Medyada 2. Cumhuriyet > II. Cumhuriyet: Tuzak mı, ihtiyaç mı?

II. Cumhuriyet: Tuzak mı, ihtiyaç mı?
 

Türkiye Cumhuriyeti’nin kısa geçmişine sığmayı başaran sayısız siyasi, askerî ve sivil çatışma, zamanla tarih sayfalarında yerini alsa da yaşanan krizleri hatırlatan ifade biçimleri hafızalardan silinmiyor. ‘Asmayalım da besleyelim mi?’, ‘Demokrasiye balans ayarı’, ‘Ordu göreve’, ‘14’ler’ gibi… Tarih 27 Mayıs 1960. Askerin siyasete doğrudan müdahalelerinden ilki gerçekleşiyor. Demokrasiye tutunan halata derin bir kılıç darbesi indiren cunta, dönemin Başbakanı Adnan Menderes, Maliye Bakanı Hasan Polatkan ve Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’yu ipe götürdü. Cumhurbaşkanı Celal Bayar ise ilerlemiş yaşı sayesinde idam sehpasından kurtuldu. 27 Mayıs hareketi ve 1961 Anayasası ile başlayan dönemi ifade etmek için kullanılan kavram ise oldukça tanıdık: ‘İkinci Cumhuriyet’
Tarih 28 Ağustos 2007. AK Parti hükümetinin Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, krizlere ve çok tartışılan 367 engeline rağmen cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturdu. Bu gelişme ‘demokrasiden yanayım’ diyenleri sevindirse de eşi tesettürlü bir siyasetçinin Çankaya’ya çıkması ‘Laiklik elden gidiyor’ tezini savunanların alışık olduğu bir durum değildi. Siyasette başlayan bu yeni dönemi ifade etmek için kullanılan kavram 47 yıl öncesinden farklı değil. AK Parti’nin 22 Temmuz seçimlerindeki başarısı ve Abdullah Gül’ün Köşk’e çıkması ‘İkinci Cumhuriyet’in zaferi’ olarak yorumlandı. Siyasette yaşanan değişimi Kemalist çevreler Cumhuriyet ve Atatürk ilkelerinin yerinden edilmesi olarak yorumluyor. Liberal düşünceye yakın olanlar ise rejimin demokratikleşme yolunda büyük bir yol kat ettiğini savunuyor.

28 Şubat süreci, AK Parti iktidarı derken Türk siyaseti, son yıllarını bolca kriz çıkaran çatışmalarla geçirdi. Üst kademelerde yaşansa da toplumu derinden etkileyen bu krizler, hafızalara ‘uzlaşma’, ‘dayatma’, ‘367’ gibi pek çok kavram da yerleştirdi. Son döneme damgasını vuran ve üzerinden kavga yürütülen kavramlardan biri de ‘İkinci Cumhuriyet’. Fakat bu kavramın geçmişi de var. Anayasa ve Parlamento’da yapılan önemli değişiklikler nedeniyle pek çok yazar 27 Mayıs sonrası döneme ‘İkinci Cumhuriyet’ adını verdi. Darbenin ardından cumhurbaşkanlığına geçiş yapan Cemal Gürsel de ‘İkinci Türkiye Cumhuriyeti’nin babası’ olarak anıldı. 1961 yılını ikinci Cumhuriyet’in kuruluş yılı ilan eden Gürsel, başkanlığını yaptığı hükümetin görevini şöyle açıklamıştı: “Teminatlı bir demokratik nizam içinde, hakka, adalete, hürriyete, eşitliğe ve fazilete dayanan İkinci Cumhuriyet’i kurmak.”

Kafkas Üniversitesi Öğretim Üyesi Yard. Doç. Dr. Adem Çaylak, ‘Statüko ve Değişim Arasında Cumhurbaşkanlığı Seçimleri’ başlıklı makalesinde ‘İkinci Cumhuriyet’in Atatürkçülük felsefesinden gittikçe uzaklaşan oligarşik Kemalizm anlayışının bir numaralı uygulayıcısı’ olarak nitelediği Cemal Gürsel için şu satırları kaleme almış: “(…) Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet’in modernleşmenin etkisiyle demosa açılan kanallarını hepten tüketmiştir.” Alper Sedat Aslandaş ve Baskın Bıçakçı tarafından hazırlanan Popüler Siyasi Deyimler Sözlüğü, bu kavrama yaklaşık 50 yıl önce yüklenen anlamı şöyle açıklıyor: “27 Mayıs’ın hemen ertesinde telaffuz edilmeye başlanan ‘İkinci Cumhuriyet’ deyimi, o günlerde bir tarihsel dönemlendirme ihtiyacından çok ihtilali savunmak, yapılan işin ‘Birinci Cumhuriyet’ mertebesinde olduğunu göstermek isteğinin ifadesiydi.”

‘Türkiye, gittikçe birinci cumhuriyet limanından ayrılıyor’. Bu deyim, 90’lı yıllarda, darbe sürecinde sahip olduğundan farklı bir anlamla yine karşımıza çıktı. Egemenliğin halka değil bürokrasi ve orduya ait olduğu tespitiyle ortaya çıkan yeni kullanımın amacı Cumhuriyet’in demokratikleşmesinin yanında siyasal sistemin yeniden yapılanması. Yeni içerikli ‘İkinci Cumhuriyet’ kavramının fikir babası ise Prof. Dr. Mehmet Altan. 31 Ocak 1991 tarihinde bu kavramı ilk kez kullanan Mehmet Altan’ın kavram tanımı şöyle: “Birinci Cumhuriyet’in otoriter, totaliter, asker ve sivil bürokrasiye dayalı zihniyetiyle hukuksal yapısının yerini halk iradesine dayalı çağdaş dünya standartlarında bir demokratik çoğulculuğa bırakma önerisidir. Yani Kemalist Cumhuriyet’ten demokratik Cumhuriyet’e geçme önerisidir. Ama bugünkü sistemdeki egemen pozisyonlarını kaybetmek istemeyen Kemalistler, hukuka bağlı olarak yaşamak istemiyorlar.” Türkiye’nin gittikçe Birinci Cumhuriyet limanından ayrıldığını savunan Altan, örnek olarak Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı olmasını gösteriyor. Gül’ün cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturmasını “Gül’ün cumhurbaşkanlığı, devlet elitinin parsellediği halk arazisine, gerçek halkın binasını kurma girişimidir.” şeklinde yorumluyor.

İkinci Cumhuriyet söylemiyle birlikte ‘Cumhuriyet değerlerine kastediliyor.’ türünden eleştiriler de yükselmeye başladı. Altan’ın bu eleştirilere cevabı ise şöyle: “Tek parti rejiminin anlatımı bu. Oysaki Saddam’ın yıkılan iktidarı da ‘cumhuriyet’ti. Suriye’de de cumhuriyet var; ama iktidar babadan oğula geçiyor. Demokrasinin beşiği İngiltere’de, Belçika’da, Norveç’te ise cumhuriyet yok. Ama çok ileri demokrasiler bunlar. Fakat bizdeki rejim, her şeyi cumhuriyetin üstüne koyup demokrasiyi dışlamış.” Altan, cumhuriyetin demokratikleşme sorunu yaşamasının sebebini Osmanlı hanedanının elinden alınan iktidarın halka değil, tek parti rejimine devredilmesi olarak açıklıyor. Halka güvenmeyen yönetimin demokrasi yerine laikliğe vurgu yaptığına dikkat çekerek, “Yani devlet bürokrasisi Müslüman bir ülkede demokrasi olamayacağına o kadar inanmış ki laik cumhuriyeti koruyarak demokrasinin gelmesini engelliyor.” diyor.

“Değişim talepleri ‘yeni dünya düzeni’ ile paralellik içindedir”

Yazar Nuray Mert, katı laiklik ve ulus-devlet anlayışını eleştiren yapısına rağmen ‘İkinci Cumhuriyet’ türünden tezlere yakın durmayan isimlerden. “Benim itirazlarım İkinci Cumhuriyetçi çevrelerle denk düşmüyor.” şeklinde konuşuyor. Yazar Mert, siyasal açıdan demokratikleşme ve restorasyon taleplerinin neo-liberal, emperyal yeni dünya düzenine sorgusuz sualsiz biat etme tavrı ile birlikte yürüdüğünü düşünüyor. Söz konusu düşüncenin kendisinde kabul görmemesini Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın yeni dünya düzeni ile ilgili sözlerini referans göstererek açıklıyor. Erdoğan, 1993 yılında Metin Sever ve Cem Dizdar tarafından hazırlanan 2. Cumhuriyet Tartışmaları adlı kitap için verdiği röportajda şu ifadeleri kullanmıştı: “Ne yazık ki Türkiye’de değişim talepleri ‘yeni dünya düzeni’ talepleri ile paralellik içindedir. Bu bir nakısadır. Çünkü yeni dünya düzeni, uğruna ölünecek bir hülya değildir. Dünya egemen sisteminin bulaştığı bir patronaj biçimidir.” Gerçekleşen her devrimin bir normalleşme dönemiyle devam ettiğini dile getiren Mert, şöyle konuşuyor: “Cumhuriyet de bir devrimdi ve Türkiye’de normalleşme noktasında problemler var. Tabii ki bu normalleşme devam edecek. Yani bunu bir zamanla sınırlamamak lazım.”

‘AK Parti altyapı olarak İkinci Cumhuriyetçi’

Yazar Emre Aköz, İkinci Cumhuriyet tezini ülke ekonomisine göre değişen toplumsal ilişkiler açısından değerlendiriyor. “Bu dünya kapitalizmiyle alışverişe girmiş, onunla eklemlenmiş güçlü bağlar kurmuş Türkiye’de normal bir taleptir.” diyerek hukukun süreçle birlikte değişen toplumsal ilişkilere uyum sağlaması gerektiğini söylüyor. 1982 Anayasası’yla kurulan üst yapı sisteminin Türkiye’nin son yıllarda gelişen kapitalizmine uyum sağlayamadığına dikkat çekiyor. “İçinde yaşamakta olduğumuz kapitalist ilişkilerde bu üst yapı deli gömleği gibi oluyor.” diyerek bu düşüncesini 10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in görevini devretmeden önceki birkaç yılda sergilediği tutumuyla örneklendiriyor. Demokrasiden yana tavır alması beklenen hukukçu bir cumhurbaşkanının nasıl engelleyici olabileceğinin görüldüğünü ifade eden Aköz, şöyle konuşuyor: “Hatta moral açısından insanları nasıl olumsuz etkilediğini gördük. Diyor ki siz bir şey yapmayın, bizi dinleyin. Hâlbuki Türkiye kabına sığmayan bir konumda. Ekonomide, sosyal, kültürel ve siyasi hayatta bir şeyler yapmak isteyen zümrelerle karşı karşıyayız. Onlar açısından bu tutumun ne kadar moral bozucu, ne kadar baskıcı olduğunu da gördük.”

Aköz altyapı olarak İkinci Cumhuriyetçi şeklinde tanımladığı AK Parti’nin Milli Görüş anlayışından farklı bir yapıya sahip olmasının asıl darbeyi vuran etken olduğu görüşüne sahip. Kemalizm ve Milli Görüş anlayışının içerik olarak farklı olsa da temelde benzer olduğu fikrini savunarak şu ilginç açıklamayı yapıyor: “İkisinin de kendine has kalıbı var. İnsanların o kalıba uymasını istiyorlar. Biri insanların Batıcı çağdaşlaşma kalıbına uymaya diğeri de kendi tanımladığı bir İslam yorumuna uymasını istiyor. İkisi de esas olarak sopayı kullanır. Kemalistlerin sopası bekçi, polis, jandarmadır, mahkemedir. Buna uyum sağlayacaksın. Sağlamazsan suçlusun. Öbüründe de sağlamazsan günahkârsın. Şimdi AK Parti noktasında öbür kesimleri çıldırtan nokta şu: AK Parti’nin kafasında kalıp yok. Onlar dövücü değil. Onlar tam tersi kapitalizm mekanizmalarını daha da hızlandırdığı için insanlar dayak yemeden değişiyorlar.”

 

Önder Deligöz, Zaman
16.09.2007

Konu ile ilgili sayfalar...
7/3/2017 - 15 Temmuz’un ilk entelektüel sonucu ...
9/20/2016 - Garip ilişkiler...
8/16/2016 - Mehmet Altan: Türkiye, 'İkinci Cumhuriyet' kavramına mecburen geri dönecek...
8/12/2016 - Batı’nın “Yeni Türkiye” kuşkusu ...
4/25/2016 - Siyasal İslam ve İkinci Cumhuriyet ...
Bütün başlıklar için tıklayınız