Türkiye’de bir “führer” yönetiminde faşist bir baskı rejimini kurdu. Kürt siyasetçileri, o “özerkliğin” o diktatörlüğü demokrasiye dönüştürebileceğine inanıyor mu?

Yoksa o faşist diktatörlük Kürdistan’ın üzerine de çökmek üzere harekete mi geçer? Harekete geçerse, hepimiz için böyle korkunç bir gelişmenin sonuçları, boyutları, acıları ne olur?

Kürdistan’ın dışındaki bölgelerdeki faşizme yönelik gelişmeleri önemsememek, bunların karşısına ciddi bir muhalefetle çıkmamak, sözünü ettiğim ihtimali hiç mi içinde taşımıyor?

“Hayır, asla böyle bir ihtimal yok” diyebilecek birisi var mı?

Varsa, bu güvenini hangi somut veriye dayandırıyor?

Ben, bu “Kürdistan Türkiye’yi demokratikleştirir” görüşünün bugünkü durumu fazlaca küçümseyen bir yaklaşım olduğu, gerçekleri ve gelişmeleri Kürt siyasetinin okumasını çok zorlaştırdığı kanaatindeyim.

Bu iddia,  AKP’nin demokrasi karşıtı politkalarını, AKP Kürdistan için umut verdiği sürece Kürt siyasetinin görmemesini sağlıyor. Daha doğrusu görmemeye “mahkûm” ediyor.

Kürt siyaseti ile Türkiye’nin bir bütün olarak demokratikleşmesi için verilen mücadele arasına giren barikat da bu inanç bence.

Bu inanç, Erdoğan Kürtlere umut verdiği sürece Kürt siyaseti genel bir demokratikleşme hareketinin dışında kalacak anlamına geliyor bence.

Kalkan’ın saptamalarına katılıyorum ama onun bu saptamalardan sonra “umut, Kürt siyasetini hangi mekanizmalarla etkisizleştiriyor” diye sormasını da bekliyorum.

Bu soruyu sorduğunda, o mekanizmanın “Kürdistan Türkiye’yi demokratikleştirir” genellemesinde yattığını göreceğini sanıyorum. Buna inandığınızda Kürdistan dışındaki gelişmelerle pek ilgilenmezsiniz.

Bu aşamada Ruşen Çakır’ın “başka alternatif yok” saptaması çok önem kazanıyor, Erdoğan hiçbir şey vermese de “umut” veriyor ve ondan başka hiçbir parti “umut” bile vermiyor.

Ama Erdoğan’ın verdiği umut “zehirli bir umut”, o umudun gerçekleşip gerçekleşmeyeceği kesin değil ama o umut karşılığında Erdoğan’ın baskıcı tek adamlığa yürüdüğü kesin.

Zaten bu umut, Kalkan’ın deyişiyle Kürt siyasetini “etkisiz” kılıyor.

Burada Karasu’nun belirttiği “ikili” stratejiye de değinmeliyiz.

Kürtlerin bir partiyle “Türkiye’nin demokratikleşmesini”, diğer partiyle de “Kürdistan’ın özerkliğini” örgütlemesi mümkün mü?

Bu sorunun cevabına ulaşabilmek için bir başka soru daha sormamız gerekiyor:

Büyük yolsuzluklar yaparken, açıkça suç işlerken yakalanan Erdoğan, hukuka ve demokrasiye dönebilir mi? Hukuka ve demokrasiye dönerek yargılanmayı kabul edebilir mi?

O kadar ağır suçlardan bahsediyoruz ki Erdoğan’ın yargılanmayı göze alması imkânsız. Zaten yargı üzerinde kurduğu baskı, yargılanmaktan ne kadar korktuğunu gösteriyor.

O zaman, hem asla demokratikleşemeyecek biriyle anlaşmayı, hem de demokratileşmeyi nasıl sağlayacaksınız?

Hukuku tümüyle reddeden, mahkeme kararlarını dinlemeyen, yasalara uymayan biri, özerkliğin “hukuki” altyapısını nasıl oluşturacak?

Hukuki alt yapısı olmazsa, özerklik nasıl bir zemine oturacak? “Yol temizliği” yasaları olmadan, Öcalan’ın müzakereciliğini hukuki güvenceye almadan bu gelişmeler nasıl sağlanacak?

Yarın bir gün Erdoğan, kendini yeterince güçlü hisseder de “vazgeçtim” derse ne olacak? Silahlara geri mi dönülecek? Silahlara geri dönülecekse, bu gelişme, uygulanan siyasetin iflası, dolayısıyla da yanlışlığı anlamına gelmeyecek mi?

Silahlara dönme ihtimalini tümüyle ortadan kaldıracak gerçek bir demokratikleşme mücadelesinin en doğru yönteminin bu “ikili” strateji olduğuna emin miyiz?

Yoksa Erdoğan’ın “vazgeçtim” keyfiliğine asla sapamayacağı demokratik bir yapıyı bütün ülkede oluşturmak için bütünlüklü bir politika aramak, enerjiyi bölmek yerine ortak bir hedef çerçevesinde demokrasiyi isteyen herkesin enerjisini kendinde toplayacak bir strateji uygulamak ve özerkliği bu bütünlüklü siyasetin içinde değerlendirmek daha mı uygun olur?

YARIN: Barış umudu ve diktatörlük

Mehmet Altan, t24.com.tr

14.05.2014


Bu bölümdeki diğer içerikler için tıklayınız.