Medyada 2. Cumhuriyet > DOSYA: LİBERAL KİŞİLİK

DOSYA: LİBERAL KİŞİLİK

Liberal kişilik bozukluğu

Liberal kapitalist düzen, sırf bizleri ikna edebilmek için 90’lı yılların belgesellerinde hiç durmadan antilop, zebra avlayan aslanları gösterdi. Hepimizin beyinlerine aslanların, leoparların durmaksızın avlandığını işlediler. Onların vakitlerinin çoğunda uyuyup, günlerce aç gezdiklerini sakladılar...
 

Liberal kişilik kibirli ve zaman zaman da saldırgan bir narsizmle maluldür. Bu durumu resmeden tipik bir anını, televizyon ekranında "ötekilerle" tartışırken kendisine söylenen sözlere müstehzi bir gülümsemeyle karşılık vermesinde ve akabinde de bütün farklı argümanlara kerameti kendinden menkul bir edayla bıyık bükerek hasımlarını vuracak silahlarına tekrar sarılmasında bulabiliriz.

Bu itibarla, liberal kişiliğin, özellikle de “genç sivil” olanının muarızları tarafından “yaramaz, haylaz çocuk tavrı” sergiler görülmesi boşa olmasa gerektir. Çünkü her iki durumda da “sevin beni, tapın bana” diyen ve bu gerçekleşmedikçe de dikkat çekmek için elinden geleni yapan ve etrafına küçük çaplı sembolik tacizlerde bulunan özneler söz konusudur.


(Lİberal kİŞİlİk nedİr? Solla ne derdİ vardIr? Necmi Erdoğan  BirGün 21 Aralık 2008)




GÜRKAN HAYDAR KILIÇARSLAN

Psikoloji emekleyen bir bilim dalıdır. Hatta ağzında emzik vardır. Az sonra okuyacağınız hastalığı bile henüz keşfedip tanısını koyamamıştır. Özellikle kişilik bozuklukları sahası, balta girmemiş bir ormandır. Sosyal yaşantılarımızda yaşadığımız çok sayıda anlaşmazlığın nedenlerinden biri de bu ormana yeterince girilmemiş olması talihsizliğidir. Sınıflandırması yapılmamış pek çok psikolojik rahatsızlık yüzünden çoğumuz sık sık ızdırap çekmekte ve çektirmekteyiz. Daha kötüsü, gerçekte normal olmayan bazı kimseler aramızda sağlıklıymış gibi dolaşabiliyor bu yüzden. Ciddi bir psikolojik destek ile tedavi gereksinmesi olan kimi kimselerin günümüzde “aydın” sanılmasının nedeni, psikolojinin henüz bebek olmasıdır.
Kişilik bozuklukları, sosyal kalıp ve normlara uymayan, ısrarlı ve istikrarlı bir izleyiş gösteren, özellikle bireyin ait olduğu ya da olmadığı toplumsal küme ve gruplara bir şekilde zarar veren, gerçeklerle bağları sıklıkla kopan bireyin gösterdiği uyumsuz davranışlardır. Paranoid bozuk, toplumda bulunan herkesin niyetinden şüphe duyar. Şizoid bozuk, toplumsal ilişkilerinde farklı kişilikler yaşar. Şizotipal bozuk, ilişkisinde sıklıkla yaşadığı gereksiz alınganlıkları intihara kadar taşıyabilir. Antisosyal bozuk, başkalarının hakkını hukukunu tanımaz. Borderline bozuk, evrende tek başına yapayalnız kalmaktan ölesiye korkar. Histrionik bozuk, başka bireylerin duyu organları için yaşar. Narsistik bozuk, yokluğunun evren ve toplum yasalarını alt-üst edeceğini sanır. Çekingen bozuk, başka bireylerden ve sosyal ilişkilerden alerji duyar. Bağımlı bozuk, asla kendisi olamaz ve muhalefet nedir bilmez. Obsesif Kompulsif bozuk, kendinin değil de toplumun sorunlu olduğunu düşünür. Pasif-Agresif bozuk, toplumsal çarklara çomak olur. Depresif bozuk, hayatı ve sosyal ilişkileri bir müsabaka gibi gördüğünden yenilgilerine şike bahanesi arar. Sadistik bozuk, topluma kendi balgamı kadar kıymet vermez iken Mazoşistik bozuk, topluma başkalarının balgamı kadar kıymet verir.
Her biri farklı olsa da bütün bu bozuklukların hepsinin ortak yanı, aslında empati yokluğudur. Neredeyse bütün kişilik bozukluklarının en önemli karakteristiği, kişilerin kendilerini başkalarının yerine koyabilme kabiliyetlerinin ya hiç olmaması ya da yok denecek kadar az olmasıdır. Bu tür kişiler sıklıkla empati sözcüğünü kullanıyor olsalar bile, kendilerini başkalarının yerine koymakta ciddi oranda zorluk çekerler. Bunun yanında bireylerin kendi benliklerini başka benliklere ve dolayısıyla topluma karşı mutlak bir referans olarak kullanmaları da bir diğer önemli ortaklıktır. Adına bozukluk denmesinin ana nedeni, sosyal ilişkilerin sorunlu olmasından kaynaklanır. Zaten bahse konu olan bozuklukları daha çok bireyin çevresi algılar. Yoksa ıssız bir dağda veya adada bu sıkıntıları tek başına yaşayan bir kimsenin hali kimsenin umurunda değildir. Kısacası, ortada bir kişilik bozukluğu varsa topluma gereksinme vardır. Elbette işin içinde bir toplum varsa onun bir düzeninin var olması gerekir. Özellikle son 20-30 yıldır yaşanan egemen küresel sosyal düzenin kaynağı ise liberalizmdir. Yaşanmakta olan kişilik bozukluklarının yaygın olan sosyal ve ekonomik düzenden bağımsız olduğunu sanmak, psikoloji biliminin hep bebek kalacağını sanma saflığıdır.
Bugün adının önüne “neo” alan çağımızın egemen ideolojisi liberalizm için her ne kadar bireylerin çoğu pratikte sürüngenlerden hallice olsa da teoride birey kutsaldır. İşte liberal kişilik bozukluğu, bu ana çelişkiden beslenir. Herhangi bir birey, sosyal bir arenada varlığını liberal olarak tanımlayıp liberalliğin gereklerini içselleştirdiğini sandıktan sonra gerçek hayat ile teori arasındaki acımasız çelişkiler yavaşça kendini gösterir. Arkasından liberal kişilik bozuklukları o bireyin yaşamında sahne almaya başlar. Ortalama sermayesiz bir bireyin “neyi ne kadar yapıp nereden nereye geçebileceği” ile ilgilenmez liberal bozuk. Böylece pratikte toplumun yüzde 100’üne sunulan hür teşebbüs şansından toplumun sadece yüzde birkaçının istifade edip, geri kalan ezici bir çoğunluğun ücretli kölelikler ve işsizliklere mahkum olması ile ilgilenmez bir liberal bozuk. Teoride serbest piyasa ekonomisi savunulurken bu serbestliğin belli başlı kartellere ve sadece uluslararası aktörlere tanınıyor olması liberal bozukları pek rahatsız etmez.. Devletin burnunun mecbur kalmadıkça hiçbir yere sokulmaması gerektiği halde, devletin ihalelere kafa kol dalıp belli bir siyasi yapının yandaşlarına halkın vergilerinin sermaye olarak dağıtması karşısında duyarsızdır liberal bozuk. Çoğunluğun azınlık üzerinde tahakkümünün liberalizmin varlık nedenine ters olmasına rağmen yüzde 30’lara inmiş bir siyasi partinin geri kalan yüzde 70’e yönelik faşizan tavırlar içine girmesini doğal karşılar liberal bozuk. Ahmet Necdet Sezer zamanında YÖK’ten nefret ederken Abdullah Gül zamanında YÖK’ü bir pet gibi okşar ve sever liberal bozuk. Liberal kişilik bozukluğu gösteren bir birey için koskoca İzmir kenti faşizmin başkenti olabilir aniden. Öte yandan bir büyük kenti toptan faşist ilan etmek, sadece liberal kişilik bozukluğu olmayıp yukarıda anılan başka bozuklukların aynı anda aynı bünyede yaşadığına delalet de olabilir.
Liberal kişilik bozukluğunu anlamanın en iyi yollarından biri, tarihin algılanışı ile kavranabilir. Onlar için Ulusal Kurtuluş mücadelesinde yedi düvele karşı savaş yapılmamış, sadece Yunanlılara karşı savaşılmıştır sözgelimi. Böyle bir yargı, ilk bakışta bir fikir veya düşünce gibi algılanabilir. Oysa gerçekte durum, tipik bir kişilik bozukluğu belirtisi olan, olmayan bir şeyi varmış sanma hadisesidir. Öyle bile olsa, Yunanlıların Avrupa ve Ortadoğu’da Türklerden sonra en savaşçı kavimler olduğunu algılamayan sorunlu bir zihin vardır karşımızda. Sırf Türklerin esareti altında birkaç yüzyıl yaşadılar diye Türklerden çok daha uzun bir süre dünyanın bu bölgesine hükmetmiş bir kavmi Ulusal Kurtuluş mücadelesinin kutsallığını küçümsemek için küçümsemek, gerçekler ile bağların koptuğuna ciddi bir delildir. Yunanlıların Nazilere karşı dünya çapında gösterdikleri şanlı direniş bile liberal bozukluğun bu söylem ile kendini gösteren halüsinasyon sorunları hakkında bize fikir verebilir.
2007 yılındaki Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde e-muhtıra, Cumhuriyet Mitingleri, 367 gibi hadiselerde liberal ve/veya demokrat bir tavır gösteren bir kimsenin 2009 yılında henüz tek bir sanığın hüküm giymediği ve adil geçip geçmediği şüpheler yaratan bir davada tetikçilik ötesine geçip cellatlığa heves etmesi liberal kişilik bozukluğunun ürkütücü boyutlarda olduğuna işaret eder. 2007 öncesi medya düzeninden şikayet eden bir liberalin 2009 yılında siyasi iktidarın kendilerine secde eden bir medya yaratması karşısında kılını kıpırdatmaması, tam tersine sevinçten göbek atıp secde edenler safına katılması bozukluğun ciddi bir aşamaya geçtiğinin kanıtıdır. Türkiye’de kayda değer bir halk tabanı olmayan bir cemaatin TSK’den sonra fethedilmesi öngörülen “son kale” Hürriyet’i ele geçirmek için düzenlediği psikolojik Haçlı seferlerine katılarak uydurma belgelerle gazeteciliğin ölümünü liberal halaylar eşliğinde kutlayan bir liberalin kişiliği bozuktur. Bahse konu olan bozukluğun psikoloji sınırlarını zorlayıp psikiyatri sınırlarına dahil olmasının en güçlü belirteci, bir televizyon kanalını suikast ile suçlamaktır ki bunun psikiyatride karşılığı bellidir. Liberal kişilik bozukluğunun bir sonraki tehlikeli durağı Liberal Şizofreni’dir. Tedavisi bile yoktur.
Aslına bakılırsa liberal düzenin kendisi dertlidir. Tıpkı teorideki sosyalist düzen ile pratikte yaşanan bürokratik rejimlerin yarattığı ağır travmanın bir benzeri de küreselleşme çağında liberalizmde yaşanıyor. Bunun da nedeni, liberal düzenlerin insanlığa ve doğaya aykırı oluşunun unutturulmasıdır. Liberal kapitalist düzen, sırf bizleri ikna edebilmek için 90’lı yılların belgesellerinde hiç durmadan antilop, zebra avlayan aslanları gösterdi. Hepimizin beyinlerine aslanların, leoparların durmaksızın avlandığını işlediler. Onların vakitlerinin çoğunda uyuyup, günlerce aç gezdiklerini sakladılar bizden. İsteyenin isteyeni her dakika yediği insanlık ve hatta hayvanlık dışı bir düzeni doğal bir düzen olarak yutturdular bize. Uçaklara en çok hangi Cumhurbaşkanının işadamı toplayıp ülke ülke dolaşıyor olması ile övünen liberal bozuklar, gezegenimizin o uçaklara doluşan işadamları sayesinde güneşin çevresinde dönebildiğini sanacak kadar gerçeklerden koptular. Hatta İslamcı ve cemaat muskalı liberal bozuklar ölçüyü iyice kaçırıp, rızıkları da o işadamlarının dağıttıklarına inandılar.
Peki bu bozukluğun bir tedavisi yok mu? Öncelikle liberal bozuklar sabah, öğle, akşam tok karnına aldıkları ve kendilerini şişmanlatan iktidar haplarına bir son vermek zorundalar. İktidar haplarının en kötü yan etkisi, çevrenizde oluşan haksızlıklara karşı duyarsız olmanızdır. Bir çeşit diazem etkisi yaşatır iktidar hapları. Uyuşturucudur. Bu haplar, yaşadığınız toplumda gelişen üzücü hadiselere hiç üzülmeden iktidarınızı pekiştirmek adına yorum yapmanıza yol açar. Öyle ki, bu haplar yüzünden İzmir’de taşlanan DTP aracına bile üzülmeden yalnızca CHP, MHP ağırlıklı bir kenti faşist ilan edersiniz. Böylece, Türkiye Cumhuriyeti’ni ikinci cumhuriyet kisvesi altında Akparti İmparatorluğu’na dönüştürme kaygısına düşmüş yaşı geçkin bir siyasi iktidara medya levyesi olursunuz.
İktidar hapı almak yerine günde en az üç kez aç karnına alınacak “Empatizan” hapları bu tür tehlikeli liberal kişilik bozukluklarını bir aydan kısa bir sürede giderir. Böyle bir tedavinin sonunda 1 Mayıslarda lüks otellerde pankart sallamaktan vazgeçip kıçınızı kaldırıp alanlara bile inersiniz belki de kimin kime “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” dediğini de birinci elden anlarsınız. Hem böylece birileri tarafından uzaktan kumanda ile değil, kendi özgür iradenizle gerçekten sivil toplum olmayı dilersiniz de liberalizm liberalizm olalı sizin yüzünüzden uğradığı bu ağır zulümden de kurtulmuş olur inşallah.
Bir gün gelecek. Psikoloji delikanlı olacak. Sosyolojiye çıkma teklif edecek. Onlar evlenip çoluk çocuğa karıştıktan sonra Bakırköy ve Manisa’dan başka hiçbir yerde “ben liberalim” diyene rastlanmayacak. Bir menfaat histerisi olan endişeye gark olmasın liberal bozuklar. O gün faşizm gelmeyecek. Liberalizmin hasır altı ettiği “Demokrasi” gelecek. O güne kadar liberal kişilik bozukluğu yaşayanları GHK tedavi edecek. İşe tanı koymakla başlayalım. Liberal bozuk, zincirlerin pazarlandığı ve esaretin dayatıldığı bir toplumda herkesi kendisi gibi özgür sanır. Oysa ki faşizmin oynattığı küresel bir Muppet Show’un can sıkıcı kuklasıdır.

***
Seçkin, esnek ve zayıf olmak

Liberallerin nereden geldiklerini ele almak gerekir. Liberaller emekçilerle sağlam bağları ve mücadele deneyimleri olmadan, bol kitap, kuram ve giderek daha fazla medya etkisi ile yetişiyorlar...

SERDAR M. DEĞİRMENCİOĞLU

Onlardan çok var. En çok göze batanları, ya da göz çıkaranları, gazetelerde köşe yazarı olarak boy gösteriyorlar. Moda terimle “fikir önderi” olarak sunulan bu kişiler, nasıl edinildiği belli olmayan köşelerde ilginç ve çok tedirgin edici görüşlerini hiç çekinmeden ortaya sürüyorlar.
Bu görüşlere ve kişilere sık sık  “liberal” deniyor. Bir çeşit özgürlükçü, “bırakınız yapsınlar” çizgisine uygun, devletçilik karşıtı ve ara ara önemli meselelere giren bir söylem tutturdukları görülüyor. İlk bakışta yazılar da yazarlar da şık. Konular güncel, kullanılan dil akıcı. Neşeli ve iyimser. Dünyayı gezmişler, başka ülkelerden haberdarlar.
Görünüş bir yana, bu söylem ve köşe yazıları bir süre takip edildiğinde göze çarpan ilk özellik tutarsızlık. Liberal köşe yazarları sürekli olarak duruma göre davranıp, “stratejik” bir yaklaşım tutturduklarını belli ediyorlar. Liberaller zaten siyasetin bu olduğunu söylüyorlar: Duruma göre davran, esnek ol ve yol al. Buna “tutarsızlık stratejisi” de denebilir. Türkiye’de rüzgârın nereden eseceği belli olmadığı ve toplum sık sık hezeyanlara savrulduğu, yani itildiği için duruma göre davranmak, nabza göre şerbet vermek onlara çok uygun geliyor. Bu sayede hep yüzeyde kalmayı beceriyorlar.
Kürtlerin haklarına sahip çıkmaları  bir örnek. Sosyalistlerin 70’lerden beri tartıştığı “Doğu Sorunu”, “Kürt Sorunu” veya “Türk Sorunu” üzerine on yıl önce değil, beş yıl önce değil, daha yeni yeni konuşmaya yazmaya başlamaları, esen rüzgârlara uyum sağlamakla çok yakından ilişkili. Rüzgâr bu sorunu, hatta ana dilinde eğitimi bile konuşmak yönünde esmeye başlayınca, gecikmeden “özgürlükçü” yazılar yazmaya başlıyorlar. Bu aslında onların ne kadar iktidar ve statüko uyumlu olduklarını gösteriyor.

YA GEÇMİŞİ?
Bu liberal portrenin elbette bir geçmişi var. Belki de en iyi bilinen örneği, Mehmet Barlas. Ünlenmesini liberalleşmesine borçlu. Turgut Özal’ın gereksinim duyduğu medyatik desteği sağlayan ve “stratejik” bir yaklaşımı çok iyi kullanan Barlas hızla yükselmiş; Özal’dan sonra gelen sermaye yanlısı hükümetleri de “bırakınız yapsınlar” ve “yaşasın kurtarıcımız özel sektör” söylemi ile desteklemişti.
Bugünün liberalleri sayıca daha fazla ve aralarında Barlas’a benzeyenler de, benzemeyenler de var. Liberaller artık daha genç. Demek ki, ikinci kuşak liberaller türedi. Hatta sol liberaller bile var. Ama hepsinin ortak özelliği, büyük sermayeyi rahatsız etmeyen ve “patrona uyumlu” bireyler olmaları. Dünyanın birçok yerinde olduğu gibi, büyük sermaye toplumu istediği yöne gütmek için “fikir önderi” kişiler arıyor. Onları köşe yazarları arasından bulmak hem kolay, hem de işlevsel.

YA KÖKENLERİ
Liberallerin ister büyük patronların büyük gazetelerinde, ister başka işletmelerde çalışsınlar birer ücretli, sözleşmeli olarak çalıştıklarını ve sendikal örgütlenmelerden uzak olduklarını da hiç unutmamak gerek. Onların gerek sınıfsal konumları, gerekse kökenleri, emekçilerin mücadelesi ve meselelerinden çok başka. Aldıkları ücretler, yükselmeleri ve itibarları fazlasıyla patrona bağlı.
Tam bu noktada liberallerin nereden geldiklerini ele almak gerekir. Liberaller emekçilerle sağlam bağları ve mücadele deneyimleri olmadan, bol kitap, kuram ve giderek daha fazla medya etkisi ile yetişiyorlar. Büyük kentlerde gayet rahat, hatta rahatsız edici denli rahat bir yaşam sürüyorlar. Tam da bu nedenle, yaşama, karın doyurma, barınma, çocuğunu okula gönderebilme mücadelesi veren kitlelerin meselelerini değil, kimlikler ve özgürlükler gibi meseleleri önemsiyorlar. Bir diğer deyişle, sosyal adalete kafa yormadan özgürlüklerin elde edilebileceğini düşünüyorlar. Haklar ve sosyal devlet düzenlemeleri nasıl ortaya çıktı pek düşünmeden bireylerin özgürlüklerinden dem vuruyorlar. Ama bireylerin patronlar karşısında yalnız kalmalarını bizzat kendileri yaşıyorlar ve patronlara aykırı düşmeden siyaset yapmak durumunda kalıyorlar.


YAYGINLAR
Liberaller elbette yalnız Türkiye’de üremiyorlar. Avrupa’da bol bol liberal var. Hatta katıldığım kimi gençlik etkinliklerinde çoğunluktaydılar. Birkaç sene önce yürüttüğüm iki günlük bir atölye çalışmasında onları daha iyi tanıyabildiğimi düşünüyorum. Etkinliğin başında katılımcıları tanıyabilmek için kendilerini çok iyi yansıtan, üzerlerinde veya yanlarında taşıdıkları bir eşyayı seçmelerini istemiştim. Hepsi üniversiteli olan bu gençler, kendilerini profesyonellikleri, bol seyahat etmeleri, Avrupa çapında her yerde tanıdıkları olmaları, bireysel gelişimlerini çok önemsiyor olmaları ile tanımlayacak şeyler seçtiler.
Bu eşyaları ve simgeledikleri özellikleri tahtaya yazdıktan sonra ortaya çıkan tabloyu birlikte inceledik. Gayet iyi okullarda okumuş, bol defter kitap yalamış, bol bol gezmiş bu gençler, yeni bilgilere ve yeni bağlantılara kolayca ulaşabilmelerini sağlayan becerilere ve olanaklara sahiptiler. Özgürlüklerine ve bireysel kazanımlarına pek düşkündüler ama onların bunca donanıma sahip olmasını sağlayan hak ve özgürlüklerin nereden geldiği üzerinde hiç durmuyorlardı.
Seçkin bir profesyonel kariyer ve her açıdan şık bir yaşam peşinde olan bu gençlerin sayısı hemen her yerde oldukça fazla. Üniversiteler birer teknik okul olarak onlara bu yolda bir alet çantası sağlıyor. Yurttaşlık, sosyal adalet, toplumsal dayanışma gibi gibi meseleler onlar için çok geride, çok beride.


GİDİŞ NEREYE?
Bunca betimlemeden sonra gidişe ilişkin saptamalar yapmak da gerekir. Türkiye’de yakın gelecek için sermaye ve ABD uyumlu bir düşünsel iklim ve toplumsal durum üretilmek isteniyor. Bu düşünsel iklimin oluşması için muhafazakâr kitleler ve liberal seçkinler gerekli. Bu formülün toplumsal karşılığı, sosyal adaletin konuşulmaması ve muhalefetin yok olması. Yani, muhafazakâr kitleler + liberal seçkinler = statüko. Liberaller bir çeşit vitrin görevi görecekler. Uygar ve kibar bir şekilde bireysel özgürlükleri sahiplenecekler. Bunu yaparken “kentsel dönüşüm”, toplu taşıma yapılan zamlar, metrobüs rezaleti, bankaların toplumu sömürmesi veya polisin sokakta ölüm saçması gibi meselelere girmeyecekler. Tam da bu nedenle, gürültücü ve lafazan liberallerin kim olduklarını ve hangi telden çaldıklarını hep deşifre etmekte büyük yarar var.

***
Nerde o eski liberaller…
Bununla birlikte gerçek liberalizm, asla bir ideoloji olmamakla birlikte kapitalist üretim tarzının siyasi dünya görüşü olarak yansıması şeklinde tanımlanabilir. Bugün tartışmakta olduğumuz akımın bununla bir ilgisi yoktur. Peki, bu yeni tavır nedir ve nereden çıkmıştır?...

BAŞAR BAŞARAN

Türkiye’de siyasi iklimin tarihini takip ettiğinizde bir tek mevsimin ekseriyetle hâkim olduğunu görürsünüz. Bu mevsim, oportünizmdir. Ülkemizde, her devrin gereğine göre bir takım insanlar öğrenilmiş bir alışkanlıkla ideolojilerin ilkesel dayatmalarından kurtulmuşlar ve büyük bir hünerle onları menfaatlerini kollamak için bir silaha çevirebilmişlerdir. Hangi düşünceden olursa olsun, doktrinine sadakatle bağlanan kesimlerin bu ülkede daima azınlık oldukları gerçeği bize bu tavrın ne kadar yaygın olduğunu gösterir. Ne yazık ki rüzgârın esiş yönüne göre pratikle kirletilmemiş iffetli bir teoriyi buralarda bulmak mümkün değildir. Ne saf İslamcı akım ne Marksist sol ne de Ülkücü hareket, yaşadığı gibi inanan bu kurnazlıktan yakasını kurtarabilmiştir.
Bugün güçlüden yana rüzgârın estiği yön, bize iktidar ile hemhal olmuş, kitaplardaki tanımlarının çok dışında yeni bir liberalliğin sinyallerini vermektedir. Asıl kavgamızın kelime ile olduğunu hiç unutmadan, hakikati anlamak için aslında neden söz ediyor olduğumuzun tanımını doğru yapmalıyız. Bugünkü Türkiye’de genç sivil ya da yeni liberal olarak adlandırılan fikri zemini kaygan tüm bu hareketlerin asıl adı kadim oportünizm olmakla beraber salt amacı kendisi lehine mutlak iktidar tesisidir. Bununla birlikte gerçek liberalizm, asla bir ideoloji olmamakla birlikte kapitalist üretim tarzının siyasi dünya görüşü olarak yansıması şeklinde tanımlanabilir. Bugün tartışmakta olduğumuz akımın bununla bir ilgisi yoktur. Peki, bu yeni tavır nedir ve nereden çıkmıştır?
Bugün artık hemen herkesin kabul ettiği gerçek, geldiğimiz noktada Cumhuriyet’in kuruluş felsefesindeki bazı tanımların yeniden yapılması gereğidir. Zira ilk günden bu yana askeri ve sivil bürokrasi karşısında periferide kalan halkın yaşam tarzı ve etnik kimliğine inatla sahip çıkarak yürüttüğü var olma mücadelesini artık kazanacağı bellidir. İşte bugün karşımıza neredeyse kemikli bir ideolojiymiş gibi dikilen oportünist liberalliğin doğal beslenme alanı böylesi değişim süreçleridir. Bir de bugün olduğu gibi bu değişime cevaz veren uluslararası bir konjonktür de oluşmuş ise iş neredeyse bir moda akıma evrilebilir. Dolayısıyla bugün karşımıza çıkan bu sivil tipolojiyi, taleplerin doğruluğu ve yanlışlığı üzerinden değil bir fırsatçılık ve yağmacılık iştiyakı olarak irdelemekte büyük yarar vardır. Böylece talep eden ile talep edileni ayırabilmek bizi holiganizmden kurtaracağı gibi meseleyi aklıselim incelememize de olanak verir. Bugün askeri darbe karşıtlığı yarışında dili dışarıda koşanların, geçmiş darbelerde askerlerden yana yazdıkları, çizdikleri arşivlerde dururken, o darbelerin bizzat mağdurlarını şimdi darbecilikle suçluyor olmaları gibi yaşadığımız absürt durumları ancak bu şekilde anlayabiliriz. ‘Sonradan Müslüman’a beş vakit namazın yetmeyeceğinin ispatı birer nefere dönen bu insanlar kendi içlerinde sonsuz tutarlıdırlar. Yaptıkları, başta söylediğimiz gibi dalga sörfüdür, dalgayı takip etmekte ve hep yukarıda olmaya çalışmaktadırlar.
Bunların dışında bugün demokrat, liberal ve sivil olarak kendisini tanımlayan fakat ülkenin içinden geçtiği değişim sürecini adil olarak yorumlayamayan herkes gaflet içerisindedir. Çünkü insanın kendisi için ortaya koyduğu hür bir yaşam talebinin, başkaları söz konusu olduğunda, ceberrut ve adil olmayan bir kısıtlayıcılığa dönmesi korkunç bir çelişkidir. Bugün maalesef, hukuk dediğinizde yalnızca kendi hukuğunu kabul eden, ispat dediğinizde sadece kendi kanıtını varsayan ve son tahlilde vicdanını birileriyle savaşıyor olmak ile avutan bu insanların sayısı çoktur. Gazeteler, dergiler, televizyon kanalları birer mücadele alanına dönmüştür. Peki, kendisini bir savaşta telakki eden insanın sivil olması mümkün müdür? Zira savaşta olan herkes askerdir. Asker demek illa topla tüfekle bir orduya hizmet eden demek değildir. Aklını bir mücadelenin gereğine emanet etmek yeterlidir. Kendisine sivil diyenin, üzerine sivillik dâhil herhangi bir üniformayı giymemiş olması gerekir. Böyle üniformalı siviller ile yürütülen askerden vesayet almak mücadelesi mutlaka ileride yeni bir vesayet problemi doğuracaktır. Adil olmayan seçim sistemini, anti demokratik parti iç tüzüklerini, faşizan lider sultalarını hiç tartışmayan bir seçilmişler dalkavukluğu ülkeyi bir otoriter bürokrasiden diğerine götürmekten başka hiç bir amaca hizmet edemez. İktidarın medyası, iktidarın iş dünyası, iktidarın yargısı ve en nihayet iktidarın ordusu oluşurken buna dur demek; eski düzen çok iyiydi, aynen devam etsin demek değildir. Bağımsız, özgürlükçü düzenler ancak bağımsız ve özgür iradeli bireyler tarafından kurulabilir
Tatlı su sivilliğinin bugünkü albenisi mesuliyetsiz olmasıdır. Güce dayanmış, mesuliyetsiz bir salahiyet ile gönenmek, devrin sefasını sürmektir. Gökyüzü gibi generallere ayağında lastik ayakkabı, ağzınızda ciklet ‘indir elini’ diyebilmek cazibelidir. Ancak sahici değildir. Bugün böyle bir cazibeye kapılmışların çekim merkezi haline gelen genç siviller oluşumuna bakarken bu sathiliği görmek gerekir. Genç siviller kolaylıklar çağının enfantil kahramanlarıdır. Çünkü devletin bizatihi kendisine ve rolüne karşı olmayan bir liberallik, yalnızca yaşam tarzı liberalliğidir. ‘Neden ben değil de o’ demekle o sisteme karşıt olunamaz. Putları, yeni putlar için kıranlar; put kırıcı olamazlar. Üretim araçlarının özgürleşmesi ile ilgili bir tezi ve derdi olmayan bu hareket maalesef özgürlükçü falan değil, düpedüz lümpendir.
Bu örgüt son zamanlarda ses getiren pek çok eylem ortaya koymuştur. Ancak eylemlerine baktığınızda kurdukları sözde ironik özde sinik dil, asla toplumcu bir ideale yaslanmadığı gibi gündelik övgüler peşinde bir ergen marifetinden öteye gidememektedir. Zeka kıvılcımlarıyla yetinebilen, son tahlilde nihilist, bireysel afacanlıklardır. Fakat uğruna can verecek kadar ülkesini düşünen toplumcu çocuklarını tarih içerisinde yok ederek bugünlerine gelmiş bir memlekette, genç diye şimdi bu genç sivillerden söz ediyor olmamız da şüphesiz Allah’tan revadır.

***
Liberallerin şiddeti ve şımarıklığı

Liberal kesim oluşan yeni statükonun sözcülüğünü özelikle sola dönük alanı işgal etmeye çalışarak sürdürüyor...

ÖNDER İŞLEYEN

AKP, eliyle uygulanan liberal değişim programı doğrultusunda bir iktidar değişimi yaşanmaktadır. Liberal-muhafazakâr eksen, yani emperyalizmle bütünleşmiş cemaatlerin hakim olduğu yeni bir Türkiye’den söz etmek mümkün artık.
Liberal çevreler bu değişimi, bürokratik/baskıcı merkeze karşı çevrenin demokratik gelişimi olarak tanımlayarak süreci ‘statüko-değişim’ ikilemi içerisinde ele alırlar. Oysa yaşananlar egemenlik yapısı içerisindeki güçler dengesinde ‘yer değiştirme’dir. Statüko da değişmiştir, eski dağılmış, yeni bir iktidar bloğunun statükosu tesis edilmiştir. Liberaller de asıl olarak bu yeni statükonun sözcüsüdür. Liberal kesimin tavır ve üslubuna yön veren de bu durumun kendisidir.

•••
Liberal kesim, solu da bu dümen suyuna çekmek için oldukça arzulu ve şiddetli bir tutum takınıyor. Egemen çevreler, küreselleşme/AB sürecini olumlayan, emperyalizmden ve sınıf mücadelesinden söz etmeyen bir sol oluşturma konusunda epey çaba sarfediyor.  Liberallerin sola dönük şiddetinin nedeni de bu sürecin solun ana gövdesinde karşılık bulamayarak kadük kalmasının yarattığı hayal kırıklığından kaynaklanmaktadır.
Küreselleşme doğrultusunda yaşanan gelişmelerle uyumlu yeni bir sağ ve sol yaratma çabaları yeni dünya düzeni içerisinde genel bir eğilim olarak gelişmiştir. Bu durum özellikle reel sosyalizm deneyinin sona erişinin ortaya çıkardığı ortamda sol içerisinde de belli oranda karşılık bulmuştur. Liberalizmin sol içerisindeki etkinliği bu dönem içerisinde artmış, sol içerisinde ufkunu liberal değişimle sınırlayan reformist akımlar güç kazanmıştır.
AKP ile birlikte yaşanan iktidar değişimi süreci sol içerisinde daha önce küreselleşme/AB tartışmalarında yaşanmaya başlayan kırılmaları ve ayrışmaları da netleştirmiştir. Liberaller, ABD’nin Ortadoğu’ya yönelik emperyalist müdahaleleri ve neoliberal sömürü politikaları doğrultusundaki gelişmelere gözlerini kapatarak soyut bir demokrasi ekseni içerisinde AKP’yi destekleyen bir siyaset izlemiştir. Bu kesimler tarafından AKP politikalarına karşı çıkan herkes de milliyetçi/darbeci safsataları ile suçlanmaya çalışılmıştır. Bu tartışmalar çerçevesinde bugün gelinen duruma baktığımızda, bir önceki dönem sol içi görülen kesimler sağ milliyetçi ve sağ liberal muhafazakârlık temelinde iki ayrı yönlü savrulmaları ile sol eksen içerisinde olmaktan çıkmıştır. Liberal kesimin halen sol olma, sol adına konuşma iddiası ise, hasta olan ama bunun farkında olmadığı için çaresini de aramayan bir tür çaresizlik hastalığından, ileri gelmektedir.

•••
Sola yönelik liberal saldırıyı yürüten ‘müfrezelere’ baktığımızda değişik özelliklere sahip olduklarını görüyoruz. Hepsini bu yazıda ela almak mümkün olmasa da önce çıkan iki tipoloji üzerinde durulabilir.  Bunlardan bir kısmı eski solcu yeni liberallerdir. Hasbelkader hayatının bir yerinde solla ilişkilenmiş olan bu şahsiyetler eski bilgilerini sermaye olarak kullanarak burjuva medyasının ve cemaatlerin gözdesi haline gelmiş durumdalar.
Bu kesimlerin ortak özellikleri ise sahiplenebilecekleri bir geçmişlerinin olmamasıdır. O nedenle kendilerine ait olan kötü geçmişi kolektif bir geçmiş haline getirerek üzerlerindeki yükü atmanın, bunu yaparken de sol geçmişi tahrif etmenin/itibarsızlaştırmanın derdindeler. Bunların solun Kemalistliği/darbeciliği teranesini dillerinden düşürmüyor dönüp dolaşıp bunu yazıyorlar. Ama tarih ortada duruyor. Bu konuda, 1969 DEV-GENÇ kongresinde yaşanan tartışmalarla ilgili bir anekdot, bugün sürdürülen tartışmalara ironik bir yanıt oluşturuyor;
“ODTÜ ve SBF Fikir Kulübü delegeleriyle, İstanbul’da DÖB’den FKF’ye giren delegelerin oluşturduğu ve sözcülüğünü Mahir Çayan’ın yaptığı grup ile Aydınlık dergisi yazı kurulu üyeleri Doğu Perinçek, Şahin Alpay, Erdoğan Güçbilmez ve Cengiz Çandar’ın sözcülüğündeki bir başka grup arasında ‘Milli Demokratik Devrim’ stratejisinin kavranışı, devrimci gençlik hareketinin pratiklerinin anlamlandırılması ve işçi sınıfı hareketiyle ilişkilendirilmesi bakımından bir çatışmanın olduğu görüldü. Mahir Çayan’ın, sonradan Proleter Devrimci Aydınlık çevresini oluşturacak olan grubun yazarlarından Şahin Alpay ve Erdoğan Güçbilmez’in Aydınlık dergisinde çıkan yazılarında dayanarak yaptığı eleştirinin merkezinde Milli Demokratik Devrim’de ‘proletarya ve küçük burjuva önderliği’ sorunsalı vardı. Mahir Çayan konuşmasında Şahin Alpay’ın ‘proletaryanın milli demokratik devrimde önderliğinin objektif şartları oluşmamıştır’ görüşünde ifadesini bulan yaklaşımını sağ sapmaya işaret ettiğini dile getirerek, sosyalist hareketin Kemalizmden ideolojik ve örgütsel olarak bağımsızlaştırılmasının gerekliliğini vurgulaması ve bir proleter sınıf partisi olmaksızın Kemalistlerle ‘Milli Cephe’ kurulduğunu ilan etmenin hareketi Kemalistlerin kuyruğuna takmak olduğu yönündeki açıklamaları Kurultay’da geniş destek buldu” (Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, 7. Cilt. ) Ne ilginçtir ki bugün solun darbeciliğine dair laf söyleyenler de, sol adına türlü kepazeliklere imza atanlar da aynı isimler. Liberal-gerici ittifak tarihi merkez-çevre ilişkisi içerisinde anlamlandırmaya çalışırken, solu da Kemalizmle ilişkilendirerek merkezin parçası haline getirmeye çalışıyor. Böylece bütün tarih bürokratik/baskıcı devletle onun karşısında demokrasi temsil eden dinci gericilik eksinine oturtulmuş oluyor.

•••
Liberallerin eski solculuktan rücu edenleri olduğu gibi bir de yeni yetmeleri var. Onlar da eski solcu yeni liberallerin sol üzerine söylediklerini en kaba ve çirkin haliyle tekrarlayıp duruyorlar. Ünlerini sola saldırmakla edindikleri için solla uğraşmaktan da vazgeçmiyorlar. Konformizmin doruklarında ‘yaratıcı’ denilen ‘pahalı eylemlerle’ bir tür liberal-muhafazakâr iktidar bloğunun eyyamcılığını üstlenmiş durumdalar. Bunların şaşırdığı tavır ise, polisin, yaptıkları ‘eylemden’ sonra  kıyafetlerinin klasik eylemci paspallığında olmadığını görünce şaşırması.
Özetle, liberal kesim oluşan yeni statükonun sözcülüğünü özelikle sola dönük alanı işgal etmeye çalışarak sürdürüyor. Kemalizmle atfedilen tepeden ve dışarıdan modernleşme sürecinin asli taşıyıcılığını bugün liberal kesim üstleniyor. Bunu yaparken sola dönük tartışmalarına egemenlerin şiddeti ve belirleme arzusu yön veriyor.  Liberal kesim, bu gelişmeler içerisinde her ne kadar solun kavramlarına başvursa da kendilerini demokrasi ve özgürlerin taşıyıcısı gibi göstermeye çalışsa da sağ liberal muhafazakârlığın temsilcileri durumundalar.

***
Bir ‘sosyal tip’ olarak liberal


EMRAH GÖKER

Batı demokrasilerinde çok uzun bir süredir geçerli olan, 2000’li yıllara gireli Türkiye siyasetine de yerleşti artık: “Liberal” kelimesi, içine tıkılan politik kişilik türlerini net ayırt edemediğimiz gri renkli bir bulutu işaret eder oldu. Bu belirsizlik bana kalırsa iyi bir şey. Liberalizmin farklı, yer yer çatışan kaynaklarından beslenen kanaatlerin yayılması, bağnaz ve yekpâre bir liberalizmin baskın olmasına yeğdir. Diğer yandan içinde sosyalist mevziyle dirsek temasındaki liberalleri, neoliberalleri, milliyetçi liberalleri, kozmopolit liberalleri vb. kategorileri barındıran bu bulutumsu, Türkiye solundaki politik tartışmalarda açıklayıcı olmaktan çok, hasmı en derin cehennem kuyularına savurmak için kullanılan bir küfür halini aldı. Zamanında sosyal-faşist veya oportünist gibi kelimeler, anımsarsak, sol için benzer bir “kamu önünde suçlama” işlevi görmüştü. (Kategori kelimesinin Yunanca anlamı tam da bu.)
O vakit bu kıssada, ‘liberal’ kelimesini Rasim Ozan Kütahyalı veya Mümtaz’er Türköne gibi otoriter kanaat bezirgânlarından iğrenme/nefret etme âyinlerimizden bir başkasına alet etmektense, kelimenin politik açıklayıcılığı hakkında bir perspektif önereyim.
Liberal’i bir küfür olarak değil, Karagöz Oyunu’ndaki karakterlerin temsil ettiğine benzer bir şey olarak tahayyül edebiliriz. Bu oyunda sahnelenen karakterler, dönemin Osmanlı toplumunun sterotiplerini yansıtan, ne çok uydurma/soyut, ne de çok gerçek tiplemelerdi. Bu performatif soyutlamanın sosyolojik analizde (artık pek rağbet görmeyen) bir karşılığı var, “sosyal tip” kavramı. Günümüzde Liberal (artık büyük harfle yazmaya başlayabilirim), akademi ve habercilik alanlarında, Muhacir, Alamancı, Turist, Yabancı gibi, hakkında ortalama soyutlukta bir çerçeve çizebileceğimiz ve pek çok yatkınlığı temsil edebilecek bir pozisyon haline geldi.
Bu tahayyülde, sosyal tip analizi için “kişinin ihtiyacı olan, meseleler ve olaylar hakkındaki sistematik bilgiden ziyade, hayal gücü ve duygulanma kapasitesidir” diyen Ulus Baker’in gösterdiği patikadan yürüyebiliriz. Sosyal tiplerin Baker’in doktora tezinde not ettiği bazı özelliklerinin izini, Liberal üzerinden sürelim:
1. Sosyal tip, masabaşı teori mesaisinden değil, toplumsal çevrenin nesneleştirici gözleminden istihraç edilir; bu şekilde herkes tarafından anlaşılabilecek bir içerik kazanabilir. Liberal’i salt siyaset felsefesi üzerinden değil, ekonomi-özgürlükler-eşitlik üçgeninde özellikle habercilik alanında aldığı konumlar üzerinden ete kemiğe büründürebiliriz.
2. Liberal bir sosyal tip olacaksa, gündelik hayatımızdaki varlığıyla birlikte analitik olarak da kayda değer olmalıdır. O zaman Liberal’in “gerçek soyutlaması” mümkün olabilir: Özgürlükler ve demokrasi hakkında ürettiği kanaatler, neyin üstünü örtüyor, neyi ifşa ediyor, nereye eklemleniyor? Bu tür bir büyüsüzleştirme işi görmelidir.
3. Sosyal tip “duygulanımsaldır”. Bize ilham veren gerçek insanların hislerinden, psikolojilerinden bir şeyler kalmalıdır içinde. Bunu takiben Liberal, herhangi bir komplonun rasyonel, düzenbaz hizmetkârı değil; hem samimi duygusal/etik yatırımları olan, hem de kamusal görünürlükten duygulanımsal çıkar beklentileri olan bir tip olarak ele alınmalı. Kamu nezdinde yarattığı imgelerle beslendiği akılda tutulmalı.
4. Bazı sosyal tipler, içinde büyüdükleri tarihsel dönemle daha köklü, kurumsal bir bağ kurabilirler. Bugünkü Liberal de, Türkiye’nin AKP ile birlikte geçirdiği dönüşümlerin yarattığı kanaat üretim talepleriyle şekillenmiş bir sosyal tip. Demokratikleşme tartışmalarında bireysel özgürlükler (ya da Marx’ın “politik özgürleşme” diye işaretlediği alan) ile ilgili pozisyonlarının yönetici güçlerle eklemlenme biçimlerini gözden kaçırmamak gerekiyor. Ama bir uyarı: Liberal’in (gazete yazarlığı, devlet danışmanlığı, vs. üzerinden) kurumsallaşmasını incelerken onun etki gücünü fetişleştirmemek gerek.
5. Fetişleştirmemek demişken, bârizi ibrâz etmeli: Her sosyal tip, iktidar yatırımlarının ve toplumsal ilişkilerin içine gömülüdür. Liberal’i incelerken, onun toplumsalın üstünde olmadığını, sosyo-tarihsel sürecin bir parçası olduğunu ve dönüşüm geçirdiğini unutmamalı. Bazı bireysel özgürlüklerin daha serbestçe tartışılıp politikleştirilebildiği, ağızlardan “kimlik” lafının düşmediği bir ahval içinde Liberal’in kanaatini değerli kılan dalgayı gözden kaçırmamalı.
6. Oluşturduğumuz sosyal tip, basit bir duygulanımlar demeti olmaktan çok, bir imaj olmalıdır. Bu özelliğe paralel olarak Liberal, toplum tarafından “görülen”, “tanınan” şeylerle kurulur. Özellikle TV ekranında görselleştirildiği şekliyle bu kanaat üreticisi farklı kesimlerde farklı imgelere denk gelen bir karakter kazanır. “Solcu” bilinebilir; “muhafazakar demokrat” imgesi ile akılda yer tutabilir; “Sorosçu vatan haini” donuna girebilir. Hatta, kanaat çekişme kavgalarında kuvvet biriktirmek için sansasyonu, magazinel şöhreti hedefleyebilir.

Özetle Liberal, tüm olumlu ve olumsuz karakter nitelikleriyle, gündelik hayatımızda sıkça sahne alan bir tip haline geldi. Bu tipin iktidarı olumlayan, herşeyi “Osmanlı geleneğimiz” ile çözmeye kalkan, demokratikleşmeyi sınırlı/seçici bir şekilde ifadelendiren, bir meşrebin (örneğin din, demilitarizasyon, vs.) özgürlükçüsü gözükürken başka bir meşrepten (örneğin gazete yönetimi, grev hakkı) otoriter kesilen replikleri bizi kızdırabilir. Aynı zamanda, bu repliklerden bazılarını faşistleşme karşısında yürek ferahlatıcı bulabiliriz. Ama Liberal’i karşımıza/yanımıza politik muhatap olarak koymadan önce, bu tipi tarihsel yerine oturtup, neden sahnede olduğunu, hangi talepleri karşıladığını, toplumda ne değişirse, farklı ne tür talepler güçlenirse gereksizleşeceğini açıklamayı daha sağlıklı buluyorum ben.

***
 Madde madde liberal kimlik/kişilik

METİN ÇULHAOĞLU

1. Liberalizm ve devrimci demokrasi, burjuva devrimler döneminin ürünü olan iki tarihsel kategoridir. Burjuva devrimlerin tarihsel görevlerini tamamlamalarıyla birlikte, bunlardan devrimci demokrasi burjuva ideolojisi ve sosyalist ideoloji tarafından soğurulmuş, liberalizm ise sermaye sınıfının özgül ideolojisi olarak tekleşmiştir.
2. Bir dinamik olarak devrimci demokrasi daha sonra metropol kapitalizmin dışındaki coğrafyalarda hayat bulmuştur. Ancak, özellikle 70’lerin son döneminde başlayıp günümüze doğru yoğunlaşan neoliberal saldırı,  devrimci demokrasiyi bu coğrafyalarda da ayrıştırıp liberalizm ve sosyalizm olmak üzere iki alana göndermiştir.
3. Gerek genel olarak liberal ideolojinin gerekse tekil liberal kişiliğin özü şudur: Hoşgörü ve anlayışla bakılması gereken alanları belirli sınırlar içinde tanımladıktan sonra, bu sınırların dışındaki her alana yönelik hoşgörüsüzlük ve karşıtlığı besleyecek bir ideolojik çerçevenin oluşturulması...
4.Dolayısıyla, liberalin hoşgörülülüğü, çok daha geniş olan hoşgörüsüzlükler alanını kamufle etmesinin bir aracıdır.
5.Liberal, demokrasinin, hakların ve özgürlüklerin temelinde serbest teşebbüsün ve piyasanın yattığınıdüşünür. Serbest teşebbüse ve piyasa mekanizmalarına dokunmayan her tür konuma, tutuma ve siyasal yönelime hoşgörülüdür ve anlayışlıdır. Piyasaya ve serbest teşebbüse yönelik kısıtlama ve müdahaleler ise liberalin aslında çok geniş olan hoşgörüsüzlük alanına girer.
6. Liberal, bu nedenle, üretim araçlarının kamusal mülkiyetine dayanan, merkezi planlamalı bir sosyalizmi ya büsbütün olanaksız ya da özgürlüklere temelden karşı sayar. Burjuva liberal ile devrimci demokrasideki ayrışma sonucu liberalizme eklemlenen sol liberal bu konuda aslında büyük ölçüde aynı yerdedir. İlkindeki “olanaksızlık” anlayışı, ikincisinde “reel sosyalizm eleştirisi” kılığına bürünür.
7. Liberalin en belirgin özelliklerinden biri tarihe bakışında ortaya çıkar. Liberalin anakronik denebilecek bir tarih anlayışı vardır. Tarihsel süreç  ve oluşumları kendi dönemlerinin koşullarına göre değerlendirmek yerine, bu süreç ve oluşumlara yaşadığı güncel anın mutlaklaştırılmış kavramlarıyla bakar. Bu nedenle, örneğin Spartaküs olayına insan hakları, tarihteki köylü ayaklanmalarına “katılımcı demokrasi”, 1789 Fransız Devrimi’ne ve 1793’e kadar olan döneme “demokrasi karşıtı Jakoben diktatörlük”, Osmanlı dönemine “mozaikçilik”, ulusal soruna ise “kimlikçilik” gibi kavramlarla bakar.
8. “Liberal” kavramının ilericilik ve radikallik çağrışımı yapması yalnızca ve yalnızca Amerika Birleşik Devletleri’ne özgü bir durumdur. Bu ülke dışında dünyanın hemen her yerinde liberallik aslında muhafazakârlığa ve var olanın temelde korunmasına yatar.
9. Türkiye’de burjuvazinin gelişimi, liberal ideoloji üretme bakımından olağanüstü  kısır kalmıştır. Ülkede son dönemin liberal ideologları da büyük ölçüde soldan devşirilmiştir.
10. Türkiye’deki liberal kişiliğin psiko-patolojik durumu da burada belirginleşmiştir. Liberal, bugününü, kendi geçmişine söverek temellendirmeye çalışır. Galatasaraylı veya Fenerbahçeli bir futbolcu nasıl diğer takıma gol attığında “gerçek Galatasaraylı” veya “gerçek Fenerbahçeli” sayılıyorsa, liberal de aklınca sosyalizme “gol attığında” gerçek liberal sayılacağını düşünür.

Birgün, 29.11.09

Konu ile ilgili sayfalar...
7/3/2017 - 15 Temmuz’un ilk entelektüel sonucu ...
9/20/2016 - Garip ilişkiler...
8/16/2016 - Mehmet Altan: Türkiye, 'İkinci Cumhuriyet' kavramına mecburen geri dönecek...
8/12/2016 - Batı’nın “Yeni Türkiye” kuşkusu ...
4/25/2016 - Siyasal İslam ve İkinci Cumhuriyet ...
Bütün başlıklar için tıklayınız