Medyada 2. Cumhuriyet > Avrupalı Olmak ya da Olmamak

Avrupalı Olmak ya da Olmamak

Osmanlı'dan Türkiye Cumhuriyeti'ne uzanan Batı yolculuğumuzda yeni bir etabın son aşamasına geldik sayılır. Yüzyıllar öncesinden başlayan bu serüvende 'mutlu son' a ne denli yakın olduğumuz tartışmalarına kayıtsız kalan yurttaşların sayısı fazla olmasa gerek. Herkes kendine göre bir şeyler söylüyor bu konuda. Avrupa Komisyonu'nun yayımladığı ilerleme raporu, 17 Aralık'a ilişkin beklentilerin iyimserlik dozunun artmasına yol açarken, Avrupa Birliği'ni ülke çıkarlarına aykırı bulanlar da eleştirilerinin dozunu arttırıyor. Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne girme sürecini destekleyenler, nerede ise vatan haini ilan edilecek.

Hafta içinde İstanbul'da gerçekleşen Yeşiller/ EFA grup toplantısında Murat Belge 'nin dediği gibi, ''AB, ülkemizin demokrasi gündeminde bir kod adı oldu'' ise, bunun nedenini insan hak ve özgürlüklerine tahammül edemeyen bir 'güvenlik devleti' nde aramak gerekmez mi? Hak ve özgürlüklerimizin sınırlarını daha da geliştirmek adına, Avrupalı demokratlarla işbirliği yapmak niye suç olsun? Tabii, Belge'nin yaptığı gibi, gereğinde Avrupalı aydınları da uyarmak gerekiyor. Kendi dinamiklerimizle çözümlememiz, aşmamız gereken bazı hassas konuların sürekli önümüze sürülmesi tutucu güçlerin ve Türkiye'ye pek de iyi gözle bakmayan yabancıların işine yarıyor. Bunu hatırlatmamız sürece yapıcı bir katkıdır.

Ama, bir de yapıcı olmayan eleştiriler var. Yeşiller toplantısı katılımcılarına bir açık mektup dağıtan Bedri Baykam 'ın yaptığı gibi. Baykam, Avrupa Birliği sürecinin, Türk ordusunu nötralize ederek, İslamcı yükselişe hizmet edeceği kanısında. Toplantıya Türkiye'den katılan konuşmacıların Avrupalıları yanılttığını söyleyen Baykam, konuşmacıları '2. Cumhuriyetçi' olmakla ve AKP iktidarına hizmet etmekle suçluyor.

Baykam'ın açık mektubunu okurken, üzüldüm. Bir sanatçının, hem de onun gibi Batı değerleri ile yetişmiş bir sanatçının kendini bu denli dar kalıplar içine hapsetmiş olmasına; Susurluk zihniyetinin bekçiliğine soyunmasına. Oysa, bir sanatçının ülkenin demokratikleşmesine, sivilleşmesine hizmet eden bir süreçten kıvanç duyması gerekirdi. Bunları söylerken, eleştirilecek bir şey olmadığını söylemek değil niyetim. Elbette çok şey var eleştirecek. AKP'nin niyetinde ne denli samimi olduğunu sorgulamak da mümkün, hatta gerekli. Ama, Avrupa Birliği'nin Türkiye'ye sağlayacağı yararları görmezlikten gelmek, en kolayından politika yapmaktır. Bazı solcu arkadaşlarımızın yaptığı gibi.

Konuyu, kültür-sanat alanına daraltırsak, şu son birkaç yılda Avrupa Birliği hedefi doğrultusunda atılan adımlarla ifade özgürlüğünün sınırlarının genişletilmesine nasıl katkıda bulunulduğunu görebiliriz. Bize düşen, sürece karşı çıkmak değil, sürece ters düşen yasal düzenlemeleri, yönetmelikleri, uygulamaları bulup çıkartmak; hem iktidarı, hem de Avrupa Birliği yetkililerini uyarmak olmalı. Evet, acı ama gerçek, nefes almamızı sağlayacak adımların pek çoğu iç dinamiklerin değil, dış dinamiklerin sonucu atılıyor. Peki, en iyisi biz bu adımları atmayalım mı diyelim, yoksa iç dinamiklerimizi nasıl daha etkin kılarız, bunun yollarını mı arayalım?

Siyasal iktidarın bir yaptığı, öteki yaptığı ile çelişiyorsa -ki bunun böyle olduğunu kaç haftadır yazıyoruz bu sütunda- görevimiz eleştirmek olmalı. Örneğin, yeni TCY'de basınla ilgili yapılan düzenlemeler, yeni Basın Kanunu'nun tandığı özgürlükleri geri alır nitelikte. TCY'nin 60. maddesi, bir haber nedeniyle bir gazete ya da televizyon mahkûm olursa, o yayın organının sahibi olan şirketin kapatılabileceğini belirtiyor. Hani, Basın Kanunu ile gazetelerin kapatılması ortadan kalkmıştı, ne oldu? Bir de, 'propaganda' suçunun, basın ve yayın yoluyla işlenmesi halinde, verilecek cezanın yarı oranında arttırılacağı hükmü var. İfade özgürlüğü, böyle güvence altına alınıyormuş demek ki!

Yeşiller toplantısında, Yücel Sayman 'ın dediği gibi ''Anayasası devleti bireyden üstün tutan bir ülkede yaşıyoruz'' . Değişim, sancılı olacak elbette. Mutlakiyetçi yönetim anlayışının, demokratik, saydam zihniyetle yer değiştirmesi kolay olmayacak. Bu yüzden Başbakanlık İnsan Hakları Danışma Kurulu'nun raporundaki 'başbakancı rejim' eleştirisine kulak vermesi gerekiyor iktidarın. Bu yaklaşımı, daha küçük örneklerde de görmek mümkün. Kültür Bakanlığı'nda 'Bakancı rejim' saltanatı sürüyor. Tabii ki, Erkan Mumcu 'nun icadı değil bu. Tüm siyasal iktidarlar aynısını yaptı. Ama, şimdi bir şeyler değişecekse eğer, yönetim anlayışının da değişmesi gerekiyor. Dilerseniz haftaya devam ederiz bu konuya...
 

Vecdi Sayar, Cumhuriyet
22.10.04

Konu ile ilgili sayfalar...
7/3/2017 - 15 Temmuz’un ilk entelektüel sonucu ...
9/20/2016 - Garip ilişkiler...
8/16/2016 - Mehmet Altan: Türkiye, 'İkinci Cumhuriyet' kavramına mecburen geri dönecek...
8/12/2016 - Batı’nın “Yeni Türkiye” kuşkusu ...
4/25/2016 - Siyasal İslam ve İkinci Cumhuriyet ...
Bütün başlıklar için tıklayınız