Medyada 2. Cumhuriyet > Üçüncü Cumhûriyet’in sonu

Üçüncü Cumhûriyet’in sonu  

Daha önce de çok yazdım ama kısaca hatırlatayım:

Biz hâlen târihimizin “Üçüncü Cumhûriyet” Devrini yaşıyoruz. Çünki cumhûriyetler “anayasaları” ile kaaimdirler.

23 Nisan 1920-27 Mayıs 1960 “Birinci Cumhûriyet” idi.

Sonra 9 Temmuz 1961-12 Eylül 1980 arası “İkinci Cumhûriyet”i idrâk etdik. Aslında hiçbir haltı “idrâk” edemeden idrâk etdik!

7 Kasım 1982’den beri ise “Üçüncü Cumhûriyet” felâketi içinde debelenip duruyoruz.

Şimdi bu yeni “Fetret Devri”nin de sonu gelmiş görünüyor. “Dördüncü Cumhûriyet”in doğum sancılarını çekiyor ülkemiz. Fetret Devri, bileceksiniz, 1402-1413 arası Türkiye’nin yaşadığı kargaşalık, bölünmüşlük ve kardeş kavgası yıllarıydı. Sonra o yangın “Humâ Kuşu” gibi kendi küllerinden yeni bir Türkiye doğurdu. İşte ben bugün de buna benzer bir gelişmenin içinde bulunduğumuz kanaatindeyim.

İster Başyazarımız Mehmet Altan gibi “İkinci Cumhûriyet” deyiniz, ister benim gibi sayınız gerçek şu ki artık bu devletin bu hâliyle yürümesi imkânsız!

Devleti devlet yapan “bütün” kurumların bulaştığı rakamı belirsiz karanlık ve şübheli olayları teker teker incelemeyi bir yana bırakıp meseleye geniş zâviyeden bakarsak şunu görüyoruz:

Toplumda birbiriyle mücâdele eden iki kitle var. Biri Türkiye’nin dünyâyla bütünleşip çağı var hızıyla yaşamasını, ona katılmayı özlüyor. Diğeri ise olanca gücüyle 1930’lara geri dönerek yüksek duvarlar arkasındaki bir köşkde geçmiş günlerin hayalleriyle yaşama, daha doğrusu yaşar gibi yapma dâvâsı peşinde. Ama o köşkde yaşayanların ekmeği, suyu, “rakısı” nereden gelecek onu düşünenleri pek yok.

Tuhaf bir durum. Bu sonuncular zamânı dondurma gayretiyle canlarını dişlerine takmış boğuşurken kendilerine “ilerici” yaftasını münâsib görüyorlar. Bu hesabca tepeden tırnağa değişip yepyeni bir düzene girme mücâdelesi verenlerse “gerici” oluyor.

Burada tuhaf görünen bir başka husûs ise her iki cebhe içinde de aslen birbiriyle can düşmanı olması gereken grup ve zümrelerin omuz omza saf tutmuş bulunması ki bu da bize has bir hâl değil. Çünki bu tür düşman güçler, daha büyük addetdikleri bir “tehlike” karşısında işbirliğine gidebilirler. Önce o tehlikeyi savuşturup sonra yine birbirlerinin gözünü oyma meşgalesine dönebilirler. O bakımdan meselâ Türk faşistleriyle Kürd faşistlerinin ittifâk hâlinde olmalarına hayret etmemek gerekir. Ortak paydaları “Batı (ABD/AB) düşmanlığı” zîrâ. Tapındıkları “ilahlar”ın ayrı olması bu bağlamda teferruat. Öte yandan karşı cebhede sanki “muvakkaten”miş gibi yanyana duranların kendilerini gözden geçirmeleri de sürprizli sonuçlar doğurabilir. Ortak paydanın “karşılıklı saygı” olduğu kafalarına dank ederse Sünnî ve Alevî “mütedeyyinler”le, aslî Türk unsuru da dâhil olmak üzere “tekmil” etnisiteler niçin bir “ebrû” misâli içiçe yola devâm etmesinler?

Ben “gericiler”in Türkiye’yi Batı’ya satmaya kararlı “hâinler” olduğuna inanan bir “ilerici” olsam kalburüstü bâzı başka ilericilerin neden her başları sıkışdığında gidip Moskova’ya sığındıkları sualine bir yanıt arardım.

Yağmur Atsız, Star

30.12.09

Konu ile ilgili sayfalar...
7/3/2017 - 15 Temmuz’un ilk entelektüel sonucu ...
9/20/2016 - Garip ilişkiler...
8/16/2016 - Mehmet Altan: Türkiye, 'İkinci Cumhuriyet' kavramına mecburen geri dönecek...
8/12/2016 - Batı’nın “Yeni Türkiye” kuşkusu ...
4/25/2016 - Siyasal İslam ve İkinci Cumhuriyet ...
Bütün başlıklar için tıklayınız