Medyada 2. Cumhuriyet > Kızılcabölük'ten bugüne...

Kızılcabölük'ten bugüne...

Şahsıma özel gazetecilik tarihimde önemli bir dönüm noktasının adıdır 'Kızılcabölük'... Kulağımda basında çıkan yalan haberlerle ilgili söylentiler olsa da, gazetelere âdeta 'kutsal metin' muamelesi yapardım o zamana kadar... Kızılcabölük ile birlikte basına bakışım bütünüyle değişti.

Zaman'ın ilk günleri olduğuna göre 1986 sonlarına denk düşüyordur... Gazeteler birbiri ardına, birinin başlattığını diğeri geliştirerek, muazzam bir 'irtica' kampanyası yürütüyorlardı. Kampanyanın önemli unsurlarından biri, Denizli'nin Kızılcabölük nâhiyesinde kendini evinin tavanına asmış küçük bir çocuktu. Çocuk Kur'an Kursu öğrencisiydi ve kursta gördüğü muameleye tahammül edemeyerek kendi canını aldığı iddia ediliyordu.

Nasıl başım öne eğikti, anlatamam...

Sabah yayın toplantısında konuyu görüşürken, aklıma, "Bir de biz muhabir gönderelim" fikri geldi. Çiçeği burnunda bir muhabir olan Sadullah Amasyalı gönüllü oldu; Kızılcabölük'ten ilettiği ilk izlenimi, aradan neredeyse 20 yıl geçmiş olmasına rağmen, hâlâ unutamıyorum: "Olayla Kur'an kursunun hiçbir ilgisi yok..." O günden sonra gazetelere yansıyan her habere kuşkuyla yaklaşmam herhalde mâzur görülebilir... Tamer Korkmaz'ın gazetelerin çarpıtmalarından oluşan 'Yalan Haber Dosyası' kitabı o günlerin armağanıdır...

Şahsıma özel gazetecilik tarihimin ikinci dönüm noktası ise 'andıç' uygulamasının varlığını öğrenmemdir... Frankfurt'taydım ve Nazlı Ilıcak bir belge hakkında ne düşündüğümü öğrenmek istiyordu. Kaldığım otele faksla geçti sayfalar dolusu belgeyi... Sivil kişileri hedef alan bir askerî eylem planı olduğunu görüp ayrıntıları okuyunca dehşete kapıldığımı bugün gibi hatırlıyorum... İlk tepkimin, "Doğruya benziyor, ama..." olduğunu biliniz... Nazlı Hanım yayına başladıktan sonra, Genelkurmay 'andıç' uygulamasının varlığını doğrulayana kadar, huzursuzluğum devam etti...

Şimdi ise, 'andıç' belgelerinin kökü bayağı eskiye dayanan bir uygulama olduğunu biliyorum. Bir konuda hedef belirleniyor ve o hedefe erişmek için çaba gösteriliyor; eğer gerekiyorsa kamuoyunu gazete ve televizyonlar aracılığıyla hazırlamak da dahil...

Meslek hayatında iki önemli şok dönemi yaşamış biri olarak 'şaşırma' hissimi bütünüyle yitirdiğim için olmalı, şu sırada, bazı gazete ve kanallarda karşılaştığım garip yayınlar, başkalarını öfkelendirse bile beni güldürüyor. Ertuğrul Özkök'ün, "2. Cumhuriyetçilerin korkulu rüyası" diye tanıttığı birinin ta Fransalara kadar gidip yazdığı "Mini etekli kızı yakanlara türban yasağı konulabilir" sonucunu çıkartmamızı amaçlayan dizi sözgelimi... Gencecik Cezayirli kızı yakarak öldürenin, gayrımeşru ilişki talebine "Hayır" dediği bir kopuk olması o diziyi kaleme alan için önemsiz bir ayrıntı... Onun önemsediği, Hürriyet gibi bir gazetede, dizisinin sürmanşetten yayınlanması.

Aynı kişinin ikinci gün yazdığı Kur'an kursu ile ilgili olay ise 1986 yılının Kızılcabölük haberinin bir tıpkı basımı sanki. Belli ki, geçmişte yayımlanmış 'irtica raporları'nda varolan bir bilgiyi Fransa'ya taşımışlar... "Küçücük çocuklara Süleyman Efendi'nin fotoğrafıyla dua okutuyorlar" bilgisinin başka bir temeli olamaz çünkü. Oysa, 'resmî' damgalı bir belge yerine, Türkiye'deki Kur'an kursları konusunu yıllar önce inceleyen Paris'teki ünlü araştırma kurumundan Prof. Semih Vaner'e danışılsaydı, konu hakkında daha sağlıklı bilgiler alınabilirdi...

Bu tür resmî belgeler insanın yüzünü her dâim kızartır...

Kızılcabölük şokunu henüz geride bırakmadığımız 1980'lerin sonuna denk düşen günlerde, bir gazete, manşetine, "Türkiye'nin irtica haritası" başlıklı bir haber oturtmuştu. Haberde, okuyanın tüylerini diken diken edecek iddialara yer veriliyordu. O gazetenin zaten her yazılanı doğru kabul etmeye şartlanmış okurları ne yapsınlar, habere konu olan tipte insanlara öfke ve kinle doluyorlardı muhakkak... Ancak okurların bilmedikleri ve asla öğrenemeyecekleri önemli bir ayrıntı vardı: Habere kaynaklık eden resmî raporu kaleme alan kişiler biraz kendilerinden geçmiş ve sadece işittiklerini kayda geçirmekle yetinmeyip muhayyelelerini de devreye sokmuşlardı...

Resmî raporu akıl süzgecinden geçirmeden kullanan gazete yöneticileri, ertesi gün, benim uyarımla sarsılmış olmalılar... Haberde, "İrticâî gruplar son zamanlarda eşgüdüm arayışındalar; Rufai tarikatının lideri Ahmed Rufai ile Kadiri tarikatı lideri Abdülkadir Geylani'nin, geçtiğimiz ay içerisinde Siirt'in bir kazasında buluşarak birlikte hareket etme kararı aldıkları istihbar edildi" bilgisi de yer alıyordu. "Hay istihbaratınız batsın, emi" diye yazdım: "Adı geçen bu iki kişi gerçekten o tarikatlerin liderleri, ama her ikisi de bundan yaklaşık 900 yıl önce yaşamış şahsiyetler; Abdulkadir Geylani 1166, Ahmed Rufai ise 1182 doğumlu; ..."

Hürriyet'in yeni dizisini kaleme alan, itirazlara karşı, "Ben söyleyenin yalancısıyım" söylemiyle kendisini savunmuş; eskiden aynı işi yapanlar onun kadar açık sözlü değillerdi...

Neyse ki, Kızılcabölük ve andıç gibi iki dönüm noktam var benim; aksi halde bugünlerde yaşananları anlamakta zorlanırdım... Yeni kampanyanın hedefi siyasiler olup bitenlerin herhalde farkındadırlar, değil mi?
 

Taha Kıvanç, Yeni Şafak
23.12.2003

Konu ile ilgili sayfalar...
7/3/2017 - 15 Temmuz’un ilk entelektüel sonucu ...
9/20/2016 - Garip ilişkiler...
8/16/2016 - Mehmet Altan: Türkiye, 'İkinci Cumhuriyet' kavramına mecburen geri dönecek...
8/12/2016 - Batı’nın “Yeni Türkiye” kuşkusu ...
4/25/2016 - Siyasal İslam ve İkinci Cumhuriyet ...
Bütün başlıklar için tıklayınız