Medyada 2. Cumhuriyet > İkinci Cumhuriyet korkusu

İkinci Cumhuriyet korkusu

Türkiye'de kötü bir huy var; farklı olanı dışlamak. Oysa demokrasiye inanmış insanlar olarak, düşüncelerimizi linç kültürüne taşımadan tartışmak, felsefi bir süreçte ilerleterek empati kültürü yaratmak olmalı

MEHMET TIRAŞ (*)
Bundan on yedi yıl önce (31 Ocak 1991) Mehmet Altan tarafından İkinci cumhuriyet kavramı fikir olarak ortaya atıldığında, bu tezi düşünsel boyutta çürütemeyenler, demokrasiyi kendi içlerinde içselleştiremeyenler belden aşağı vurarak küçümsemeye kalkanlar şimdi bu tezi, Türk toplumu tarafından üst üste ikinci defa iktidara getirilen AK Partinin ideolojisi olarak özdeşleştirdiler. İkinci cumhuriyet fikri daha çok demokrasi, daha çok hukuk ve daha çok insan hakları gibi evrensel değerleri öne çıkartan, ülkenin demokratikleşmesine katkı sunan bir görüş ortaya koymasına rağmen, hazineden nemalananların, darbecilerin ve karanlık güçlerin korkulu rüyası haline geldi.

İkinci cumhuriyet tezinin fikir babası sayın Altan rahmetli Prof. Dr. İdris Küçükömer'den sonra mevcut devlet yapısını en ciddi bir şekilde masaya yatırıyor ve birinci cumhuriyetin mevcut devlet yapısının anlayışı Osmanlı da etkili, belirleyici olan Padişahın yerini cumhuriyet döneminde de “Silahlı bürokrasi” aldı diyordu. İkinci cumhuriyet tezi Max Weber'in öne sürdüğü demode olmayan görüşünü doğrular nitelikte. Weber,”bürokrasi doğal olarak, bilgisi zayıf, dolaysıyla güçsüz bir parlamentoyu tercih eder” demekte.

İNSAN MERKEZLİ MODERNLEŞME

İkinci cumhuriyet tezi süreç içinde, toplumun her kesiminde tartışıldıkça demokrasi ve hukuk kavramı önem kazanıyor sivil ve silahlı bürokrasinin yöneten ve yönetilen bir demokrasiye yol vermediği su yüzüne çıkıyordu. Askeri darbelerde bunu kanıtlamıyor mu? Yapılan askeri darbeler ve muhtıralar bugüne kadar hangi sorunu çözdü? Generaller hakkında dava açan savcılar ya görevden el çektiriliyor ya da meslekten ihraç ediliyor, Şemdinli savcısı Ferhat Kaya'nın başına geldiği gibi. Taşları yerinden oynatan, resmi ideolojinin karşıtı olarak türeyen ikinci cumhuriyet kavramı toplumun değişik çevrelerince içselleştirilmesi ve demokrasiden yana olan, AB taraftarlarından da destek buldukça, siyasette belirleyici ve kendi toplumuna karşı kendilerini ekabir takımı olarak lanse eden, bireyi kul ve toplumu ahali anlayışıyla yönetenler,” insan merkezli bireyin temel hak ve özgürlüklerini merkeze alan” bu düşünce yol aldıkça ve bu tezin merkeze oturması seçkinci ve darbeci zihniyeti temsil edenleri tedirgin etmeye başladı.

Cumhuriyetin kurulmasından bu tarafa Kemalizm'le örtüşmeyen bütün düşünceler ve kavramlar hep tehlikeli görülmüş, markisizim, liberalizm de nasibini almıştır. Değerli sosyolog Nilüfer Göle, devlet toplumun dört kesimini yani, “Liberalleri, Kürtleri, Marksistleri ve İslamcıları” bu zamana kadar tehlikeli ve düşman gören bir zihniyetle yaklaşmıştır der. 12 Eylül'den sonra darbeciler uçakla güney doğuda bildiri dağıttılar ne “Kürt ne Türküz hepimiz din kardeşiyiz” diye, o yıllarda komünizm tehlikeliydi ve Kürtlerde potansiyel bir güç olarak ortaya çıkmıştı. Bugün ise İslamcılar derin devlet tarafından tehlikeli gözüküyor. Verdiğimiz örnek, askeri darbeleri iyi incelediğimizde her darbenin bir gerekçesi Göle'nin savını doğrular niteliktedir. Toplumları homojenleştirmeye kalkanlar var olan heterojen yapıları yok saydığınızda toplumda çürüme meydana gelir. Çürüme benzeşmeyle ortaya çıkar. Çok seslilik ve çeşitlilik aynı zamanda üretken, sosyal ve duyarlı bir toplum yaratır. İskoçların ünlü bir ata sözü var, “üç kişi aynı şeyi konuşuyorsa iki kişi fazla derler”. Kemalizm toplumun tüm kesimlerini kucaklamadığı gibi aykırı fikirleri,kültürleri, inançları bölücü ve tehlikeli gören bir ordu ideolojisine dönüşmüş ve evrensel değerleri de kendine göre uyarlamıştır. İkinci cumhuriyet tezi toplumun değişik kesimlerine başta bu ülkenin siyasetçisinin, sivil toplum örgütlerinin, bürokratının önüne aynı zamanda bir değişim projesi sunmuştur. İkinci cumhuriyet daha naif ifade etmek gerekirse eşitti, Kopenhag kriterleridir.

22 Temmuz genel seçimlerinden sonra başarısızlılığını bir raporla kamuoyuna açıklayan CHP, seçim yenilgisinin nedenleri arasında medyadaki ikinci cumhuriyetçilerin kendilerinin ve partilerinin aleyhinde basında yürüttükleri kampanyaya bağlıyorlardı. AK Partinin neredeyse her iki seçmenden birinin oyunu alması yüzde 47 ile iktidara gelmesi ve Abdullah Gül'ün Cumhurbaşkanlığının önünü kesen,meclisi kundaklayan güçlere karşı elde ettiği başarıyı demokrasi karşıtı güçler, Abdullah Gül'ün cumhurbaşkanı seçilmesinden sonra ikinci cumhuriyetçilerin zafer olarak yorumlamaya başladılar. Gül'ün Cumhurbaşkanlığına karşı çıkanlar güya Abdullah Gül uzlaşıyla seçilmemiş, Türkiye'de uzlaşının adı,”askerin dediğini uygulamaktır” bunun başka bir tarifi var mı? Siyasi çözüm bekleyen sorunlar var “Kürt” sorunu gibi. Askerlerin istemediği ve beğenmediğini siyasetçi yapamıyor sorunda buradan kaynaklanmıyor mu? Hürriyet Gazetesi genel yayın yönetmeni Ertuğrul Özkök'ün Abdullah Gül'ü ikinci cumhuriyetin, birinci cumhurbaşkanı olarak köşesinde yorumlamasından sonra, yazılı ve görsel basında eli kalem tutan,ağzı laf yapan herkes, ikinci cumhuriyetten negatif ve pozitif anlamda söz eder oldu. Bu satırların yazarı da bu tezi savunanlardan biri olarak, ne yalan söyleyeyim düşüncemizin revaçta olması bizi mutlu etmedi dersem yalan söylemiş olurum. Biz demiştik sözü hoş bir söz olmadığının bilinci ile, gerçekle yüzleşmek gerekirse var olan devlet yapısının ve uygulana gelen sosyo-ekonomi politikaların vatandaşın sorunlarını çözmemesi,aslında dipten gelen bir dalganın da habercisi idi. Çünkü bunun böyle ilelebet gitmesi, bu coğrafyada toplumu yönetenler kendileri için kurdukları, iç sömürü saltanatının bir gün biteceğinin hesabını yapamamışlardı, onlar fütüroloji kavramına yabancıydılar. Kırılma noktasını da Sosyalist sistemin dağılması yarattı ve dünyadaki dengelerin bozulması, komşumuz Kuzey Irak'ta bir Kürt federasyonun kurulması, yerel ve ulusal ölçekli siyaseti evrensel boyuta taşıdı.

NEDEN İKİNCİ CUMHURİYETE KARŞILAR?

Dünyadaki değişimi ve gelişmeleri okuyamayanlar, toplumsal sorunları çözemeyenler, toplumları kamplara ayırarak konumlarını korumanın değişik yollarını aramaya ve ittifaklar kurmaya başladılar. Garip olan geçmişte kanlı bıçaklı, sağcı-solcu olanlar ile darbelerde Ziverbey köşkünde işkence görenler ve darbeciler bir kulvarda buluştular. Buluştukları ortak noktalar AB karşıtı, darbe taraftarlığı belirleyici oldu. Seçimlerde halktan destek göremeyince, iktidar arayışlarını kriz ortamlarında aramaya başladılar ve askerlere darbe çağrısında bulunmaya başladılar. Ama Abdullah Gül'ün cumhurbaşkanı seçilmesini engelleyemediler çünkü seçmenin yarısı neredeyse Gül'ün Cumhurbaşkanı olmasını istiyordu. Artık darbeler dönemi kapandı bilginin,sermayenin, teknolojinin vatanı yok sınır tanımıyor ve insan hakları bir ülkenin içişleri sorunu olmaktan çıktı ve tüm insanlığın ortak sorunu haline geldi. İktidarların meşruluğu önem kazandı.

İşte ikinci cumhuriyet tezi de bu değişim ve gelişmeler doğrultusunda toplumda tartışılan,sorunlara bir çözüm olan düşünce olarak canlılığını korurken, düşüncenin fikir babası dostumuz Altan yeni bir fikir daha ortaya attı; altıok' tan “devletçiliği” çıkartalım “demokrasiyi” koyalım. Statükodan ve darbeden yana tavır alanlar bu konuda şu ana kadar bir görüş belirtmiş değiller. Demokrasi ve hukuka yer vermeyen bir ideoloji toplumsal sorunları nasıl çözer,parlamentonun üstünlüğü nasıl sağlanır, devlet hukukun evrensel ilkeleriyle nasıl yönetilir, demokrasinin kuvvetler ayrılığı ilkesi nasıl korunur,temel hak ve özgürlükler nasıl güvence altına alınır? Demokrasi ve hukuk birbirinden çıkan birbirinin tamamlayan kavramlar, birinin olmaması diğerini sakat bırakmaz mı? Gündemde olan, ama daha kamuoyuna içeriği açıklanmayan yeni ve sivil bir anayasa tartışmalarında, ikinci cumhuriyet tezi daha iyi anlaşılacaktır. Bütün sorunların çözüm yolu tartışmadan geçer başka bir yolu yoktur. En aykırı fikirlerin tartışıldığı yerde demokrasi vardır,demokrasilerde muhalefeti olmayan iktidar meşru sayılmaz. Her ülkede bir iktidar vardır ama muhalefet yoktur, muhaliflik düşünceyle başlar farklı şekilde de yol alır. Bizimde toplum olarak tartışma kültürümüz geliştikçe bireyin özgürleşmesine, ülkenin demokratikleşmesine ve AB üyeliği yolunda ilerlememize katkımız günden güne artacaktır. Görevimiz, demokrasiye inanmış mücadelesini veren insanlar olarak, düşüncelerimizi linç kültürüne taşımadan sorunları tartışmak, edebi bir tatla ve akademik boyutu ile ele alıp, felsefi bir süreçte ilerleterek empati kültürü yaratmak olmalı.

* Araştırmacı Yazar

Mehmet Traş, Yeni Şafak
09.09.2007

Konu ile ilgili sayfalar...
7/3/2017 - 15 Temmuz’un ilk entelektüel sonucu ...
9/20/2016 - Garip ilişkiler...
8/16/2016 - Mehmet Altan: Türkiye, 'İkinci Cumhuriyet' kavramına mecburen geri dönecek...
8/12/2016 - Batı’nın “Yeni Türkiye” kuşkusu ...
4/25/2016 - Siyasal İslam ve İkinci Cumhuriyet ...
Bütün başlıklar için tıklayınız