Medyada 2. Cumhuriyet > Yedinci Cumhuriyet

Yedinci Cumhuriyet

Profesör Mehmet Altan hocanın yıllar önce Türkiye’nin gündemine soktuğu “ikinci cumhuriyet” kavramı aslında ilk kez 27 Mayıs darbesinden sonra zikredilmişti.
Askeri darbeye övgüler dizen gazetelerimizden bir tanesi, 27 Mayıs darbesinden sonra oluşturulan uydurma Meclis’in açılışını şu manşetle vermişti: “İkinci Cumhuriyet Resmen Başladı !”
Yani askeri darbeden sonra başlayan yeni dönem “ikinci cumhuriyet” olarak tanımlanmıştı.
Tarih: 1961. Demek oluyor ki bu kavramı ilk kez demokratlar değil “demokrasi karşıtları” zikretmiş..
Mehmet Altan Hoca ise 12 Eylül darbesinden birkaç yıl sonra bu kavramı dile getirmişti ama darbelere övgü düzen bir anlayışla değil tabii ki. Türkiye’de yüzde yüz bir demokrasinin kurulması özlemiyle söylenmiş sözlerdi. Türkiye’nin, askeri ve kurumsal bürokrasinin esiri olmaktan kurtularak, gerçek bir halk egemenliğinin kurulmasını öngörmüştü hoca. Liberal bir demokrasinin olmazsa olmaz koşullarının Türkiye’de varolmasını tavsiye etmişti.
Seçim sisteminin değiştirilmesini, parti içi demokrasinin sağlanmasını, toplumun her alanında yeni bir anlayışın hakim olmasını önermişti. Tıpkı TBMM’nin duvarında yazdığı gibi: “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir !”
Ama hiçbir dönemde olmamıştı böyle bir şey. Egemenlik Ankara’daki bazı egemenlerin dışında hiç millete ait olmamıştı.
Mehmet Altan diyordu ki: Yeni bir cumhuriyeti hep birlikte kuralım.
Kurulacak bu sistemin adını da “ikinci bir cumhuriyet ilanı” olarak koymuştu.
Kıyamet koptu.
Mehmet Altan’ı neredeyse “cumhuriyet düşmanı” ilan ettiler. İçinde demokrasi olmayan bir cumhuriyeti savunan medyadaki malum kalemler Altan ve arkadaşlarına saldırdılar. TSK bile içinde “ikinci cumhuriyet” geçen eleştiri dolu açıklamalar yaptı. Oysa bizzat TSK’nın yaptığı darbeler 29 Ekim 1923’te Atatürk’ün ilan ettiği “birinci cumhuriyeti” çoktan ortadan kaldırmıştı. O günden sonra yapılan her darbeyi, verilen her muhtırayı sayarsak bugün sanırım “yedinci cumhuriyeti” yaşıyoruz hep birlikte… Ama yedinci demokrasiyi değil.
Darbeler ülkesi Türkiye’de 1923’ün cumhuriyeti artık yok.
Her darbe, ülkedeki tüm meşru zeminleri ortadan kaldıran bir cinayettir. Hukuk devleti adına hiçbir şey kalmaz orta yerde. Çünkü darbe yaparak iktidarı ele geçirenlerin dudaklarından çıkan sözlerdir tek yasa. Anayasa ortadan kalkar. Ceza Kanunu kitabı bir masal kitabına döner. Şirketleri bağlayan vergi yasaları bile işlemez olur. Normal zamanda kırmızı ışıkta geçen sıradan bir vatandaşa kesilen trafik cezası bile darbe dönemlerinde hükümsüz olur. Çünkü ülkede hiçbir yasanın geçerliliği kalmaz.
Ama ne gariptir ki sıradan vatandaştan vergi yasasını çiğnedi diye veya hız sınırını aştı diye yahut kirasını ödemedi diye yasalar önünde hesap vermesi istenirken, darbe yapıp anayasayı ortadan kaldıran yani ülkedeki bütün yasaları işlemez hale getiren generallere kimse hesap sormaz.
Bunun adı; devletin (askerlerin) millet üzerindeki otokratik iktidarıdır.
27 Mayıs’taki darbeyle ikinci bir cumhuriyete geçildi.
12 Mart 1971’de üçüncü cumhuriyete… Sonra 12 Eylül ve 28 Şubat. Hepsinde mevcut cumhuriyet nizamı yıkıldı ve yenisi yapıldı. Çünkü hepsinde zorla hükümet devrildi, yeni yasalar yazdırıldı ve Türkiye’nin genleri değiştirildi.
Ergenekon ile birlikte “altıncı ve ardından yedinci cumhuriyete” geçilmesi planlanmıştı.
Ergenekoncular eğer başarılı olsalardı şu anda hepimiz “yedinci cumhuriyeti” idrak ediyor olacaktık. Evet, hepinizin hemen tahmin ettiği gibi içinde demokrasi olmayan bir cumhuriyetten söz ediyoruz burada. Ama kesinlikle “militan laik” ve otoriter bir cumhuriyetten.
Tek partili, tek sesli, hükmeden, buyurgan bir cumhuriyet.
Biliyorum, Türkiye’de böyle bir cumhuriyete “çağdaşlık”, “modernlik” ve “laiklik” adına geçmeyi isteyen çok sayıda “modern” insan var. Demokrasi deyince tüyleri diken diken olan, halkı bidon kafalı diye aşağılayan ama sorulduğunda kendisini ‘çok medeniyim’ diye tanıtan üçüncü dünya insanları…
Ve üzülerek görüyoruz ki Türkiye’ye yeni bir dönemin kapısını açan bu hükümetin içinde de buna yatkın insanlar var. Medyayı halkın medyası halinden çıkartıp “hükümetin medyası”na çevirmek isteyen yöneticiler yok değil.
Demokratik bir tutum, sadece YAŞ toplantısının oturma düzenini değiştirmekle olmuyor; 12 Eylül referandumuyla değişen anayasa için gerekli yasaları hızla değiştirmek, siyasi partiler yasasını alaşağı etmek, 12 Eylül hukukunun devam etmesine artık yeter diyerek izin vermemek, AK Parti hükümetinin yapması gereken icraatlar arasında ilk sıralarda geliyor.
Bu eksiklikleri söylemek gazetecilik mesleğinin onurudur. Her mesleğin bir duruşu ve bir ahlakı vardır.
O ahlaka uygun davranmak ve davrananları savunmak da bizim boynumuzun borcudur.
Unutulmamalıdır ki demokratik bir hükümet, olaylara “kendisi gibi bakmayan” ama yol gösteren akil insanların açtığı yoldan gider. Onları saygıyla dinler.
Demokrat yayın organları, nevi şahsına münhasır kalemlerin kıymetini bilirler. Hükümeti desteklemek demek yaşanan tüm olaylara hükümetin gözlüğüyle bakmak demek değildir. Böyle bir meslek ahlakı olmaz. Duruşunu hükümete göre ayarlayan bir yayın organına “yayın organı” denir mi ?
Resmi Gazete denir. Hükümetin sesi denir.
Ve aslında bu, bir hükümete yapılmış en büyük kötülüktür.

Murat Erdin, ihlassondakika.com

20.02.2012

Konu ile ilgili sayfalar...
7/3/2017 - 15 Temmuz’un ilk entelektüel sonucu ...
9/20/2016 - Garip ilişkiler...
8/16/2016 - Mehmet Altan: Türkiye, 'İkinci Cumhuriyet' kavramına mecburen geri dönecek...
8/12/2016 - Batı’nın “Yeni Türkiye” kuşkusu ...
4/25/2016 - Siyasal İslam ve İkinci Cumhuriyet ...
Bütün başlıklar için tıklayınız