Medyada 2. Cumhuriyet > Başkan babamızdır o, sever de döver de

Başkan babamızdır o, sever de döver de

MEHMET Altan 20 yıl önce İkinci Cumhuriyet kavramını atmıştı ortaya; bugünlerde Ahmet Altan Üçüncü Meşrutiyet’ten bahsediyor.

Fehmi Koru, dün Star’daki köşesinde şunları yazıyordu:

“Başbakan Tayyip Erdoğan kendisini, evlatlarını yanlış etkilerden korumakla görevli, onların üzerine titreyen bir baba gibi görüyor... O tür babalar gibi yapılan yanlışı yüze vuruyor, düzeltilmesini istiyor, düzeltilmezse başa geleceği hatırlatmaktan da edemiyor...”

Fehmi Bey’e göre “biz çocuklar”, zamanla “babamızın karşısında haklı çıktıkça“ bütün bu itişmeler yoluna girebilir, mesut oluruz, 3 elma da bizim kafamıza düşer, çıkarız kerevetimize vesaire vesaire.

Ancak Fehmi Bey’in bahsettiği baba ile Erdoğan arasında bir fark var.

Bahsettiği baba en fazla fırçalar, bilemedin ceza verir, haydi abartıp kulak çeker diyelim; tutup da, “Evladım bana göre saçma işlere prim verir hale geldi; kürtaj diyor, idam istemiyor, Uludere’yi sorguluyor, ucube heykeller dikiyor, bomba gibi kitaplar yazıyor, Hürrem yüzüğü takıp dolanıyor, nayır nolamaz” deyip savcıları göreve çağırmaz.

Evladını yargıya havale etmez.

* * *

Bizim bir Başkan Baba arayışımız var mı sahiden?

Korunması, kollanması, doğru yola itlenmesi gereken bir çocuk mu bu toplum?

Ülkümüz yükselmek TOKİ’ye ermek mi?

Uludere yok ama askeri vesayet tehdidi sürmekte.

Doğa katliamı yok ama Peşkeş Turizm ve Barajcılık AŞ’nin HES’ler gibi faydalı hizmetleri var.

İleri demokrasi var ama mesela 301’e dokunulamıyor, sümen altı ediliveriyor.

Bizim yerimize düşünen, uygulayan, gerekli mercileri göreve çağıran bir Başkan Baba mı bu toplumun hayali?

Başbakan kendisini ve partisini toplum önünde çeşitli samimiyet testlerinden geçerek bugünlere ulaşmış olarak görmeyi ve göstermeyi seviyor.

Ama korkarım artık sadece ve sadece kendisini “samimi ve haklı ve doğru” kabul ediyor.

Ve kalan herkesin, yakınları, yol arkadaşları, bakanları dahil herkesin bu üstün iradeyi onaylaması gerektiğini düşünüyor; ta Çamlıca’dan Uludere’ye kadar.

Beraber yürüdük biz bu yollarda”dan “Ben yürüdüm, siz arkamdan geldiniz”e savrulan bir zihniyet transformasyonu.

Ve etrafında kimse “Aaa! Kral çıplak!” diyemiyor, demeyi bırakın, bunu düşünemiyor bile.

Bizim sahiden “Severse sever, döverse döver” diye gölgesine sığınacağımız, öfkesiyle ve uygun görürse esirgemeyeceği şefkatiyle beraber yaşayacağımız bir “Başkan Baba”ya ihtiyacımız var mı?

Soru budur.

Tükenmez kalem kullanabilirsiniz, istediğiniz sorudan başlayabilirsiniz...

Tabii canım, hain bu National Geographic

HABER metnini aynen aktarmakta çooook fayda var:
National Geographic’te yayınlanan ‘Dolandırıcılar Şehri’ adlı belgesel önceki gece İstanbul’u konu aldı. Bir bakıma Türkiye’yi dünyaya ‘rezil’ etti. Belgeseli izleyenler İstanbul’a gelmek istemeyecek.

Sunucu Conor Woodman, İstanbul macerasına üzerinde gizli kamera ile Tarihi Yardımada’dan başladı.

Özellikle taksilerin, halı mağazalarının turistlere fahiş fiyatlar çıkardığını belgeledi.

Asıl macera İstiklal Caddesi’nde yaşandı. Hava kararınca üzerinde gizli kamerayla İstiklal Caddesi’ne çıkan sunucunun hanutçuların çekim alanına girmesi fazla sürmedi.

Yanına yaklaşan kişi, yakınlık kurup bira içebileceği bir mekâna götürmeyi teklif etti. pavyon-bar karışımı mekâna oturduktan sonra biralar söylendi, hemen akabinde bir kadın masalarına oturdu. Toplam 5 bira içildikten sonra Woodman’a gelen hesap 1.700 TL oldu. Bu arada kadın masadan kalkmış, hanutçu da ortadan yok olmuştu.

Hesaba itiraz eden, kazıklandığını söyleyen Woodman’a mekânın sahibi tarafından, parayı ödemeye mecbur olduğu ‘uygun dille’ anlatıldı. Bu arada mekâna iki polis geldi ama sevinci boşunaydı. Bölüm şu anonsla bitti: ‘Turistlerin dolandırılması İstanbul Emniyeti’nin umurunda değil.’”

* * *

Hain bu National Geographic.

Ne kazıkçı taksicinin, ne dükkân önünde tavla atıp turist söğüşleyen ‘asil duyguların insanı’ halıcının suçu bu.

5 biraya 1.700 (yazıyla bin yedi yüz) lira alan mekân sahibi anasından emdiği süt kadar temiz bir insan oysa.

Hain bu National Geographic.

Kamerasını gizlemiş, kandırmış bizi.

Hem de ‘macera’sına “atalarımızın at üstünde gezdiği” Tarihi Yarımada’dan başlamış.

Hem de “hava kararınca” yapmış bunu kötü niyetli şey!

Hem de “hanutçuların çekim alanına” girmesi fazla sürmemiş.

Oysa kamerası açık olsa, Tarihi Yarımada’dan başlamasa, hava kararmamış olsa, çekim alanına girmese yaşar mıydı bunları ey dürüstlük timsali taksici, halıcı, pavyoncu?

Hain bu National Geographic.

“Yedi tepeli sevgiliye” ve onun hep ama hep üstün karakter özelliklerle harmanlanmış insanına “dolandırıcı” demiş.

Pis şey!

Kanat Atkaya, Hürriyet

29.11.2012

Konu ile ilgili sayfalar...
7/3/2017 - 15 Temmuz’un ilk entelektüel sonucu ...
9/20/2016 - Garip ilişkiler...
8/16/2016 - Mehmet Altan: Türkiye, 'İkinci Cumhuriyet' kavramına mecburen geri dönecek...
8/12/2016 - Batı’nın “Yeni Türkiye” kuşkusu ...
4/25/2016 - Siyasal İslam ve İkinci Cumhuriyet ...
Bütün başlıklar için tıklayınız