Medyada 2. Cumhuriyet > Batı'da faşizm, Doğu'da özerklik mi?

Batı'da faşizm, Doğu'da özerklik mi?

Geçen haftalarda  Oya Baydar  “İkinci Cumhuriyet’e Doğru”  başlıklı  anlamlı ve nitelikli üç yazı yazdı.

Birinci Cumhuriyet’in miadının  dolduğu ama Demokratik Cumhuriyet’e geçmekteki zorluklara dikkat çekti. Sürece değgin önemli ve zor sorular sordu.

Bu yazı dizisinin nedeni de Baydar’ın yazdığı o kapsamlı ve nitelikli yazılar zaten.

Baydar şöyle diyordu:

 “…Onlar: yani başlıca Kürtler, Aleviler ve de siyasal İslamcılığa taban sağlayan Sünnî Müslüman halk.

Bunlar, kendilerine yasaklanmış tarih sahnesine siyasal hayatın doğal akışı içinde değil, söke söke, zorlayarak, dar gömleği yırtarak, 1923 Cumhuriyeti’nin ağır vesayet rejimini gerileterek, sarsarak çıkmaya çalışıyorlar. 

İslamcılar, Müslüman muhafazakâr halk kesimlerine dayanarak bu çıkışı başardılar.

Ancak, AKP örneğinde görüldüğü gibi, iktidar olduklarında içinden çıktıkları rejimin ve kendi ideolojik bagajlarının ceberrutluğunu/otoriterliğini, ayrımcılığını kuşanarak kendi vesayetlerini kurmaya ve tıpkı Cumhuriyet seçkinleri gibi kendi toplumsal mühendislik projelerini uygulamaya, toplumu kendi modelleri üzerinden dizayn etmeye çalışıyorlar. 

Bunu yaparken, mutlak iktidar hedefine kilitlenip, kendi kutsalları dahil hiçbir kutsal, hiçbir ahlak kuralı, evrensel-yerel hiçbir yasa tanımıyorlar. 

Mağduriyetlerinin yarattığı öfke sadece siyasal değil toplumsal intikamcılığa dönüşüyor.

Tek’çilik bir kez daha hortluyor: ‘Sadece biz varız, millet biziz, bize benzemeyen ve biat etmeyenler ezilmeye mahkûm!’ 

Tayyip Erdoğan bu yeni vesayetçi zihniyetin hem en güçlü, hem de temsil kabiliyeti en yüksek figürü.”

xxxxxxx

Toplumun varlığını sürdürebilmesi için tarihin ona çizdiği “mecburi” istikameti konuşmadan once Kürt meselesine de değinmemiz gerekiyor. 

 “Şehirlilerin” ezdiği ve gelişmesine izin vermediği, “taşraya hapsedilmiş” kesimde iki büyük yapı vardı…  Kendilerini Sünni dindarlıklarıyla tarif eden “muhafazakarlarla”, kendilerini ırklarıyla tarif eden “Kürtler.”

Devletçi şehirlilerin azınlık diktasını yıkıp, yeni ve demokratik bir cumhuriyet kurma potansiyeline sahip iki güç olarak da bunlar görülüyordu. Umut bağlanan iki güç de bunlardı. 

Bu iki büyük kitle şu an için “güç birliği” yapmış görünüyor. Ama ne yazık ki bu işbirliği ümit edildiği gibi pek de “demokrasi” odağında gerçekleşmiyor. 

Kürt siyaseti, görünen o ki  Başbakan Erdoğan’ın “diktatörlük” yolundaki ilerlemesinin kendilerine de “özerklik” yolunu açacağına inanıyor ve onun “diktatörlüğünü” çeşitli pazarlıklarla destekliyor. 

Cumhuriyetin en faşizan yasalarından biri olan “MİT yasasının” görüşülmesi sırasında kimi Kürt siyasetçilerinin MİT’e teşekkür ettiklerini gördük, buna da Kürt tarafından ciddi bir tepki gelmedi. 

Bu küçük örnek bile Kürt siyasetinin nerede durduğunu gösteriyor. 

Kürtler, kendi geleceklerini galiba artık “Türklerle birlikte” kurulacak demokratik bir yapının parçası olmakta görmüyorlar, kendilerine çok acılar çektirmiş olan Türklerin çekeceği büyük acılar pahasına bir diktatörlüğü desteklemenin kendi çıkarlarına olacağını düşünüyorlar. 

Bu bir tercihtir, olabilir. Halbuki Kürtlerin haklarının, hukuk ve demokrasi içinde teslim edilmesi, yeni yaşam biçiminin nasıl olacağının hukuk ve demokrasi içinde belirlenmesi daha sağlıklı ve kalıcı olurdu. Ama belli ki onlar,  en azından büyük bir bölümü ya da onları temsil eden siyaset kurumu böyle düşünmüyor. 

“İslamcı kemalist” bir diktatörlükle anlaşıp özerkliklerini almanın daha iyi olduğuna, bunun onların düşündüğü kadar sorunsuz bir çözüm olduğuna inanıyorlarsa, bu Kürtlerin bileceği bir iş. 

Bazı AKP yandaşlarının ve diktatörlük hayranlarının yaptığı gibi, “Kürtlerin özerkliği için Türkler özgürlüklerinden vazgeçsinler, esareti kabul etsinler, demokrasi mücadelesi yapmasınlar” demedikleri sürece bizim onlara söyleyecek bir lafımız olamaz. Onlar kendi geleceklerine kendi tercihleri doğrultusunda yürürler.

Tabii bu tercih, Kürtleri Türkiye’nin “demokratikleşme” mücadelesinin dışına taşıyor, bu takdirde onlar kendi maceralarını yaşayacaklar, yeni bir Türkiye arayanlar da kendi maceralarını.

Gelişmeler bu çizgide devam ederse artık Kürtlere ya da Kürt siyasetine, demokratikleşmeye yardımcı olacak bir güç olarak bakmak, onları böyle bir denklemin içine oturtmak çok zorlaşacak.

Onlar bu yıkılan devletin enkazından kendilerine ayrı bir yapı çıkarmaya çalışacaklar, şu anda görülen o ki bunu da devleti ve toplumu çökertenlerle anlaşarak yapacaklar.

Şimdilik karşımızdaki olgu bu.

Birinci Cumhuriyet’in “kurucu ortaklarından” olan ve büyük bir mağduriyet yaşayan Kürtler, bu stratejileri sürerse İkinci Cumhuriyet’in kuruluşunda yer almamayı tercih edecekler.

Elbette demokrat Kürt bireyler ve gruplar bu mücadeleye katılacak ama Kürt siyaseti bir bütün olarak bu mücadelede bulunmayacak.

Çünkü onlar kendi geleceklerini Türkiye’nin demokratikleşmesinde değil, onlara istediklerini vereceğine inandıkları Erdoğan’ın MİT destekli diktatörlüğünde görme eğilimindeler.

Bu siyasi tablo değişmezse belki de tarihimizde ilk kez demokrasi mücadelesini, içinde Kürtlerin yer almadığı bir “Türk hareketi” olarak yaşayacağız.

Bu nedenle, demokrasi değişimini Türkçü bir milliyetçiliğin etkilerinden arındırarak evrensel değerlere sahip bir harekete dönüştürmek için de özel bir çaba gerekecek. Kürtlerin eksikliği sürer ise sanırım bu eksiklik en çok bu konuda hissedilecek.

Şimdi gelelim, her “direğinin” yıkıldığı bir Türkiye’den yeni bir Türkiye nasıl doğacak sorusuna…

Mehmet Altan, t24.com.tr

30.04.2014

Konu ile ilgili sayfalar...
7/3/2017 - 15 Temmuz’un ilk entelektüel sonucu ...
9/20/2016 - Garip ilişkiler...
8/16/2016 - Mehmet Altan: Türkiye, 'İkinci Cumhuriyet' kavramına mecburen geri dönecek...
8/12/2016 - Batı’nın “Yeni Türkiye” kuşkusu ...
4/25/2016 - Siyasal İslam ve İkinci Cumhuriyet ...
Bütün başlıklar için tıklayınız