Medyada 2. Cumhuriyet > Genelkurmay Başkanı gibi ben de tekrarı seçtim

Genelkurmay Başkanı gibi ben de tekrarı seçtim

Org. İlker Başbuğ'un merakla beklenen konuşmasında -açıkçası ve ezici çoğunluğun aksine- yeni bir fikir, mesaj, açılım vs bulamadım ben.

Açıp baktım önceki konuşmalarına. Kara Kuvvetleri Komutanı olarak Kara Harp Okulu'nun yeni eğitim-öğretim yılına başlaması münasebetiyle yaptığı konuşmaya mesela.

Tamam, Habermas yerini Montesquieu'ye, Fukuyama yerini Huntington'a terk etmiş, "postmodernite" rejim düşmanı olmaktan çıkmıştı. Ama kim yerini kime terk etmiş olsa da meselenin özü değişmemişti.

Kara Harp Okulu'nda yaptığı konuşmasını değerlendirmeye çalıştığı yazılarımdan üçüncüsüne -konuyu uzattığım için okurların sabrına sığınarak- şöyle başlamışım:

"(Uzatmaya) Mecburuz, çünkü özerkliğini mutlaka koruması gereken 'Bilgi', sivil ya da askeri (fark etmez) güçlerin müdahale edebileceği bir alana dönüşürse sorun büyük demektir. Ve bu sorun, anayasaya 'kuvvetler ayrımı' ilkesini geçirmekle geçiştirilebilecek nitelikte değildir. Demek ki 'Bilgi'ye, onun özerkliğine sahip çıkmak aynı zamanda bir demokrasi tarifidir."

Derdimi anlatabildiğimi sanıyorum. "Demokrasi"nin her şeyden önce, "Bilgi"nin şu ya da bu gücün tarifine göre yapılmadığı bir sistem olduğunu vurguluyordum.

Ama gördük ki Başbuğ, önceden olduğu gibi bu yılki konuşmasında da bizi "teorik" bir tartışmaya davet ediyor. Bu tartışma herhangi bir "akademi"de gerçekleşiyor olsa, tabii ki itirazım yok. Ama hayır; Org. Başbuğ, bize hakkında toplarca kitap yazılan bir takım "Bilgi"lerin nasıl anlaşılması gerektiğini öğretiyor.

Ders ünitemiz eskiden olduğu gibi yine "ulus-devlet", "üniter devlet", "üst ve alt kimlik", "kimlikler ve anayasa", "etnik sorunlar", "entegrasyon-asimilasyon" gibi dünyanın yıllardır tartışmaktan bıkmadığı konulardan oluşuyor.

Zararı yok tabii ki, herkes gibi Org. Başbuğ'un da bu konulara ilişkin fikir geliştirmek hakkıdır. Ama bu pratiğin sayıları yüzü aşan özel davetli gazeteci ve üniversite hocalarının huzurunda ve "Harp Akademisi"nde gerçekleşiyor olması demokrasilerin alıştığı bir tarz değildir.

Bu düşüncelerle oturdum yazının başına. Bu yılki konuşmanın -biraz geç kalmış- değerlendirmesini yapmak için. Ancak bir iki şey karaladıktan sonra, ben de orgeneral gibi tekrara düştüğümü fark ettim. "Ulus-devlet" hakkında konuşmuş, yazmışım; "kimlikler"den söz etmiş, yazmışım; "millet" demiş, yazmışım; etnisite" demiş, yazmışım…

Sonuç olarak şuna karar verdim: Madem ki yazılmamış konu kalmamış, o halde yeni bir şeyler karalayacağına bu yazılmış-yayımlanmış yazılardan küçük bir "antoloji" yap sen de!

Dolayısıyla önümüzdeki birkaç gün bu köşede önünüze gelecek yazılar özel arşivimden iktibastır.

Bu hatırlatmayı yaptıktan sonra bu yılın konuşmasını konu edinen bir yazıya -çok tipik olduğu için- ve adımın bu yılın davetliler listesinde olmasına ilişkin bir iki laf edeceğim.

Sonuncusundan başlayalım:

Belki rastlamışsınızdır; Harp Akademisi'ndeki konuşmayı dinlemeye ve ardından verilen yemeğe bu yıl ben de davetliydim. Mazeret bildirdim. Ancak bir muhabirin telefonuyla haberdar oldum ki, benim de aralarında olduğum bir grup gazetecinin bu yıl davet alması bir takım internet sitelerinde "Genelkurmay'dan sürpriz ziyaret" başlığı altında haber olmuş.

Ulaştığım haberde adımdan şöyle söz ediliyordu: "Yeni Şafak Gazetesi'nden İkinci Cumhuriyetçi ve muhafazakar görüşleri ile tanınan Fehmi Koru, Ali Bayramoğlu ve Kürşat Bumin'e de davetiye gönderildi."

Çok yerde karşıma çıktı bu haber. Yanılmıyorsam "8. Sütun" da bile!

Önümdeki haber bana şunları düşündürttü: "Haberi yazan ve dünyadan haberi olmayan arkadaş! Bir kere İkinci Cumhuriyetçiler ile muhafazakarlar aynı sınıftan değiller. Ayrıca daha da önemli olarak, sen benim 'muhafazakar' olduğuma nerede rastladın. Sensin 'muhafazakar'! "

İşte böyle; davet almanın böyle eğlenceli yanları da eksik değil.

Gelelim Org. Başbuğ'un yazısını konu edinen son derece ilginç yazıya:

Bu yazı bir (etnik kökenden söz etmek âdetim değildir ama şimdi sırası bence) Kürt köşe yazarı tarafından kaleme alınmış. "Konuşma"ya ilişkin şöyle tespitler çıkıyor karşımıza:

"Doğru, uzun bir konuşmaydı, ama bence sıkıcı değildi.

"Kendi adıma ziyadesiyle memnun kaldığımı belirtmeliyim.

"Yeni bir 'askeri akıl'.

"Başbuğ'un konuşması akademik bir bakış açısına yaslanıyordu.

"Siyasetbilimi, sosyoloji ve tarihin arka planını oluşturduğu bu çaplı konuşma, devrimsel "nitelikte yeni perspektifler de içeriyordu.

(…)

"Başbuğ, sadece 'Kürt sorunu' bağlamında değil, aynı zamanda 'laik demokrasi' bahsinde söyledikleriyle yeni bir 'askeri aklın' mücessem ifadesi olarak duruyordu karşımızda."

Ne dersiniz, yoksa "Yeter artık Allah aşkına ne olursun devam etme!" mi diyorsunuz?

Hadi birkaç satır daha aktaralım:

"Başbuğ'un sivil-asker ve din-siyaset ilişkileri konusunda söyledikleri, dikte eden ve "dayatan "bir anlayış üzerine değil; yeniden düşünmeyi ve tartışmayı önceleyen bir "anlayış üzerine oturuyordu. 'Biz böyle düşünüyoruz, ama değişime açığız, çünkü "ideolojik bir dogma içinde değiliz.

"Ordunun Atatürkçülüğü kaskatı bir ideoloji olarak değil, bir düşünce sistemi olarak "gören bu "yeni tanımını doğrusu çok önemsiyorum."

Tamam tamam… "Ne olursun kes" dediğinizi duyar gibi olduğum için burada kesiyorum…

Ne demiştim yazının başında?

"Bilgi"nin özerkliği üzerine titrememiz gerekir dememiş miydim?

Kürşat Bumin, Yeni Şafak

21.04.2009

Konu ile ilgili sayfalar...
7/3/2017 - 15 Temmuz’un ilk entelektüel sonucu ...
9/20/2016 - Garip ilişkiler...
8/16/2016 - Mehmet Altan: Türkiye, 'İkinci Cumhuriyet' kavramına mecburen geri dönecek...
8/12/2016 - Batı’nın “Yeni Türkiye” kuşkusu ...
4/25/2016 - Siyasal İslam ve İkinci Cumhuriyet ...
Bütün başlıklar için tıklayınız