Medyada 2. Cumhuriyet > Külahları değişmek

Külahları değişmek
 

Geçenlerde, kendisini âlim sanan birinin lafa girmesiyle tekrar açılan “ikinci cumhuriyetçi” tartışmasını hatırlıyorsunuzdur muhakkak.

Buradan hareketle Cengiz Çandar'ın kurduğu takım da hatırınızdadır.

Tartışmanın sonrası da malum: Kendilerinden “ikinci cumhuriyetçi” diye söz edilen “liberaller”in AKP'ye verdikleri destek vs

Çandar, hakkında çok yorum yapılan bu farklı politik-sportif yazısının hemen ardından -konudan çok da uzaklaşmadan- bir yazı daha yayımladı.

“Hrant davası ve 301; AKP'ye kefil olmak ya da olamamak” (Referans) bu yazı –bana sorarsanız- gerçekten iyi bir yazıydı.

Çandar, her şeyden önce, bu “kefil olmak-olamamak” meselesini tamamen haklı olarak “Hrant davası” üzerinden irdeliyordu.

Ben bu işi, yani -kolaylık olsun diye olsa gerek- “ikinci cumhuriyetçiler” olarak adlandıralan grubun AKP'ye verdiği desteği yakınlarda yayımladığım bir yazımda “yol arkadaşlığı” çerçevesinde yorumlamıştım.

Evet “yol arkadaşlığı”...

Yalan değil doğrusu; AKP'nin ilkelerini ve politikasını ortaya koymaya başlamasıyla beraber bugüne kadar gelişen bir süreç bu.

Çandar, söz konusu yazısında, “yol arkadaşları”nın (kendisi bunu “liberaller” olarak ifade ediyor) AKP'ye desteğinin “kayıtsız ve şartsız” olmadığını, iktidarın başta 301 olmak üzere TCK'nın anti-demokratik maddelerinin iptal edilmemesi durumunda “siyasi işbirliği”nin biteceğini de söylüyordu haklı olarak.. Hele de (söylediğim gibi) “Hrant davası”na ilişkin sorunlar söz konusu olduğunda. Şu cümlesi mesela:

“... Hrant Dink'iin öldürülmesini planlayanların, bilenlerin, bile bile cinayeti önleyemeyenlerin 'devlet aygıtı' içinde yer aldıklarını ve hatta o günden bu yana 'taltif' ve 'terfi ettikleri'ni gösteriyor.”

Çandar'ın “siyasi işbirliğinin bitmesi” olarak formüle ettiği durumu ben çok daha sade bir biçimde, bir deyimle adlandırıcağım: “Külahları değişmek”

Dink cinayetenin ikinci duruşmasında ortaya çıkan şu duruma bir bakın...

Mahkeme İstanbul Valiliği'nden, Hrant'ı vali muavininin odasında ve yanında tehdit eden ve istihbarat elemanı oldukları söylenen iki kişinin kimliklerinin gönderilmesini istiyor, ama Vali'den cevap yok...

Mahkeme birinci duruşmada, Dink ailesinin avukatlarının başvurusu üzerine, “muhbir sanık” ile ilgili bilgileri barındıran ve İstihbarat Dairesi Başkanlığı'nın isteği doğrultusunda savcılar tarafından okunduktan sonra imha edilen 48 sayfalık evrakı istiyor, ama Başkanlık'tan cevap yok.

Hatta öyle ki, evrakın gelmemesi üzerine ikinci duruşmada avukatlarca yenilenen talep, bu kez –nedense- mahkeme tarafından da kabul görmüyor.

Tamam (şimdi AKP iktidarı gibi düşünüyoruz) diyelim ki, “yargı bağımsızdır” ve dolayısıyla “mahkemenin” yapıp ettiklerine dair hükümet ağzını açamaz. Peki ama ya İstanbul Valiliği, o da mı “bağımsız”?

Davanın seyrinde en dehşet verici gelişme ise cinayetten hemen sonra “muhbir sanık” ile gerçekleştirdiği telefon konuşması açığa çıkan polis memuru M.Z.'nin “telefon dokunulmazlığı”dır.

Tamam, “mahkeme”, Dink ailesinin avukatlarınca M.Z.'yle ilgili suç duyurusunu da makbul bulmamıştır. Ve hatta “Siz misiniz bu talipte bulunan” dercesine, okuyanların kanını dunduran telefon konuşmasını yayımlayan yayın organlarına soruşturma açılmasına karar vermiştir.

İyi ama ya hükümet, ya İçişleri Bakanlığı (daha doğrusu Bakanı) o niçin susuyor, o niçin konuya ilişkin tek bir söz etmiyor?

Cezaevi aracından gazetecilere “çirkin el işareti” yapan jandarma erinin ve de cezaevi aracına ırkçı sloganı kazıyan “şoför”ün “soruşturması” ile meşgul oldukları için mi? (Dikkat ederseniz Türkiye, sonu gelmeyen “soruşturmalar” ülkesi oldu... Hatırlayın; 1 Mayıs'ta Masis Kürkçügil'i milletin ortasında tokatlayan polis memurunun kimliğinin tespitine ilişkin araştırma-soruşturma bile –hâlâ- sonuçlanmadı.)

Başbakan ve İçişleri Bakanı'na –üşenmeden- bir daha soralım:

“Muhbir sanık”la cinayetin hemen ardından yaptığı telefon konuşmasında “Koyum ...na gebermişse gebermiş. Onu kim gebertti diye sorgulamıyorum..” diyebilen bu polis memuru hakkında niçin açıklama yapmıyorsunuz? İstihbarat Daire Başkanlığı'nda görev yaptığı söylenen bu memuru niçin koruyorsunuz?

Fazla lafa gerek yok.

Cinayet planından haberi olan, haberi olduğu halde kılını kıpırdatmayan, üstelik cinayet sonrasında o iğrenç sözleri edebilen bu “polis memuru”nu hakim karşısına çıkartmayan bir hükümet ağzıyla kuş tutsa boşunadır.

O zaman sadece “yol arkadaşları”na değil “samimi yolcular”a da söylecek tek bir söz kalıyor: “Külahları değişmek”.
 

Kürşat Bumin, Yeni Şafak
06.10.2007

Konu ile ilgili sayfalar...
7/3/2017 - 15 Temmuz’un ilk entelektüel sonucu ...
9/20/2016 - Garip ilişkiler...
8/16/2016 - Mehmet Altan: Türkiye, 'İkinci Cumhuriyet' kavramına mecburen geri dönecek...
8/12/2016 - Batı’nın “Yeni Türkiye” kuşkusu ...
4/25/2016 - Siyasal İslam ve İkinci Cumhuriyet ...
Bütün başlıklar için tıklayınız