Medyada 2. Cumhuriyet > Aslında ne oluyor?

Aslında ne oluyor?

Aslında şu oluyor: Türkiye’deki asıl mücadeleyi bir kerte daha yükseltmek için ülkenin en güçlü medya grubuna cepheden saldırılıyor. Bu grup zor duruma sokulur hatta ortadan kaldırılırsa, ideolojik hegemonya yolunda son yıllarda kazanılan başarılara büyük bir zafer eklenmiş, hedefe çok daha yaklaşılmış olacak...
Türkiye’deki asıl mücadelenin ideolojik hegemonya mücadelesi olduğunu uzun zamandır yazıyorum. ‘İdeolojik hegemonya’yı, yaşadığımız olaylara kendi tanımını empoze edebilme gücü şeklinde de özetleyebiliriz.
Öyle bir üstünlük ki, sizin bakış açınız normal, doğal ve dolayısıyla haklı sayılıyor. Ortaya çıkan her yeni resim otomatikman sizin çerçevenize konuyor. Tartışmasız kabul ediliyor.
Bunun yolu, ideoloji üreten kurumlarda üstünlüğü ele geçirmekte. Hangileri mi? Aile, okul, cami, okulvari işlevleri de olan ordu ve tabii medya.
Böyle bakınca, bu kurumların her biri ideolojik mücadelenin muharebe alanları haline geliyor. Kuran kursları, YÖK Başkanı’nın seçimi, din dersleri, askeri okullara alınma ya da alınmama gibi birbirinden kopuk gibi görünen pek çok olay aynı resme giriyor.
Ve tabii medya... Türkiye Cumhuriyeti’ne damgasını basmış pozitivist-laik-Batı’cı hegemonyadan şikâyetçi olan, onu kendi amaçları açısından engel olarak gören cemaatçi-dinci-postmodernist çizgi 1990’ların ortasından ve özellikle 28 Şubat’tan sonra medyada üstünlük sağlamanın ‘olmazsa olmazlığını’ kabul ettiler.
Bunu kendi ‘arkaik’ söylemleriyle yapamayacaklarını bildiklerinden, liberal-demokrat ya da İkinci Cumhuriyetci diye tanımlanan kimi kesimlerle ittifaklar oluşturdular. Bundan çok yararlandılar da.
Liberal-demokrat yaftalı kesimler, onların ‘arkaik’ söylemlerini, çağdaş dünyanın demokrasi ve insan hakları jargonuna tercüme ettiler. Böylece onlara uluslararası meşruiyet kazandırdılar.
Eski hegemonik formasyonun güçlü kurumlarına en ağır saldırıları yaparak burçlarda delikler açmaları da yerine getirdikleri bir başka hizmetti. Birilerinden çok alkış almalarını sağladı. (‘Ötekiler’ kitabında bundan ‘Viva Kapitano sendromu’ olarak söz etmiştim.)
Bu arada eski hegemonyanın has temsilcileri ne yaptıları? Savlarını değişen dünya koşullarına göre çağdaş terimlerle geliştirmek ve daha ilerideki yeni mevzilere geçmek yerine, sinerek hatta dünyaya küserek meydanı onlara bıraktılar.
Yenilgilere uğradıkça daha radikal, daha savunması zor mevzilere çekildiler. Bu ‘korugan zihniyeti’nin sivil ve askeri örneklerini her gün görüyoruz.
İdeolojik hegemonya elde edilmeden fazla yol alınmayacağı sonucuna varanlar (ki Başbakan Erdoğan bunlardan birisidir) doğal olarak iki hedefe kilitlenmişlerdi:
1) Karşı taraftan rakiplerin her fırsatta ve her yöntemle yıpratılması, toplumda onlara karşı şüphe ve hatta düşmanlık yaratılması;
2) En kısa zamanda kendi medyalarının yaratılıp geliştirilmesi.
Almanya’da yaşayan, inancı gani ama aklı kıt yurttaşlarımızdan yürütülen, Alman milletvekili Hakkı Keskin’e göre 30-35 milyar Euro tutarındaki paranın bir kısmı bu amaca yöneltildi.
Deniz Feneri skandalı da bu kalıba uyuyor... 
Ve Türkiye’de tam saha prese devam ediyorlar. Bazen söz dinlemeyen medya kuruluşlarına müfettişler göndererek, bazen program arasında telefonlar ederek, bazen imalarla yönlendirerek, bazen ödüllendirerek...
Bazen cepheden saldırıp tehdit ederek...
Umarım olmaz, ama gene de soralım: Diyelim ki başardılar, tüm muhalif sesleri kıstılar, eleştiri yapanları etkisizleştirdiler, ideolojik hegemonyalarını kurdular. O zaman hangi adımları atarlar?
Bir sonraki hedefleri ne olur?
Yok yok bu soruyu soran ben olmayayım...

Haluk Şahin, Radikal
10.09.08

 

Konu ile ilgili sayfalar...
7/3/2017 - 15 Temmuz’un ilk entelektüel sonucu ...
9/20/2016 - Garip ilişkiler...
8/16/2016 - Mehmet Altan: Türkiye, 'İkinci Cumhuriyet' kavramına mecburen geri dönecek...
8/12/2016 - Batı’nın “Yeni Türkiye” kuşkusu ...
4/25/2016 - Siyasal İslam ve İkinci Cumhuriyet ...
Bütün başlıklar için tıklayınız