Medyada 2. Cumhuriyet > AB'nin Zoraki Ortak Adayı

AB'nin Zoraki Ortak Adayı

İleride, bundan 30 yıl sonra, bu AB'ye giriş çabalarımız nasıl değerlendirilecek, merak ediyorum.

Türk solu geçmişte, bugün genel kamuoyunun ''hata'' olarak göreceği çeşitli yorumlar yaptı. Örneğin 1960'ların sonlarında Ecevit , Türkiye'de Boğaz Köprüsü'ne de, araba üretimine de karşı çıkıyordu. Keza Özal 'ın değiştirdiği ''Türk Parasını Koruma Kanunu'' ve kırdığı ''TRT tekeli'' konularında da o günlerde solun çok destekçi olduğu pek söylenemez. İşte bu yüzden AB konusunda düşüncelerimi de, solun yansıttığı diğer eleştirileri de, zaman süzgecinden geçirmeye çalışarak ele almak istiyorum.

Önce şunu kabul edelim: ''AB'ye girmemizin bize yararı var mı, yok mu'' sorusu, medyamızda kesinlikle uygar ve demokrat metotlarla tartışılamadı. Akıl almaz bir tutuculukla, büyük medya kuruluşları, hep papağan gibi aynı şeyleri tekrarlayan on kişiye bu konuda söz verdiler. Nedense, bu malum 2. Cumhuriyetçi isimlerin karşısına Prof. Erol Manisalı, Yekta Güngör Özden, Doğu Perinçek, Alpaslan Işıklı ve Vural Savaş gibi isimler bir türlü, bir türlü çıkarılmadılar. Ülke, AB'ye girmek isteyenlere ''vatanı satanlar'' diyenlerle AB'ye girmeye şüpheyle bakanlara ''dinozor Kemalist'' diyerek saldıranlar arasında bölündü. Yani medyamız bu diyaloğu sağlam temellere oturtamayarak bu açıdan sınıfta kaldı.

17 Aralık sürecinde yaşanan çelişkilere gelince... Avrupa, kendi geçmiş malum tutuculukları ve öngördüğü yakın geleceği, potansiyel ekonomik, jeopolitik çıkarları arasında sıkıştı kaldı. Türkiye ise kendi cumhuriyetinin temel değerleri ve bağımsızlığıyla evrensel bir dünya kulübünün çekiciliğinin getirdiği çelişkilerin doğal tereddütlerini yaşadı.

AB, '17 Aralık' a giden günlerde, sözde Ermeni soykırımı, etnik federatif yapay kaşımalar ve Kıbrıs gibi konularda, Türkiye'ye soğuk terler döktüreceğinin sinyallerini vermişti. ''Netekim'' , Kıbrıs o zorlu 48 saatte ana sorun oldu. Hem de KKTC'nin, geçen 24 Nisan'da Annan Planı'nı onaylamış olmasına rağmen...

Sözde bizi ''iliğimize kadar'' demokratlaştırmak isteyen Avrupa, ilginçtir ki ne gülünç derecede sembolik ve mikroskobik düzeylerde kalmış Kültür Bakanlığı bütçemizi, ne içler acısı Siyasi Partiler Kanunumuzu ve halkımızı siyasete sokmamaya yeminli hastalıklı parti içi faşizmi ne de örneğin medyamızdaki sendikalaşamamayı gündemine hiç almıyor. Tam tersine, Chirac dahil, Fransızlar bile bu konulara Fransız (!). Sanki Avrupalıları ilgilendiren tek şey, Lozan'ın yerine Sevr'i bize masa başında dayatmak.

Peki Avrupa, içindeki tüm gizli/açık ırkçılık sendromlarına rağmen neden bizi arasına almak istediğini ısrarla ortaya koyuyor? Nedenler malum; yaşlanan yaşlı kıtaya enerji ve ekonomik güç pompalayacak, onlara ''bakacak'' taze nüfus, bir tek Türkiye'de var. Öte yandan, bizi köktendinci akımlara karşı bir çeşit tampon bölge olarak gördükleri de kesin. ''Medeniyetler çatışması'' nı durdurabileceğimize inanan pek çok Avrupalı aydın ve siyasi var. Yani onlar, tam tersine, köktendinciliğin ''Truva Atı'' na dönüşebileceğimizi söyleyerek onları ikaz eden Libya lideri Kaddafi' den farklı düşünüyorlar.

Öte yandan, bizi yalnız 2. Cumhuriyetçi medya ve ''yazar'' larımızdan tanıyan AB'liler, Oostlander ve Verheugen 'in yaptığı gibi, ''Şu Kemalizmi artık bırakmalısınız'' gibi saçma laflar ederek Türkiye halkını bu ilişkiden soğutmaktan çekinmiyorlar.

AB sayesinde Türk ordusunu kendine göre nötralize ettiği için çok mutlu olan AKP, AB ile ciddiye binen ilişkinin, en iyi ihtimalle 20-30 yıl sonra bizi dönüştüreceğini aslında biliyor. Yani bu AB hikâyeleri bizim kuşağımızı pek ilgilendirmiyor. Örneğin bugün 6 yaşındaki oğlum 30-35 yaşına gelince, belki o günlerde sekiz yıllık serbest dolaşım bekleme süreci biter de keyfi isterse AB'de oturup çalışmaya gidebilir! Tabii o tarihe kadar AB MABE kalırsa! 3-5 yıl içinde dünya akıl almadık şeyler yaşayabilirken çeyrek asır ötesini kim ciddi olarak öngörebilir? Hele ''ucu açık'' müzakereler, henüz başlamadan hakkımızda referandum isteyen ülkeler sıraya girmişken! 25 ülkenin yarısı, hakkımızda ırkçı kampanyalar yaparak bu referandum meselesini yaşama geçirse sonuç ne olur, düşünebiliyor musunuz? Bugüne kadar AB'nin tek referandumu, ''Siz AB'ye girmek istiyor musunuz?'' diye ülkelerce kendi içlerinde yapılmışken bu sefer aday bir ülke için ''Biz bu adamları aramıza alsak mı?'' diye referandum yapılacağı konuşuluyor.

Peki, bu kapıda bekleyeceğimiz ''ucu açık'' çeyrek asrın sonunda ''non'' cevabı çıkarsa, arada kaçırdığımız alternatif fırsatların bedelini, 3. binyılın başında boşa harcadığımız gençliğimizin karşılığını kim ödeyecek? Kızılay Meydanı'nda maytaplı kutlamalar yapılırken bu belirsizliğin ''risk faktörü'' iyi hesaplandı mı?

Bu makalede 17 Aralık'ı tüketemeyiz. O yüzden sanatı unutmayalım! Detayları sanat sayfasında okursunuz. 24 Aralık Cuma saat 18.00-21.00 arası İstanbul AKM'nin üst kattaki galeri salonunda ''Koyun Platformu-Küratoryal Şizofreni'' başlıklı sergimin çok ilginç gösterilerle dolu açılışı var. Beş genç sanatçı ( Volkan Aslan, Bülent Bakan, Murat Çelik, Denizhan Özer, Adnan Tönel ) ve Altın Boğa Termosifon Grubu da bu projede ye alıyor. Katılmazsanız pişman olabilirsiniz...
 

Bedri Baykam, Cumhuriyet
21.12.2004

Konu ile ilgili sayfalar...
7/3/2017 - 15 Temmuz’un ilk entelektüel sonucu ...
9/20/2016 - Garip ilişkiler...
8/16/2016 - Mehmet Altan: Türkiye, 'İkinci Cumhuriyet' kavramına mecburen geri dönecek...
8/12/2016 - Batı’nın “Yeni Türkiye” kuşkusu ...
4/25/2016 - Siyasal İslam ve İkinci Cumhuriyet ...
Bütün başlıklar için tıklayınız