Medyada 2. Cumhuriyet > Uğur Mumcu soruşturmasının tarihe tanıklık edecek belgeleri!..

Uğur Mumcu soruşturmasının tarihe tanıklık edecek belgeleri!..
 

Sevgili okuyucularım;

Dostum, ağabeyim ve meslek büyüğüm Uğur Mumcu’nun öldürülmesi olayı, sevgili eşi Güldal Mumcu’nun yeni çıkarttığı kitap ve yeni soruşturmalarla, farklı bir boyuta taşınıyor...

Güldal Mumcu’nun bu yılın 9 Eylül’ünde Uğur Mumcu’ya yazdığı gibi “Artık hiç kimse parmağının arkasına saklanmayacak... Gerçekler önünde sonunda ortaya çıkacak...”

Bugünden itibaren birkaç gün boyunca yazacaklarım, Uğur Mumcu olayında bizzat yaşadığım ve hicap duyduğum acayip olaylardır...

Tanık olduğum ve bire bir yaşadığım bu olaylar 19 yıl öncesinin kişisel tanıklıkları ve gazetecilik anıları...

Gerçeklerin nihayet ortaya çıkmasına bir parça yardımı olur, Uğur Mumcu’nun gerçekten nasıl öldürüldüğü ortaya çıkar diye bu anıları, belgeleri ve anekdotları yayınlıyorum...

Buralarda ilginç olaylar göreceksiniz...

Amacım kimseleri suçlamak değil...

Fakat çocuklarıma “tarihle ve babalarıyla ilgili” gerçekleri aktarmak...

Elbette sadece çocuklarım için değil bu yazıların amacı...

Güldal Mumcu’nun Uğur Mumcu’ya söylediği o sözde gizli bu yazıların anlamı:

-”Şunu bilesin ki, artık kimse parmağının arkasına saklanmayacak... Gerçekler önünde sonunda ortaya çıkacak...”

Umarım öyle olur...

Çocuklarım için ve çocuklarımız için öyle olur...

Gelecek için, Türkiye için ve insanlık için...

R.M.

 

*****



İŞTE CİNAYETİN SÜRPRİZ TANIĞI DENİLEN AYHAN AYDIN!..

O gün yine TRT’deki eski yönetim kurulu odasından bozma Ateş Hattı odasında kafa kafaya vermiş, “O hafta nasıl bir program yaparız” üzerinde gergin saatler geçirmeye başlamıştık...

Her hafta böyleydi...

TRT’nin dar kalıplarını aşmaya çalışıyorduk...

Her hafta cesur ve gerçek gazetecilik yapmak için çalmadık kapı bırakmıyor, haberin kırıntısını gördüğümüz yerde olayın bodoslama üzerine gidiyorduk...

Hayatta hiçbir habere önyargım yoktu...

Benim için haberin kendisi “kutsal”dı...

Manipülasyonlar, yönlendirmeler, gerçeği tersyüz etmelerle işim olmazdı...

Gazetelerin büyük çoğunluğunda “Uğur Mumcu cinayetini gören sürpriz tanık ortaya çıktı...” manşetlerini görünce, “bu olayın üzerine gidelim” dedik...

 

***



Sürpriz tanık Ayhan Aydın’ın bölük pörçük ifadeleri vardı gazetelerde...

“Acaba” dedik, “Şu tanıkla röportaj izni alabilir miyiz Emniyet’ten?..”

Zordu...

Ancak bir gazetecilik ‘trik’i işi çözebilirdi...

Hem Milliyet’e hem de TRT’ye çalıştığım Atina yıllarından bu ‘gazetecilik numarasına” alışıktım...

Böyle durumlarda devlet dairelerinde TRT’de çalışmanın “psikolojik ağırlığı”nı kullanırdım...

TRT’ye dışarıdan program yapıyordum...

Ama farketmiyordu...

“Biz TRT’yiz, kamu kuruluşuyuz” deyip, bürokratlarda varolan o bürokrat damara oynuyordum...

Aynı yöntemle Emniyet Genel Müdürlüğü’nden, “TRT diyerek tanık için izin çıkartabilir ve Uğur Mumcu cinayetinin sürpriz tanığıyla! röportaj yapabilirdim...”

 

***



Gazeteci taktiğim işe yaradı...

Ankara Emniyet’inin üst düzey bürokratları haberden zaten çok rahatsızdılar...

-”Nereden çıktı şimdi bu haber?..” diyorlardı “Doğru değil ki tanığın söyledikleri...”

“Uğur Mumcu cinayetini gördüğünü” söyleyip, olayı İslami Harekat Ordusuna mensup Mehmet Ali Şeker ile Ayhan Usta’nın yaptığını iddia eden sürpriz tanık Ayhan Aydın; “Mumcu’nun öldürüldüğü 24 Nisan 1993 Pazar günü arabanın lastiğinin değişmesi için araç altında yatan kişinin Ayhan Usta olduğunu” söylüyordu...

Ayhan Aydın görgü tanığı olarak teşhis ettiğini söylediği; diğer kişi Mehmet Ali Şeker de lastiği inik Doğan marka bir araba kullanıyordu olay yerinde...

Ankara Emniyet Müdür yardımcısının odasında bana İstanbul polisinin o günden bir süre önce, Uğur Mumcu cinayetini işlediği öne sürülen iki kişinin terörle mücadele kapsamında başka bir olaydan gözaltına aldıklarının tutanağını gösterdiler...

Sürpriz tanığın ifadeleri daha önce bizzat Cumhuriyet Savcılığı’nca araştırılmış ve “yanlış ya da yalan” ifadeler olduğuna karar verilmişti...

Gerçekten de iki sanık o sırada gözaltında görülüyordu...

Gerçi tutanakların bir yerinde tutanağı kaleme alan polis memuru Uğur Mumcu’nun öldürüldüğü 24 Ocak’tan sonraki bir günü yazmıştı...

Belgeler çelişkili görünüyordu...

Fakat iki tutanağı iyi inceleyen birisi, iki kişinin yakalandıkları günün polis tarafından bir yerde farklı yazılmış olsa da, diğer yerlerde yazılanlardan bunun bir hata olduğunu hissederdi...

Bu belgelerde tahrifat olduğunu söylüyorlardı...

Bense tutanakları okuduktan sonra şöyle düşündüm:

-”Eğer belgelerde tahrifat yapılsaydı, Uğur Mumcu’yu öldürdüğü söylenen iki adamın İstanbul’da polis tarafından yakalanma tutanaklarındaki günler bütünüyle değiştirilirdi... Oysa tutanağın sadece bir yerinde farklı bir tarih vardı, diğer yerlerde aynı tarih sabitti...”

 

***



Kişisel analize göre tahrifat yapılacaksa, adamların yakalanma günü bütünüyle değiştirilirdi...

Tutanak çelişkili bırakılmazdı...

Üstelik Cumhuriyet Başsavcılığı gibi bir makam bu ifadeleri incelemiş ve “gerçeklik payı bulmamıştı...”

Uğur Mumcu cinayetini gördüğünü söyleyen Ayhan Aydın ise ilginç bir adamdı...

Ona ilk olarak “Sen Uğur Mumcu’nun evinin önünde ne arıyordun?..” diye sordum...

Belli belirsiz bir cevap verdi bana...

Kendime baktım...

Birisi bana günün herhangi bir saati neden şu yerde olduğumu sorsa ona çok doyurucu bir cevap verebileceğimi düşündüm...

Öyle ya, gizleyeceğim bir şey yoksa, günün hangi saatinde nerede olduğumu ve neden orada olduğumu doyurucu bir şekilde açıklamamı engelleyen bir şey bulunmazdı...

Oysa bu tanık, hem Uğur Mumcu’nun öldüğü saatten bir süre önce, Mumcu’nun arabasının altında birilerinin lastik değiştirdiğini söylüyor hem de Doğan marka bir aracın lastikleri inik bir şekilde olay mahallinde bulunduğunu iddia ediyordu...

Bununla da kalmıyor, hem arabayı kullananı hem de arabanın altında yatmış olanı teşhis! ediyordu...

Fazla dikkatli!! bir vatandaştı ve işin ilginci orada o saatte bulunmasının nedeni belli değildi...

Civarda oturmuyordu, dükkanı, işyeri yoktu; ve o sokakta bulunmasının doğru düzgün hiçbir geçerli nedeni yoktu...

Buna karşılık Uğur Mumcu’nun arabasına bomba koyanları!!! teşhis etmişti...

Diyorum ya Ayhan Aydın çok tesadüfi!!! bir adamdı...

Doğal olarak sürpriz tanığa sorularım “çok da fazla inanmadığımı” gösteren bir içerikte oldu...

 

***



Ancak bu tamamen kişisel bir gazetecilik önsezisiydi...

Kendi kendime şöyle dediğimi hatırlıyorum...

-”Yahu bu ne biçim iş Reha Muhtar?.. Bu sürpriz tanık, katillerin İslami Harekat Ordusuna üye olduğunu söylüyor... Sen de bu tanığın teşhislerine pek inanmıyorsun... Oysa sen de Uğur Mumcu cinayetinin İran gibi bir devlet ve örgüt tarafından işlenmiş olabileceğini düşünüyorsun... Niye adamın çelişkilerini ortaya çıkartmaya çalışıyorsun?..”

Kendim söylüyor kendim gülüyordum...

Çünkü benim hakikate karşı bir zaafım vardı!..

Evet o günlerde ben de Uğum Mumcu, Çetin Emeç, Bahriye Üçok, Muammer Aksoy cinayetlerinin İran ya da radikal bir islami örgüt tarafından işlendiğini düşünüyordum...

Fakat bu düşüncem beni yalan söylemeye, ya da yalan yere suçsuz olduğunu düşündüğüm insanların suçlanmasına aracılık etmemi gerektirmiyordu...

Atatürk’ü ruhumun derinliklerine kadar severdim...

Uğur Mumcu ise, bana güvenip programıma katılmış ve en hassas tartışmalardan biri olan İkinci Cumhuriyet tartışmasına beni kırmayıp çıkmış bir gazeteci ağabeyimdi...

Ben Siyasal Basın Yayın’da Uğur Mumcu’ya konferansı esnasında yapılan davranış yüzündün okuldaki arkadaşlarımla tartışmış bir solcu gençtim...

Benim, İslami Harekat Ordusu denilen hayatımda adını ilk defa duyduğum bir örgütü, Uğur Mumcu’ya yönelik bir cinayette korumam, müktesebatıma, ruhuma, kişiliğime, eşyanın tabiatına, ya da şimdiki moda deyimle ‘fıtrat’ıma aykırıydı...

Fakat solcu da olsam, Uğur Mumcu’ya gönül bağım da olsa, radikal İslam’ın terör eylemlerini yapmış olduğuna da inansam, Galileo’nun dediği gibi, “Dünyanın yuvarlak olduğunu ve döndüğünü ayağımın altında hissederken, dünya düzdür...” diyemezdim...

Sen misin böyle demeyen?..

Hakkımda inanılmaz bir infaz ve karakter suikasti başlatıldı anında...

Öyle bir infaz ki, sonunda Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde bana, “sen devletin gizli bir örgütüne mi çalışıyorsun?..” diye soracak kadar rezil bir itibarsızlaştırma kampanyası başlatılacaktı...

Öülmlerden ölüm, infazlardan infaz, suikastlardan suikast beğenmek zorunda kalacaktım...

Neden böylesine hayasızca suçlamaya kalktıklarını ise anlayamazdım o zamanlar...

Zavallı ben!..

Hala romantik bir solcu gazeteciydim...

Saftım ve hala oynanan oyunların arkasındaki derin tezgahlardan bihaberdim...

Nahif devrimci, ya da romantik gazeteci!..

Reha Muhtar, Vatan

11.12.2012

Konu ile ilgili sayfalar...
7/3/2017 - 15 Temmuz’un ilk entelektüel sonucu ...
9/20/2016 - Garip ilişkiler...
8/16/2016 - Mehmet Altan: Türkiye, 'İkinci Cumhuriyet' kavramına mecburen geri dönecek...
8/12/2016 - Batı’nın “Yeni Türkiye” kuşkusu ...
4/25/2016 - Siyasal İslam ve İkinci Cumhuriyet ...
Bütün başlıklar için tıklayınız