Medyada 2. Cumhuriyet > Her dönemde, kullanılan gazeteciler var

Her dönemde, kullanılan gazeteciler var

ODTÜ’de medya ve siyaset ilişkileri ile ilgili dersler veren Uluç Gürkan, 12 Mart’ta gazeteci, 28 Şubat’ta politikacıydı. Tecrübelerinden yola çıkarak medyanın olağanüstü dönemlerde oynadığı role ilişkin çarpıcı açıklamalar yaptı..

Uluç Gürkan, 12 Mart’ı (1971) gazeteci, 28 Şubat’ı (1997) ise politikacı olarak yaşadı. Devrim gazetesinde 9 Martçı Doğan Avcıoğlu’nun en güvendiği isimlerden biriydi. 9 Mart darbesi gerçekleşmeyince devrim hayalleri de sona erdi. “Şehir gerillası”nı kutsayan yazılar yazanlar köşelerine çekildi. Uluç Gürkan, Devrim gazetesinin yazı işleri müdürüydü. Gazeteci, cuntacı ilişkilerine şahit oldu. Gazeteciliği ve siyaseti bırakan Gürkan, bugün ODTÜ’de medya ve siyaset ilişkileri konusunda dersler veriyor. 12 Mart’tan 28 Şubat’a yaşadığı tecrübelerden yola çıkarak medya ve iktidar ilişkilerine daha farklı noktalardan bakıyor. Gazetecilerin asker ve politikacılarla yakınlaşmasının her zaman riskli olduğuna işaret ediyor. Darbeye zemin hazırlayan yayınlar için “Bazı gazeteciler olağanüstü dönemlerde özel görevler üstlenebilirler.” diyor. Gürkan, Türk medyasının olağanüstü dönemler öncesi oynadığı rolü ve medyada terör haberlerinin veriliş şeklini de eleştiriyor. Murat Karayılan röportajı ne İspanya ne de İngiltere’de yayımlanabilirdi tespitinde bulunuyor. “Türk medyası müdahalelere, manipülasyonlara çok açık. Ne servis edilirse onu benimsiyor.” diye konuşuyor.

 

-Basın, olağanüstü dönemlerde önemli roller oynuyor. Kimler gazeteleri kullanıyor?

 

Medya, sermayenin tercihleri dışında bir tercihte bulunamaz. Şimdi sermaye askere karşı olduğu için medya da askere karşı. Belirleyici olan kesinlikle sermayedir. Bunun da izini dünya sermayesinde aramak lazım.

 

-Olağanüstü dönemler öncesi yayımlanan haberler kurgu gibi?

 

Bazı gazeteciler özel görev üstlenebilir. Bağlantılarına bakmak lazım. O konuda özel bir çaba harcamadım, kim neyle görevlendirildi gibi.

 

-Size dönük yaklaşımlar oldu mu?

 

Olmadı, çok deli bozuk buluyorlardı, kontrol edilemez gibi. Ama siyasette iken, DSP’de iken, aykırı ses olarak yıldızım parlamış iken çok gelindi. Bunun da odağı Amerikan Büyükelçiliği’dir.

 

-Bazı gazeteciler askerî müdahaleler öncesinde askerle ilişkiyi sıklaştırıyor?

 

Yakınlaşmalar oluyor. Askerle ilişkiler sağlıklı değil.

 

-Hasan Cemal, 12 Mart öncesi bazı gazetecilerin kullanıldığını yazdı. Kimdi bunlar?

 

Devrim’de Hasan Cemal’le birlikte çalışmıştım... 28 Şubat’ta Cemal’in yazılarına bakın. Süreci destekliyor. Bugünkü tutumu ile nasıl mukayese edebilirsiniz?

 

Bunun rol üstlenme dışında açıklaması olamaz. 28 Şubat süreci ile ilgili o yazıları yazan bir kişi kısa bir süre sonra “Kimse Kızmasın Kendimi Yazdım” kitabını nasıl çıkarabilir? Bu çift ruhlu olmadır? Öcalan’ın yakalanması sonrasında yazdıklarına bakın. Türkiye’nin, devrin başbakanı Bülent Ecevit’in zaferini ilan ediyor… Şimdiyse Kandil röportajları yapıyor, askerî operasyonlara karşı çıkıyor… Asıl kullanılma bunlar olsa gerek…

 

-Terör örgütü liderleri ile yaptıkları görüşmeleri sütunlarına taşıyan gazeteciler kullanılıyor mu?

 

Başbakan, son terör olayları konusunda medya sahiplerini çağırdı. Başbakan’ın bu ihtiyacı hissetmesi medya açısından ciddi bir sorundur. İngiltere’de hiçbir gazete Karayılan gibi biriyle röportaj yapmış mıdır? İspanya’da hiçbir gazete, Bask liderleri ile bu tür –bir anlamda meşrulaştıran, amacı doğrultusunda topluma korku salan– yayınlar yapmış mıdır? Ben bugünkü iktidara karşıyım; ama medya, oynadığı rol itibari ile Başbakan’ı bu tür bir toplantıya mecbur ediyorsa, medyanın kendini çok ciddi anlamda sorgulaması gerekir. Sermayenin iş bağlantılarını çok ciddi sorgulaması gerekir diye düşünüyorum.

 

-Nasıl sorgulanacak? Sorun nerede?

 

Medya müdahalelere, manipülasyonlara çok açık. Terörle mücadele eden bir ülkede yayımlanamaz bu röportajlar. Bunlar yayımlanıyorsa terörle mücadelenin başarı şansı sıfırdır.

 

-Askeri kışkırtan yayınların hedefi ne?

 

Asker müdahaleye zorlanıyor, hem anarşi ortamı hem de karma ekonomi düzeninin daha piyasacı bir yapıyla değiştirilmesi doğrultusunda bütün koşulları ile zorlanıyor.

 

-Gazetecilikle cuntacılık nasıl birlikte olabiliyor?

 

Orada tümüyle haklısınız. Gazetecilerin asker ve siyasetçi ile yakınlaşması çok tehlikelidir. Hiç olmaması gerekir. Kullanılırsınız. Kullanma karşılıklıdır. Bu öyle bir silahtır ki geri tepebilir. Çok riskli ve tehlikelidir.

 

-Deniz Gezmiş’leri eylemlere bir bakıma medya teşvik etmedi mi?

 

Koşulların getirdiği şeyler. Deniz Gezmiş silahlı bir mücadele veriyor. Doğan Avcıoğlu, Deniz Gezmiş’i birçok konuda frenlemiştir. Yoksa çok daha kötü olaylara girebilirlerdi.

 

-Siz öğrenci lideriydiniz, olaylara katıldınız. Yürüyüşler amaçlarından saptırıldı mı?

 

1960’ların sonuna kadar büyük ölçüde hayır… Bakıyorsunuz sonra, 12 Mart sürecinde işin içine silah giriyor. Çatışmalar giriyor. Ama bunların hiçbirinde Devrim gazetesi suçlanamaz.

 

-Olayları kontrolden çıkaran bir güç mü vardı?

 

Var; örgütler, egolar bir sürü etken var. Ama üzerinde asıl durulması gereken, o gün sermayenin ekonomik kararların hayata geçirilmesi için düğmeye basmasıdır. Yeni bir program, yeni bir liberal atılım bu çerçevede siyasi liberalizmin baskı altına alınması, temel çalışma haklarının kısıtlanması, sokaktaki çatışma bunun eseridir. Medya burada kesinlikle bir araçtır.

 

-Olağanüstü dönemlerde bazı haberler bu yüzden mi öne çıkıyor?

 

Medya servise çok açık, ne servis edilirse onu benimsiyor.

 

-Her dönem farklı bir içerik var. 27 Mayıs öncesi DP iktidarını karalayan yalan haberler yayımlanıyor. Mesela, kıyma makinesi haberleri gibi?

 

Yalan olduğunu o tarihte yayımlarken de bilmiyor. O günün koşullarında okuyan da inanıyordu.

 

-Körlük değil mi?

 

Körlük, medya burada tarafsız olacak ve gerçeklere dayanacak, bunu yapmıyor. Yaptırılmıyor. İktidar bağlantıları ve onun da ötesinde sermayenin genel düzendeki rolü, medya yansızlığını medya çalışanlarının namusuna bırakıyor, bir yere kadar onun da güvencesi yok. Bu temel çıkarlara karşı hangi yazınızın kaç defa özgürce, müdahalesiz yayımlanabileceğini düşünüyorsunuz?

 

-Hem gazeteci hem de siyasetçi olarak iyi darbe-kötü darbe ayrımına nasıl bakıyorsunuz? 9 Mart olsa iyi bir darbe mi olacaktı?

 

9 Mart da 12 Mart da olmasın. Darbe geliyor, başka seçenek yok. Ama “9 Mart’ın Türkiye’sinde mi yoksa 12 Mart’ın Türkiye’sinde mi yaşamak istersin?” diye sorarsan. Kardeşim 9 Mart tabii. Kelleyi 9 Mart’a koyduk falan değil. Kötünün evlası manasında.

 

-Ya 27 Mayıs… Pek çok sol aydın kutsuyor bu darbeyi.

 

27 Mayıs Anayasası özgürlükçü ama eleştiririm; Türkiye’nin bir geleneğini bozdu. 1924 Anayasası kendi içinde gelişen bir anayasaydı. Bu geleneği sürdürmek lazımdı. 1924’ü topyekûn değiştirdi. Demokrasi, sermayenin dengelenmesi, eşitlik, özgürlük temelinde bir denge meselesidir. 27 Mayıs askerî müdahalesini o gün 15 yaşında alkışlamış olabilirim ama bugün geriye baktığımda keşke Türkiye kendi dinamiğini işleyen bir dinamizm içinde yürütebilseydi. 12 Mart’ta ise fırtına geliyorum diyordu.

 

-Solun darbelere bakışı sorunlu değil mi? Demokratik ülkelerde cunta ile iş tutan solcu yok.

 

Darbelere en çok karşı çıkan siyasetçi Bülent Ecevit’tir. Ortanın solu, sosyal demokrasi dediğimiz zaman, Marksist kökenli ayrışmaları bir kenara bırakın, Ecevit askerî müdahalenin karşısında en kararlı iradedir. Hiçbir politikacı bir irade göstermemiştir.

 

-Darbecilerle işbirliği yapan solculara ne diyeceğiz?

 

27 Mayıs’ta askerle işbirliği yapan CHP’li politikacılar var mıdır? Vardır? 12 Mart ve 12 Eylül’de de var mıdır? Hükümetlerin yapısından anlarsınız, vardır tabii. CHP’den de, AP’den de katılım olmuştur 12 Mart hükümetine… Ama CHP’den katılanlar sol değil, sağ kanat unsurlarıdır. Türkiye’de sol topyekûn darbeci diye suçlanamaz.

 

-Abdi İpekçi ve Uğur Mumcu, neden öldürüldü?

 

Abdi İpekçi’nin öldürülmesi ile başlayan, medyayı da esir alan bir süreç var. Humeyni’nin Tahran’a indiği gün İpekçi öldürüldü. Bölgedeki değişim, yükselen ikinci cumhuriyetçi çizgi. Mumcu’nun öldürüldüğü gün Hangtington’un medeniyetler çatışmasını dile getirdiği teorisi makale olarak yayımlandı. Bazı şeyler tesadüf değildir. Bazı olaylardan birileri sonuç çıkarıyor.

 

-Medyada hangi sermaye daha çok sorunlu?

 

Hiç kuşkusuz ulusal olmayan sermaye, büyük sermaye. Onların ilişkilerine bakmak lazım. Bilderberg ve Davos toplantılarında alınan kararlar nasıl hayata geçiriliyor? Davos’un içinde de bir Davos var.

 

-Sermaye mi basına bazı görevleri veriyor?

 

Medyanın manipülasyonunda askerden öte sermayeye ve onun dış bağlantılarına bakmak lazım. Basın bir kamu hizmetidir ama özel bir iştir, sermayeden bağımsız değildir. Sermayenin bir parçası olarak görevini yapıyor, dolayısıyla klasik görevinden uzaklaşıyor. Klasik görevi dördüncü kuvvet olmak… Bu klasik rolü; ama sermayenin ticari bağlantıları, kâr amacı olduğu sürece basın bunları ön plana çıkarıyor. Medya sahipliği yapısı üzerinde kamu adına özel bir düzenleme yoksa, medya, sermayenin özel ve genel çıkarları doğrultusunda hareket eder. Eskiden basın patronu olarak aileler vardı. Onlar da sermayenin parçasıydı; ama temel işleri gazetecilikti. Şimdi o geleneksel aile yapısı da yok. Hangi tarafa bakarsanız bakın medya akçeli boyutuyla basın patronları için ikinci, üçüncü planda… Hâlâ en büyük medya baronu olan Aydın Doğan’ın işleri arasında medya, Doğan Holding’in cirosunun yüzde 10’u bile değil. Çalık, Ciner, Karamehmet, İpek gruplarında da aynı durum var. Medya, diğer işlerin bir pazarlama vitrini, ambalajı… Medya sahiplerine başka iş yapamazlar gibi bir düzenleme gerekiyor.

 

-Yapılabilir mi bu düzenleme?

 

Size bir haber göstereceğim. Hakkımda yayımlandı Milliyet’te. 2000 yılında. “Babası gibi bombacı”… Bu benim oğlum (Milliyet’in birinci sayfasını gösteriyor). 24 Kasım 2000’de dava açtım. Hem Milliyet’e hem de o günkü Yayın Yönetmeni Mehmet Y. Yılmaz’a ve mahkûm ettirdim. Haber tamamen yalandı.

 

-Sizi hedef alan bu yayının sebebi ne?

 

RTÜK yasası. Sahiplik yapısıyla ilgili düzenleme tümüyle benim işimdi. Medya sahipliğini kontrol altına almaya çalıştık. İlk çıktığı metinde hiç kimsenin radyo ve televizyonda yüzde 25’ten fazla hisse sahibi olamayacağını öngörüyoruz. Asıl önemli madde bir radyo veya televizyonda hisse sahibi olan kişi devletle iş yapamaz, ihale falan alamaz. İki; borsada manipülasyon yapamaz. Bunların olması lazım... Tamam, medya özel bir iştir; ama böyle olması gerekir. Sermayenin ticari çıkarlarının basın görevlerinin önüne geçmemesi lazım. 1994’te çıkan RTÜK Yasası’nda bu hükümler var. 1999’da Aydın Doğan televizyon işine el atınca bunları değiştirmek için harekete geçti. Ben de engel oldum. Değişiklik teklifi verildi… DSP de koalisyon ortağı olarak destekliyor. Ben ve çok sayıda DSP milletvekili karşı çıkınca reddedilmesi sağlandı. Sonra tekrar bu gündeme geldi, direnmemize rağmen geçti. Bu sefer Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’e gidip rapor verdim, Sezer de veto etti. Tam bu süreçte hakkımda böyle bir haber çıktı.

 

Dünya Bankası’ndan gelmeleri tesadüf mü?

 

-Askerî müdahalelerde hep aynı yöntemlerin kullanılmasını nasıl izah etmek lazım?

 

Askerî müdahaleler, ülkenin kapitalistleşme, dolayısıyla küreselleşme süreçleriyle doğrudan bağlantılıdır. Karma ekonomi düzeninden piyasa ekonomisine geçişin en keskin virajları askerî müdahalelerle dönülmüştür. 12 Eylül 1980, 12 Mart 1971, 27 Mayıs 1960… Her üç müdahalenin öncesinde de Türkiye’de dış ödemelerin tıkandığı büyük bir ekonomik kriz yaşanmıştır. Bu krizlerin aşılması iddiasıyla da karma ekonomi düzenini bir adım daha liberalleştirmeye dönük ekonomik istikrar paketleri hazırlanmıştır. Ekonomiyi liberalleştirmeyi amaçlayan bu istikrar önlemlerinin tam anlamıyla hayata geçirilmesi, parlamenter düzene askerî müdahalelerle ara verilince mümkün olmuştur. Yaşadığımız 27 Mayıs, 12 Mart ve 12 Eylül müdahalelerinin tek benzerliği, öncesindeki büyük ekonomik kriz değildir. Sonrasında gerçekleştirilen değişiklikler de şaşırtıcı biçimde benzerdir…

 

-Nasıl benzerdir?

 

Birinci benzerlik, ekonomiyi bir adım daha liberalleştirmeye dönük bir ekonomik yapılanmadır. İkinci benzerlik, bunun üzerine oturduğu yeni bir anayasal ve yasal düzenlemedir. Üçüncü benzerlik ise köklü bir dış politika değişikliğidir. Bu benzerlikler, Türkiye’deki kapitalistleşme ve küreselleşme sürecinin temel kilometre taşlarıdır. 27 Mayıs’ın ardından Türkiye o tarihte adı Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) olan Avrupa Birliği ile Roma Anlaşması’nı imzalamıştır. DP döneminin ABD ilişkileri böylece Avrupa’ya kaymıştır. 12 Mart sonrasında AET ile Katma Protokol yapılmıştır… 12 Eylül sonrasında yeniden Amerika’ya dönüş olmuştur. Türk dış politikasının en önemli kozları arasında ilk sıralarda olan Yunanistan’ın NATO’nun askerî kanadına dönüşüyle ilgili Türk vetosu kaldırılmıştır. Askerî müdahaleler öncesinin ve sonrasının benzerlikleri tesadüf gibi gelmiyor bana.

 

-Asker sadece bir rol mü üstleniyor?

 

Ordu bu süreçte bir misyon üstlenmişse, bu misyon sermayenin programını hayata geçirmek olmuştur. Bu program her askerî müdahalede birbirini tamamlayan bir bütünlük göstermiştir… Bakın 24 Ocak 1980 kararları, 14 Ağustos 1970 günkü Resmî Gazete’deki ekonomik liberasyon programının neredeyse aynısıdır. Gazetecilik yaptığım yıllarda “yılın ekonomi gazetecisi” ödülünü bu sayede aldım. 24 Ocak kararlarının devalüasyon oranları, Türk Lirası’nın kaç liraya çıkacağını bir hafta öncesinden haberleştirdik. Özel bir bilgi almamıştık. Sadece 10 yıl öncesinin Resmî Gazete’sini alıp oradaki kararları ve rakamları 1980’e uyarladık. Tam isabet sağladık… Bu kapitalistleşme programları IMF ve Dünya Bankası patentlidir… 12 Mart 1971 sonrasında Nihat Erim başbakan. Ekonomiden sorumlu bakan kim? Başbakan Yardımcısı Atilla Karaosmanoğlu… Nereden geldi? Dünya Bankası’ndan… Rahmetli Turgut Özal, Devlet Planlama Teşkilatı müsteşarıydı. Nereye gitti? Dünya Bankası’na… 12 Eylül müdahalesi sonrası ekonominin başına nereden gelmiş oldu? Dünya Bankası’ndan… Kemal Derviş… Nereden bulduk 2000 krizinden sonra? Dünya Bankası’ndan... Tesadüf mü bunlar?

 

Patronun sözünü dinlemezsen...

 

-Gazeteciliği neden bıraktınız?

 

Basın dünyasında yaşama şansını yıllar önce kaybettim. Güneş’in Ankara temsilcisiydim. Gazete iyi gidiyordu ancak bir süre sonra Asil Nadir İngiltere’de tutuklandı. Asil Nadir, “Ankara’dan İstanbul’a git, gazetenin başına geç.” dedi. Gittim, zar zor da olsa maaşları ödeyebiliyoruz… 4-5 ay kadar sonra Asil Bey serbest kalınca Londra’dan telefon etti, “Elinde para varmış, gönder.” dedi. “Var, 630 milyon lira. Vermem.” dedim. Çalışanların maaşlarını verip istifa ettim. Sabah’ta önceki patronum Dinç Bilgin ile bu olayı konuştuğumuzda, “Basında artık yönetici olamazsın. Patronun lafını dinlemeyen adama kimse kolay kolay sorumluluk vermez.” demişti. Ben de siyasete girdim.

 

28 saat kürsüde kaldım,

 

Demirel ‘rejimi kurtardın’ dedi

 

 

 

“28 Şubat’ta doğrudan müdahale yolunu kapatan bir rolüm olduğu düşünülebilir… 8 yıllık kesintisiz eğitim yasası görüşülürken kürsüde ben vardım. Bütün beklenti bir kavga çıkacak. Meclis başkanvekili doğru dürüst yönetmezse, adil olmazsa kavga çıkar, asker ne yapacaksa yapar diye bir hava yayılıyor…28 saat kürsüden kalkmadım; herkese eşit mesafede durdum, bütünüyle tarafsız davrandım, kimseye çanak tutmadım… Bana ilk teşekkürü rahmetli Necmettin Erbakan iletti. Kürsüden indikten sonra dönemin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Mustafa Kalemli telefon etti. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in telefonumu beklediğini söyledi. Cumhurbaşkanı Demirel’in kutlaması, “rejimi kurtardın” biçiminde oldu…

 

-28 saat nasıl kürsüde kaldınız?

 

Çok kolay bir şey değil. 8 saat öncesinden baktım nasıl otururum, öncelikle de en az 24 saat hiç tuvalete gitmeden ne yapmam lazım? 8 saat öncesinden yemeyi, içmeyi bıraktım, son yediğimde bağırsakları boşaltacak bir ilaç aldım. Hiçbir şey yok. 28 saat durmaksızın koltukta oturduğum toplam 36 saatlik bir oturumla yasayı görüştük…”

aksiyon.com.tr, 21.11.2011

Konu ile ilgili sayfalar...
7/3/2017 - 15 Temmuz’un ilk entelektüel sonucu ...
9/20/2016 - Garip ilişkiler...
8/16/2016 - Mehmet Altan: Türkiye, 'İkinci Cumhuriyet' kavramına mecburen geri dönecek...
8/12/2016 - Batı’nın “Yeni Türkiye” kuşkusu ...
4/25/2016 - Siyasal İslam ve İkinci Cumhuriyet ...
Bütün başlıklar için tıklayınız