Medyada 2. Cumhuriyet > ‘1. Cumhuriyet bitti’ demek yanlış mı?

‘1. Cumhuriyet bitti’ demek yanlış mı?


Başbakan Erdoğan geçmiş Yüksek Askeri Şura üyeleriyle Anıtkabir’i böyle ziyaret etmişti.


Yaşananlar tam tersine ordunun bir anlamda “havlu atması”, siyasi gücü iyice azalan, hatta belki de “sıfırlanan” bir kurumun, kendisine yapılan haksız adli uygulamalar karşısında son çare olarak kenara çekilmesidir. Kibir değil onurla ilgili. Güç gösterisi değil çaresiz bir haykırış


Komutanların peş peşe istifa ettiğinde, memleketten çok uzaklarda Londra’daydım. Üst üste telefonlar gelmeye başladığında, arayanlardan bir bölümü yorum almak isteyen yabancı gazetecilerdi. “Türkiye’de ne oluyor?” diye merak ediyorlardı. Canlı yayında CNN spikeri Jim Clancy sordu: “Peki bu istifalardan sonra Türkiye’de darbe ihtimali azaldı mı arttı mı?”
Ne darbesi! Türkiye’de herhangi bir darbe ihtimali ya da senaryosu yok. Zaten uzunca bir süredir de yoktu. Bırakın darbeyi, yaşananlar tam tersine ordunun bir anlamda “havlu atması”, siyasi gücü iyice azalan, hatta belki de “sıfırlanan” bir kurumun, kendisine yapılan haksız adli uygulamalar karşısında son çare olarak kenara çekilmesidir. Kibir değil onurla ilgili. Güç gösterisi değil çaresiz bir haykırış.
Tabii ki bu olayı önemsizleştirmek değil derdim. Bazı hükümet yetkilileri gibi “Ne krizi! Bu normalleşme. Hiçbir sıkıntı yok” gibisinden illüzyon yaratmaya yönelik analizlere de gerek yok. Danimarka’dan Japonya’ya dünyanın her yerinde genelkurmay başkanı ve kuvvet komutanlarının topluca istifa etmesi, “normal” diye tanımlanamayacak ölçekte büyük depremdir. Daha da ötesinde, silahlı kuvvetlerinin bu ölçekte sorgulanır hale gelmesi, 43 generalin hapiste olması, 200 küsür askerin yargılanıyor oluşu da normal ötesi ciddi durumlara işaret eder!

Arap Baharı için model
Ancak ille de “Bu son olayın büyük siyasi sonuçları ne olur?” diye sorarsanız, cevabım “Hiçbir şey” olur. Siyasi tablo geçen hafta neyse önümüzdeki hafta da öyle kalacaktır. Çünkü Türkiye’de zaten 2002’den bu yana kademeli olarak ordunun siyasetin dışına itilme süreci yaşanıyor. Tarihsel olarak bu ülkeyi yöneten Kemalist elitin gerilediği, Ak Parti iktidarıyla sivil irade güçlendikçe geleneksel olarak yönetim dışında kalan kesimlerin, bazen nazik bazen de hoyratça hareketlerle, siyasi merkezi ele geçirdiği sosyolojik bir gerçek.
Siyasi görüşünüze göre bu “el değiştirme” sürecini “devrim” ya da “karşı devrim”; “demokratikleşme”, “normalleşme” ya da “otoriterleşme” diye görebilirsiniz. Kazanan taraf ya da kaybedenlerin arasında olabilirsiniz.
Ancak gerçek şu ki, 1923’de kurulan ve belli bir siyasi doktrin üzerine inşa edilen cumhuriyet artık kabuk değiştiriyor. Yeni bir paradigma, yeni bir felsefe var.
Bu durum, hem kaçınılmaz hem de Doğu Akdeniz ve Orta Doğu coğrafyasındaki genel trende uygun. Biz Türkiye’yi her zaman “büyük istisna” olarak görmeye şartlanmışız; ancak başını kaldırıp mahalleye şöyle bir göz atanlar, Türkiye’de yaşananların Saddam sonrası Irak’ta, Filistin’de, yakın gelecekte Mısır’da, Tunus’ta, yaşananlardan çok da farklı bir şablona oturmadığını görecektir.
Bu yüzden Türkiye Arap Baharı için model sayılıyor. Değişim, devrimsiz, kansız, zamana yayılarak gerçekleştiği için.  Bu büyük tabloda, tarihi geriye çevirmek, yeniden 1923 ve Soğuk Savaş şartlarına uygun “militer demokrasi” yaratmak mümkün değil.

1. Cumhuriyet dönemi kapandı
Tabii ordunun siyaset dışına itilmesi demokrasi mücadelesinin bitmesi demek değil. Belki artık “asker” sorunu yok ama 59 gazetecinin hapiste olduğu, siyasi tutukluların hüküm giymeden yıllarca hapis yattığı, 70 bin kişinin telefonunun dinlendiği bir ülkede bambaşka yeni sorunlar var.  Daha mı demokratız? Evet kuşkusuz. Ama hala demokrasi ve insan hakları sorunları var. Türkiye’de “ulusal güvenlik rejimi” gitti ama yerine “sivil otoriterlik”, “soft otoriterlik” ya da “illiberal demokrasi” kavramlarının tartışıldığına şüphe yok.
İşte bu tabloda Işık Koşaner ve kuvvet komutanlarının istifası, siyasi değil sadece “sembolik” bir anlam taşıyor. Miladı isterseniz 2007 seçimleri, isterseniz 12 Eylül referandumu ya da 29 Temmuz depremi olarak belirleyin.
Gerçek şu ki artık 1923’de kurulan ve askerin garantörlüğünde laik bir rejim öngören 1. Cumhuriyet dönemi kapandı. Kötü değil, tam tersine tarihin akışıyla uyumlu.
Artık tereddütsüz İkinci Cumhuriyet evresindeyiz. Cumhuriyetin ikinci evresinin karakterinin ne olacağı,  hangi sıfatla tanımlanacağı, henüz tam net değil. Onu belirleyecek olan önümüzdeki dönem Türkiye’nin demokrasi ve bireysel özgürlüklere bağlılığı olacak.
Ve hep birlikte izleyeceğiz.

Aslı Aydıntaşbaş, Milliyet

01.08.2011

Konu ile ilgili sayfalar...
7/3/2017 - 15 Temmuz’un ilk entelektüel sonucu ...
9/20/2016 - Garip ilişkiler...
8/16/2016 - Mehmet Altan: Türkiye, 'İkinci Cumhuriyet' kavramına mecburen geri dönecek...
8/12/2016 - Batı’nın “Yeni Türkiye” kuşkusu ...
4/25/2016 - Siyasal İslam ve İkinci Cumhuriyet ...
Bütün başlıklar için tıklayınız