Medyada 2. Cumhuriyet > Bir türlü anlatamadığımız

Bir türlü anlatamadığımız
Bazı şeyler var ki; en "eğitimli" ve en "bilgili olması gereken" insanlar bile; inatla, anlamamakta direniyorlar.
 
Günlük bir gazetenin başyazarı konumunda olan bir meslektaşım; uzun yıllar, "2. Cumhuriyet" kavramını diline doladıktan sonra, şimdi bu kavramdan nispeten uzaklaştı ama, "ulusal savaşımızı" küçümsemek için, elinden geleni geri koymuyor.

Türkiye'de; ulusal mücadelemiz konusunda mürekkep yalayanların ve kalem oynatanların, önemli bir bölümü; bu savaşı, Türk halkının, "emperyalizme karşı" bir mücadelesi olduğunu dile getirir. Ama bu mücadeleyi küçümsemek isteyen, "içeriden" ve "dışarıdan" birileri; bu savaşı, bir "Türk- Yunan" savaşı olarak değerlendirir ve fazla bir "kıymet-i harbiyesi" olmadığını, iddia ederler.

Bunun tipik bir örneğini, bir önceki Pazar günü yaşadık. Yukarıda sözünü ettiğim meslektaşım, günlük bir gazeteye yazdığı başyazıda; başlık olarak, "Milli Kurtuluş Savaşı anti- emperyalizm miydi?", sorusunu soruyor ve bu konuda; iki bilim insanının yazdıklarını, kanıt olarak  (kendince) göstererek; bu mücadelenin, bir "anti- emperyalist" mücadele olmadığını ve bir "Türk -Yunan Savaşı" olduğunu, iddia ediyor. Şimdi bunları; tek, tek ele alalım.

x                                          x                                         x

1970'lerin başında; çok saygı duyduğum, rahmetli hocam Prof. Dr. İdris Küçükömer, "Düzenin Yabancılaşması" başlıklı, müthiş ilginç ve yoğun tartışmalara yol açan, bir kitap yayınladı. Hocam bu kitabında, "alışılmadık" tezler ileri sürüyordu. Bunlardan biri de; ulusal mücadelemizin, emperyalizme değil, Yunanistan'a karşı yürütülen bir savaş olduğu gibi.

Bugün; rahmetli hocamın, bu kitapta ileri sürdüğü tezleri, tartışacak değilim. Ancak, şu kadarını söyleyeyim ki; ilk aşamada kapışılırcasına satılan bu kitabın, genişletilmiş yeni bir baskısı, bir türlü yayınlanamadı. Zira Hocam da, tezlerinin doğruluğundan, kuşkuya düşmüştü ve 20 yıl boyunca; gözlerini çok erken yaşta yumana kadar, bu konudaki görüşlerinden, yoksun kaldık.

Ömrü yetseydi, belki farklı şeyler okuyabilirdik.

Ulusal mücadelemiz; herhalde, Lord Curzon ve Lloyd Georg arasında sürdürülen, bir savaş değildi. Aslında Yunanlıları Anadolu'ya çıkartmak, İngiltere'nin "Doğu Politikası", idi ve bunun mimarı, L. Georg idi. Fakat ona karşı çıkan, Curzon değil; asıl, Winston Churchil idi. Churchil, "Türkler yenildiler", diyordu. "şimdi önlerine barış anlaşması olarak, ne koyarsak imzalayacaklar. Ama eğer Yunanlıları Anadolu'ya çıkartırsak, Türkler gene silaha sarılır ve zora düşeriz". Olaylar, Churchil'i haklı çıkartacaktır...

x                                             x                                          x

Yazarımızın getirdiği ikinci kanıt; değerli meslektaşımız, Ömer Kürkçüoğlu'nun, "Türk- İngiliz ilişkileri 1919-1926", başlığını taşıyan ve çok titiz bir araştırma ürünü olan, doçentlik tezi oluyor. Bu çalışmada Sayın Kürkçüoğlu, "İngiliz hükümetinin 14 Nisan 1921'de Türk- Yunan savaşındaki kesin tarafsızlığını bir nota ile Yunan hükümetine bildirdiği"ni, yazıyor.

Bu işin, arka planını bilmezseniz; kafanız karışabilir. Nisan 1921'de, İngiltere'nin "Doğu Politikası", nerdeyse "duvara çarpmıştı". Zira, 20 Kasım 1920'de, İngiltere'nin "muteber adamı" ve Avrupa diplomasisinde ağırlığı olan, Başbakan Venizelos "devrilmiş" ve Kral Konstantin, tahta davet edilmişti. Alman İmparatoru Wilhelm'in kuzeni olan Konstantin'den, İngiltere'de kimse hoşlanmadığı gibi; Yunanistan'da da, ciddi bir muhalefet vardı.

Bu gelişmelere değinmeden, İngiliz desteğinin geri çekilmesini anlayamazsınız.

x                                           x                                               x

Mustafa Kemal, TBMM'nin açılmasından 2 gün sonra, 25 Nisan 1920'de, Lenin'e bir mektup yazmış ve destek istemişti. O günkü Sovyetler Birliği polit bürosunda kimi üyeler, Mustafa Kemal'in ve Anadolu hareketinin, "sosyalist olmadığını" vurgulayarak, desteklenmemesini istemişlerdi.

Buna karşılık Lenin, Mustafa Kemal'in sosyalist olmadığı fakat, ortak bir düşmana, "emperyalizme karşı" mücadele ettiklerinden bahisle, Anadolu'ya yardım kararı alıyordu. Ve bu yardım olmasa, savaşı zor götürürdük.

Bizim "kuramcılar", emperyalizmi ve emperyalizmle mücadeleyi, herhalde Lenin'den iyi biliyorlar...

x                                             x                                                x

Eylül 1922. 9 Eylül'de İzmir, aynı gece Bursa kurtarılmıştı. 3. Ordu kumandanlığından Ankara'ya gönderilen bir raporla; 18 Eylül sabahı, son Yunan birliklerinin, Erdek'ten Anadolu'yu terk ettiği bildiriliyordu. Aslında, birbirinden ilginç olayların yaşandığı bu süreci anlatacak yerim yok. Benim muradım, Mudanya'daki mütareke görüşmelerine değinmek.

Mudanya'da "mütareke görüşmeleri", 3 Ekim 1922 tarihinde; eski Rus konsolosluğu binasında, başladı. Masanın bir tarafında; TBMM Hükümeti adına, Batı Cephesi Kumandanı İsmet Paşa otururken; karşısında, İngiltere adına General Harrington; Fransa adına, General Charpy ve İtalya adına, General Monbelli oturuyordu.

Bu ne biçim bir Türk - Yunan savaşı idiydi ki; mütareke masasında, Yunanistan yoktu. Aynı biçimde, mütareke metninde de, Yunanistan temsilcisinin imzası yoktu.

Sırf bunlar bile; savaşın, kimler arasında yapıldığını gösteriyor...

Ama, bir türlü anlatamıyoruz...


Toktamış Ateş, Bugün Gazetesi

28.05.09

Konu ile ilgili sayfalar...
7/3/2017 - 15 Temmuz’un ilk entelektüel sonucu ...
9/20/2016 - Garip ilişkiler...
8/16/2016 - Mehmet Altan: Türkiye, 'İkinci Cumhuriyet' kavramına mecburen geri dönecek...
8/12/2016 - Batı’nın “Yeni Türkiye” kuşkusu ...
4/25/2016 - Siyasal İslam ve İkinci Cumhuriyet ...
Bütün başlıklar için tıklayınız