Medyada 2. Cumhuriyet > Hayrünnisa Gül'ün başörtüsü geleneksel değil ki!

Hayrünnisa Gül'ün başörtüsü geleneksel değil ki!

 

Başörtüsü ve örtünme üzerine yaptığı çalışmalarla tanınan ünlü sosyolog Nilüfer Göle, Hayrünnisa Gül'ün başörtüsünün modernleştirilmesi konusuna esprili yaklaşıyor ve “başörtüsü zaten geleneksel değil, bu tartışmayı ortak bir estetik Yaratma çabası olarak okuyabililriz” diyor.
 

Siz 1991'de Modern Mahrem'i yazdınız. Orada İslami hareketi anlamak için kadın ve örtünmenin kilit rol oynadığını ifade ettiniz. Aradan geçen 16 yılda ne değişti? Aradan geçen 16 yılda ifade ettiğim hipotezlerin su üstüne çıktığını ve Avrupa'ya yayıldığını görüyoruz. Bu hipotezlerden biri İslami hareketleri anlamak için kadın ve örtünmenin önemli olduğuydu. Aradan geçen süre içinde bir tarafta köşk diğer tarafta Avrupa'nın en önemli tartışma konusu oldu.
Nasıl başladı kadın ve örtü meselesine ilginiz?

Aslında benim temel çıkış noktam gözlemlerim oldu. Gördüğümü ciddiye aldım ve daha derine inme ihtiyacı duydum. 1983'den sonra bir başörtüsü tartışması başladı. İran devrimi olmuştu, herkes o dönemde başörtüsünü bir sembol olarak görüyordu ama sembolün taşıyıcılarını önemsemiyorlardı.

Kadın ve görünürlüğünü mü?

1960'larda Mısır'da Müslüman Kardeşler hareketine baktığımızda kadın aktörler ortada yok. İkinci olarak İslami hareketler kolektif ve örgüt hareketi yani siyasi ve devleti ele geçirmeye yönelik hareketler olarak algılanıyordu. Ben ise bunun tersine kadın olgusuna bakarak hareketin kültürel boyutuna dikkat çektim. Geleneksel İslam ile siyasal İslam arasındaki ikilemi en iyi kadın meselesi ifade ediyor.

Kadınlar artık kendileri olarak kamusal alandalar, bu neyi değiştirdi?

Kadınların bu şekilde kamusal alana çıkmaları hem kendilerinin hem de toplumun dönüşümde önemli bir araç oldu. Kadınların aktör olmaları, İslami harekete de farklı bakmaya yol açıyor. Şimdi inanç, arzu, birey, kolektif, kamusal alan, özel alan ayrımlarının yeniden tanımlanması ihtiyacı doğuyor. Başörtüsü özel alan ile kamusal alanı dönüştürdüğü gibi yeni bir birey ve cemaat ilişkisi, yeni bir mahremiyet ve modernlik ilişkisi üretiyor.

Başörtülülerin kamusal alana çıkmasının başka bir anlamı yok mu?

Örtünün kamusallaşması, kadınların geleneksel alandan çıkıp başka bir alana girmesidir. Burada önemi bir ayrım var. Tercih edilen ve edilmeyen var. Mesela çevredeki yani anneannemizin, çalışan kadının, temizlikçilerin örtülü olması rahatsızlık yaratmıyor. Bunun nedenleri bu örtülü kadınların geleneksel mekanlar içinde (ev içi gibi) sınırlı kalmaları. Yeni mekanları talep etmemeleri... Ama okumuş, kentli, örtüyü seçmiş kadınlar rahatsızlık yaratıyor. Çünkü bu kadınlar yeni mekanlara farklı değerlerle talip oluyor. Talep ettikleri mekan bugüne kadar başı açık olanların sahibi olduğu seküler mekanlar. Bu mekanı başörtülülerle paylaşmak istemiyorlar.

O halde mekan paylaşma bir tür iktidar kaygısı mı?

Evet öyle denebilir. Çünkü başörtülü kadınların yeni mekan talebi aynı zamanda başı açıklarla eşitlenme, aynı şartlarda, aynı imkanlarla bir arada yaşama talebi.

Örtünme kadının cinselliğinin örtülmesi iken, bugün örtünmenin hem şekli hem de bütünlük açısından bakıldığında epey farklılaştığını görüyoruz. Bu bir ikilem mi?

Burada soru şu, şu anki örtünme, geleneğin bir devamı mıdır, yoksa siyasal İslamın bir simgesi midir? Hem ikisi de değil, hem de her ikisi birden. Evet geleneğini hatırlatılması var ama geleneksel örtünmeye ne öz olarak, ne de biçim olarak benziyor. Şekli, kumaşı renkleri vs. tamamen modern ve moda eksenli. Bu durum hem modernliğin tanımını değiştiriyor hem de İslamın dinamiklerini değiştiriyor. Öte yandan 80'li yıllardan beri, gelişen İslami hareketlerin de bir parçası. Örtü, modernlik, kadın-erkek eşitliği tartışmaları İslami hareketlerin ne yönde değişeceğini belirleyecek. Taliban hareketi ile AK Parti'nin farklı yönlerde gelişmesinde kadının yeri önemlidir.

Buradan Gül'ün eşinin başörtüsüne gelebilir miyiz?

Gelelim. Benim anlamakta zorlandığım nokta şu: Hayrünnisa Gül'ün başörtüsünü modernleştirilmesi konuşuluyor. Oysa şunu söylemek gerekiyor ki, Hayrünnisa Gül'ün başörtüsü geleneksel değil. Ortak bir estetik üretilmesinden söz edilebilir. Bu tartışma bağlamında kullandığımız kavramlara dikkat ediyor musunuz; Hayrünnisa hanım, türban, first lady... Aslında bu kavramların kendisi de modern dünyanın söylemleri.

Başörtülü Cumhurbaşkanı eşinin yurtdışında Türkiye'nin imajını bozacağından söz ediliyor...

Ben çok emin değilim. Çünkü Türkiye'ye gelen birçok yabancı Türkiye'yi bir bütün olarak algılıyor. Biz kendimizin batılı gibi algılanmasını istiyoruz. Ama batı bizi kendinden görmüyor. Böylece belki imaj kompleksimizi de aşarız.

Türkiye'deki İslami hareket siyasal sisteme girdiği ölçüde çoğulcu özgürlükçü, demokrat olabilecek mi?

Aslında önümüzdeki dönemin temel sorusu galiba bu. Bundan önceki birinci iktidar dönemine baktığımızda bu sorunun cevabı yüzde 50 evet. Ve kalanını da göreceğiz. Azınlıkların durumu, gayrimüslimlerin hakları, kadın erkek eşitliği, Alevilerin tanınması gibi. Bütün bu tartışmalı konularda AK Parti'nin izleyeceği politikalar bu sorunun cevabı olacak.

Gül'ün Cumhurbaşkanlığı siyasetin normalleşmesi olabilir mi?

Tabii. Yaşanan süreç bence bir normalleşme. Ki ben Gül'ün Cumhurbaşkanlığının rövanş değil tersine sürecin devamı olduğunu düşünüyorum. Geldiğimiz nokta 1946 ile başlayan sürecin bir başka aşaması. Farklı sınıflar merkeze taşınarak sisteme katılıyor, bir anlamada bu sınıflar Cumhuriyet değerlerini kendine mal ediyor. Gelinen noktayı Cumhuriyetin fikriyatının, değerlerinin daha geniş toplumsal kesimlere yayılması olarak görüyorum.

Gül'ün Cumhurbaşkanı olması İkinci Cumhuriyete geçiş mi?

Reform anlamında bu doğru olabilir. Daha demokratik, daha katılımcı, daha kucaklayıcı ve kapsayıcı bir yapı inşa edebilirsek evet. Ama Cumhuriyetin çözülmesi, başarısızlığı olarak alıyorsak hayır.

Cumhuriyet denince laiklik akla geliyor...

Hepimiz geçmişte laikliğin otoriter boyutunu eleştirdik. Sekülerleşmeyi daha kaçınılmaz, arzulanır gördük. Geldiğimiz noktada laiklik ile sekülerliğin anlamları yer değiştiriyor. Özellikle Abdullah Gül'ün konuşmasında ifade edildiği gibi laiklik, yeni dönemde bir arada yaşamanın daha geniş bir konsensüs alanı olarak ortaya çıkacak gibi. Gül'ün sosyal barış derken, hepimizin bir arada yaşaması derken tanımladığı laiklik dışlayıcı değil, herkesi kapsayıcı bir tanım. Ama bunun olabilmesi için de önce farklı kimliklerin tanınması gerekiyor. Bu laiklik tanımı bütün bu farklılıkların bir arada yaşaması için bir model olabilir. Laiklik bir arada yaşamak için ortak bir zemin ve bu zemin giderek genişlemesi gerekiyor.
 

 

Türkiye hep yanlış örneklerle kıyaslanıyor
 

AK Parti'nin iktidar, Gül'ün Cumhurbaşkanı olması yeniden “Ilımlı İslam” tartışmasını gündeme getirdi. Son olarak Malezya'da yaşananlar, şeriat korkusu hatırlatılmaya başlandı. Ne düşünüyorsunuz?

AK Parti'nin hükümet olma süreci Türkiye'de muhafazakarlığı artırabilir. Ama önemli olan hukuksal normların muhafaza edilmesidir. Bence AK Parti dışında STK'lara da önemli görevler düşüyor. Şeriat konusunda Türkiye sürekli olarak en kötü örneklerle kıyaslandı. Önceleri İran'daki devrimle karşılaştırıldı. Sonra Cezayir gündeme geldi. Şimdi Endonezya ve Malezya örneği veriliyor. Bu örneklerin ortak özellikleri çoğulculuk deneyimleri olmamaları. Fazla homojen olmaları. Türkiye bazı açılardan Ortadoğu ülkeleri ile benzerlik taşıyabilir ama aynı zamanda Avrupa ülkelerine de (İspanya, Portekiz) benzeyen tarafları var. Çünkü Türkiye heterojen bir kültürel çoğulculuğa ve demokrasi dene yimine sahip. Burada ek olarak şunu söylemek gerek, laik kesim içinde ciddi bir demokrat kesim oluştu. Bu demokratlar laik-İslamcı çatışmasını aştılar ve AK Parti'yi içlerine sindirdiler. Bu, demokratların İslamileşmesi anlamına gelmedi. Bugünkü siyasal model olarak söz edilen “Ilımlı İslam”ın Türkiye'yi temsil edemeyeceğini düşünüyorum.

 

 

Kadınlar siyasi değil, kültürel birer aktör
 

Yeni dönemde kadınlar protokolde olmayacak mı?

Protokol dediğimizde bir mekandan bahsediyoruz. Tıpkı okul gibi, kamu binaları gibi. Oraya girip girememeyi konuştuk yıllarca. Şimdi aynı şey protokol de için söz konusu. Yani burada da mekanın paylaşımını konuşmuş oluyoruz. Yani kadın hangi mekana girebilecek, hangisine giremeyecek. Bu tartışmayı üniversitelerden biliyoruz. .

Kadın modernleşmenin taşıyıcısı ama siyasi olarak ikincil, ne dersiniz?

Bu olabilir. Evet modernleşmede kadının rolü kültürel, siyasi değil. Ben de bu yüzden İslam'a bakarken siyasal değil, özel alan ve kamusal alanın yeniden tanımlanması olarak kültürel bağlamda ilgileniyorum. İslami hareketler için de bu süreç aynı olmuştur. Buna şunu da eklemek gerekiyor; ister laik kesimde, ister İslami kesimde kadına bakış aynı olmuştur. Kadını siyaseten ikincilleştirmişlerdir. Erkekler siyaseti tercih edip, kadına kültürel alanı bırakıyorlar. Bu yüzden ister laik kesimde, ister İslami kesimde kadınların kamusal görünürlük konusunda ortak çalışmaları önem kazanıyor. Şimdi karşı karşıya olduğumuz durum yani kadınların protokolden hatta siyasetten örtü nedeniyle dışlanmaları aslında erkek egemen topluma hizmet ediyor. Bu laiklerin amacına da ters. Ve burada erkek egemen İslamcılarla aynı noktaya geliyorlar.

Bir röportajda “Türban banalleşecek” dediniz, bu ne anlama geliyor?

Başörtüsü giderek hayatın içine giriyor, tartışılıyor. Moda, piyasa ve siyasetin kuralları içine girerek bir anlamda sıradanlaşıyor. Yani radikal karşıtlık niteliğini kaybediyor. Bu anlamda bir banalleşme.
 

 

Müslümanlar sayesinde Avrupa kimliğini tartışıyor
 

Müslümanların Avrupa içinde olması bence zenginlik. Aslında her farklı kimlik ülke için, kıta için bir zenginliktir. Burada önemli olan nokta, birlikte yaşama iradesini gösterebilmek ve farklı olana saygı duyabilmektir. Bu açıdan zenginlik olma fırsatı verildiğinde sorun çözülecek. Aslında Türkiye bu konuda Avrupa'dan ileride. Çünkü AK Parti daha iyi yönetim fırsatını yakaladığı için topluma zenginleştirici bir katkı sağladı. Ayrıca bugün Avrupa'da bir çok Müslüman yaşıyor. Kimi Hiristiyanlar da Müslümanlığı seçiyor. Avrupa toplumları bunu engellemiyor. Tehdit görüp baskı politikaları uygulamıyor. Oysa benzer bir durum Türkiyede yaşandığında risk olarak görüyoruz, sert tepkiler veriyoruz. Malatya'da yaşananlar, misyonerlerin durumu, Hrant Dink'in öldürülmesi, Orhan Pamuk'un aldığı tepkiler, Türkiye'nin düşünce ve ifade özgürlüğü konusunda kat etmesi gereken mesafenin çok olduğunu gösteriyor. Bir başka nokta da şu, Avrupa'daki Müslümanlar sayesinde Avrupa kendi kimliğini hem tartışıyor hem de inşa ediyor ki, bu önemli.
 

Murat Aksoy - Nilüfer Göle ile söyleşi, Yeni Şafak
07.09.2007

Konu ile ilgili sayfalar...
7/3/2017 - 15 Temmuz’un ilk entelektüel sonucu ...
9/20/2016 - Garip ilişkiler...
8/16/2016 - Mehmet Altan: Türkiye, 'İkinci Cumhuriyet' kavramına mecburen geri dönecek...
8/12/2016 - Batı’nın “Yeni Türkiye” kuşkusu ...
4/25/2016 - Siyasal İslam ve İkinci Cumhuriyet ...
Bütün başlıklar için tıklayınız