Medyada 2. Cumhuriyet > Özdemir: Batı’da sınıf deyince cinsiyet, mezhep önem kazanıyor

Özdemir: Batı’da sınıf deyince cinsiyet, mezhep önem kazanıyor

Avrupa Parlamentosu Yeşiller Grubu üyesi ve Alman Yeşiller Partisi Eş Başkanı Cem Özdemir 2 Mayıs’ta Bahçeşehir Üniversitesi’nde “Türk kökenli Alman bir siyasetçi gözüyle Türkiye’nin AB meseleleri” isimli bir söyleşi düzenledi.

Cem Özdemir, Almanya’daki Focus dergisi bizim haberimizi yaptığında Vural Öger ve benim için “Alman pasaportu taşıyan Türk” manşeti atmıştı. Bu ne demek? Vatandaşsanız vatandaşsınızdır, nereden geldiğiniz önemli değildir. Bu manşetle “pasaport taşıyor, ama Alman değil” denmek isteniyor. Sıkıntı, yeni kimlik tarifidir dedi.

Söyleşide yeni “kimlik” tanımlarına duyulan ihtiyacı vurgulayan Özdemir, Türkiye-AB ilişkilerinin yanı sıra Türkiye gündemini de değerlendirdi. ABHaber’in de yakından izlediği toplantıda Özdemir özetle şunları ifade etti:

Öncelikle “Cem Özdemir kimdir?” sorusunu yanıtlamak istiyorum. Türkiye’ye geldiğimde sürekli “Türk milletvekili mi? Alman milletvekili mi? Türk kökenli Alman milletvekili mi?” gibi sorularla karşılaşıyorum. İlk kez milletvekili seçildiğimde gazetelere “Türk zaferi” gibi manşetler atılmıştı. İnsanların sevinmesi hoş bir duygu. Müzik dalında Musti, sinemada Fatih Akın, siyasette ve iş dünyasında Vural Öger gibi başarılı olmuş birçok Türk insanı var Almanya’da. Ama yine de ortada bir ezilmişlik kompleksi var, bu manşetler bunu yansıtıyor.

Şunun altını çizmeliyim ki ben bir Alman milletvekiliyim. Başkent Üniversitesi’nde katıldığım Genç Bakış programında “Türk olduğunu niye söylemiyorsun, niçin Alman milletvekili olduğunu söylüyorsun?” gibi sorularla karşılaştım. Obama Türkiye’ye geldiğinde Kenya’yı mı ABD’yi mi temsil ediyor? Tabi ki ABD’yi. Ancak onun Kenya’ya olan duyguları daha özeldir. Benim de Türkiye’ye olan duygularım Moğolistan’a olanlardan biraz daha farklı. Ben bir Alman milletvekiliyim ve bu bir çelişki değil. Bir insan buna baktığında kızmak yerine sevinebilir de. O insanların bulunduğu ülkelerde iyi meslek sahibi olmaları Türkiye için de daha iyi değil mi?

Bundan on-yirmi sene önce Türkiye’den Almanya’ya gelen partiler “zavallı gurbetçiler, kötü şartlarda çalışıyorlar” gibi söylemler içindeydiler. Onlar bizi ezilmiş görürken biz de kendimizi ezdirilmiş gösteriyorduk. Arkasından Alman partilerle görüştüklerinde ise “size gönderdiğimiz göçmenler Türkiye’nin kırsal kesiminden, aslında biz böyle değiliz” diyorlardı. Bunun artık değiştiğini görüyoruz. Artık daha gerçekçi bir yaklaşım var. Almanya’ya gelen Başbakan, “Alman vatandaşı olun. Çifte vatandaşlık hakkınız yoksa da olun. Dil öğrenin ve iyi meslek sahibi olun” dedi. Eskiden biz bunları söylerken tepki alıyorduk.

Peki kimlik ne olacak? Avrupa’daki benim kuşağım ve benden sonraki kuşak göçmenler nasıl tarif edilecek? Alman mıyız Türk mü? Bunu tanımlamakta zorlanıyoruz. İki toplumdan da bir şeyler alınca yeni bir şey ortaya çıkıyor. Asıl sorun gençlerde değil, ülkelerde ve ana babalarda. Gençlerin kafalarında karışıklık yok. Ana babaların “aman kültüründen taviz verme “ demesi ve Almanya gibi tecrübesiz toplumların uyum ile ne demek istediğini bilmemesi sorun yaratıyor. Almanya uyum derken dil öğrenmek gibi anayasal vatandaşlığı tarif ediyor, ama bir süre sonra bu yetmiyor.

Almanya’daki Focus dergisi bizim haberimizi yaptığında Vural Öger ve benim için “Alman pasaportu taşıyan Türk” manşeti atmıştı. Bu ne demek? Vatandaşsanız vatandaşsınızdır, nereden geldiğiniz önemli değildir. Bu manşetle “pasaport taşıyor, ama Alman değil” denmek isteniyor. Sıkıntı, yeni kimlik tarifidir.

Türkiye-AB ilişkilerine gelirsek, son günlerdeki görüşmelerimde edindiğim izlenim, bu işlerin çok içinde olanların karamsar olduğudur. Bu işi beceremeyeceğiz, ya da AB bizi kabul etmeyecek görüşü yaygın. Ben, Türkiye’nin bundan önceki on senesine ve bugününe bakıp bundan on sene sonrasını tahmin ettiğimde karamsar olamıyorum. Ermenistan sınırının açılması tabu olmaktan çıkıyor. Şeş TV açıldı. 1 Mayıs bayram oluyor. Tüm eksikliklerine rağmen bu açılımları görünce karamsar olmamak gerekiyor.

Başkent Üniversitesi’nde “reformları gerçekleştirsek de bizi almayacaklar” diyorlardı. Peki biz nerede kaybedeceğiz? Değişen, güçlenen ve AB’ye böyle müracaat eden Türkiye’yi diyelim ki almıyorlar. Çevre standartları yükselmiş, tüketici hakları iyileşmiş, yolsuzlukla mücadele edilmiş ve adalet sistemi gelişmiş bir Türkiye daha iyi değil mi? Bugüne kadar AB ile müzakere etmiş ve AB’ye girmiş hangi ülkenin refah düzeyi düşmüş?

Soru: Başbakan, Türkler’in Almanya’ya entegrasyonu konusunda “asimilasyon insanlık suçudur” dedi. Bu sözü nasıl değerlendiriyorsunuz? Hrant Dink, “Türkiye-AB ilişkileri önden çekişli motorlarla değil, arkadan itişli korku motorları ile ilerliyor. “Eyvah Türk geliyor” korkularıyla büyüdüm. Bu korkuları atmak kolay değil” diyor. Avrupa halkları Viyana sendromunu aşabilecek mi? Türkiye-AB treni Sarkozy’nin “ayna ayna söyle bana var mı benden güzel dünyada?” felsefesini nasıl aşacak?

Cevap: Benim seçmen kitlem Almanya’da, onlara hitap etmek zorundayım. Başbakanın asimilasyon sözünün perde arkasını biraz biliyorum. Kasttan çok yanlış anlaşılma var. Keşke böyle bir şey yapılmadan önce Almanya’da yaşayanlarla görüşülseydi. Bu, Türkiye’de Kürt meselelerini konuşurken Kürdistan tabirini kullanmak gibi bir şey. Tartışma bambaşka uçlara gider. Başbakan aynı mesajı, tepki uyandırmadan da verebilirdi. Başbakan Berlin’de Türk okullarının açılmasını istedi. Bunu “yakında biz de Türkçe öğrenmek zorunda kalacağız” diye algıladılar. Biz de Almanya’da Türkiye’nin ek ders almasını savunuyoruz ama püf noktaları bilmekte fayda var.

Sendromla ilgili olarak, makro bakış açısı unutulmamalıdır. Gidişat o kadar da kötü değil. Bazılarına göre ikinci cumhuriyet meselesi çoktan geride kaldı., hatta Türkiye şu anda o dönemin içinde. Cumhuriyet başındaki prensiplerin bugünün koşullarına göre yorumlanması herkes tarafından paylaşılmakta.

Kimliklerle ilgili olarak, ben Almanya’nın Protestan bölgesinde büyüdüm. Katolik bölümünden çok farklı bir kültür var. Bir de o bölgenin muhafazakar kesiminde büyüdüm. Bu da bir farklılık yaratıyor. Türkiye’de benim ailemde şehir ve köy Türkiye’si var. İnsanın kimliğini çok farklı kökler tarif ediyor. Condolezza Rice Almanya’ya ilk geldiğinde ben de dahil olmak üzere toplumun farklı kesiminden insanlarla bir görüşme düzenlemişti. İkinci gelişinde aldığım davetiyenin üzerinde “Müslüman lider Cem Özdemir” yazıyordu. Irak savaşından sonra Amerikalılar Müslümanlarla iyi bir diyaloga girme kararı almışlardı. İşe benden başlamışlar. Diğer Müslüman liderlere baktım. Benim gibi Türk kökenli milletvekilleri. Bu da Batı’daki hastalıklardan biri. Batı’da sınıf deyince cinsiyet, mezhep, sınıf, futbol takımı, cinsel tercih gibi konular önem kazanıyor. Müslüman kökenlilerin kimliği ise sadece “İslam”, burada bitiyor. Oruç tutan, Mekke’ye gitmeyen, hepsi aynı kategoride.

Soru: Türkiye Ermeni meselesini kendi inisiyatifi ile ele almadı. Ermeni devleti 1920 Kars Antlaşması’nı kabul etmiyor, Karadağ soykırım meselesini çözmüyorken biz niye taviz verelim? Mevcut olduğunuz partinin eski başkanı Fischer, “Türkiye’yi oyarız, sonra uyuturuz” gibi şeyler söylüyordu. AB’nin lokomotifi olan Almanya ve Fransa’nın ikisi de Türkiye’ye karşı. Biz standartları yakalasak bile bu iki ülkenin tutumu değişecek mi?

Cevap: Ülkeler komşu seçemiyor. İyi anlaşırsak sorunların çözümleri kolaylaşır. Son dönemde dış politikada iyi bir yol izlendiğini düşünüyorum. Irak’ta din ve devleti birbirinden ayıran bir devletin kurulması din devletine göre Türkiye için daha iyidir. Rahmetli Özal’ın soğukkanlı yaklaşımı en iyi politikaydı ve bu hükümet de bunu izliyor.

Ermenistan sınırının kapalın kalması, Türkiye üzerinden dünyaya açılamamaları Türkiye için iyi midir? İşveren, turist, öğrencilerin iki ülke arasında gidip gelmesi iki halkı birbirine yakınlaştırır. 1915’teki büyük felaketten önce beraber nasıl iyi yaşadıklarını hatırlatır. Bu yaklaşımdan sadece aşırı milliyetçiler zararlı çıkar, bu da önemli değildir. Türkiye Cumhuriyeti haklı olarak Azerbaycan meselesini gündeme getirecektir. Bu güne kadar bu konuda bir milimetre bile ilerleme yaşanmadı. Türkiye’nin sadece “bu ilişkileri iyileştirmeyi düşünüyoruz” demesi bile büyük bir adımdı. Bu sıkıntılar, ilişkilerin düzelmesini istememekten kaynaklanıyor. Sınır açılsa, insanlar birbirlerine yakınlaşacak.
Fischer bu sözleri söylemişti ancak partimizin başkanı değildi.

Türkiye ufak bir ülke değil. Almanya, Fransa gibi ülkeler bayrağı eline alıp kamuoyunu ikna etmelidir ama bu kolay değil. Ancak on sene sonra bu ülkelerde başta kimin olacağını bilemiyoruz. İsveç, İskandinav ülkeleri, Akdeniz ülkeleri hep Türkiye’nin üyeliğine taraftarlar. O zaman Almanya ve Fransa da ayak uydurmalıdır.

Soru: Obama başkan seçildiğinde Türkiye’de sizden çok bahsedildi. Siz kendinizi Almanya’nın Cumhurbaşkanı olarak görebiliyor musunuz? Türkiye’de Ergenekon davasından dolayı çok sayıda saygın insanı içeride tutuyorlar, ne gibi suçlarlar suçlandıklarını dahi bilmiyoruz. Deniz feneri iddianamesi Almancadan Türkçeye çevrilmiyor. Onun çevrilmesi için yardımda bulunmayı öneriyor musunuz?

Cevap: Obama benzetmesi yanlış. Ben başbakanlık hedefinde değilim, Yeşiller Partisi eş başkanıyım. Ufak partiye düşen görev başbakan vekilliğidir.

Deniz feneri konusunda işi takım tutmaya döndürüyorlar. Alman mahkemesi bu konuda gerekeni yaptı. Ergenekon’da süreç iyi işliyor mu? Hukuk sistemine aykırı mı? bunlar tartışılır. Ama özünde ihtilal savunmak doğru mu? Yanlış diyorsak demokratız. Önce “egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” diyelim, sonra tartışalım süreci. Faili meçhul cinayetlerin aydınlatılmasının arkasında olalım.

Soru: Almanya’da Yeşiller Partisi olarak Türkiye’deki çevre politikalarını, çalışma ortamını takip edebiliyor musunuz?

Cevap: Almanya’da yenilenebilir enerji kaynakları harcanan toplam enerjinin %16’sını sağlıyor. Eskiden uzmanlar, “her şey çok iyi giderse bile %3-5’ini bu kaynaklardan sağlayabiliriz” derlerdi. Hıristiyan Demokratlar Başbakanı’nın rakamlarına göre 2020 yılında %30’a kadar ulaşacak bu oran. Şu anda bu oranın Türkiye’de düşük olmasının sebebi, istenmemesidir. Çünkü nükleer santraller, kömür santralleri çok daha az para kazandıracak bazı kesimlere. Türkiye’nin yenilenebilir enerji kaynakları Almanya’dan çok daha fazladır.

 

abhaber.com, 03.05.2009

 

 

Konu ile ilgili sayfalar...
7/3/2017 - 15 Temmuz’un ilk entelektüel sonucu ...
9/20/2016 - Garip ilişkiler...
8/16/2016 - Mehmet Altan: Türkiye, 'İkinci Cumhuriyet' kavramına mecburen geri dönecek...
8/12/2016 - Batı’nın “Yeni Türkiye” kuşkusu ...
4/25/2016 - Siyasal İslam ve İkinci Cumhuriyet ...
Bütün başlıklar için tıklayınız