Medyada 2. Cumhuriyet > ABD yanlışları

ABD yanlışları

Humeyni 1979'da İran Devrimi'ni yaptıktan sonra ABD'nin, Türkiye dahil bölge ile ilgili görüşlerinde önemli değişiklikler olmuştur. Bunun göstergelerinden biri de Ankara muhabirliğini yapmakta olduğum The New York Times'ın şöhretli Genel Yayın Müdürü Abe Rosenthal'ın Ankara'ya gelmesiyle ortaya çıkmıştı.
O günlerde ABD tam bir panik içindeydi.
Yıkılmaz sandıkları, İran'ı ordusu ve Savak ismindeki istihbarat servisiyle yöneten Şah devrilmiş, ABD, İran'ın en büyük düşmanı haline gelmişti.
Rosenthal, Ankara'da zamanın Başbakanı Ecevit başta olmak üzere Demirel ve diğer, Türkiye'nin nabzını tutabilecek durumda olan kimselerle görüştü.
Yankı dergisi içinde bir büro açılmasına ve gazeteden bir büro şefi gönderilmesine karar verildi.
Marvine Howe geldi, olayları yakından izledi ve Türkiye'de 1984'e kadar kaldı.
ABD'nin korktuğu değil ama 12 Eylül müdahalesi oldu.
Bir ara estirilen 'Ülkeyi asker mi yönetir?' düşüncelerinin yanlış olduğu çabuk hissedilince, yaşlı olmasına rağmen, ülke gerçeğini kavramakta gecikmeyen Büyükelçi Prof. Strausz Hupe doğru teşhisle ilişkileri korudu.
Kendisiyle yaptığım, hem Yankı hem de İngilizce dergimiz Outlook'ta çıkan röportajda, 'ABD Türkiye'nin demokrasiyle yönetilmesini destekler, yardımları onun için yapar' anlamına gelen sözler söylemişti.
Başkan Reagan'ın kendisine 'Önemli olan Türkiye'nin NATO içine kalmasıdır' dediğini ise bana Türkiye'den ayrılırken nakletti. Teşhislerini doğru yaptı.
1980'li yıllar sonuna doğru ve özellikle 1990'lı yıllarda siyasi İslam'ın köktendinci eğilimlerinin oylarının artması, ABD'yi bir yanlışa itti.
İran'da, Şah'a, ordusuna ve Savak'a güvenip, mollaları ihmal etmelerini pahalıya ödediklerini düşündüler.
Aynı 'hata'yı Türkiye'de yapmak istemiyorlardı.
Türkiye'de iddialı bir şekilde ortaya çıkmaya başlayan '2. Cumhuriyetçiler'le birlikte, eskiden Türkiye'de görev yapmış kimi CIA uzmanlarının da güdüsünde yeni bir planlama içine girdiler.
Türkiye 'Kemalizm'den kurtulmalı, artık ihmal edilmez bir toplumsal güç olarak siyasette ağırlığını hissettiren siyasi İslam'a ve etnik gruplara istediği hakları vermeliydi.
O günlerde PKK da etnik bir grup olarak ağırlığını ortaya koymuştu. Silahlı mücadelesinin, Vietnam, Cezayir ve Filistin'de olduğu gibi başarılı olacağını düşünenler arasında Ankara'daki ABD diplomatları da vardı.
PKK'ya doğrudan olmasa bile 'etnik gruplara' sempati işaretleri geldi. Ankara'ya gelen bir bakan yardımcıları Güneydoğu'ya gidip 'Kürtler kendi etnik kimlikleriyle siyasi parti kurabilmeli' bile diyebildi.
Erbakan'ın Refah'ını, kendileriyle iyi ilişkiler muhafaza etmiş, ABD'nin Türkiye'de demokrasi ve gerçek dostluk istediğine inanmış kesimleri tedirgin etme pahasına açıkça desteklediler.
Onunla da yetinmediler. Askerlerin dostça uyarılarına rağmen, PKK'ya karşı sürdürülen mücadelede yaşamsal önemi olan bir kısım silah ve cephaneyi, bedelleri ödenmiş olanlar da dahil, çeşitli bahanelerle ya hiç vermediler ya da teslimini geciktirdiler.
Ama bekledikleri olmadı. Türk Silahlı Kuvvetleri ve Türk halkı, büyük fedakarlıklar pahasına, kazanılmaz denilen mücadeleyi kazandı.
Köktendinci siyasi İslam da kesin yenilgiye uğradı.
Anayasa'nın giriş maddelerinde ifadesini bulan Kemalizm'in el-kol bağlayan, gelişme engelleyen bir 'doktrin' olmadığı yanında, 11 Eylül terörü karşısında laik Türkiye'nin ne kadar önemli bir örnek olduğu da görüldü.
ABD'nin Türkiye'deki irtica ve bölücülük mihraklarıyla meşru ilişkisi sürüyor.
Ecevit, 1978'de NATO zirvesi için Washington'a gittiğinde, Başkan Carter'a "Güneydoğu'daki ajanlarınızı lütfen çekin" dediğini bize söylemişti. Şimdi sorunun büyüyen boyutlarına uygun olarak kaygılarını ifade ediyor.
Washington'da bugün Türkiye'nin ABD için önemini bilen bir iktidar var. Başkan Bush, daha ortada ne küresel terör mücadelesi ne de Türkiye'deki en büyük ekonomik bunalım varken 'Türkiye'ye destek verilecek' demişti.
O günlerden bu yana Türk-ABD ilişkileri daha da gelişti. Ama ABD, dişe dokunur toplumsal güç olarak gördüğü, hiçbir siyasi çekirdeği göz ardı etmiyor.
Ne siyasi geleceği belirsiz Tayyip Erdoğan ne de bölücü etkilerden kurtuldukları düşünülmeyen kimi siyasi oluşumdan vazgeçebiliyor.
Ama önemli olan ikili ilişkilerde çıkar dengesini muhafaza edebilmek.

M. Ali Kışlalı
Radikal
,
17 .01.2002

Konu ile ilgili sayfalar...
7/3/2017 - 15 Temmuz’un ilk entelektüel sonucu ...
9/20/2016 - Garip ilişkiler...
8/16/2016 - Mehmet Altan: Türkiye, 'İkinci Cumhuriyet' kavramına mecburen geri dönecek...
8/12/2016 - Batı’nın “Yeni Türkiye” kuşkusu ...
4/25/2016 - Siyasal İslam ve İkinci Cumhuriyet ...
Bütün başlıklar için tıklayınız