Medyada 2. Cumhuriyet > Cumhuriyetimiz tek soya indirgenemez

Cumhuriyetimiz tek soya indirgenemez

Prof. İbrahim Kaboğlu, "AB komiserine verilen değerin yarısı bize gösterilseydi, reformlar daha sağlıklı yapılırdı. Tek soyluluk, kuruluş paradigmamıza da uygun düşmüyor" diyor

 

SAZAK: Azınlık hakları ve 'Türkiyelilik' üst kimliği üzerindeki tartışma, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı nedeniyle Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ve Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök'ün mesajlarına da yansıdı. Sezer ve Özkök, 'Türk ulusu kavramı üst kimliğimizdir' diyerek devletin zirvesindeki görüşü açıkladılar. Başbakanlık da Baskın Oran'ın hazırladığı raporu üstlenmiyor. Raporu yazarken bu denli tepki bekliyor muydunuz?
KABOĞLU: Açıkçası bu kadarını beklemiyordum. Türkiyelilik kavramı, Türkiye Cumhuriyeti alt kimlik - üst kimlik ilişkisinde kırılmacı bir yaklaşım mı, yoksa bütünleştirici bir yaklaşım mı, kimse bunun üzerinde durmuyor. Cumhuriyet'in ilanı ve 1924 Anayasası'nda 'Türk devleti' denilmedi. Türkiye Cumhuriyeti hep bir çatı kimlik, ulus - devletin çerçevesi olarak niteleyeceğimiz hukuki ve politik bir deyim olarak kullanıldı. 1982 Anayasası, Türk sıfatını 1924 ve 1961 Anayasası'nda olmadığı kadar çok vurguladı.

1982'de soy vurgusu var
1982 Anayasa'nın başlangıç kısmında, 'Hiçbir düşünce ve mülahazanın Türk milli menfaatlerinin, Türk varlığının, devleti ve ülkesiyle bölünmezliği esasının, Türklüğün tarihi ve manevi değerleri karşısında korunma göremeyeceği' gibi soya indirgeyici bir yaklaşım derecesinde bunu yaptı. Anayasa, Türkçe dışında dil yasağı koydu.
Anayasal gelişmeler haritasına baktığımız zaman 1982 Anayasası 'hukuk devleti'nden ciddi bir sapmadır. Son on yıldır, iç ve dış dinamiklerin ve AB sürecinin etkisiyle yapılan reformlar bu sapmanın restore edilmesidir.

12 Eylül hukukunun, askeri rejimin tortularının ayıklanması.
Evet. Reform sürecinde Anayasa'dan yapılan ayıklamalar iki yelpazeli gözüküyor. Temel hak ve özgürlüklerin genişletilmesi, dil yasağı gibi ayrımcılık yaratan, yasaklayıcı hükümlerin çıkarılması. 1995 ve 2001 değişiklikleriyle Anayasa'daki 'kutsal Türk devleti' ve toplumu, ırk temelinde yücelten kavramlar yumuşatıldı. Bugün kıyamet koparılan rapor, AKP hükümeti dahil, parlamento çoğunluğunun, Cumhurbaşkanı'nın hatta son zamanlarda ordu da katıldı buna, 1982 Anayasası'nı aşma yönündeki demokratik iradenin farklı biçimlerde ifadesi ve ileriye götürülmesidir.

Bülent Tanör yazmıştı
O zaman devletin zirvesinde niye bu kadar tepki gördü? Etnik ve dinsel meselelerin öne çıkarılmasını, Cumhuriyet'in kuruluş paradigmasına aykırı bulan geniş bir çoğunluk var. Rapor, Kemalist devrime bir meydan okuma mı?
Hayır, değil. Gerçi onu çağrıştıran, yanlış anlamalara açık bazı ifadeler var. Ben olsam 'Türkiyelilik' demezdim. Türkiye Cumhuriyeti kavramını kullanırdım. Aramızda bunları tartıştık, müzakere sonucu bazı ifadeler ayıklandı, raporun yazımını bu görüşler ışığında Prof. Baskın Oran'ın sorumluluğuna bıraktık. Kendisi kaleme aldı. Cumhuriyet paradigmasını gündeme getirip tartışmaya açmak gibi bir niyet taşımadık.
Cumhuriyet zaten soy temeli üzerine kurulmuş değildir. Cumhuriyet bir 'Anadolu hareketi' olarak kurulmuştur, bunu en iyi ortaya koyan Prof. Bülent Tanör oldu. Lozan'la da Cumhuriyet'in, monolitik, tek soya dayalı bir ideolojiye, kuruluş hamuruna dayanmadığı da iki yönden tescil edildi. Gayrimüslim olarak geçen azınlıklar tanındı. Lozan'ın 39 / 4 maddesiyle, TC yurttaşlarına dilediği dili ticarette, toplantılarda, basın - yayın araçlarında kullanma olanağı sağlandı.

Lozan'daki tanım
Azınlık raporu, Lozan'ı da sorguluyor. Türkiye'nin kurucu anlaşmasının kimi hükümlerini ihlal ettiği savı var. Azınlık haklarından neyi anlamalıyız?
Lozan'da etnik tanım yok, gayrimüslim diyor. Din temelinde, Müslüman olmayanlara kültürel haklarını kullanma hakkı tanınıyor, okullar, ibadethaneler gibi. Lozan 39 / 4'te yer alan Türkiye Cumhuriyeti yurtttaşları tanımının ise, açılması gerekiyor. Kürtler, Çerkezler, Lazlar gibi... Burada siyasal boyut tartışılıyor. Çünkü azınlık hakları, dilin kullanılmasından parlamentoya temsilci göndermeye kadar geniş bir yelpazeye yayılıyor. Federasyona kadar giden örnekler var. Lozan bunları reddediyor. Bu şekilde bir azınlık statüsü öngörmüyor. Sadece okulunu açsın, eğitimini yapsın, dilini kullansın, dinsel gereklerini yerine getirsin gibi kültürel hakları kabul ediyor. Bizim raporumuzda da Lozan'ı aşan önermeler yok.

AB İlerleme Raporu'ndaki tanımlamaları siz nasıl yorumladınız?
Önce azınlık dendi, sonra o paragraf çıkarılmış, hak ve özgürlüklerden tam olarak yararlanma ve 'demokratik temsil'den söz ediliyor.

Başbakanlık İnsan Hakları Danışma Kurulu raporu AB'den daha mı ileri?
Lozan, hakkıyla uygulansın diyoruz. Avrupa, Müslüman olmayan azınlık hakları konusunda, ruhban okulu açılsın istiyor. Kürtler ve Alevilerden söz ediyor. AB İlerleme Raporu'nda belirsizlikler var. Mesela Kürtlerle ilgili haklardan söz edilirken, demokratik temsilin önündeki engeller kalksın deniyor. Burada kastedilen, seçimlerdeki yüzde 10'luk barajın düşürülmesi ise bir demokrasi açığı eleştirisi akla geliyor ki, haklıdırlar. Yüzde 5'e düşürürsünüz, herkes parlamentoda temsil edilir. Avrupa, demokratik temsili sadece Kürtler açısından söylüyorsa, o zaman bu siyasal anlam içerir ve sakıncalı olan odur. Yüzde 10 barajı sadece DEHAP'ı değil, tüm partileri vuruyor.

Kürtler temsil ediliyor
Türkiye'de Kürtlerin siyasal temsil sorunu var mı?
Hayır, yok.

O zaman niye kapatılıyor partiler?
Doğru, bunlar yaşanıyor. Ancak, Anayasa Mahkemesi kararlarında bir hayli yumuşama var.

'Türkiyelilik' tartışması, ileride Kürt ağırlıklı siyasi akımların savundukları, Anayasa değişikliğiyle Türkiye Cumhuriyeti'nin 'Türklerden ve Kürtlerden oluştuğu'nun ifadesi düşüncesini gündeme getirmez mi?
Bu raporu acaba 'Türkiyelilik' kavramını kullanmadan yazamaz mıydık, aynı anlam çıkmaz mıydı? 1982 Anayasası'nda vatandaşlık tanımı hayli katı. Sanki Almanların yaptığı kan bağına dayalı bir vatandaşlık öngörülüyor. Fransızlar ise toprak esasına dayandırmışlar. Biz raporu hazırlarken anayasacılara şu teklifi yaptık: 'Devlete yurtttaşlık bağıyla bağlı herkes Türkiye Cumhuriyeti yurttaşıdır.' İnsanlar mutlaka 'Ben Türkiyeliyim' demek zorunda değil. Bazıları 'Ben Türk'üm' ifadesinden rahatsız oluyorsa ki, bunu önleyemeyiz, 'Ben Kürt'üm' diyen varsa desin, onun Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olduğunu da hukuken belirtelim.

Anayasa'nın 'Değiştirilmesi teklif dahi edilemez' denilen 3. maddesini değiştirmek istiyorsunuz? Nasıl olacak?
Değiştirilmesi istenilen iki öğe var. 3. maddenin kenar başlığında 'resmi dil' diyor. Metinde 'Dili Türkçedir' diyor. Devletin dili olmaz. 3. maddeye 'Resmi dili Türkçedir' derseniz, resmi dili herkesin kullanma zorunluğunu da vurgulamış olursunuz. Türk ulusu eşit mi, alt kimlik mi olacak kaygısı da ortadan kalkıyor.

Reformlar henüz içe sindirilmedi

'Sevr paranoyası' da tepki topladı...
Ben olsam, sendrom, paranoya gibi deyimleri kullanmazdım. Ancak raporda kastedilmek istenen, reformların Türkiye'yi böleceği, parçalayacağı yönündeki korku... Biz böyle bir korkuya gerek yok, diyoruz. Reformları Sevr'le bağlantılandıran anlayışı mahkum etmeye çalışıyoruz. Biz diyoruz ki Lozan'ı ihya edersek, tam tamına uygularsak, Sevr korkusu yersiz çıkar.
Demokratik toplum, korkunun aşılması ve güvenin doğmasıyla gelişir. Bizde 1982 Anayasası'yla, demokrasi korku temeline dayanıyordu: Ne kadar çok baskı altına alırsak, ulusal bütünlüğü pekiştiririz. Hayır, farklılıklara ifade olanağı ne kadar tanırsak, birlik o kadar sağlamlaşır.

Baraj indirilmeli
Rapora gösterilen tepkiler, AB sürecinde dış dinamiklerin etkisiyle yapılan reformların henüz içe sindirilemediğini gösteriyor. Biz bu reformları AB'nin kapısını açmak için yapıyoruz. En çok saldırılan nokta, Anayasa'nın değişmez hükümleri. Bu da çok yanlış algılandı. Olumlu anlamda değişikliklerin önü her zaman açıktır. 1982 Anayasası 2. maddede insan haklarına 'saygılı' devlet denir. 2001 anayasa değişikliği 14. maddede 'insan haklarına dayanan' devlet formülü kullanıldı.
Türkiye madem yerel dilleri tanıdı, 3. maddeye resmi dil Türkçe denir, Kürtçe dil, eğitim, kültürel hak bağlamında hiç sorun olmaz. Püf noktası burada, ulusta bölünmezliği koyalım mı, atalım mı? İtalyan Anayasası bir ve bölünmezdir, diyor. Fransa'da cumhuriyetin bölünmezliği var. Daha güzel ifadeyle, Türkiye Cumhuriyeti bölünmezdir, diye Anayasa'ya yazarız.
Raporun genel ruhuna baktığınızda, Türk - Kürt ekseninde risk olarak gözüken sorunun genel çerçevede ortaya çıkmayacağını görmek gerekiyor. 'Cumhuriyeti kim kurdu?', tartışması yersiz ve tehlikeli. Anadolu coğrafyasında herkes Kurtuluş mücadelesi yaptı. Ayrı bir etnik kökenin, ben de siyasal ortağım demesini önlemenin reçetesi, sen eşit haklara sahipsin demektir. Çünkü milletvekili soy temeline göre gelmiyor, oya göre seçiliyor. Bütün sorun yüzde 10'luk seçim barajını indirebilecek miyiz?

AKP bizi dışladı

Başbakanlık bu raporu niye sahiplenmedi. 1980'li yıllarda TRT, Kemal Tahir'in 'Kurtuluş' filmini yakmıştı. Sizin rapor da ona benzedi, neredeyse yakılacak.
Bu bir zihniyet sorunu. Hükümet bu raporu sahiplenmiyor ama AB yolunda önerilen gerekleri de yerine getiriyor. Tepki gösterenlerin, raporu okuduklarını sanmıyorum. Biz şunu savunuyoruz: Tek soya indirgenmiş bir Cumhuriyet, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş paradigmasına uygun düşmemektedir. Raporda tartışma yaratabilecek deyimler de var, tekrar tekrar 1920'lere dönmenin anlamı yok, sanki Cumhuriyet sorgulanıyormuş gibi bir hava doğuyor. Bunu Baskın Oran'a da söyledik. Revize etme ahlaki sorumluluğunu kendisine bırakarak, raporu oyladık. Biz özerk bir kuruluşuz, hükümet bizim önerilerimizi dikkate almayabilir ama rapor resmi belge niteliğindedir.

2. Cumhuriyetçi değiliz
AKP Hükümeti, 'Irak'ta savaşa hayır' dediğimiz günden bu yana İnsan Hakları Danışma Kurulu'nu dışlamaya çalışıyor. AB komiserine verilen değerin yarısı bize gösterilseydi, reformlar daha sağlıklı yapılırdı. Tartışma küfre dönüştü, Meclis kürsüsünden vatan hainliğiyle suçlandık, 'devşirme entelektüeller' dediler. Tehdit edildik. Raporun başlığı, 'Azınlık hakları' olmasaydı, bu kıyamet kopmayacaktı.

Raporu yazanlar 'İkinci Cumhuriyetçi' mi?
Hayır, öyle bir şey yok. 1990'ların başında 'İkinci Cumhuriyet' tartışması çıktığı zaman, ben karşı çıkanlardan biriydim.

Atatürk, 'Türk devleti' demedi

Cumhurbaşkanı Sezer de diyor ki, 'Türk ulusu, siyasal bir kavramdır. Atatürk milliyetçiliğine dayalıdır. Etnik köken, dil, din, mezhep gibi nedenlerle yapılacak tanımlamalar ayrımcılığa girer. 'Kurtuluş Savaşı'na ve Cumhuriyet'in ilanına bakarsak, çöken bir imparatorluktan bağımsız bir devlet kurmanın tek dayanağı 'millet olma' özelliği değil mi?
O sırada ulus - devleti yaratmak için, millet kavramı üzerine vurgu yapmak gerekiyor. Sonraki yıllarda tanık olduğumuz gelişmeler sonucu, Mustafa Kemal'in, Türkiye Cumhuriyeti'ni kurarken temel aldığı ulus - devletin kapsayıcı özelliği göz ardı edilerek, ikinci planda kalmıştır. 1920'lerde bu anlaşılır bir şeydir, Kurtuluş Savaşı'ndan çıkmış Türk milletini çoğul olarak kullanamazsınız, 'Anadolu halkları' diyemezsiniz. Atatürk, hiç 'Türk devleti' dememiş. Türkiye devleti, Türkiye ahalisi, Türkiye Cumhuriyeti... Türkiyelilik kavramı, hukuki olarak Türkiye Cumhuriyeti'yle karşılanıyor. Sorun, bu anlayışı Anayasa'nın diğer maddelerine de teşmil edebilmek.

Baskın öğe Türk kimliği

Rapordaki yaklaşımla, günün birinde 'Türkiye Cumhuriyeti, Türklerden ve Kürtlerden oluşur' denebilecek mi?
Hayır. Bizim raporumuzdaki yaklaşım biçimi, bunun tersini güçlendiriyor. Tabii fikir olarak şiddet içermedikçe federasyon bile tartışılabilir. Anadolu'nun çok kimlikli etnik kökenden insanlardan oluştuğu önemli. "Resmi dil Türkçedir", derseniz zaten millet kavramında baskın öğe Türk kimliği olacaktır. Siz, "Millet kavramını siyasal olarak kullanıyorum, kültürel anlamda değil", derseniz, o zaman millet de kalabilir. Milletin çıkarılması şartı yok. Gerekçeye Anadolu'nun çok kültürlü özelliğini yazarsınız.

'Kürtçenin eğitim dili olarak okullarda okutulması' istenmiyor mu? Raporda, 'milletin bölünmezliği' tanımı da kaldırılmak isteniyor...
Milletin bölünmezliği tanımının kaldırılması gerekli mi, gereksiz mi bence tartışılabilir. 1982 Anayasası'yla millet o kadar dar çerçevede yorumlandı ki, adeta tek bir soya indirgendi. Anayasa Mahkemesi o nedenle, Kürtlerden bahseden partileri kapattı. Eğer biz bu kavramı siyasal kavram olarak kullanabilseydik bir sakıncası olmazdı.

KİMDİR?

Prof. İbrahim Kaboğlu, Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyeliği yanında 'konuk profesör' olarak Kiloges, Rene Descartes (Paris V) ve Val de Marne (Paris XII ) üniversitelerinde ders vermektedir. Türkiye Barolar Birliği İnsan Hakları Araştırma ve Uygulama Merkezi Başkanlığı görevini de yürütmektedir. Anayasa ve Toplum, Laiklik ve Demokrasi, Azınlık Hakları, Özgürlük Hukuku konulu kitapları bulunmaktadır.
 

Sohbet Odası - Derya Sazak, Milliyet
01.11.04

Konu ile ilgili sayfalar...
7/3/2017 - 15 Temmuz’un ilk entelektüel sonucu ...
9/20/2016 - Garip ilişkiler...
8/16/2016 - Mehmet Altan: Türkiye, 'İkinci Cumhuriyet' kavramına mecburen geri dönecek...
8/12/2016 - Batı’nın “Yeni Türkiye” kuşkusu ...
4/25/2016 - Siyasal İslam ve İkinci Cumhuriyet ...
Bütün başlıklar için tıklayınız