Medyada 2. Cumhuriyet > AHMET ALTAN, LE FİGARO’DA:

AHMET ALTAN, LE FİGARO’DA:

“O, Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki yakınlaşmaya edebiyat alanında katkı yapacak.”

Çarşamba günkü Le Figaro Gazetesi, arka sayfasını Ahmet Altan’a ayırdı. “Popüler büyük yazar Ahmet Altan, günümüz Türkiye’sini serbest biçimde ele alıyor,” denilen makalede ünlü yazarımızın portresi, “Aydınlanma Çağı’nın Türk’ü” başlığıyla verildi.

Yazıda şöyle deniliyor:

”Ahmet Altan’ın son öykü derlemesi 1 milyon sattı ve Anadolu’nun en ücra köşelerine kadar ulaştı.

Onun, yaldızlı ince çerçevelerinin gerisindeki bakışları, Boğaz’ın sisleri ve gecenin içinde parıldayan minarelerin üzerinde dolaşıyor. İstanbul’un Asya yakasındaki bir apartmanın en üst katında oturan Ahmet Altan, Boğaz’ın tam karşı yakasında kalan Avrupa’ya yukarıdan bakıyor.

Avrupa hiçbir zaman bu kadar yakın görünmemişti. Türkiye’de demokrasi adına amansız bir mücadele yürüten bu şık ve zarif yazar, salıncaklı iskemlesine rahat bir biçimde yerleşmiş, ülkesinin yaklaşık iki yıldır yaşamakta olduğu “sessiz devrim”i seyrediyor.

Büyük bir entelektüel ailenin saygıdeğer mirasçısı olan Ahmet Altan, tıpkı tüm Türkiye gibi, tarihinin belirleyici bir dönemecinde. Salonun duvarlarına dedesinin aldığı ve Osmanlıca yazılmış hukuk diplomaları asılmış. İmparatorluğun, “Avrupa’nın hasta adamı”nın acımasızca çöküşe sürüklendiği bir döneme ait belgeler bunlar. Perdahlanmış komodinin üstünde duran Marx ve Engels imzalı Komünist Parti Manifestosu ise babasının 60’lı yıllarda Türkiye İşçi Partisi’nin önde gelen isimlerinden biri olduğunu hatırlatıyor. Altan hanedanında küçük kardeş Mehmet’i de unutmamak gerek; o da ünlü bir iktisatçı ve II. Cumhuriyet fikrinin babası.

Sırtını böyle bir mirasa dayayan paşa torunu, İstanbullu bir aristokrat rahatlığı içinde ülkesinin Avrupa Birliği’ne giriş sürecinde geçirdiği derin sarsıntıları anlatıyor. “İşkence azalıyor, siyasi iklim kökten değişiyor, televizyonda tartışmalar çoğalıyor, gelişiyor. İşler bu hızla sürerse, yakın bir gelecekte en son Türk tabusu olan Ermeni sorunu bile çözümlenebilir.”

Ona göre, ordunun siyaset sahnesinden nihayet çekilmesini sağlayabilecek tek umut Avrupa. Türkiye’de gücü her şeye yeten bu askeri iktidar yirmi yıldır Ahmet Altan’ın peşini bir an bile bırakmamış.

Yazarın daha 1985’te, aşırı solcu teröristleri anlatan ikinci romanı Sudaki İz, müstehcen unsurlar içerdiği için mahkûm edildi. Mahkeme, kitabın tüm nüshalarının yakılmasına hükmetti. Ondan önce sadece Henry Miller’ın Nexus adlı eseri benzer bir kaderi paylaşmıştı. “Sonuçta, bu benim tanınmama yardım etti” deyip, gülümsüyor. Gençliğindeki bu duruşma Ahmet Altan açısından uzun bir serinin başlangıcıydı. Bugüne kadar hakkında yapılmış otuz kadar adli kovuşturma var. Babasının üç yüzlük bilançosundan daha çok uzakta ama.

Peki yeni bir mahkeme var mı? “İki ay önce ifadem alındı. Dava açılıp açılmayacağını bilmiyorum”, diyor yumuşak bir sesle ve kırçıl sakallarını eliyle okşayarak. Tarihin durmaksızın tekerrür etmesinden biraz bıkmış görünüyor. “Hep aynı şey. Gazetem.net’de ordunun baskısını eleştirdim.”

1995’te imgelem gücü yüzünden büyük günlük gazete Milliyet’teki yazarlığından oldu. Atakürd başlıklı bir köşe yazısında –Türk ulusunun babası kabul edilen Atatürk’ten hareketle bir söz oyunu- rolleri tersine çevirdi: Türk azınlığı Kürt devletinin baskısı altındaydı; Kürt ordusu köyleri yakıyordu ve Türklerin kendi dillerini konuşma hakları yoktu. Bu bozgunculuk bir skandala yol açtı ve Altan aynı gün işten çıkarılıp sonra da yirmi ay hapse mahkûm edildi, ancak cezası tecil edildi.

On yıl kadar sonra “ne sözcü ne şehit olmayı” kabullenen bu hür düşünceli yazar, “Atakürd yazısı bugün de birçok kişinin dişlerini gıcırdatmasına neden olur, ama yine de daha iyi anlaşılır” diyor.

Ordu da hizaya girmeye başlıyor ve baskısını gevşetiyor. Keskin dilli entelektüel de zamanla daha az köşeli bir hal almış. “Bugün siyasi köşe yazıları yazmak beni sıkıyor. Herkes yapabilir bunu. Ben artık kendimi tamamen edebiyata veriyorum.” Balzac, Proust ve Tolstoy’dan olduğu kadar, Saint-Germain-des-Près efsanesinden de beslenen 54 yaşındaki çelebi romancı bugünlerde, geçtiğimiz ilkbaharda çıkan son eserinin sağladığı muazzam satış başarısının tadını çıkarmayı yeğliyor (İçimizde Bir Yer, Fransızcaya çevrilmedi). Hafif fırça darbeleriyle aşk, kıskançlık, ihanet gibi evrensel duygulara değindiği denemelerden oluşuyor bu kitap. Kahramanlarını tarihin acıları içinde dolaştıran daha önceki eserlerinin hepsi de best-seller olmuştu (örnek: Comme une blessure de sabre, Ed. Actes-Sud: Kılıç Yarası Gibi).

Ama bu son kitap tam bir yayıncılık olayı. Bir milyon kitap tüm ülke sathında satıldı. Beyoğlu’nun şık kitapçılarında olduğu gibi, Anadolu’nun en ücra köşelerindeki köy bakkallarında bile bu kitabı 2 euro’ya edinebiliyorsunuz. Hem sıradan insanlar hem de entelektüeller kapış kapış satın alıyorlar kitabı. Hem hayret içinde hem de matrak geçerek anlatıyor: “Pizza dağıtan bir çocuk kitabını imzalamamı istedi benden. Türkiye de kültürün geniş kitlelere açık olduğu pek söylenemez.” Türk gibi gururlu olan Ahmet Altan, artık Yaşlı Kıta’nın (Avrupa’nın) okuyucularını fethetmek istiyor. “Yaşlı Avrupa” diye alay ediyor ince ince: “Servete ve güvenliğe sahipsiniz, ama yaratıcı enerjinizi kaybetmişsiniz. Türkiye’nin dinamizmi üstünlüğünüzü yeniden kazanmanıza yardım edebilir.” O, Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki yakınlaşmaya edebiyat alanında katkı yapacak.”
 

gazetem.net
10.01.2005

Konu ile ilgili sayfalar...
7/3/2017 - 15 Temmuz’un ilk entelektüel sonucu ...
9/20/2016 - Garip ilişkiler...
8/16/2016 - Mehmet Altan: Türkiye, 'İkinci Cumhuriyet' kavramına mecburen geri dönecek...
8/12/2016 - Batı’nın “Yeni Türkiye” kuşkusu ...
4/25/2016 - Siyasal İslam ve İkinci Cumhuriyet ...
Bütün başlıklar için tıklayınız