Medyada 2. Cumhuriyet > Çözüm hukuku yaratmalıyız...

Çözüm hukuku yaratmalıyız...

Prof. Dr. Tarhanlı, 2013 Nevruz’unun bir milat olarak kabul edilmesi gerektiğini ve bundan sonra yapılacak anayasa çalışmalarının yeni sürece göre şekillenmesi gerektiğini söylüyor
Prof. Dr. Tarhanlı, bu aşamadan sonra Türkiye’nin pragmatizm içinde keyfe göre kurgulanan değil ama çoğulculuğa hizmet eden bir hukuk anlayışına ihtiyacının olduğunu belirtiyor

 

21 Mart 2013, Türkiye tarihinde bir milat. Siyaset, barış sürecini başlatmayı başardı. Artık hukukun da söz sahibi olacağı bir eşikteyiz. Hukuk nasıl, ne şekilde devreye girecek? Siyasetle hukukun buluşması nasıl yaşanacak? Yeni anayasa bu süreçten nasıl etkilenecek?
Bu soruları Bilgi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Turgut Tarhanlı’ya yönelttim. Çalışma konuları arasında insan hakları, uluslararası barış ve güvenlik hukuku da bulunan Tarhanlı, barış sürecinin gelecekteki adımlarını değerlendirdi.

 

* Barış sürecinde siyaset bizi ateşkese kadar getirdi. Bundan sonra hukuk hangi noktada devreye girecek?
- 21 Mart çok önemli bir eşik, bir dönemeç. Meseleyi bu eşiğe getiren politikanın sürmesi konusunda hangi hukukun nasıl uygulanacağı çok önemli. Büyük bir ihtilafın hukuk aracılığıyla da çözümlenmesi gibi bir iradeye ihtiyaç var. Bu süreç bağlamında, hukukun Türkiye Cumhuriyeti’nde geleneksel anlamda ona atfedilen işlev bakımından yeniden değerlendirilmesi gerektiği kanısındayım.

* Yeniden değerlendirilmesinden muradınız nedir?
- Hukuk şimdiye kadar özgürleştirici olmadan, daha çok statükonun ifadesi halinde bir işlev yerine getirdi. Bugün ihtiyaç duyduğumuz hukukun çözümleyici bir hukuk olmasına dikkat çekmek durumundayım. İlişkilerimizdeki sorunları çözümleme işlevini hukuka atfetme iradesini çok önemli buluyorum. Bu süreç içinde hukukun anlamının ve işlevinin çözüme odaklı olarak yeniden tanımlanması büyük önem taşıyor.

Bilgi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Tarhanlı’ya göre, barış süreci yeni bir hukuk anlayışının oluşmasını gerektirecek. FOTOĞRAF: Ercan Arslan

 

‘Çözüm de var tıkaç da...’

* Mevcut durum çözümü yüklenecek kapasitede değil mi?

- Hukukun durumunu doğrudan hukukun kendisinden çok; onun yaratıcısı, kanunların koyucusu olan siyasi aktörler ya da uygulayıcısı olan idare, yargı gibi çevreler bakımından dikkate almak gerekir. Tabii, bununla birlikte toplumun hukuka atfettiği değer de önem taşıyor. Hukuki düzenlemelere bakarsanız çözümleyici olabilecekler de var, tıkaç olarak ortaya çıkabilecekler de. Bu tür büyük bir meselede korkular, güvenlik endişesi, geleceğin belirsizliği gibi birtakım nedenler sorunun sürmesine yol açabilir. Benim asıl önemli bulduğum politik iradedir.

* Siyasetle hukuk nasıl el ele tutuşacak?
- İktidar partisi bu sürecin başta gelen destekçisi ve aktörü. Bundan sonra hukuki düzenlemelere ihtiyaç duyulduğu noktada da bu iradesini koruması gerekecektir. Elbette muhalefet ve ana muhalefet de sorunun çözümünde hukukun işlevini iyi takdir etmek durumunda. Şu yapılmamalı: “Biz isteriz ama falanca kanunun falanca maddesindeki hüküm bize engel oluyor”. Önemli bir düğümü çözemediğiniz noktalarda mevzuatın esiri olmakla hukukun üstünlüğü kavramlarını ayırt etmek lazım.

* Bu iki kavram nasıl ayırt edilir?
- Bir pragmatizm içerisinde keyfe göre hukuk yapmaktan söz etmiyorum. Demokrasi içerisinde hukukun anlamından söz ediyorum. Nedir bu? Öncelikle çoğulculuğun tanınmasıdır. Çoğulculuğun özgürlüklerin kullanılabilmesi sayesinde anlam ve etki kazanmasıdır. Kürt meselesi, Türkiye’nin ilk kez çoğulculuk kavramıyla yüzleşeceği bir mesele. Çoğulculuk parametresi üzerinden kendini sınayacağı bir ihtilaf çözüm mecrası. Hukuktan beklenecek hizmetin de böyle bir çoğulculuk anlayışına hizmet etmesi gerekir.

‘Ortak kamusal fayda’

* Sürece muhalif olanların ya da kuşku duyanların aklındaki soruya cevabınız ne olur: Hukukun siyasete uydurulması söz konusu olabilir mi?
- Siyasetinizin ne olduğuna bağlı. Eğer bir çözüm siyaseti olarak düşünüyorsak, birkaç hususu dikkate alarak yürütülmesi gereken bir süreçtir bu. 30 yılı aşkın bir mazisi var. Bu açıdan bakıldığında bir kere o çatışma hali algısının değişmesi gerekir. Sorunun can yakıcılığının farkında olmayan ya da buna karşı ilgisiz olan toplum kesimleri de var bu ülkede. Ama öte yandan herkes çatışmanın durmasının bir ortak kamusal fayda olduğunu da ayırt edebilecek durumdadır. Sorunun asıl çekirdeğini bundan sonra tartışacağız. Her şeyden önce anayasa gündeme gelecek. Ancak şu anda Meclis’te süregelen anayasa görüşmelerinin bu süreçteki ivme artışına paralel olmadığı düşüncesindeyim.

* Nasıl?
- Anayasa hazırlayan ekip ve siyasi partiler, barış yönündeki adımı görmezden gelerek, ihmal ederek bir anayasa hazırlığı sürecine devam edemezler. Bir anayasa hazırlığının bu olguyu görmemesi düşünülemez. Sahada yeni bir Türkiye ufkuna doğru ilerleyen bir süreç var ama anayasa dünkü Türkiye üzerinde bir inşa zihniyetinden uzaklaşamamış. Bu yürümez.

* Yeni anayasanın zamanlaması, barış sürecinin ertesine mi ötelenmeli sizce?
- Bunu düşünmek gerekir. Komisyon bu gelişmenin kayda değer bir gelişme olduğunu göz ardı etmeksizin mevcut hazırlık faaliyetinde bundan enerji de alabilir.

* Barış süreciyle anayasa hazırlıkları paralel yürüyemez mi?
- Yürütülebilir. Aslında baştan itibaren bu süreçlerin birbirinden ayrı olmasının daha doğru olacağı düşüncesindeydim. Çünkü sorunun siyasi zeminde çözümlenmesi ve kendi hukuki araçları içerisinde bir esnekliğin olması önemliydi. Çünkü bu süreç bir anlamda bir alıp verme işidir. Siz biraz feragat edeceksiniz, karşı taraf edecek ve bir orta yol bulacaksınız. Ama anayasa katı bir hukuk normudur. Tarafların pozisyonları da o katılık karşısında o ölçüde esnek olmayabilir. Toplumdaki ilişkiler düzeni onun hukukunu da doğurmalıdır. Yeni bir ilişkiler düzenini inşa etme sürecine girmişsek, onun ortaya çıkaracağı hukuku da o sürecin netleşmesi üzerinden tanımlamaya yönelmek daha uygun olur.

* Hem barış hem yeni anayasa. Uzun zamandır adı anılmayan İkinci Cumhuriyet’in eşiğinde miyiz?
- Türkiye Cumhuriyeti’ne daha önce de bu tür adlar verildi. 60 darbesinden sonra, Fransız kamu hukuku tarihine atfen İkinci Cumhuriyet diyen bazı imza sahipleri vardı. 90’lı yılların liberal söylemi içerisinde de bir İkinci Cumhuriyetçi kimliği oluştu. Cumhuriyetin korunması gereken bazı önemli değerleri olduğu gibi, değiştirilmesi gereken noktalar da var. İkinci Cumhuriyet’le sanırım bu değişimi kast ediyoruz. Şu an yaşadığımız, Türkiye’nin çoğulcu demokrasi olma adımını attığı bir milat. Bu milat, yeni bir cumhuriyet şiarının başlangıcı olarak görülebilir. Öcalan da mektubunda ‘demokratik modernite’ derken böyle bir şey kastediyor sanırım.

Prof. Dr. Tarhanlı, arkadaşımız Zeynep Miraç’ın sorularını yanıtladı.

 

İhtiyacımız onarıcı bir adalet anlayışıdır’

 

* Toplumun iknasıyla son günlerde dile getirilen bir iddia var. Ergenekon ve Balyoz davalarında ceza alanların da muhtemel aftan yararlanacağı...
- Düşünülebilir tabii. Dava konusu fiilleri de göz ardı etmemek gerekir. Siz suç işlediğini iddia ettiğiniz bir insanı cezalandırırsınız. Geleneksel adalet anlayışında, failin işlediği suçun mağdur tarafta yol açtığı eksilmenin cezayla ortadan kalktığı varsayılır. Bu şekilde aslında mağdurla fail arasında bir iletişim kurmuyorsunuz, devlet mağdurun önüne geçmiş oluyor. Ancak böyle bir restorasyon sürecinde başka bir adalet anlayışına ihtiyacımız olabilir.

* Nasıl bir adalet anlayışına?
- Onarıcı adalet. Cezalandırdığınız insanların yol açtığı eylemin sonuçları kimin üzerinde etkili oldu? Mağdur olanlar kimler? Toplumun bir zarara yol açtığını düşündüğünüz kesimiyle bu zarardan etkilenen kesimleri arasında iletişim kuracaksınız. Yani bir yüzleşme ve toplumsal iletişim politikası ihtiyacı. Af konusunun da ancak böyle bir adalet anlayışı içerisinde tartışılmaya değer olduğunu düşünüyorum.

 

‘Anayasada vatandaşlık tanımına gerek yok’

 

* Yeni anayasanın üzerinde en çok tartışma yürüyen bölümü, vatandaşlık tanımı konusunda öneriniz ne olur?
- Aslında ben bir vatandaşlık tanımının olmasını çok gerekli görmüyorum. Bunu bir kanunla da düzenlersiniz. Hukuki bir bağdır çünkü; Türklük tanımı değildir. Siz bir devlete hukuki bir rabıtayla nasıl bağlı olursunuz? Mesele budur. Mevcut anayasadaki “Türk” ifadesi, bunu eğip bükerek “Etnik referans değildir, hukuki statüdür” de deseniz, bir sıfat olarak da isim olarak da belli bir etnik referans oluşturduğu açıktır. Şu anda biz büyük ölçüde etnik temeli olan bir sorunun çözümünün eşiğindeyken, bu tür karşı etnik referans kıvamı yoğun tanımlara meylediyorsak, yaşadığımız ortamın ve sorunların farkında değiliz demektir. Bunun Kürtler açısından kabul edilemeyecek bir çözüm olduğu ortada. Siyasi olarak, neden Kürtlere soralım sorusunu soranlara cevabım da aynı: Hangi ortamda yaşıyoruz?

* Biraz önce altını çizdiğiniz kamusal fayda hukuka üstün müdür?
- Değildir. Kamusal faydayı tanımlarken, bunun çok ideolojik bir konu olduğunu da dikkate almak lazım. Mesela milli güvenlik kamusal bir faydadır. Ama milli güvenliği ne tehdit eder sorusunu sorduğunuzda buna çok farklı cevaplar alabilirsiniz. İşte burada çoğulculuk ilkesi önem kazanır. Onun için bir demokraside kamusal fayda kavramını hukukun koruduğu bir çoğulculuk anlayışı içinde tartışabilmek lazım.

 

‘Öcalan’ın mahkûm olması çelişki doğurabilir’

 

* Öcalan da, Karayılan da TBMM’ye çağrı yaptılar. Sizin zihninizde bu çağrının içi nasıl doluyor?
- Her şeyden önce siyaset etme tarzıyla. Çözüm yönünde bir yaklaşımdan geri durmayacak bir siyaset tarzına ihtiyaç var. Özellikle ana muhalefet partisinde. Belki MHP meşrebi itibarıyla buna yakın olmayabilir. Ama ana muhalefetin bu noktadaki demokratik misyonu ve sorumluluğu çok önemli.

* Sizce bu çağrının içinde genel af da var mı?
- Bugün hepimizi ümitlendiren gelişmelerin aktörleri çok genel hatlarıyla bir yanda devlet bir yanda da geniş anlamıyla Kürt siyasi hareketi. Ama muhatapları dikkate aldığınızda aracılar var, başta MİT olmak üzere devletin mekanizmaları var, karşı tarafta da asıl Öcalan var. Öcalan bir mahkum. Bir mahkumla görüşme yapmak, işin tabiatı bakımından, doğrusunu isterseniz atipik bir durum. Barış için tabii ki görüşülecektir. Fakat bir süre sonra bu görüşmenin karşı tarafı olan Öcalan’ın bu statüsü gitgide büyüyen bir çelişki haline de gelebilir.

* Bu durumda Öcalan’ın mahkum statüsünden çıkarılması gerekir mi diyorsunuz?
- Bunun söylenmesi siyasiler için kolay olmadığı gibi, ayrıca şu aşamada sürece bir katkı da sağlamayacaktır. Ama infaz şartları tartışılabilir.

‘Toplumun restorasyonu’

* Artı değer getireceğini mi düşünüyorsunuz?
- Muhtemelen getirecektir. Bu toplum bir restorasyonu nasıl gerçekleştirebilir, esas tartışılması gereken bu. Dünyada çok farklı modeller var. Mesela Güney Afrika tam bir cezasızlık garantisiyle bu restorasyonu gerçekleştirdi. Orada, herkesin eteğindeki taşları dökmesi, ne yaptığını ortaya koyması, faillerle mağdurların bir araya gelip yüzleşmesi istendi. Şu ya da bu model, önemli olan öncelikle bir iletişim kurma sürecidir.

* Nasıl bir iletişim süreci?
- Çatışma da bir iletişimdir. Karşı tarafa ateş etmeniz bir mesaj vermek anlamına geliyor. Ama ölümcül bir iletişim. Biz bu iletişimi ölümcül olmaktan çıkaran bir dile ihtiyaç duyuyoruz. Henüz o araçları kullanmayı bilmiyoruz. O araçların ne olduğunu da bilmiyoruz. Bugüne kadarki deneyimimiz dışında bir deneyime ihtiyaç duyuyoruz.

* Önereceğiniz araçlar neler?
- İleride af da bunlardan birisi olacaktır muhtemelen. Hatta şu da olacaktır. Mesela, diyelim ki PKK unsurları Türkiye dışına çıktılar. Bunların içerisinde Türkiye vatandaşları da var. Aileleri burada yaşayan insanlar. Hukukta ailenin bütünlüğü ilkesi vardır. Onlara da “Gidin dağda yaşayın, çünkü lanetlenmiş insanlarsınız, bu topraklara dönmeyeceksiniz” mi denecek? Herhalde hayır.

 

‘Dağdakinin entegrasyonu sağlanmalı’

 

* Sırada silah bırakma var, silahsızlanmanın statüsü nasıl olabilir?
- Farklı yollar var aslında. Biri hükümetin silahları teslim almasıdır. Ki anladığım kadarıyla bu modelde bu yok. Silahlarla geri çekilme var. Diyebilirsiniz ki, bu potansiyel çatışma anlamına gelebilir. Olabilir, ama bilmiyoruz. Harvard Üniversitesi’nin yürüttüğü bir çatışma çözümü programına katılmıştım. Şu soru işin özünü ifade ediyordu: İnsanlar niye görüşür ve bir ihtilafı gidermek için müzakere ederler? Eğer daha iyi bir seçenekleri varsa görüşmeye meyletmezler. Çatışarak bir merhale kat edeceğinize inanıyorsanız, ona başvurusunuz. Mesela, bu anlamda PKK’nın (ya da devletin) müzakereye alternatif diğer yolu çatışma halidir. Bu, o açıdan güçlü bir enstrüman. Öcalan’ın açıklaması, bu enstrümanın kullanılmasının bir alternatif olmaktan çıktığı anlamına geliyor.

* Bu bir feragat mı yoksa o enstrüman artık en iyi seçenek değil mi?
- Barış dilini kurarken önemli olan, en iyi seçenek olabilecek çatışmanın rafa kaldırılma mesajı verilmesidir. Bunun çok değerli bir değişim olduğu düşüncesindeyim. Silahların ortadan kalkması yönünde bir adım atıldıysa da, bütün adımlar atılmadı. Sınır dışına çekilecek unsurlar bakımından yeniden toplumla bütünleşme sorusu önem taşıyor. Onların yeniden bu toplumun bireyleri olarak entegrasyonu için de çaba göstermek gerekecek.

* Bu çabanın araçları neler?
- O noktada hukukun rolü ve işlevi büyük önem taşıyor. Yeni hukukun da burada nasıl katkı sağlayacağının adını koymak lazım; yeni anayasa ve ceza kanunlarında, terörle mücadele kanunlarında revizyonlar, uğranılan zararlardan doğan mağduriyetler vesaire... Sanırım, akil insanlar modeli biraz da bu yönde bir toplumsallık katkısının sağlanması için.

Zeynep Miraç, Milliyet

25.03.2013

Konu ile ilgili sayfalar...
7/3/2017 - 15 Temmuz’un ilk entelektüel sonucu ...
9/20/2016 - Garip ilişkiler...
8/16/2016 - Mehmet Altan: Türkiye, 'İkinci Cumhuriyet' kavramına mecburen geri dönecek...
8/12/2016 - Batı’nın “Yeni Türkiye” kuşkusu ...
4/25/2016 - Siyasal İslam ve İkinci Cumhuriyet ...
Bütün başlıklar için tıklayınız