Medyada 2. Cumhuriyet > Ertuğrul niye gitti

Ertuğrul niye gitti  

Hrant Dink cinayetinin üzerinden üç yıl geçti. Bugün Hrant’ın ölüm yıldönümü.

“Asıl katiller” hala ortada yok.

İki buçuk yıldır süren Hrant’ın “cinayet davası”, “Beşiktaş’ta üç sanığa sıkıştı”.

Dink ailesinin avukatları Fethiye Çetin ve Deniz Tuna davanın geldiği aşama ile ilgili bir rapor hazırladı.

“Cinayet sonrasında yürütülen soruşturmalar ve yargılama bugüne kadar iki önemli hususu ortaya çıkardı: 

a) Devletin bütün istihbarat kurumları Hrant Dink’i izlemektedir.

b) Devletin bütün istihbarat kurumları Hrant Dink’i öldürecek kişileri de izlemektedir.

Hrant Dink’in ve onu öldürecek olanların devlet tarafından izleniyor olmasına rağmen bu sonucun neden önlenemediği sorusunun yanıtı aslında yukarıda aktardığımız olgularda kendini gösteriyor.

İşte bunun için, Hrant Dink cinayetinde cinayetin tetikçileri ile cinayetin hazırlık sürecinde onu açık hedef haline getirenlerin; onu toplumda yalnızlaştıranların; bu planın medyadaki ayaklarının, yargı mensuplarının bu kampanyada durdukları yerin, yine bu süreçte, görevlerini yapmayarak cinayeti kolaylaştıranların birlikte ele alınıp değerlendirilmesi, suç oluşturan eylemdeki rollerinin ve örgütle ilişkilerinin araştırılması gerekir.

Mahkemeler nezdinde yaptığımız birleştirme talepleri de ne yazık ki her seferinde reddedildi.”

Bu raporu http://www.hranticinadaleticin.com/tr/belgeler.php adresinde bulup okumanız halinde, dünkü yazımda bahsettiğim gibi, Mehmet Ali Ağca’nın sırlarında saklı olan “resmi yüzü” hayret ve dehşet içinde bir kez de burada göreceksiniz...

***

Dün, bu raporu okurken, şu vurucu tespit de çok dikkatimi çekti:

“Bu cinayetin, milliyetçi duygulara sahip üç-beş gencin işi olduğuna inanmak mümkün olmadığı gibi, bir biçimde emniyet ve jandarma bünyesine de sızmış, hukuk dışı bir güç ve yetki kullanan daha örgütlü bir yapının, bu üç-beş genci kullanarak bu cinayeti işlettiğine inanmak da mümkün değil.

Genelkurmay Başkanlığı’ndan yargısal makamlara, hükümet sözcülerinden güvenlik birimlerine, medyadan paramiliter güçlere, tüm resmi/siyasi aktörlerin Hrant Dink’in öldürülmesinde, cinayetin önlenmemesinde, gerçek faillerin ortaya çıkarılmamasında sorumluluğu vardır.”

İster istemez, Ertuğrul Özkök’ün Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Müdürü olarak o dönemde yazdıklarını anımsadım:

“Sizce o silahı niye atmadı” başlıklı “fikir ile hakareti” aynı kefeye koyduğu yazıda şöyle diyordu:

“Örgüt olsa, devletin istihbarat birimleri, güvenlik güçleri onu çökertir.

Ama burada neyi çökerteceksiniz? Mahalleyi veya bir şehri mi? Toplantıda işte bunu anlatıyordum.

Diyordum ki, ‘bu işi çözmek istiyorsak, hepimiz empati duygularımızı geliştirmeliyiz. Mahalledeki o çocuğu da anlamaya çalışmalıyız. İkinci Cumhuriyetçi fikirlere sahip birisi, kendisi için ‘Vatan haini’ ifadesinin kullanılmasından rahatsız oluyorsa, başkalarının da başka ifadelerden rahatsız olabileceğini düşünmelidir.

Mesela, milliyetçiliğin çok kötü bir şey olduğunun sürekli vurgulanmasından.”

***

“Ali Kemal’e vatan haini dememiştim” başlıklı yazısı da aynı minvaldeydi:

“Ama her şeyden önce, ülkemizde insanları böyle pespaye katiller haline getiren sosyal ve siyasi iklimi kim, kimler yaratıyor ona bakalım.

Yıllardan beri şunu yazıyorum:

Toplumun ‘makul üyeleri’ sindirilmiştir.

Meydan azgın azınlıkların tahakkümüne kalmıştır.

Demokrasilerin başına gelebilecek en büyük tehlike budur.

Azgın azınlık şövalyeleri cirit atmaya başladığı zaman, toplumların ruh sağlığı bozulur.

Bizim toplumumuzun ruh sağlığı da bozulmuştur.”

***

“Derin devlet bir bahane mi” başlıklı yazısında ise suçlularla “empati” yapmak ve “demokratları” suçlamak, “derin devlet” inkarına ulaşıyordu:

“Ancak olayın gidişatına baktığım zaman şöyle tehlikeli bir gelişme seziyorum.

Ülkenin özellikle aydın kesimi, Dink cinayetinde ‘çok sofistike’ bir örgüt arıyor.

Öyle anlaşılıyor ki, araştırmanın sonunda böyle sofistike bir örgüte ulaşılmadığı takdirde, o kesimin vicdanı rahatlamayacak.

Elbette böyle bir ilişki varsa mutlaka ortaya çıkarılmalı.

Öyleyse tehlike ne?

Ben bu olayın başından beri ‘mahalle psikolojisinin’ önemini vurgulamaya çalışıyorum.

Mesele orada, mahallede, internet kafelerde, okey masalarında karara bağlanıyor.”

***

Baktım, Ertuğrul’un “derin devlet” inkârı, sadece Dink Cinayeti ile sınırlı değil...

“A kategorisi cinayet kurbanları” adlı aynı günlerdeki bir yazıda da öyle bir iddia var:

“Çetin Emeç töre cinayetine mi kurban gitti de, bir mesleki şahadet çetelesi tuttuğumuzda nedense onun adını hep unutuyoruz?

Çetin Emeç’i dini fanatikler öldürdü.”

Hâlbuki dünkü yazımda da alıntıladığım gibi, İçişleri eski bakanı Hasan Fehmi Güneş, Emeç Cinayeti için farklı iddialar ileri sürüyor...

***

Neyse...

Henüz rahmetli Hrant’ın asıl katilleri yargı önüne çıkarılmadı. Bu nedenle elimiz böğrümüzde...

Ama bir yandan da “derin devlet” çözülme aşamasında...Bu süreç hızlandıkça asıl katilleri de yakalayacağız, nitekim Dink Ailesi’nin avukatları cinayetin “Kafes Operasyonu” ile çok ciddi bağlantıları olduğunu vurgulamakta...

Belki de diyorum, Ertuğrul Özkök, bir türlü “derin devleti algılayamadığı”, “empati” yaptığı canileri “mahallede, internet kafelerde, okey masalarındaki” kişiler sandığı, teşhisleri isabetli olmadığı için gitti.

Böyle bir teşhis isabetsizliği, çözülme dönemlerinde çok siyah beyaz yapıyor, eskiden olsa, belki bu kadar göze batmayabilirdi...

“Hrant operasyonunu” inatla “üç beş çocuğa” bağlama gayreti artık fazla dikkat çekiyor...

Dikkatler bu kadar keskinleşip, teşhisler de bu kadar isabetsizleşince de insan koltuğunda kalamıyor.

 

Mehmet Altan, Star

19.01.2010

Konu ile ilgili sayfalar...
7/3/2017 - 15 Temmuz’un ilk entelektüel sonucu ...
9/20/2016 - Garip ilişkiler...
8/16/2016 - Mehmet Altan: Türkiye, 'İkinci Cumhuriyet' kavramına mecburen geri dönecek...
8/12/2016 - Batı’nın “Yeni Türkiye” kuşkusu ...
4/25/2016 - Siyasal İslam ve İkinci Cumhuriyet ...
Bütün başlıklar için tıklayınız